07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 İkinciteşrin 1938 CUMHTJRİYET (Battarafı l tnct aahifede) ce Mustafa Kemaller vardır.) demiştin. Bize düşen vazife, senin sözünü ispat etmektir. Arkadaşlar, Biz, bugünkü Mustafa Kemaller, bir gün otuzuna da, kırkına da girecekkrini ispat edeceğiz. (Edeceğiz sesleri). Çanakkale şehidleri, Sakarya kahra manları! Dikkat ediniz! Aranıza dünyanın en büyük adamı geliyor. Bu adam, Conkbayırınm kahraman adamıdır. Bu adam, kırık kaburgalarile atına binerek Dumlupınarda sizi idare eden adamdır. Ah kara toprak, dikkat et, sana kim geliyor! Sana, senin altm saçını, dünyanın hasretini çektiği Atatürk geliyor. Onu hürmetle taşı. Türk gencleri; Atatürkün size bıraktığı Türk inkılâbını, Türk rejimini kanmız pahasına da olsa muhafaza edeceksiniz. Atanın en büyük isteği budur. Bunu yapacak rmsmız? (Yapacağız sesleri).» Karahanın gözyaşları arasında dinlenen bu sözlerınden sonra kürsüye, Hukuk Fakültesinden Meserret gelerek şunları söylemiştir: « Atatürk kızları, Atatürk oğulları; Yüreğimiz yanarak, hıçkınktan tıkanarak ağhyoruz. Onun irade kaynağmdan kudret alarak onu duyan bir nesil olmasaydık, bu acıya dayanmamıza şa şardık. Ona şanlı bir mezar kazacağız. Hayır! Tek mezar değil, koca Türk tarihine sığamayıp dünya tarihlerine taşan o Büyük adama bir mezar yeter mi? Ona milyonlarca Türkün gönlü mezar olacak. Bir hatıra On binlerce genc Atatürk abidesi PENCERESiNDEN Kurultaylar tarihi önünde ebedî Şefin hatırasını yadetti Şef Atatürk Kral Aleksandr mülâkatı T KÛŞE Iki Devlet Reisi, saraya girerken Ismet Inönü, temelini attığı dostluk binasının yükselen çatısını görerek seviniyordu Yazan: SALÂHADDtN GÜNGÖR Bir genc kınn coşkun hîtabesî ürk tarihi, en eski devlet teşkilâtını tarif ve tahlil ederken kurultayı da şöyle izah ediyor: «Türk ilinde halkm devlet idaresile sıkı ve çok sıkı alâkası vardı. Her devirde Türk camıalarında muhtelif mahiyette halk içtimaları yapıldığı sabittir. Mühim meseleler bu içtimalarda konuşulur ve hallolunurdu. Silâh taşımağa muktedir, yani gücü kuvvetı ve aklı, iradesi yerinde olan herkes umumî içtimalara iştirak edebilirdi. Bu halk toplantılarına kurultay ismi verilirdi.» Şu tarif, cumhurî idarenin Türk milleti arasında asırlar ve asırlarca evvel beğenilmiş, tatbik edilmiş ve millet meclisi dediğimiz yüksek müessesenin de gene Türk ilinde bin, bin beş yüz yıl önce kurulmuş olduğunu ifade ve tasrih ediyor. Hakikat de budur. Çünkü tarih sahifelerini karıştırırken Hiyongno'ların, Hunlar'ın, Uygur'ların ve daha müteakıb devirlerde îlhan'lıların kurultay usulüne daima sadık kaldıklarını, milleti ilgilendiren büyük işlerde ilk ve son sözü kurultayların söylediğini, millet reislerinin de birçok asırlar imtidadınca daima kurultaylar tarafından seçildığini görüyo Türk secîyesine tamamile uygun olan ve doğruyu, iyiyi, faydahyı tayin etmekte, tesbit etmekte mutlaka isabet gösteren kurultay usulünün terki Türk tarihi için çok zararlı bir ihmaî ve çok acıklı bir gaflet olmuştu. 1876 kanunu esasisi bu gafleti tamir için bir hamle olacakh, istibdadın tazyikı altmda,, o hamle sönük bir şule oldu ve çarçabuk silinip gitti. 1908 inkılâbı ise özünü tamamile milletten alamadığı ve fikrî, ruhî, harsî tecanüse dayanamadığı cihetle saadet yerine felâket getirdi. Ancak Atatürkün 23 nisan 1920 de açtığı Büyük Millet Meclisidir ki tam bir kurultay nümunesi idi, milletin iradesini bütün kudTetile temsil ediyordu. O kurultay tereddüdsüz iddia olunabilir ki Türk tarihinin kaydettiği bütün kurultaylara nasib olmıyan büyük kararlar vermiş, büyük işler başarmış ve bir kelime ile söyliyelim Türk milletini yepyeni bir hayata kavuşturmuş bulunuyordu. İkinci kurultayımız ebediyete kadar yaşaması mukadder olan Cumhuriyeti kurdu, o millî eserin mimarını da reisliğe seçti. Şimdi dördüncü kurultayımız da tarihî rol oynamakta kendinden evvelkilerle hem ayar oldu, yeni Cumhur Reisini tek bir kalb ve tek bir dimağ imiş gibi samimî bir ittihad ve ittifakla seçerek bütün cihana Türk milletinin sarsılmaz vahdetini gösterdi. Bu, kurultaylar tarihini de süsliyen bir vakıadır ve kıvanç duyula duyula kayda ruz. O, herşeye olduğu gibi ölüme de hükmetti. Ölüm, onun büyük varlığı karşısında küçüldü, aramızdan ancak cismini alabildi. Hepimizin kafasmda, gönlünde onun bronz başının heybeti, hepimizin gözlerinde onun sönmiyen ışıklı bakışlarının aksi var. «Benim naçiz vücudüm elbette bir gün toprak olacaktır. Fakat Türk Cumhuriyeti, ilelebed yaşıyacak tır.) Atam! Hâdiselere sen istikamet verdin. Mukadderata sen kumanda et tin. Dünya kadar ihtiyar tarih, bir «Ata» yaratamamıştır. Fakat sen onu da yarattın. Sana kuvvet boyun eğmiş, ölüm elinde oyuncak olmuştur. Fanilerin kalıbına sığamıyan ulu varlığın yere göke değil, milyonlarca gencin kalbine taşta. Sen, her büyük davanda bize güvendin. Sen, Türklüğe bir meş'ale yaktın, bıraktın. Bu meş'akyi ilelebed tutamıyan eller taş olsun. (Taş olsun sesleri). îşte gencliğin damarlarında, senin asil kanın, kalbinde mezann, hedefinde istegin: Bugün buraya and içmeğe geldık.» Meserretten sonra Yüksek Mühendis mektebindcn Berki Tunçağ, söz alarak ezcümle dedi ki: « Üç gün evvel, gözlermi ebedî uykuya dalmak için kaparken muhakkak burada toplanan yüzbinlerin, onun arkasında gelen milyonların, bütün Türk gencliğinin hayali karşında belirmiştir. Onlar, dün, senin dizinde, bugün göz yaşlarımızla ıslattığımız anıdmın başmda, yarn da mezarının ucunda eserlerin için and içenlerdir. Türk gencliği hiçbir zaman Atasız kalamaz. (Kalamaz sesleri). Havknrı yorum, hep beraber haykıralım: Atamız ölmemiştir. (Ölmemiştir sesleri). Ebediyete kadar yaşıyacaktır. (Yaşıyacaktır sesleri).» Bundan sonra Yüksek Ticaret ve İktısad mektebinden Jale Güven kürsüye gelerek şu heyecanh sözleri söylemiştir: « Bugün, yalçın granitlerin admı tarihe yazdığı Atamızı kaybettiğimizin dördüncü günüdür. Evet, bugün 18 milyon genc, ihtiyar, kadın, erkek, ayni acınin ve ıstırabm tesiri altmda kıvranmaktayız. Asırlan durduran tarihlere bakm. Gayesine ulaşan, girdiği her savaşta temiz ahnla çıkatv asil Türkün mütevazı ismini gene küçük Asyanın içinde gorüyoruz. Ne mutlu bize, Türküz. Ve gene ne mutlu bize ki, Onun eserine sahıbiz. Gökten bir parça olan hür ve baştanbaşa müstakil bir bayrağa tapıyoruz. Şimdi hep birden bu en büyük Türkün bize verdiği son parulayı haykıralım: Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur.» Jaleden sonra Tıb Fakültesi talebe lerinden Tarık söz aldı. Müessir bir hitabede bulundu: « Duyduk, ağhyoruz, toplandık, ağhyoruz. Duymıyan ve ağlamıyan kalmadı ki... Babamız öldü: Öksüz kal dık... Milletin saadeti ve istik.la.li için, Onun sevgisile çarpan kalbini ve çelik göğsünü her tehlikeye kale gibi siper ctti. Büyük adam! Kocaçimen tepenin, Ebedî Şefin ebedî hahrasına bir dakîka Rektör Cemil Bilsel gencler arasında Anafartaların «kızıl saçlı kartalı!..» Dumlupınarın, Sakaryanın, 30 ağusto sun kahraman Başkumandanı! En çetin harb sahnelerinde sana yak laşmaktan korkan ölüm bile seni yenemedi. O ölüm ki, senin çelik vücudünün zerrelerini ancak hile ile yavaş yavaş alabildi. «Atatürk öldü» diyorlar. Gece olurken güneşin de kaybolduğu zannedilir. Fa kat ondan ışıklarını alan milyonlarca yıldız parladığı zaman o parlak varlığın kaybolduğunu sananlar aldandıklarını anlarlar. Evet, belki fani Atatürk Öldü, fakat onun unutulmaz hatırası ve büyük Türk milleti ebediyyen yaşıyacaktır. (Yaşıyacaktır, sesleri) Tarık, nutkunu şöyle bitirdi: « Biz, Türk gencliği, Atasının bı raktığı eşsiz mirasa, onun Cumhuriyetme, onun inkılâblarına, onun kudretli ve kuvvetli rejimine daima sadık; toprağına kanımızı, istiklâline canımızı vermeğe şere fimiz, gencliğimiz, namusumuz ve Türküğümüz namma, yüce abidenin önünde söz verip and içiyoruz.» Bu beliğ and, meydanı dolduran on binlerce gencin imanlı hançeresinden çı arak dalga dalga meydanı, şehri, T ü r kiyeyi ve bütün Türklük âlemini kaphyordu. Herkes, derin bir huşu içindeydi. Ağlıyanlar, göz yaşlarım zaptedepılyorar, hıçkırıyorlardı. Taksim meydanını çevreliyen binalar dan ağlama sesleri yükseliyor, bu hazin manzaraya bir kat daha müessir şekil veriyordu. Merasime, gene hep bir ağızdan söyenen ve hürmetle dinlenen İstiklâl marşile nihayet verildi. Bundan sonra, abidenin hatıra defterine, genclik namına, Tıb fakültesinden Cengiz şu satırları yazmıştır: Ölümünün; meş'ale olmuş ateşile, cihamn bağnnı bir yanardağ gibi tutuşturan mukaddes adam, kafamın, siyah çizgilee bürünen hatıraları arasında, bugün bir başka cephesile göründü: Devlet Reisi Atatürk... «O» nun dost hukümdarları karşılayıma aid sahnelerin unutulmaz izlerini, büün canlılığile taşıyan gözlerimi, beş sene :vveline çeviriyorum. Sonbahann başlangıcmda güzel bir ;ün!.. Dolmabahçe sarayının rıhtımında Yugoslavyanm muhterem Hükümdarı Majeste Aleksandr'ı bekliyoruz. Kralı İstanbula getiren Dubrovnik kruvazöründe hummalı hareketler var. Saay önünde yatan bu genc harb gemisinin, Türk topraklarına ulaştırdığı büyük şahiyet, biraz sonra, aramızdan geçecek ve ısıl derin heyecanımız şu: Atatürkü onuna yan yana göreceğiz! Nihayet, motör, kruvazörden aynldı. Rıhtımdaki seçkin kalabalık arasında, daha iyi görmek için uzanan başlar ve: Geliyor... Geliyor!.. sesleri. Evet... Gelen o idi: Atatürkün mümaz misafiri Kral Aleksandr... Cumhuriyet Türkiyesinin Büyük Millî Şefi, bundan evvel de bir hükümdann ziyaretini kabul etmişti. Fakat bu hükümdar, aramızda müşterek bir mazi bulunmıyan ezelden dost olduğumuz bir müsüman devletin;n, hükümdarı idi: (Afgan Kralı Amanullah). Yeni misafiriıniz ise, Balkanların öteki ucundan geliyordu. 1912 senesindenberi, bizi, biz onu unutmuş ve mütekabilen yekdiğerimizin hafızasmda unutulmuş gibiydik. Yeni Yugoslav devletile yeni Türk devleti, o zamana kadar, ancak protokolların dilinden konuşuyorlardı. Atatürk ise, gönülleri bu kadar bir yaratıîan iki Balkan devletinin, Balkanların biri ucunda, öteki bitiminde aralarında hiçbir manevî hudud iştiraki olmadan yaşamalannı hiç de tabiî görmüyordu. ' Öte tarafta, Yugoslavyanın bedbaht Kralı Aleksandr'da da, bu uzaklığı yakmlığa kalbetmek arzusu belirmişti. Karşılıklı dilekler, nihayet bu seyahati hazırladı. Ve iste, şu dakikada, «O», bize geliyordu, «Bizimki» ni görmeğe geliyordu. Motör, torpitodan ayrıldıktan biraz sonra, Atatürk, saraym mermer merdi venlerinde belirdi. Belirdi deyişimin se bebi, onun her göründüğü noktada, adeta irtisam ettiğini anlatmak içindir. Atatürk bugünkü gibi sembol haline gelmezden çok evvel de, kendisini sembolize etmesini bilirdi. Arkasından koşturulan siyah silindir şapkası elinde olduğu ihalde, ağır ağır ilerliyerek nhtımın önüne geldiği zaman misafir ve dost Kralın motörü de, yanaşmak üzere idi. İki Büyük Şef, uzaktan en sıcak te bessümlerle birbirlerini selâmladılar. Sa bırsız, hem de çok sabırsız görünüyorlardj. Bir müddet sonra Marsilyadan gelen iki satırlık bir ajans haberi içinde, bize, zehir dolu bir kâse gibi ölüm haberi sunulan Kral Aleksandr'da bu sabırsızlık, daha açıktı. Atatürkün deniz rengi gözleri, o gün biraz hırçın görünen denizin ortasında, onu, mevhum bir tehlikeden çekip kurtarmak istiyen halâskâr bir ışık gibi parlıyordu. Nihayet telâki vukua geldi. Kral Aeksandr, gözünde gözlüğü, başında beyaz kasketi, göğsünde kordonlarının sırması parlıyan deniz elbisesile yaşından çok genc gösteriyordu. Bizim Atatürkümüz de, o gün her zamankinden daha dinc ve sıhhatli idi. Balkanların iki sevimli ve kudretli başı, nhtımın üzerinde, uzun zaman birbirlerine hasret kalmış iki eski aşina, hayır, iki öz kardeş gibi el sıkıştılar. Aleksandr'ın uzattığı el, Atatürkün, avucları içinde birkaç defa, sarsıldı. Yugoslavlann Kralı, hakikî ve candan bir dost karşısında bulunduğunu, «O» nunla göz göze geldiği dakikada anla mıştı. Ad:na «Balkan îttifakı» denilen siyasî mucizenin en açık sebebini, bu bakışların manasında aramalıdır. Atatürk, sevimli muhatabile, fransızca konuşuyordu. Kendisi, misafirile en önde idiler. Başvekil Ismet İnönü, bir iki adımlık mesafeden, onları takib ediyordu. Atatürk, bir aralık Kral Aleksandr'a, seyahatinin nasıl geçtiğini sordu. Majeste, bu sualin cevabım verirken, bir yandan da Atatürke, adeta dimağı içine portresini hakketmek ister gibi bakıyordu. İki Balkanlı Devlet Reisi, böyle kısa, fakat samimî muhavereler yaparak, ağır ağır saraya girdiler. Siyasî bir halvet olduğuna kimsenin şüphe etmediği bu mülâkat, sanıyorum ki, saatlerce devam etti. Ecnebi gazeteciler bile, bütün teces süslerine rağmen, milletlerini en geniş salâhiyetle temsil eden bu kudretli başlann, ağyardan halî bir salonda; tek başlarına konuştuklan meseleler üzerinde sarih bir haber edinemediler. Atatürk Aleksandr görüşmeleri, o gün için, bir sır olarak kaldı. Sırası gelip de ifşa edildiğ: zaman, bütün dünya hayretler içinde idi: Türk ve Yugoslav milletleri, geçmişe aid, aralarında ne varsa unutarak, fırtmalı deniz üzerinde, sulh malzemesile, en mükemmel köprüyü kurmuşlardı!.. Millî Şefimiz ve Cumhur Reisimiz İsmet İnönünün o gun, Şefinin yamndaki manalı nikbinliğini hiç unutamam. Bütün bu olup bıten işlerin, daima birinci plânda gelen başancısı kendi olduğunu hiç hissettirmiyen o gıpta edilecek ve hayran kalınacak tevazuile, iki şefi, yalnız bırakmıştı. Fakat, orada konuşulan işleri, daha önceden tasarlayıp, bir tabye meselesi gibi; riyazî ve kat'î bir vuzuhla onun tespit ettiğine şüphe yoktu. Atatürkün; bu en eski İcra Vekilleri Heyeti Reisi, Türkiyeyi vücude getiren bütün icraatm başında değil miydi? Kral lâyıktır. M. TURHAN TA N En büyük Eseri [Başmakaleden devam\ geliyor. O, Atatürk eserlerinin temel taşıdır. O yaşadıkça dığerlerinin ölmesine imkân yoktur. Türk gencliği bu hakikati iyi biliyor. Dün, Cumhuriyet meydanına sığamıyan alev kütlesi, yarına karşı üzerine aldığı vazifenin kutsiyetini müdriktir. O aley yığınmm içinden fışkıran şu sesi dinliyelim: Biz bugüne kadar, rAtatürkün elile tuttuğu meş'alenin ışıkları sayesinde yürüyen mes'ud çocuklardık. Bugün, Onun maddî varlığı aramızdan ayrılmıştır. Gideceğimiz yolu Ondan öğrendik. Vazifemiz, Onun istediği nizam ve disiplin al~ tında, bir an önce hedefimize varmaktır. Şaşırmıyacağtz, kendimizi koyuüermiyeceğiz. Durmadan, dinlenmeden çahşacağız. Bütün mevcudiyetimizle, bütün gayretimizle cemiyetimiz uğnmda çalışacağız. Ruh Atatürkü, asil Atatürkü ebediuyen yaşatmak için başka türlü hareket edemeyiz. Ve bu sözler, Atatürkünü kaybeden Türk milletinin yaralı kalbine ümid ışıklan dağıtıyor. Atatürk ölmedi diyoruz; O, eserlerinin en güzeli olan Türk gencliğinin içinde fikir ve irade halinde yaşıyor. Ve yaşıyacak. "* « Aziz arkadaş; Onun mukaddes emanetini bağrına bas! O, sana en büyük emaneti bıraktı. Bütün genclik gibi bu uğurda benim de kanım feda olsun.» Müteakıben Iktısad fakültesinden İf fet Halim Oruz, kürsüye geldi ve şu sözleri söyledi: « Türk gencliği, Atatürkü, biricik «Büyük Atasının ölümü karşısmda hâmimizi tabiat elımizden aldı. Fakat ey yaslı heyecanına yaş katan Türk genczalim tabiat! onun yalnız maddesini alaliği unulmaz hasretini bir kere daha bildin. 13 ikinciteşrin 1938 pazar günü saat Ey 19 mayıs 1919 un genc adamı! Sakaryanın, Dumlupınarın genc askeri! II de büyük abidesinin altında and Maneviyatın, yüksek şahsiyetin yalnız içerek tekrarladı.» 1938 gencliğinin değil, asırların Türk gencliği içinde ummanların dalgası gibi yüzüp gidecektir. Türk genci, bu yolda can versen gönül Cenevredeki Türk talebelerinin kalmaz. Bu öyle bir gönül ki canlar da beyannamesi yanmaz.» Bern 13 (a.a.) Cenevredeki Türk İffet Halim, bundan sonra kendi yaz talebeleri tarafından neşredilen bir beyandığı bir şiiri okudu, sözünü Tıb fakülte namede şöyle denilmektedir: sinden Fahriye bıraktı. Fahri, Gazinin «Biz Türk gencliği, Atatürkün şah • büyük nutkunda emsalsiz bir kudretle ibda ettiği (Gencliğe hitabesini) okudu. smda Cumhuriyetin yaratıcısını ve mille Sonra talebeden Cengiz, mikrofon ö tin sadık bir hâdimini kaybetmekteyiz. Bu nüne gelerek Vedianm bu and suretini tamir kabul etmez zıyaın heyecanı ile mü okuyacağını, herkesin dikkatle dinlemeâi tehassis olarak, hatırası ilelebed kalbimizd ni, sonra hep birlikte tekrar edileceğini yaşıyacak olan kurtarıcımızın bize ema bildirdi. Bunun üzerine Vedia, kürsüye net ettiği eseri muhafaza etmeği taahhüd gelerek şu andı okudu: ederiz.» istanbul üniversitesi Yüksek tatısil gencüği NADİR NAD1 Aleksandr'la Atatürk yan yana saraya girerken, İsmet İnönü, en az, temelini attığı binanm çatısı sivrildiğini gören bir mimar kadar seviniyordu. Fakat bu sevincin, gururu andıran tarafı yoktu. Vekil lere birer birer baktım: Onlar da, İsmet İnönünün sevincinden, kendilerine pay ayırmışlardı. Daha o gün, kendi kenditne: İşte, demiştim, İnkılâb Türkiyesi budur! Herkes, hakkı, kıdemi kadar!.. Ve bu müteselsil feragatin, İsmet İnönünün şahsında tekâsüf eden yüksek varlığmı, derin saygı ile selâmlamıştım. Kral Aleksandr'ın Büyük Önderimize yaptığı ziyaretin bende kalan intibaı bu dur! SALÂHADDtN GÜNGÖR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle