25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Temmuz 1970 2 Cumhuriyet SANAT EDEBİYAT Orhan Kemal Hikâyesi ~ "< e >OQ ö> S 5= « * • £ ^ ES«* <£« aax oS «2 &s! dönemdır 19381950 arası. Çok yaygın olduğu için ilk bakışta goze çarpmaz bir baskııun bezginleştirdiği, tek parti, vesika, yokluk ve savaş yıUan. ŞUrimizin kesin değişimlerle yenüendiğl, blr yanda Sabahattin AU, bir uçta Sait Faik'in öncülüğünde hikâyemizin yeni imzalarla geliştiği... ama kitap yayını bakımından alabüdlğine kesat blr dilim. Bu son iki yü içinde kırk yıllık yazarların, Uşaklıgillerlo Kefık Haütlerin, M.ŞJI. Ue F. Celâlettin'lerin eserleri de İçinde olmak Uzere topu topu 48 hikâye kitabı basılmıştır. 1942 ve 1945 yülannda hiç yoktur; düşünün Sait Faik büe 19401948 arasında sekiz yıl susar. Ortalama bir yıla 4 kitap düşüyor. «Hikâyeciliğimizde bunalım var» diye soruşturmalar açılan 1969' da ise 22 hikâye kitabı basıldı. Orhan Kemal, edebijfatımızuı devrimci bir çızgıye yöneldiği, işte bu dönemden gelir. Heraen her yazarımız gibi önce şiır özentisindedir. 26 yaşlannda Bursa hapishanesinde Nâzım'a rastlama ve eserlerini ona okuma fırsatını ise, ömrü boyunca iyi kullanacaktır. Bu dönemle ilgili anılarını «Nazım Hikmet' le Üçbuçuk Yıl» kitabmda buluyoruz (4143). 19401950 arasında yazdıklarını, ayıklamak, düzeltmek, antmak ve yeniden yazmak için fırsatlar bulan Orhan Kemal, gerçekten kendine bzgü bir hikâyecilik tuturauyla çıkar ortaya. «Varlık dergisinln okuyucuları arasında açtığı anketli hi kâye yanşmasında birinci oluşu (Ocak 1949)», konulan ve kişileriyle değisik ve canh görünen eserinin ılk başan onayıdır. Ardmdan çok verimli ve inatçı bir çalışkanlık dönemi gelır. Düşünun ilk kitabı yayınlandığı zaman otuz beş jaşında, nice hayat sınavıyla biriktirdiği gözleralerin yaşama H erdeyse unuttuğumuz blr 2 | 03 N Fotoğraf: Ara GÜLER tradesinde, yazarlıkla geçintnek amacındadır. Bu namuslu yazarlık direnişini sonuna kadar yürüttü Orhan Kemal. «Kalemın ev külfetüıe bu kadar borçlanmamasuu, Türkiye'de edebiyatın bu kadar dolaylı yollardan okuyucu aramamasını isterdim. ÇalışkanUğının son ürünleri Yeşilçam'dan, tefrika sütunlarından dolaşarak kitaba gelirken yazannın adını da zedeliyor samrım» (Cumhuriyet, 16 Kasım 1969) diye eleştirdiğim yanı, romancıhğıyla ilgiliydi. «Ama benim asıl istediğim şey, eserlerinin bütünü içinden Orhan Kemal'in kendisinin seçimiyle ger çekleşecek son ve asıl külliyatı haarlamasıdır» satırlarıyla belirttiğim genel düek ise, artık hiç yerine gelmeyecek. Ama en çok kendi eserine zaran dokunarak yürüttüğü bu hayat kavgasından, yazUanna yanlış bir etki gelmemisti. Çoğıinu ücretsiz, ya da küçücük dergi ödemelerine sebil ettiği hikâyelerinde, başlangıçtaki temeline hep bağlı kalarak aynı toplumcu bakışı ve köklü sevgiyi sürdürdü. Bu btrikimin, ömrünun son yılında iki ödülle birden değerlendirilmiş olması, şimdı sanırım hepimiz için, bir borcun ödenmesinden doğan iç dir liğini getirmektedir. Halit Ziya Uşaklıgil, «bana İki ad söyleyin; size bir hikâye vereyim» dermiş. Burda sanatına inanan bir yazann zengin hayal gücü ve büyük güvenl var. Orhan Kemal de böylesine rahat hikâye yazabilirdi. Yalnız iki ad söylemek yerine, ona iki insan göstermeliydiniz. Hikâyeciliğinin ilk özelliği bu: Kısa bakışlarla en derine inebilen büyük bir gözlem gücü; başkalarına hem bakmayı, hem bulup görmeyi bilişi. Vitrin önlerinde duraklayan, küçük ışportalarda nöbet bekleyen, arsa futbollarıyla oyalanan. fabrika atolye han odalarında ter döken çocuk dünyasını kim görebildi onun kadar? Eski makinelerde dilekçe yazarak ekmek parası çıkaran arzuhalcilen, köşe başı dilencilerini, «kravatlı» ama vurdumduymaz memurlar karşısmda beklesen çaresız insanları, kahve kalabalıklannı, şaraphane müşterilerini, fabrika işçilerini, tarla ırgatlarını, mahpusane «aderinde bırleşenleri, küçük memur tedirgınligini, düşmüş kadınları, genç kız düşlerinl, halk otobüslerinde ve tramvaylarda bırıken bütun bir halkm sabırn acılarını, yoksul mahalleleri, fakir sofraiarı, Beyoğlu düşlerinde • Yeşilçam umudunda herşeylerini yitiren saf umutları, hamallan, gecekondu kby glnl de blr toplum olayı, toplumsal bir sorun •biçiminde koyar ortaya. Gerçekten pek çok hikâyesinde işsizlik ve yoksulluk günlerini, hapishane hayatı m, eşini ve çocuklarmı, evini v« ışıni konu yaptığı halde yazar olarak öne çıkmaz. Sıradan bir adammış gibi hayatı göstermekle yeünir. Ruhsal çbzümlemelerin yumağına dolaşmadan apaçık bir işaretle toplumsal gerçeği öne sürer. Deyim yerindeyse özgecil (diğerkâm) bir yazardır Orhan Kemal; yer yer, faydalı için guzelliği, toplumsal için bireyselı bırakır. Yaşadığı doneme duyduğu borç duygusun dan gelir bü. Başka türlü sanat, toplumsal kurumlann önünde gidemez. Birçok yazar hikâyede sürprizli bıtişler, şaşırtıcı sonuçlar, etkıli son tablolar ararlar. Orhan Kemal ilk hikâyelerinde büe kurtulmuştur bu tuzaktan. Sonucu ıçindekı hıkâyenm; hiç bır şaşırücı öğeye kanmadan, konuyu bilinir bütünlüğuyle koyar ortaya. Onun için kolay yazıldığı sanılır eserleri; taklit edılir, benzeri çabucak çıkar sanılır, ama aynısı yapılamaz. Çünkü bu konu uydurulmamış, masa başında yapümamış, duşünceyle kurulmamış; gorülmuş ve yaşanmıştır; hayatm kanı dolaşır yazdıklannda. Onun kadar gerçek, onun kadar güçUi, onun kadar çirkin ve bayağı, oldugu gibi. Birçok röportajının da ken dıliginden hikâye oluşu. bu yalın ve yalansız tutumdan gelir. Kişilerinin hemen hepsi gözü ve gönlü tok, kanık (kanaatkâr), esirgemez insanlardır; doyacak kadar ekmek hakkı, uyku hakkı, oyun hakkı, okuma hakkı, namus hakkı isterler, fazla değıl. Hepsi düşler kurar, rahatça Eeçmişlerinin özlemini duyar, kötü durumlarda bile geleceğe aydmlık bir umutla bakarlar. En kara günün ışıgı, bazan bır piyango bileti, bazan büyümesıne yıllar olan küçücük bir oğrenci, bazan yüzlerini bile gör medikleri blr hemşeriye olan rauf mutluay lülermi, ış nayatında sayısız tuzakla karşılaşan namus dırenişindeki kadınlarımızı, düzenbaz ve palavracı üç kâğıtçıları, cad de kalabalıklannı, delıkanlı başıboşluğunu, «Bereketli Topraklara» akan «Gurbet Kuşları>nı.. kım anlatabikü onun gibi. Burada Orhan Kemal'in başka bır özelliği de goze çarpar: Kendinden söz açarken bile konuya başkalarına bakarmış gibi nesnellikle yaklaşır. Pek çok hikâyecinin, hikâyeyi, hep otobiyografik öğeler. ıtiraflar, anılar, kişisel izlenimlerle doldurmasına karşıhk, o kendi gerçe O 2 > Edebiyat takviminde Temmuz 1 Temmuz 1904 Şemsettin Sami öldü3 13 17 18 20 23 25 » » » » » » » » 1955 1946 1959 1961 1965 1959 1967 1929 1929 a. 03 i Dr Adnan Adıvar öldüMuzaffer Tayyip Uslu öldüEkrem Reşit Rey öldüVasfi Mahir Kocatürk öldüRefik Halit Karay öldüMusahipzade Celâl öldüAhmet Kutsi Tecer öldüSaffeti Ziya öldü. a> S Direğin Tepesinde Bir Adam Sait Falk Hîkâye Armaganı'nı, Zeyyat SeHmoğlu kazandı bu yıl. Direfin Tepesinde Bir Adam adlı yapıtıyla katılmıştı Armağan'a. Zeyyat Selımoğlu'nun hikâyeciliğimizdeki yerini, en son yapıtı Direfin Tepesinde Bir Adam'ın nitehklerini saptamaya çalışacağız bu yazımızda. Armağan'ın Zeyyat SelUnoğlu'na verilmesinin yerindeliğini ya da yerindesizliğini bu saptamanın dışında tuttuğumuzu da bebrtelim d'aha konuya girmeden. Selimoğlu'nun, öyküyle ilişkisi ne zaman, nasıl başlamıştır? Önce, ona değinelim. Bir yazı yarışmasında duyuruyor adını Selimoğlu. Cumhuriyet gazetesinin duzenledıği bır yarışma bu. Adı da, «Yurt Yazısı». Yunus Nadi adma düzenlenen bu yarışmada, birincilik ödülünü ahyor (1950) Riıe'nin Köylerinden adlı yazısıyla. «Bacaklarını hamsilı sahillerine sokup sırtmı yeşilım fındık ormanlarma yaslayan» Rize'nın gerçeklerini kıvrak, «horon» lu bir dllle yansıtıyor Selimoğlu bu yazısında. Gerçekleri içinde oluşturmuş, o gerçekleri bir duyarhkla biçimlemiş sanatçıların bakışıyla karşılaşıyoruz Selimoğlu'nun Rize'nin Köylerine bakışında. Sanatçı, bu bakışı, daha sonraki öykülerınde de sürdurecektir. 1955'te ilk yapıtını çıkarıyor : Kavganın Sonu ve Başı. Bir yanda ekmek, bir yanda yaşamak. Bu ikisi arasındakı insanın kavgasına eğiliyor Selimoğlu, aynı adlı öyküde. Kavganın sonu ve başı bu. öbur öykülerde ise Rize'ye özlem, gurbetteki insanın duygulanışı, gemi karanhklarmda kişinin duyJuğu yalmzlık ve alabildiğine uzayan boşluk, bu boşluk duygusu içinde kalan gemicilerin, karılarına, çocuklarına duydukları yakmlık, çevresine sevgi ve mutluluk yayan ilginç, insancıl kısiler, bir kocayla yaşadığı halde başkalarıyle yatmakta sakınca bulmayan kıyı kenti kadınları. yeni insanlar ve bunları tanıma isteği... gibi duygusal birikimler ele ahnıyor. Bu duygusal birikimlerden, acı gerçeklere varmayı deniyor Selimoğlu. Bu gerçek, açık denizdeki, gurbetteki insanın gerçeğidir. Toplumsal durumlar, bu gerçeklere bağlıdır. Bu izlenimler, çarpıcı gözlemlerle, öyküleşmeye yönelıyor. Bu dönemde Seümoğlu'nda ınsanlan bir ölçüp biçme; daha doğrusu yoçun bır bıçımrîe insanı tanıma isteği seziliyor. «Orada deniz, martı çığhkları, yosnn kokusu birbirine karışır, karada mumla arayacağın bir kokn genzini doldurur. ciğerlerini dipdiri eder.» biçimindeki denız gdzlemleri, Selimoğlu'nun bir konu yoğunlaşmasına yöneldığinı gosterir. Daha sonraki öykülerinde, Selimoğlu'nun, insanlara ve olaylara deniz ve gemi açılarından baktığını kolas'lıkla görebiliriz. Bundan, yazann konulan işleyişi ve insanlara bakışı çıkıyor ortaya. Kavganın Sonu ve Başı'yle Direğin Tepesinde Bir Adam arasında on dört yıl var. Bu on dört yılda Selimoğlu neler yapmış? öykusünü nasıl bır aşamaya varıîırmış? öykücülüğümüz, bir açılma, gelişme döneminde. Daha doğrusu bir bunalımdan kurtulma çabalamasında. Bu çıkışta, eski öykucülerin katkısı daha buyük. Sözgelimi, Oktay Akbal'ın içgözlemden geniş olçüde yararianarak oluşturduğu anı öyküleri, bir kendine özgülük taşımaktadır. Necati Cumalı'da, öyküleri bır konuda yoğuşlaştırmayı görduk Anadolu kadınının cinsel sorunlannı bir çıplak gerçekhkten kurtarıp ona bir beğeni (estetık) katıyor yalın anlatımıyla Cumalı. Muzaffer Buyrukçu'nun romana çevrik öykülerınin, günubirlık bir konuyu evrensellestirme gücü var. Mehmet Seyda, oyküsünü, gerçekçi bir psikolojı ile oluşturuyor. Adnan özyalçmer'in soyutlamalı öykülerinin bir gerçekçi toplumcu sorunu yansıtmaya yöneldiğini görebıliyoruz. Her sanatçmın aynı öyküyü yazmayı amaçladığı dönemi aştığımızı sanıyorum. Zaman zaman, Sait Faik etkisinde yazılmış etkisıni uyandıran Selimoğlu'nun öykülerinde de bir kendine özgü • lük EÖZ konusudur. Selimoğlu, açık deniz gemıcilerinin yaşantısına yöneliyor Direğin Tepesinde Bir Adam'da topladığı öykülerin tumunde. Bu öykülercfe çevre, denis ve gemi'dir. Daha çok da gemi. Bu çevredeki ınsanlann kavgaları, serüvenleri, mutlulukları, dostlukları, düşlerı, esprilerı... cBen . açık deniz adamlarını anlatıyornm. Onlann ne yaptıklarını, ne yapmadıklarını. Deniz adamlarını anlatmam, uydurmacılık. özenti değildir. Onlann arasında yasadım nznn süre; onlann bu hikâyelerin insanlan olarak ele alınması, baska bir yazara özenmek ya da benzemek için degil, onları yakından tanıdığım içindin diyor bir açıklamasında. Bu belli bölgelerdekı açık deniz insanlarının anlatılmasını da bir yenilik olarak nitPİivor Selimoâlu : «AldıSım karakterler. yani ele aldıtım Islenmemistir.» Burada, yazann kendisinin de belirttıği gibi, obür yazarlarla (hikâyeci olarak Sait Faik; romancı olarak Halikarnas Balıkçısı, Tarık Dnrsun K., Yaman Koray) bır konu ortakhğı var. Sözgelimi, Sait Faik balıkçıları, Tarık Dursun K. sunger avcılığını, Halikarnas Balıkçısı denizin seruveninı ele ahyor. Selimoğlu ise. açık deniz adamlarını, hattâ açık denizin çilelı kişılerini, şıleplerde çalışaniarı yansıtıyor. Kaptaniyle, muçosuyle, ateşçisiyle, asçısıyle... Bir gemi dünyası yaratıyor Selimoğlu Direğin Tepesinde Bir Adam'da. Bunlardan birkaç çizgı verelim : «Pembe yüzlü, bıyıklan sarı san terlemiş, daha yeni terlemis, gencecik bir gemici. Kaşı kirpiği sarı, elinin üzerindeki tüyleri sarı, karantina flâması kadar sarı bir adam.», «Knlaklan düşmüş, saçı sakalı ajarmış, gözleri, kalın sis ardında ışımaktan olmvs fenerler gibi bakan lostromo, derin bir göğiis geçiriyor.», «Iri bir çınarı getirip gcminin ortasına dikmişsin gibi bir adam. Gözkeyi. kini simgeleştiriyor böylesine bir masalsı ortamda «Bulucn Hızır Salim» de, aslında masal kişilerinı andırıyor «H>zır» olusundan da belli bu. «Deyyns her şeyi, kuş sütünü bile aravıp bulur ama, sen arasan onu bnlamazsın. Ama darda mısın, git otur denizciler kahvesine. bir çay ısraarla, birkaç yudum almıs almamışsın Hızır gibi yetişmiş, gözlerinin içine bakıp o berbat gülümsemesiyle gülüyor, sanki derde düşmenden zevkleniyor deyyns.» İki kılı birbirine çarpınca bizı gelıp bulan bır Hızır sanki Bulucu Hızır Salim. Bu, kişileri idealleştirme anlayışı, Selimoğlu'nun öykülerıne bir başka açıdan bakmamızı da gerektiriyor. Bu gemici gerçeğiyle masal arasındaki ılişkiden simgesel bir sonuç da çıkıyor. Bu öykülerdekı kişiler, deniz, gemi (ozellikle gemi) nedîr? Kuşkusuz yalnızca blr durum saptama ya da bır araç değil bunlar. Kişiler, Salim'ı, Mehmet Kaptanı, Idns'ı, Ali'sı, Eyüp'ü, Şükri'siyle... toplumdakı çelişkileri, kavgayı, yönetimı, yönetıleni ve yöneteni, tutkuları, özlemlerı, kurtulus umudunu, kişiler arasındaki dengeyi ya da dengesızliği göstermektedir. Denizse karanlık, uzak ve geniş bir alan. «Ba denizin sonu yok. Git git yine denizdesin.» Bu, boşluk ve sonsuzluk duşüncesi, kişilerin gerçekleşmez umutlarını simgeler gibidir. Kimi kez, göktekl bir parça bulut bile bir umut kaynağı olur bu sonsuzluk ve boşluk düşuncesı ıçınrfe. «Başımızın üzerindeki bnlut yürüyüp yfirüyüp de bizim köyün uzerinden geçer mi, bizi gören bn bvlnt bizim köyü çörür mü?» Aynı zamanda bu bulnt, insanın yaşam ıçindeki düşsel mutluluğunu da, hiç gerçekleşemiyecek mutluluğunu da simgeler. Bir de gemi var bu simgeler arasında. öykülerin geçtlği gemiyi sanki alıp denizin ortasına koymuşlar. Bir kıyıdan ayrıhp oraya gelmemıs gemi, bir kıyıya gitmek üzere de değil. Denizin döl yolundan gelen bir yaratık gibi. Acılann, kavgalann, mutlulukların, gerginliklerin... olduğu bir uzak ülke noktası. Kimi zaman, insanı. bu geminin direğinin tepesıne çıkaracak kadar boşluklaştıran bir güldürü (komedya) alanı. Yaşamakla oynayan kişilerin güldürüsü... Yukandan beri belirtmeye çalıştığımız bu anlam yoğunluğunu, özgün ve değişik; deyişi, yordamı bozan bir anlatımla yaratmaya çalışıyor Selimoğlu. Haldun Taner'in deyimiyle bu, «deniz gibi oynak ve eanlı» öykülerde, «deniıcilerin vaşantılarını içten, iyi bir üslâp ve canlı blr dille» anlatabıhyor mu Selimoğlu? İçten anlattığına bir şey denemez, ama canlı aniattığına katılmak oldukça güçtür. Ya d'a, Behçet Xecatıgil'ın vardığı sonucu gerçekleştırebilmış midir? Necatıgil'in, «bilinmeyen bayatı isleyen, benzerlerini okumadığı» bu öykülerde, «yalınlık içinde, kıvrak renkli bir anlatım» yaratılabilmiş midir? Birkaç örnekle, bunu belirtmeye çahşalım «ölüm dirim savaşına çıkmış iki boğa gibi adam.» (S 20) cümlesinde, «iki boğa gibi adam» ın. «boga fibi iki adam» olması gerektiği ortadadır. Şu cümledeki yanlışl'.ksa, anlaşılmayı engellemektedir: «Dakikalar bByle nıayıp gidednrsun yenisemeden, öteden, ambar yakınlanndan, ajır ağır yürüyerek Hızır Kaptanın yaklaştıği göriilüyor^ (S. 20). Burada, Hüseyin'le Kadir'in yenlşememesl söz konusu. Oysa «dakikalar» m yenişemedığı anlaşılıyor cümleden. Şu cümleden de neyi anlamamızın ıstendiğinı kestirmek de oldukça guçtür : «Gölgeler kımıldıyor; sinsileşmis ayak kokaları dalgalanıyor havada eksimis tüm bayraklar ve gemtnin başaltı ekşl insan koknyor salamnraya yatmif insanlar ançnez kntulannda yanyana sıkı«nk nasıl dnrnr ya balıklar öyle insanlar keskin tnzlu ançnez.» (S. 96). Sıkça rastlanan buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Belki bunların önemsiı olduğu üzerind'e durulacak ama; öykü, her şeyden önce bir dil sanatıdır. «Gerçekle çagnşımı nstaea bağdastırma» yönünden güçlü soyutlamalara giden, İnsanı zihlnsel gerçeklemelerle yansıtmayı amaçlayan Zeyyat Selimoğlu'nun sanatında önemli bir kusur olarak gorüyoruz bu dil pürüzlerinl. Bu nedenle defiindik bu soruna. Bunun yanında, yoğun ve kıvrak blr anlatımla geliştirdiği bölümlerde bir dil beğenisinln bulunduğunu d'a sözlerimize ekleyelim. Zeyyat Selimoğlu, Sait Faik Hikâye Armaganı'm kazandı. Direğin tepesinde bir öykücü olduğundan mı bu sonuca güvendir. Genç kız güzeUikleri, bu umutla aldatılır, ölüme birkaç adımı kalmış ihtlyar ana babalar, doktor çıkacak çocuklaruun yardımına güvenirler. örneğin işinden atılmış bir natır, kansıyla birlikte dilekçe yaz dınrken buraya kadar herşey o kadar anlatümaz derecede olağanken okumasına nice umutlarla baglandıgı küçümencik oğlunu hatırlar, •Memed'in babası olunım ben» deyiverir. Ama bu düs dünyasının iyımserliği yanında her zaman yaşanan gerçek ağır basar. Başka hiç bir güven dayanağı bulamadıkları için gelecekle avunan bu hayat kavgacıîarı, yazarın da yaşadığı inanılmaz bır geçim kaygısınm en zor dılimindedirler. Gardiyan Galıp, Kamelyalı Kadın'ı özleyerek roman tık aşk mektuplan yazar ve şu karşılığı alır. «... Kalb kalbe kar şıdır. Senin bana meylin düştüyse, benım de sana duştuğvl tabiidir... Şurda kırk gün bır ca zam kaldı, dışarda ödeşiri2. Beni ciddi olarak sevdığini anlıyayım ki bana bir kahp sabunla iki somun gönder.» Orhan Kemal'm gerçekçiUgi. hayatın zor çilelerinden geçen yaşantısının ona kazandtrdığı yanıhnaz bır yontemdir. «Önce Ekmek» ilkesiyle toplum gerçeklerinin gozlemıne yönelırken, ilk örneğıni kendisinde gördugü bır özelliğimızin hiç kaybedılmedığme de dikkat eder. En ağır baskılar, en uzun açlıklar, en dayanılmaz koşullar içinde bile bırakılmayan, unutulmayan bır değer, sonuna kadar korunan bır onur dırenişi vardır. Pek çok hikâyesıni bu ruh dengesınin örneklerine ayırır. Soz gelimi yogurtçunun kızı, ömrunce tatmadığı çikolatayı kendısini horlayan çocukların elindeyken küçümser de, hiç kımsemn Rörmediği anda yerden aldığı bulaşık kâğıdını yalar. Bır çeşit toplumsal gururdur bu; ıçgü dülerin, açlığa ve yokluğa yenilen «insan hayvam«nın, • başkaları» varken susturulan, basurılan, toplum denetimı ortadan kalkınca ortaya çıkan durtusü. Onun için bütün «düşmüş. kısılere büyük bir sevgi ve şefkatle bakar Orhan Kemal. Halk tan gelseler bile halka karşı tavır alan «kravatlı» memur yetkısini; maaş rahatlığuıı kaybetmemek için hak ve insanlık ölçülerini çiğneyen bencil tutumlan rezil eder. «Çift kösele» pabuç giyenlerde bile baskalannın yenmiş hakkını görür; enselı, göbekli, eli altın yüzuklüleri hiç sevmez. Ama ne kadar düşmüş olursa olsun yenık insanı dünyanın bütün sevgi ve hoşgörüsüyle kucaklar. Özellıkle çocuklan ve... yüceltir kadınlan: Erkeğine destek olan, toplumun en ağır yükünü çeken, gunâha ve ayıba sürüklenen çalışkan ve yiğit kadınları. eMahalle kansı» tipı ise hemen tek alay ettiği şeydir. Çünkü zaman zaman uğraşmasına rağmen Orhan Kemal'de mizah yoktur;; zekânın bakışıyla değil, yüreğın sevgisiyle yaklaşır insanlara. Hemen bütün roman kişilerini hikâyelerinden çıkardı Orhan Kemal. Onun İçin asıl konu çekirdekleri, yoğun dram tohum lan, etkisi güçlü, yapısı sağlam hikâyelerindendir; ortalama üç buçuk savfa düsen küçük hikâyelerinde. Verimli emeğinden edebiyatımızm en çok kazanç alan dilimi, «Orhan Kemal Hikâyesi»yle zenginleşti: Erişilmez bır konuşturma ustalığı, en az tasvirle tipleri canlandırma yeteneği; toplumun her katından kişiler alan gözlem genişliği; insanın ana sorunlarıru olumlu bir gerçekçillkle yaşatma gücü; doğal, vurucu, etkill konular seçimi; canlı, yatfcın, usta bır konuşma dili; toplumcu bır sanatçıhk sorumluluğuyla tutarlı bir dünya görüşü; insanlara sevgiyle, ilgiyle. saygıyla yaklaşma tutumu: kısaca kendıs:nın değıl halkınm, yurdunun yazarı olmak bilinci. adnan binyazar ler alabildiğine gerilere kaçmış, kıpkırmızı bir suratın ortasında iki mavi nazar boncuğu gibi gözleri, iki gözün arasından da bir deniz knşunun, bir martı ya da albatrosun gagası fırlamış burnn yerine.» Bu yönden, Selimoğlu'nun konularında bir kendine özgülük var. Bu, kişilere bakış açısında da kendini gösteriyor. Gerçekten, Behçet Necatıgil'in yargısıyle söylemek gerekirse, Selimoğlu'nun, «bilinmiyen hayatı islediği» ortaya çıkıyor. Bu bilinmeyen gerçek hayat, yazann yaşantısmdan ve gözlemlerinden çıkmaktadır. Rauf Mutlıısy'ın. «Sait Faik Hikâye Arma|anı'nı kazanan kitabımzdaki bütün hikâyeler, denizcilerle ilgili. Bu konnlarla kişileri hangi gözlemlerle edindiniz?» sorusunu şöyle karşılıyor Selimoğlu : «Bu, baba mesleğiyle ilgili bir gözlemdir, denizcilik meslefiyle.. Gemilerle seferlere çıkraanın sonncu, denizcilerle bir arada yaşamanın .. Doğrusu, deniz adamlannın arasında bulunmanın renkli bir yanı vardı, beni etkiledi bn yaşam. Onlar dolu dolu yaşayan insanlardır; güldükleri zaman tam giilerler, yemek yediklerj zaman tam yerler, kızdıkları zaman tam kızarlar; kısacası yaşamanın hakkını vercrek yaşarlarj» Bu gerçek kisilerin yanında bazı kişileri de dıiş gucünden yarattığım söylemektedir yazar. Bütun bu d"eniz ve gemi gerçeğinin içinde, kışılerın masalsı yanlannın arastırıldığını da gorüyoruz. Onlar, bir yerde yalnızca düs kuran ki<;iler gibi gorülüyor. Sözgelimi, îeşil Altın adlı öyküdeki Idris, böyle bir kişidır. Kişilerin gerçek yanını bir yana ıten bir anlatımla oluşan masallaştırma, Zeyyat Selimoğlu'nun kısıliğinin, üzerinde durulması gereken bir yanı. Gırtlağından ekmek geçmeyen kişı, gerçek başlangıcm masahdır. «Ve yıllar öncesi, çarşıdaki aşevinde eırtla|ından lokma geçmeyen adam, altınları zerre zerre ögürüyordn çırtlağında. ÜldürdUğü adamın gırtlağı yerleşmis gırtlafına, lokmayı geçirmiyor. Tam da kosamıvor adam lokmasını, çünkü kusmak rahatlatır, asevindeki adam knsamıyordn, öğiirüyordn, çünkü olünün çırtla£ı yerlesmişti gırtlaŞına, ne yutan, ne de kusan bir firtlak. ögüren bir gırtlak yalnız.» gibisinden abartmalar, haksızlıga karşı duyulan öf a N c « > tn 5 Tü 2 "o t<«d m « Kulturu Pertev Naili Boratav AZ OİTTIK 15 LİRA 8" w •o "t/I uz arrrac .s REGIS DEBRAY :3^ ZAMAKE DELİKANLISI Genç devrimcinin Türkiye'de ilk hikâyeleri (6 lira^ defa ya:'ınlanan Cevdet Kudret K A R A O Ö Z DÇ CİLT 55 LİRA KEMAL AHMET Nazım Hikmet'in ilk yayınlandığında cyılın en güçlü ve gerçekçi eseri» dedıği roman. (5 lira) HABORA KİTABEVİ PK 6 Beyazıt Islanbul ?«e SOKAXTA HARP VAR Metin And OELENEKSEL Tİ1RK TİVATROSU 25 LİRA • S S 3^
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle