19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 Mart 1937 CUMHURİYET Anadoluda AMÎD Yugoslav Meclisin FELSEFEYE DAİR San'at tetkikleri de bir hâdise oldu Muhalif meb'uslardan biri Nazırı Şevki Behmen'i düelloya davet etti YOLUNDA 20 1937 Paris sergisi ve bir üç yüzüncü yıl 2>] Yazan: Mehmed Kara Hasan Belgrad (Hususî muhabirimizden) \ugoslavyanin meclisi meb'usanı olan Skupştinada bir hâ dise olmuş ve mu halif meb'uslardan birisi, Yugoslav kabinesinde Neza retsiz Nazır ola rak bulunan Şevki Behmeni düelloya tfezaretsiz Naztr davet etmiştir. Şevki Behmen Bu meb'usun ismi Milenko Glisiç'tir ve altmış yaşmda bulunmaktadır. Bu zat mecliste bütçe müzakeratı sırasında söz alarak hükumetin malî siyasetini tenkid etmiş, Bata ve Tata müesseselerine karşı yapılan müsaadat aleyhinde bulun " Malatyada Llucaminin şark kapısından görünüşü muştur. Bu sırada bazı kabine erkânına Malatyada Ulucamiin dışandan pek genişlemekte yani namaz saflanuzamak da çatmış ve sıra Şevki Behmene gelince: cazib bir görünüşü yoktur, içeriye gir tadır. Fakat biz mihrab duşan ile bu ke « Ben 60 yaşındayım. Buna rağ " meden kapılanndaki kitabeleri okuya " merlerin teşkil ettiği bir murabba orta " men bu kürsüden henüz 40 yaşmda bulım: Garb kapısındaki arabca kitabede sındayız ki bu murabbaın dılılan yük lunan Şevki Behmeni alenen düelloya ( H . 745) 1344 tarihinde Keyhusrev seldikten sonra kemerlerin üstünde ma " davet ediyorum» demiştir. oğlu Keykavus zamanında Ebubekir o^ sifleşmekle beraber köşelerden de gayet Bu sözler ciddilikten ziyade şaka diye lu Şehabettin llyasm üstad mimar Hus" san'atli bir surette birer dılı daha kazanarak murabba, sekiz dılılı olmuş daha telâkki edilmiştir. reve tamir ettirdiği yazılı, Şark kapısındaki arabca kitabede ise Allahın kullanndan bir kulun emrile . ( H . 772) 1370 aylan içinde üstad Husrevin camii yenilediği okunur. Demek ki ondördünü asırda tecdid edilecek derccede eskimiz olan bu şaheserin kuruluş tarihi kalenin tarihi olan on ikinci asra ka~ dar gerilemektedir. Bu tarihî malumatı kapılardan aldık " lan sonra içeri girince dışandan kâmilen kfsme taştan yapılmış gördüğümüz binanm orijinal kısmmı tuğla mimarisi esasr na göre yapılmış buluyoruz ki sırası gel" mişken bu noktayı evvelâ izah edeyim: Kayseri abidelerini gezerken Selçuk mimarisini taş ve tuğla diye iki kısma ayırarak Kayseridekilerin tamamile kes" me taş mimarisine göre yapılmış olduğunu söylemiştim. İste Malatyada da ilk defadır ki okuyuculanma bu Ulucami ile bir tuğla mimarisi ile meydana getiril miş bir eserden bahsedeceğim. Her iki u~ sul de Selçuk mimarî ve konstrüksiyon usulü olduğu halde tuğla ve taş işçili ğinde oldukça bariz san'at ve işçilik fark" lan bulunduğu gibi mimarî tersimatmda ve plân tertibatında da bariz farklar vardır. Binaenaleyh Kayserideki Sel çuk camilerinin plân krokilerini hafıza " lannda saklıyabilenler buradaki Ulucami plânını tarif ederken bu farkı göre ceklerdir. Bu her iki mimarî usulün hü" viyetini arastırmak istediğim vakit taş mimarisini daha çok yerli bularak tuğla mimarisinde Iran kokusu hıssetmekteyim. Bu her iki mimarinin mukayesesine sonra gene temas etmek üzere şimdi doğru" dan doğruya binanın kompozisyonunu tetkike geçiyorum. ' sonra da bu sekiz köşe dairevî kubbenin kaidesile ısınmıştır. Bu tarif ettiğim yer haricden görülen kubbenin altıdır ki baş" ka taraflara gitmeden buradaki inşaî ve tezyinî hususiyetleri de tamamlıyayım: Normal olarak duvar inşaatmda kullanı* lan tuğlanm eb'adı takriben 0.06 X 0.25x0.25 tir. Yani altı santim ka lmlığında olup eni boyu yirmişer san" tim.. Bu tuğlalarla dümdüz duvar işledikleri halde tuğlalann duvardaki bağ lantı şekilleri ile bile hendesî tezyinat vücude getirilmiştir. Icab eden yerlerde tezyinî maksadla bu tuğlalann boylannı kr saltmak suretile gene tezyinî şekilleri muhtevi satıhlar vücude getirmişlerdir. Fakat bu tezyinî düz şekillerle iktifa etmiyerek çok yerlerde tuğlalan girintili çıkıntıh işlemek suretile de bu düz satıhlarda çok mahirane gölgeli ve ışıklı tezyinat vücude getirmişlerdir. Kubbenin iç kaidesi hizasında dolaşan mozaik çiniden bir yazı vardır. Zaten okunması müskül olduğu halde yüksekte olması büsbütün isi zorlaştırdığı için bu yazıyı okuyamadığıma müteessifim. Belki â " yettir. Belki de binanın tarihini alâkadar eden bir vesikadır. Bunun halli işini Malatyadaki kıymetli arkadaşlara tevdi ettim. Malatyada Selçuk mimarisi Aşk ola değil, aşk olsun!.. ramvay sahanhğındaydık. Köp" rü duraklarından birinde iki yolcu geldi. Biri bay, biri bayan. Erkek yanımızda kaldı, kadın içeri girdi. Fakat bu kalışta ve girişte bir hususiyet vardı. Bay, şık kostümlü eşini "kafese kanarya sokar gibi bariz bir koruyu}la~ içeri bırakmıştı. Bayan da gözü arka~ da kalan bir ahu gibi süzühnüştü. Biraz sonra yanıbaşımda duran gene bir bay, açık kapıya başını çevirdi, uzun ve müteharrik bir sardalya fıçısına benziyen arabanın içini süzmeğe koyuldu. Eşini kalabalığa katan bay, sararıp kararan bir çehre ile onu süzüyordu. Bir arahk kapıyı kapıyacak oldu, elini uzattı. Fakat ne düşündüyse bundan vazgeçti ve kapıya uzanan .elini birden gene yolcu" nun yakasma atarak bağırdı: Sobasınm başında hakikati aramakla vaktini geçiren gene filozof, bu işte kendisine rehberlik edecek hiçbir kimse bulamamıştı. Bütün alim ve hlozoflarra kitablannı kapamağa, ve bilgi binasını, temelinden başlıyarak, yeniden, yalnızbaşma, gücü yettiği derecede, tesis etmeğe karar vermişti. Şimdi, «tekbaşına karanlıklar içerisinde» yürüyecekti. «Kararlarında kat'ıyet, hareketlerinde itina» lâzımdı. Acele e derse düşebılirdi; yavaşça ilerliyecekti: Karanlıkta rasgele gitmek onu zarurî bir neticeye ulaştırmazdı; ancak talihin eseri olarak yeni bir hakikat bulabilirdi, fakat bunun bir kıymeti olamazdı. Kendisine daha önceden bir yol çizmesi lâzımdi, ve beşer zihninin muktedir olduğu bütün şeylerin bilgisine ulaşmak için, kendisine her istikamette rehberlik edebilecek ve aldanmasına mâni olacak «hakikî bir usul», hakikate götüren bir takım kaide ler, aramak mecburiyetinde idi. «Zira, diyordu, hakikati usulsüz aramaktansa, hiç aramamak daha hayırhdır. «Çünkü» nizamsız tetkikler ve müphem teemmül ler tabiî nurları karaltır ve gözleri körletirler; ve bu tarzda karanlıklar içerisinde dolaşmağa alışan bir kimsenin gözleri nihayet o kadar zayıflar ki gündüz aydınlığma tahammül edemez olurlar.» Şu halde bir usul zarurî idi. Bunun için, işine yarıyacak üç «ilim veya sanat» vardı: Mantık, hendesecilerin tahlili, ve cebir. Birincisi, «kıyaslarile malum şeyleri başkalarına izah etmek, veya, bilinmiyen, ve onun bize öğretmesi lâzım gelen, şeyler hakkında muhakemesiz ve düşünmeden söz söylemekten başka» bir iş görmüyor; «daima şekillerin mülâhazasına münhasır kalan» ikincisi zihni yoruyor, üçüncüsü ise, lüzumsuz bir takım kaide ve rakamlarla «muğlak ve müp hem» bir halde bulunuyordu. «Kanunların çokluğu ekseriyetle ahlâksızlıklara yol açar, halbuki az ve fakat sıkı bir surette tatbik edilen kanunlara sahib bir devlet daha iyi idare ediliyor.» Fuzulî jir sürü kaide yerine, basit, fakat daima takib edilecek esaslı birkaç kaide va zetmek ve «mantık, tahlil ve cebrin avantajlannı adi ve fakat kusurlanndan ari yeni bir usul bulmak icab ediyordu.» ve bulmuştu: I «Hakikî olduğunu bedihi olarak bilmediği, hiç birşeyi asla doğru olarak kabul etmiyecekti» ve verdiği hüküm lerin, «ancak kendilerinden hiç şüphe edilmiyecek derecede açık ve seçik olarak idrak ettiği şeyleri» bulunduracaktı. Çünkü, «her ilim yakinî ve bedihî bir bilgidir»; diyordu, muhtemel olan bütün bilgileri reddetmek, ve ancak yakinî ve gayrikabili şek bilgilere itimad etmek icab eder. Böylece, bedaheti hakikat miyarı olarak vazediyor, ve otoriteye son darbeyi vuruyordu. Ortaçağ gökten inen hakikatlere, bilâşek ve şüphe, inanıyordu. Medreselerde (Ecoles) «üstad böyle söylüyor» itiraz götürmez bir delildi. Dante'yi öte dünyada gezdiren Virgile, Aristo'yu göstererek: «îşte, diyordu, bütün bilenlerin hocası»... Saniyen, hakikati bulmak için, senelerce medreselerde okunulan mantık kaidelerinin yardımına ihtiyac olmadığını gösteriyordu: «Eflâ SOSYETELERDE Yeni tramvay tarifesinin tatbikına dün başlandı Yeni tenzilâth tramvay tarifesinin tatbikına dünden itibaren başlanmıştır. Dün yeni tarifeye göre halk birinci mevkide iki kıt'aya kadar olan yerler çin 5,5. iki kıt'adan fazla mesafeler için 7, ikinci mevkide iki kıt'aya kadar olan mesafe/ için 3,5, iki kıt'adan fazla yerler çin 5.5 kuruş vermiştir. Nafıa Vekâletinin sarih emri üzerine Maarif Vekâletine mensub bütün mektebler talebesi hertürlü mesafeler için birinci mevki için 4,5, ikinci mevkide de 2 kuruş bilet ücreti vermeğe başlamışlardır. CEMÎYETLERDE Bir cemiyet feshedildi İktısad Vekâleti, bir türlü heyeti umumiye halinde toplanamıyan Kuru ve Yaş Meyvacılar cemiyetini feshetmiş ir. Bu cemiyetin azası olan yaş yemişçi ve manavlar Sebzeciler ve Bahçı vanlar cemiyetine, kuru yemişçiler de Bakkallar cemiyetine iltihak edecek dir. Binanm on dördüncü asırdaki tami rat kısımlarile orijinal kısımlar açıkça görülmektedir. Çünkü orijinal kısım tuğ" la ve üstad Husrevin tamir aksamı kesme taştır. Tuğla kısım şöyledir: Evvelâ murabbaî bir saha vardır. Mihrab tarafı ma ~ sif bir duvar halinde yükseliyor. Mihrabm karşısına gelen cephede geniş bir ke" merle şimdiki avluya çıkıhyor. Buradan çıkmadan murabbaın ortasında tetkikatr mıza devam edelim. Yanlarda nisbeten yazarlardu küçük birer kemer daha vardır ki bu ke" merlerden de yan taraflara doğru cami Kubbe kaidesinde taksimata göre başlıyarak kubbenin kilid taşma doğru bü " küle büküle yüriiyen firuze renkte sırlı tuğlalann yarattığı güzellik fevkalâdedir. Bunlar kubbenin kilid taşı etrafında takriben iki metro kutrundaki bir dairenin hududunda nihayet buluyorlar. Kilid taşı yerinde yetmiş santim kadar kutru ha" iz dairevî bir çini safhası vardır. Bu çinide mor ve firuze renklerden birer mü" sellesin yekdiğerine karışmasından altı köşeli bir yıldız hasıl olmuştur ki bu üçer müsellesin her üçer dılımda birer tane olmak üzere altı defa Muhammed adı yazılmıştır. Bu belki Peygamberin adı ve belki de yapan mimann. İkinci ihtimal zayıf bir ihtimaldir. Çünkü Selçuk sanatkârlan isimlerini babaları ile birlikte Mimar Sahibi malum olmıyan vapur SEDAD ÇETİNTAŞ Bundan üç ay evvel Karadenizde E reğli açıklarmda bir Yunan gemisi batmıştı. O zamandanberi vapurun kurtarılmasına çalışılmaması ve vapurun metruk bir şekilde bırakılması Osman kaptan ve şerikleri müessesesini hare kete getirerek vapurun denizden çıkarılmasma başlanmıştı. Osman kaptan vapuru denizden çı ararak dün İstanbula getirmiştir. Vapurun üzerinde bandıra bulunmaması ve hiç kimse tarafından sahibliği iddia edilmemesi yüzünden Osman kaptan geminin kendisine aid olacağmı ileri sürerek alâkadar makamlarda teiebbüsata girişmiştir. Fakat, böyle meselelerde karar vermek salâhiyeti yalnız îcra Vekilleri Heyetine aid oldu ğundan alâkadarlar Osman kaptanın stidasmı Ankaraya göndermişlerdir. Vapurda bulunan malzeme Muhafaza eşkilâtı memurlan tarafından mühür•] Birinci yazı 19 şubat tarihli sayımızenerek emniyet altına alınmıştır. da çıkmı$tır. na bakarlar. Hastahk bahanesile izin gününü uzatmak olmaz. Hiç müdafaa için ağzını açayım deme, kulak asmam, başhemşire senin âmirindır, onunla an " laş, yoksa ben adamın gözünün yaşına bakmam, anladın mı sultanım, işte sana son ihtar. Bir daha tekerrü rederse selâmı keseriz. Marş! Kız birşey söyliyecekti, sertabib onun arkasmda duran hademeye bağırdı: Hayrola Süleyman? Efendim, altı numaranın ailesi gelecek mi? Yoksa hastanenin tabutuna mı konacak? Ölü bekliyor. Sertabib ağlıyan gence yan gözle bakarak: Be'klesin. biraz, dedi, fazla komışma, çekil, ben haber yollanm. Hademe giderken, sertabib hastabakıcı kıza dönerek tekrarladı: Marş! Yerine oturdu ve odadan çıkan kızm arkasından yan gözle bakarak söylendi: Seni bana yolladıklan zaman ben ne mal olduğunu anlamışhm ama arkalı geldin, ne yapabilirdim? Bir tecrübelik ömrün kalmıştır, küçük hanım, hiç bana gelmezsin. Her hâdise karşısında, birinden gelen tesiri ötekine aid olandan löp et gibi ayr rıyor, birinden ötekine şaşırmadan geçr tun ve Aristo'nun yapnklan bütün istidlâlleri okumuş olsak dahi, gene biz, hiç bir zaman, filozof olamayız, diyordu, eğer bir kaziyye hakkında sağlam bir hüküm vermek kabiliyetinde değilsek. «Zira, aklıselim sahibi her kimse, tabiî nurun yardımile, doğnıdan doğruya, bir hads ile, bedihî olan hakikatleri, meselâ, «var olduğunu, düşündüğünü, bir müsellesin üç hatla muhat olduğunu» bulabilir. II «Tetkik edeceği müşküllerden her birisini, onlan daha iyi halletmek için icab ettiği şekilde, bölümlere» ayıracaktı. Böylece, birinci kaidede vazettiği bedahet prensipini takib ederek, mürekkeb, izafî, müphem, güç olan şeyleri, mütemadî bir tahlille, en sonunda bir hads vasıtasile açrk ve seçik bir tarzda bilebilece Kime bakıyorsun çapkın? ği basit, mutlak, bedihî, kolay olan şeyleVatman, frenleri Tannya emanet ere irca edecekti. Muasır bir filozofun dip basını arkaya çevirirken kıskanc bay, işaret ettiği gibi, herşeyi onu teşkil eden bir daha gürledi: «bedahet atomlannı», «basit tabiab> leri Kanma bakıyorsun değil mi?.. Sebuluncıya kadar unsurlanna ayıracaktı. ni uçururum vallahi!.. Ve neticede talil zincirini hads halkası Ben bir adamın nasıl uçurulacağını na bağlıyacaktı. merak etmiştim ve ihtiyatı da elden b r III «En basit ve en kolay bilinen rakmıyarak yangözle kızgın bayı süzüşeylerden başlıyarak, basamak basamak yordum. Gene, korkudan sapsarı kesilmişen mürekkeblerinin bilgisine kadar yük ti, birşeyler geveliyordu. Benim merakım selmek için, düşüncelerini bir nizam da ve onun korkusu çok sürmedi, kıskanç hilinde sevkedecekti, hatta tabiaten bir yolcu, sahanlıkta güzel çehre temaşa etbirine takaddüm etmiyen şeyler arasında meğe yeltenen genci kolundan yakaladı dahi bir nizam farzederek». Böylece, ve... uçurdu. Arabanın içinde ve dışıntahlilin muvasalat noktasını terkible ha da bulunanlarm bir ağızdan kopardıklan reket noktası kabul ederek, mürekkebin vaveylâ, adam uçuran pehlivan için al" basitten, izafinin mutlaktan nasıl çıktığı kış, kaldınma doğru uçup giden gene için nı, prensipten neticeye kadar yükselen dc bir uğurlayış olmuştu. halkalar arasmdaki mahzurlu bağları gösterecek, hulâsa hakikî ilmi tesis edeDayak, tarihte okunurken veya hayat" cekti. «Çünkü, diyordu, biz bir bakışta ta seyrolunurken nihayet rikkat uyanbir zincirin bütün halkalannı ayırd ede dırır. Fakat sille ve tekme atmağa tenezmeyiz, fakat her halkanın kendisinden zül etmeyip te kolunu mancınık veya ma" evvel veya sonra gelenle nasıl birleştiğini nivelâ gibi kullanarak cezalandırmak isgördüğümüzde, birincinin sonuncuya na tediği kişileri uçuran şu adamın gösterdi" sıl bağlandığını anlıyabiliriz.» Ona göre ği marifet, hepimizde bir hayret uyan" bu kaide, «ilim labyrinthe'ine nüfuz et dırmıştı. Marifet diyorum. Çünkü incitmek istiyenlere Thesee'nin ipinden daha miyen dayaklar gibi bu uçurma işi de pek az elzem degildir». «Bu nizamı takib et ustalıklı idare olunmuş ve kanadsız taymek istemiyenler, bir binanın dibinden yare, bir ânzaya uğramadan kaldınma vâsıl olduktan sonra gene hakikatine, ya" bir hamlede merdivenleri nazan itibara ni yüriiyen bir adam vaziyetine avdet etalmadan tepesine yükselmek istiyen kimmişti. selere benzerler». Usul ve nizam ayni Eşine az tesadüf olunacağına emin ol" şeylerdir. duğum bu hâdise sırasında tabiatile es~ IV H e r tarafta o kadar tam tadad ki dayak sahnelerini hatırladım. Malum lar, ve o kadar umumî gözden geçirmeler, olduğu üzere eski asırlarda dayak restekrarlar, yapacaktı ki hiçbir şeyi ihmal men atılırdı. Sadnazamlar bile devlet kudetmediğinden kat'iyetle emin olsun. Çün retini halka hissettirmek için sopa ve fa" laka kullanırlardı. Yeniçerilerde ise dakü, «ekseriyetle birçok kimseler, uzak yak, kanunî merasime bağlıydı. Sopa yi" prensiplerden çabuk neticeler çıkarmak yecek suçlu, bu merasime göre, ancak ak" istiyerek aradaki neticeler zincirini tama şam namazından sonra Hasırovası denimen katetmezler, ve tabiî farkına varma len yere getirilir V€ karnıüstü yannlarak dan birçoklarmı ihmal ederler. Fakat usulü dairesinde dövülürdü. şüphesiz, bir tanesi ihmal edilir edilmez, Bu acıklı merasimin gülünc tarafı, dahatta bu en ehemmiyetsizlerinden birisi yağa mahkum adama, yere yarırılmazdan bile olsa, zincir derhal kopar, ve netice önce «aşkola yoldaşım» denilmesi ve danin bütün kat'iliği zail olur.» yak atılanın da iki üç yüz sopa yedikt«n Böylece, istıkra talili, talil de hadsı itmam ederek, bütün usul en sonunda hadsî bilgiler elde etmek gayesine çevrilmiş oluyor, ve bunun için de «tahlili hendesî ve cebrin en iyi taraflan alınarak birinin kütün kusurlan diğer tarafından tashih ediliyon> du. Şimdi ona ilmi tesis etmek kalıyordu. Mehmed Karahasan bütün meslek hayatmda buna benzer teselli vaziyetlerinde kökleşen hususî bir itiyadın, ayni noktada iki çizgiyi biraz daha sertleştiriyormuş gibi bir mana verilmeğe müsaid, sarih bir keskinlik peyda etmişti. Üst dudağmın fazla geniş, bıyıksız ve çıplak derisi üstünden eksik olmıyan istihza, alt dudağmın ciddiyeti ve a~ çık yeşil gözlerinin şefkatile de kanşarak yüzüne bir tatlıhk veriyordu. Orhan gözlerini sertabibden ağlıyan gence çevirdi. Onun da kendisi gibi iki üç gecedir uykusuz kaldığını ve derin biı endişe içinde harab olduğunu düşünüyor du. Necati de yan gözle bu gence baktı. Gözyaşlarile bir hizada bütün çizgileri aşağıya doğru akan zayıf ve uzun yüzünde ne hazin bir renk ihtilâli vardı. Tıraşı uzamış sakalile yüzünün kılsız taraflan, derisine kirli ve soluk bir ebruli kâğıd manzarası vermişti. Hareketsiz duran ve terbiyesini muhafaza eden bir vücud içinde tek başma aşayişini kaybede" rek, dağınıklığı ve çarpıklığı, saçlarile boyunbağına yukandan ve aşağıdan mer" hamer verici bir ahenkle bağlı görünen bu yüze daha fazla bakamadı. Orhanın beklediği doktor Mümtaz Adil odaya girmişti. Herkes ayağa kalktı. Büyük dahiliyeci bütün odadakilere müsavi bir meyille dağıttığı baş selâmmı or~ hana bir daha tekrarladıktan sonra, iki sonra al kan içinde ayağa kalkar kalkmaz iki elini göğsüne bağlıyarak bektaşj usulünce ve tâbirince niyaz eylemesiydi. Ben bu aşkola sözünün neye delâlet ettiğini hakkile anlamış değilim. Fakat adam uçuran babayiğitin bileğindeki kuvvete karşı aşkolsun demekten kendimi alamadım. T M. TURHAN TAN eîinin başparmaklarını da yelek ceblerine sokarak, sertabibin önünde durdu: Bu yatak meselesi bir facia halini aldı, dedi, bir azmatiği bir kardiyakla ayni yatakta yatırmağa mecbur olmuş • sunuz; kardiyak sabaha karşı ölür, kimse farkında olmaz; yanında yatan hasta da farkında olmaz. Yarım saat, bir saau sonra biçarenin nöbeti tutar, yatağın için" de oturur, neden sonra görür ki yanında" kinin çenesi sarkmış. Üstüne iğilir, bakar: Gözler dönük! Anlar, yataktan fırlar, yalnayak koridora koşar ve avazı çıkbğı kadar bağınr. Bütün hastalar uyanır!... Dehşet, mirim, dehşet! Bizim böyle bir yatakta çift yatan hastalanmız var, de " ğil mi? Sertabib parmağını dudağmın üstüne koydu: O bahsi kapatın! dedi, sabahtan beri koğuşlar birbirine girdi, dehşet, fe" lâket, ne derseniz diyiniz, yatak yok, hasta kıyamet, bugün sizin poliklinik te mahşerdi, değil mi? Mahşer! Sertabib hokkasınm kapağını bu ba " hisle beraber ve gürültü çıkararak, bir * denbire kapadıktan sonra Orhanı gös • terdi: Demindenberi sizi bekliyor... dedi. Doktor Orhana döndü: lArkast varj Cumhuriyetin edebî tefrikası: 5 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa Gene, başını önüne sarkrttı ve kafasr nın içinde ansızm bir gözyaşı guddesi patîamış gibi gözlerinden yaşlar boşaldı. Sertabib onun yanmdaki sandalyaya o turarak: Haydi bakayım, dedi, biraz din" len, ondan sonra git, dayına haber ver, haydi evlâdım... Sonra ayağa kalktı ve kapımn önünde duran gene bir hastabakıcı kıza elini salladı: Gel! Gel! Yaklaş bakayım... dedi, yaklaş, iyice yaklaş! Küçük yüzlü, cıva damlalan kadar parlak ve hareketli bakışlarile gözleri her tarafa dönen, ağzı çok boyalı, sıçrıyarak adım attıkça beyaz önlüğünün Önünde bir pantantif sallanan, ufak tefek bir kız ilerledi; sertabib burnunu ona yaklaştı rarak esvabını kokladıktan sonra: Tamam! dedi, başhamşire senden şikâyetçi: Temarüz ediyormuşsun, has tayım diye gelmiyormuşsun, sonra da lâvantalar sürerek teşrif ediyormuşsun.'.. Burası hastane, kızım, hasta olursan sa Hastaya kâtibm arkasmdan gitmesini elile işaret ettikten sonra ayağa kalktı; oda kapısına doğru yürürken içeriye te" lâşla giren bir gencin önünde durdu ve bir an düşündükten sonra elini omzuna koydu: Adın neydi senin? dedi, Şükrü, değil mi? Şükrü, evlâdım, yirmi beşinde var mısın? Allah sana daha uzun ömür leı versin; gel, otur bakayım şuraya.. Genci bir sandalyaya oturttu ve taba" kasından çıkardığı bir sigarayı onun ağ" zına koyarak gene kendi elile yaktı: Evlâdım, dedi, babanı soracaksın, değil mi? Kaç gündür yatıyor bizde? Başka kimsen var mı senin? Bir daym olacak galiba... Değil mi? Çocuk felâketi hâlâ anlamamıştı. Sertabib gene elini onun omuzuna koyarak, pratik adamlann ölçülü isticali içinde soruyordu: Babacığının senden başka kimsesi var mıydı? Valide de vefat etti, değil mi? Hepimizin sonumuz bu, evlâdım... Dayuıa haber vermek ister misin? yor, kendisi için umulmadık hiçbir vak'a ihtimali kalmamış, her türlü imkânlarla dolu, baştanbaşa olagan bir vukuat âlemi içinde, olması mümkün şeylerin nevilerine ve şiddetlerine karşı hududsuz bir tecrübe ve itiyad zenginliğile mücehhez miş gibi drhal karar vermeğe hazır bir idare adamı çevikliğile en amelî meselelerden en karışık ruh işlerine kadar hepsine yetişmek iradesini kendinde buluyordu. Orhan, bir hastane değil, hasta ol maya ve ölmeğe mahkum insanların bah~ tına aid müşterek bir davaya bakan ve karşısında er geç herkesin maznun mevkiinde bulunabileceği sağlık mahkemelerinden birine riyaset eden bu adamm hareketlerini samimî bir hayranlıkla ta kib ediyordu. Sertabib onun gözlerile karşılaşmca: Menenjit ha?.. dedi. bizim üstad mı söyledi? Evet. Asistana kalırsa tüberkülözmüş hem de... Dur bakahm, kendisi gelsin de... Değildir inşallah. B«, sözlerden sonra ortalığa bir sessizlik çöktü. Gencin hıçkırıklan duyulu yordu. Sertabib ona yan gözle bir daha baktı ve içine dolan bir teessürü derhal uzaklaştırmak istediğini zannettiren kuv~ vetli bir hareketle alt dudağını buruşturdu. Kenralannda iki deri kabardığı,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle