23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 İkincikânun 1937 CUMHURİYET Güzel San'atlarda Şeytan Gotik stiii devrinde Şeytan a verilen şekil Bu devirde Şeytan artık korkunc vasıflarını nisbeten kaybetmiştir. Kuyruğu, pençeleri yoktur. Daha ziyade insana benzemektedir Gotik usulünün hâkim olduğu devre gelince birçok değişiklikler görüyo ruz. Ortaçağlarda mutaassıb din artık yavaş yavaş zail olmağa başlıyor. Şe hirlerde lâik teşekküller kendıni gös teriyor. Artistler dinî tesirlerden kurtu lup sadece hayallerinin ve arzularınm bir tâbii oluyorlar. Gotik stili Fran sada 12 nci asnn sonunda onjinal bir karakteri haiz ola rak doğuyor ve şaheseri olan katedrallan meydana getiriyor. yapılarda Bu san'atkâr kendi düşüncesini kültürünü serbest olarak isti mal ediyor. Süje Cehennemde insanlara zulmeden şeytanlar ler, yüksek teolojiden başhyarak ürbanizm ve mesleklerin larına benzemiyen bir şekilde yapılmışen küçüğüne kadar katedrallann üzerine tır. Büyük kafalı, eli ve ayaklan ince uaksediyor. Bu katedrallar ansiklopedi gibi zun, yeşil mavi gözlü ve büyük bir toszamanın aynası oluyor. Fakat bu san'atın bağa biçiminde; uzun boynuzlu, sakallı en çok ehemmiyeti haiz olan tarafı tabi ve büyük yassı kulaklarının üstünde bi " ate yaklaşmasıdır. Bütün san'atkârlar rer yılan görünüyor. Yılanlar birer adakarşılarında nümune olarak tabiati gör mı yarıya kadar yutmaktadır. Şeytan meğe başlıyorlar. Bu usul çalışmalar ve kendisi de bir adamı ayağile diğerini de fikirlerde husule gelen tahavvül tabiatile elile eziyor. Büyük şeytanın yanmda birşeytan telâkkisi ve onun tasviri işinde de çok yılanlar, akrebler ve diğer küçük şeytanlar birçok adamlara işkence et çok müessir oluyor. mektedir. Diğer tarafta iki ufak şeytan Bu devrin başlangıcmda şeytan ne ejbir insanı ateşte kızartıyorlar. derha, ne aslan, ne de yılandır. Tam inBu eserin Bizans tesiri altında yapılsana benzer bir şekilde, fakat korkunc ve dığı aşikârdır. nefret husule getirecek bir tarzdadır. Eski zamanlarda dinî duyguyu kuv Gotik san'atkârlannın rengin fantezileri vetlendirmeğe yarıyan şu korkunc tas şeytanı yalnız taşlar üzerine yatmakla vir şimdi bir karikatüı' komikliğini arz« kalmıyor; ağac oymalarda, minyatürlerdiyor. de ve fildişlerinde de ona yer veriyor. Gotik devrinde îtalyada ayni süjeler Fakat buna rağmen şeytanın en mühim devam ediyor. rol oynadığı gene son sorgu süjesidir. Lombardiyada Fransız tesiri görünü Gotik katedrallannda ekseriya sol kapıyor. Milan katedralinde olduğu gibi. nın üstünde üç süje yapılırdı. Sağda cenDiğer şehirlerde (Floransa, Pisa, Siena net, solda cehennem ve ortada son sorgu. gibi) yapılan eserler Gotik stiline aid Bunu yeni şekilde yapılmış bir şeytanla oldukları halde hususî bir gustoya malik beraber Bourges katedrahnın kapısının olduklarından bunlara «İtalyan Gotiği» üstünde görüyoruz. Muazzam Mikül derler. meleğin karşısında ufacık şişmanca, çir Bu çeşid mukaddes süjelerde şeytan kin adama benzer şeytan duruyor. Fa bulunuyor fakat Fransada, Bavyera'da kat ne kuyruğu, ne de pençesi kalmamışve Ren havzasmdaki gibi çok zengin detır. Gotik devrinin sonuna doğru mukadBunu Orvieto katedralinin giriş tara des süjelerde bazan bir büyük, birkaç ta fında yapılmış kabartmalarda görebili ufak şeytan görünüyor. Bunda, günah riz. Bu cehennem sahnesinde korkunc kârlann çoğaldığı ve onun için birkaç tüylü, iskelete benzer şeytanlar, ejderhaşeytan lüzumu san'atkân düşündürmüş lar arasında dehşetli, korkunc Lucifero tür. (büyük şeytan) oturmuştur. Görülüyor ki şeytan yavaş yavaş X I I nci asırda Pisa'da (Battistero) korkunc şeklini kaybediyor. Gittikçe in Nicola Pisano tarafmdan yapılmış olan sanî bir şekil ahyor. cehennem süjesinde şeytan tamamen Etrüs klâsin roman stilindedir. Yal nız eller ve ayaklar yerine uzun tırnaklı pençeler yapılmıştır. Korkunc ve dehşet verici elemanlar yoktur. Günahkârların yalvarması ve endişe içinde bulunması bellidir. * * * [*] İlk yazı 26 ikincikânun tarihli sayıRönesans devrine gelince klâsik esermızda çıkmıştır. Ortaçağlardaki İtalyan san'atının hususî bir vasfı olduğundan onu aynca tetkik lâzımdır. Floransa'daki (Battis tero) son sorgu mozaikında şeytan (Lueifero) çok komplike ve hiç te başka *P T* •• * Eski Şark Demiryolları idaresi Türk memurlarına tazminat yerine sadaka mı vermek istiyor? Sabık Şark Demiryolları şirketinin ecnebi memurlan ya kında memleketlerine gitmek üzere şehrimizden ayrıla caklardır. Hareket dairesi reisi M. Antomari ile Cer dairesi reisi M. Del tombe aybaşmda ha reket etmek için hazırlanmaktadırlar. TERBİYE BAHİSLERİ Terbiye ve Goethe Büyük Alman şairi psikoloji ile filen meşgul olmadı ama eserlerile yüksek bir terbiye telkin etti (Goethe) nin terbiyeciliği, (J. J. re terbiye etmek doğru değildir, diyor. Rousseau) nun musiki muallimliği gibi (Goethe), (VVerther) adlı eserinde de birçok fikir adamlarınca meçhul kal an'anevî terbiyeyi kritık ediyor. O de mıştır. Bizzat Almanlar bile (Goethe) virde çocuğun tav'an vukua gelen faa yi tebriye bakımmdan çok az tetkik et liyetlerine sed çeken istibdad terbiye mişlerdir. Halbuki (Goethe) hayatımn sini takbıh ediyor. Hatta daha ileri gihiçbir merhalesinde terbiye meselele derek hıristiyanlık dininin mukaddes rine karşı kayidsiz kalmamıştır. kitabı olan İncildekı Evamiri Aşereye Evet (Goethe) pedagojinin amelî sa de itiraz ediyor. Orada asla kimseyi ölhasında bilfiil çalışmamıştır. Büsbütün dürmiyeceksin, diyor. (Goethe) buna çahşmamış ta denemez; çünkü hususî karşı sanki çocuklar mütemadıyen ar ders verdiği ve yetiştirdiği kıymetli ta kadaşlarmı öldürüyormuş gibi (!) çolebesi (Frıtz von Stein) var. Ne olursa cuğa böyle garib bir emir vermekten olsun (Goethe) insanların fikren ve ah ise ona yol göstermek ve komşunun halâkan terbiyesine alâkasız kalmamış ol yatına itina et, zarar veren şeylerden duğu için Eflâtundan (J. J. Rousseau) onu koru! Kendi hayatm pahasına bile ya kadar bütün büyük terbiyeciler sı olsa onu kurtar! demek daha doğrudur, diyor. rasında yer almak onun hakkıdır. (Goethe) nin fıtraten terbiyeci oldu(Goethe) tapkı (Rousseau) gibi ço ğu hayatmda ve eselerinde pek ayan cuğun şahsiyetine hürmet lâzımdır, didır. Daha (Leipzig) de genc etüdiyan yor ve onu başkalarına benzetmekten iken hemşiresi (Cornelie) ye gönder sakınmalı, her çocuk yalnız kendine diği mektublarla ders vermeğe yelteni benzemelidir, diyor. İster haricen, ister yor. Hatta ondan evvel ölen bir kardeşi dahilen mukallidlik iyi değildir, diyor. nin bütün talim ve terbiyesini üzerine (Hermann et Dorothee) sinde sağlam almak istemişti. Daha sonra (VVeimar) ve gürbüz doğan çocuklar kendilerile da (Herder) in çocuklarmm ve (Mm. birlikte dünyaya bir çok kabiliyetler de Stein) in oğlunun hocası olmuştu. getirirler, onların inkişafına hizmet O, tarihe aid hatıralarmda Goethe şöy bizlerin vazifesidir, diyor. le diyor: (Goethe) kadm erkek, ana ve babacDiyebilirim ki (Weimar) da ruhu nm vazifesi başkalarına hizmettir. İşte ma en yakın olan çocuklardır». (Wei çocuğu bu gayeyi gözönünde tutarak mar) da tiyatro direktörü iken halka yetiştirmelidir, diyor. Nitekim kendisi hoş vakit geçirtmekten ziyade san'at (Faust) u yazdığı vakit seksenini geçkârlann talim ve terbiyesi onu alâka mişti. Orada tam bir asır kudretli de dar ediyordu. Bılâhare Maarif Nezare hasile, büyük bilgisile, zevkile, aşkile tini deruhde ettiği vakit gencliğin ta çalışan (Faust) un nihayet hayatta başlim ve terbiyesinde ve muallimlerin in kalarmm refahına, saadetine hizmet ettihabmda isabetli kararlarile bu işlere mekten daha yüksek, daha şerefli hiç yabancı olmadığım ispat etmiştir. bir iş bulunmadığı ve bu hususta ken(Goethe) tıpkı (Rabetais) gibi da di menfaatini düşünmeden büyük bir imî bir talebe ve ayni zamanda daima feragatle çalışmak lâzım geldiği kanaabir hoca olmaktan kurtulmadı. Öğren tine varıyor. mek ve öğretmek onun en büyük zevki Nihayet (Goethe) bir eserinde, olidi. Nitekim ondan evvel gelen (Schilmak yetişmez, yapmak lâzımdır, diyor. ler), (Herder), (Lessing), (Kant), (Fichte) gibi filozoflarm hepsi de ter Yapmak! Fikir, ahlâk, terbiye sahasmbiye meselelerine büyük bir alâka gös da pratik olan ancak odur: Yapmak! Yapmak sayesinde insan kendinin ne termişlerdi. olduğunu öğrenir. Yalnız yapmayı aİtiraf etmek lâzımdır ki bütün dün kılda ayırmamak, yani her yaptığmı biyada nasyonal sosyalist hareketinin te lerek, düşünerek yapmak lâzımdır, dimeli kısmen bir pedagoji ihtilâlinden yor. Ve ancak bu suretle hareket eden başka bir şey değildir. kendini hatalardan koruyabilir ve ko(Goethe) nin terbiye ilminde bir hu layhkla doğru yolu bulur, diyor. susiyeti yoktur. O, biraz da Jan Jak (Goethe) ye göre, terbiyede gaye, çoRousseau'nun (Emile) inden mülhem cukları iş adamı olarak yetiştirmektir. olmuştur. Hatta bir eserinde (Emile), Yalnız o işde mutlaka akıl rehber olmamuallimlerin încili olmalıdır, diyor. lıdır. İş mutlaka bir semere vermeli ve Yalnız oradan aldığı fikirleri tatbik sa bilhassa çok faydalı olan san'at işlerine hasında biraz tadil etmiştir. kıymet vermeli, diyor. (Goethe) tabiî ve hür terbiyenin en (Goethe) nin içtimaî ve ahlâkî sahakuvvetli bir taraftarıdır. Çocuğu kendi da tahakkukunu görmek istediği, ter arzulanmıza esir etmekten ise onu is biye sisteminde ideali (Faust) unda tidad ve kabiliyetinin icab ettirdiği şe anlatıyor: kilde neşvünema bulmasına müdahale «Hür bir memlekette hür insanlar etmemelidir, diyor. içinde yaşamak.> (Hermann et Dorothee) adlı eserin de çocukları kendi düşüncelerimize göSELİM SIRRI TARCAN Hatayın kurtuluşu eryüzünde tek bir millet vardır ki sayısız devletler kurmuştur. Bu millet Türktür ve tarih, sanki onun destanlarını terennüm için vücude gelmiştir. Hangi çağın hangi sahifesine bakılsa Türkün büyük adı ve kudretli saltanatı görünür. Avrupa, medeniyet bakımmdan rüşeymî bir varhk bile sayılamazken Etilerin tekemmül etmiş hukuku, zaferlere kanıksamış muntazam ordulan, Peçeli İlâhe gibi yüksek san'at eserleri, Asurlulara örnek teşkil edecek kadar mütekâmil mimarisi vardı. Türk milleti, hemen hemen ayni medenî seviyede olarak Orta Asyada Hun, Volga Tuna arasında İskit, Avrupanın bir yanında Avar imparatorluklanm; Samanoğullan, Gazneliler, Karahatalar, Selçukiler, Harzemşahlar, Timurlular, Baburoğulları admı taşıyan muazzam devletleri kurarak tarihte temeltaşı rolü oynadı ve tarih içinde ayrı bir tarih oldu. Bunlar, bu zincirleme kuruluşlar, yükselişler Türkün devlet yaratmaktaki, medeniyet yaratmaktaki eşsiz kabiliyetini tebarüz ve tebellür ettirmekle kalmaz, ince ve çok ince bir hayat sırnnı da ifşa eder. Bu sır, Türkün hür ve hâkim yaşamak için tekevvün etmiş olmasmdan ibaretrir. Tarihin çok kanşık ve birbiri üstüne yığılı hâdiseleri dikkatle tahlil olununca her hakikatten daha açık olarak göze çarpan keyfiyet budur, Türkün hürriyete ve hakimiyete hava gibi, ziya gibi ihtiyac duymuş ve bu ihtiyacını her zaman tatmine yol bulmuş olmasıdır. Gayritabiî sayılması daha doğru olan bir takım amiller ve saikler arasıra Türkün bu hürriyet ihtiyacını tahdid etmiş, onun damarlarındaki seyyal cevheri ıstıraba düşürmüş ve tarihi de elemli bir hayret çinde bırakmıştır. Fakat Türk her güclüğü yenerek, her engeü gidererek bu sun'î vaziyetten kurtulmağa, kendi tabiî hayatını bulmağa, tarihi de hoşnud etmeğe muvaffak olmuştur. Bunun tarihten önceki ve sonraki mialleri içinde gerçekten «yegâne» olanı, herhangi seçkin bir vakıa ile mukayese edilmekten çok yüksek bir kıymet taşıyanı bizim îstiklâl Mücadelemizdir ve onun vâsıl olduğu parlak neticedir. O mücadele ve bu netice, yeni ve yepyeni bir Türk devleti kurulduğunu ifade etmekle kalmadı, bütün cihana karşı Türkün yalnız başma uğraşacağmı, gasbolunmak istenilen hürriyetini inanılmaz harikalar yarata yarata müdafaaya muktedir olduğunu ispat etti. Türkün ezelî ve ebedî hürriyet aşkım, hakimiyet ihtiyacını kendi doğuşunda ve yaşayışında en beliğ ve en kahir bir kudretle tezahür ettirmiş olan Türkiye uhuriyetinin Antakya İskenderun mıntakasmdaki ırktaşlarını tarihe aykın, Türk karakterine aykırı, medeniyet mefhumuna aykın bir vaziyette yaşar görmeğe tahammül etmesi elbette mümkün değildi. İşte Hatay davasınm hakikati budur ve bugün vardığı netice de bizim için çoktanberi müjdelenmiş bir keyfiyetti. O sebeble Hatayın kurtuluşunu gayet tabiî buluyoruz. Bu, dediğimiz gibi mukadder bir zaferdi. Çünkü Türkü bütün necabetile, bütün kudretile ve büün hassasiyetile temsil eden bir zaferler halikı, Hatayın kurtulmasını istemişti. Onun istediğini yapmamak ise tabiatin kabul edemiyeceği bir suçtu. Millî zaferi şevkle, gururla, iftiharla kutlulanz: Hataylılara özgürlükleri muarek olsun. Yazan: Selim Sırrı Tarcan M. Pascal Sabık şirketin müdürü M. Pascal ile sabık muhasebe müdürü M. Weinstein, işleri tasfiye etmek üzere birkaç ecnebi memurla birlikte kendilerine tahsis edilen dairelerde muvakkat bir müddet daha kalacaklardır. Haber verildiğine göre M. Pascal bugünlerde, senelerdenberi kumpanyada çalışan emektar Türk memurlarına verilecek ikramiyenin memurlar arasında taksimi için uğraşmaktadır. İşittiğimize göre dağıtılması arzu edilen para gülünc derecede az ve hiç mesabesindedir. Meselâ 11 sene hizmet eden ve 90 li* ra aylık alan bir memura 53 lira, 45 sene şirkette dirsek çürüten ve ayda 75 lira alan yaşı 70 i geçkin diğer bir me mura da yalnız 110 lira gibi gülünc denilecek bir meblâğm verilmesi takarrür etmiştir. Halbuki diğer taraftan şirket mukavele mucibince her sene sene başında memurlanna 10,000 lira ikramiye vermek mecburiyetinde olduğu halde bu sene bunu vermemiştir. Şimdi Türk me murlanna verilecek tazminat, verilmesi mecburî olan ikramiyeden başka birşey değildir. Diğer taraftan şirketin ecnebi memur lara kapalı zarflar içinde miktan meç hul mükâfatlar vereceği de öğrenilmiştir. Halbuki 192123 senelerinde gayri türk memurların şirketten çıkarılması dolayısile hizmet sonu mükâfatı olarak bunlara 300 ilâ 1000 lira arasında tazminat verilmiştir. M. Pascal bir ay sonra Fransaya azimet edecek ve bittabi bu kadar sene canla başla çalışan Türk vatandaşlarmm haklannı da beraber alıp götürecektir. Şirkette bunca sene canla başla çalıştîklanna emin bulunduğumuz bunca vatandaşın haklarının kaybolmaması için muhterem Nafıa Vekili Ali Çetinkaya nın ehemmiyetle nazarı dikkatini celbe deriz. lerin tesirlerile şeytan da îtalyadan ya vaş yavaş kayboluyor. Yalnız bu devre aid iki mühim san'atkânn eserleri bizi alâkadar eder. Luca Signorelli ve Mikelandjelo. Luca Signorelli'nin meşhur af" reskleri Oriento katedralinin iç duvarla rındadır. Buradaki şeytanlar insanlara benzer. Fakat fevkalbeşer oldukları kanaatini verir. Boynuzlu ve insan düşmanı şek lindedir. Mikelandjelo'nun Sntfine kilisesinin duvarlarında yaptığı şeytan nefret uyandıran ve ihtiyar bir atlet vücudü şeklin dedir. Yılanlar arasında oturmuş, arkaInegöl (Hususî) Bu yıl köylu aı. smı Allaha çevirmiş bir tarzda yapıl büyük bir kısmı tütün ekmiştir. Şimdi mışbr. bu tütünlerin satışına bir ay vardır. Bu dar zamanda hükumetin eli köylüye uHeykeltraş zanmakta ve Ziraat Bankası vasıtasile ZEYNEL AKKOÇ Ziraat Bankası köylüye avans veriyor . .^ye avans para verilmekte dir. Gönderdiğim resim, yalnız bu hafta avans alan köylü kardeşlerimizi bir arada göstermektedir. rabın hakikarini görmek için, evvelâ afyonun tesirinden kurtulmah. Acı çekmek neye yarar? Asıl rüya cemiyetten geliyor. îçinizde haile yaratıp, onu sonradan dışan vuruyorsunuz. Istırabı zorla yaratıyorsunuz. Sırf hayalin kurbanı olduğunuz halde, mücrimi dışarda arıyorsunuz. Açlık vehim midir? Koluna bıçak sapladığım zaman acı duyar mısın? Bütün acı duyanlar bir safta yürümesini öğrendiği gün, rüya bitecek! Bıçağı saplıyan ve acıyı duyan kadar kim çıplak hakikatle karşı karşıya gelebilir? İşte mesele burda! Onlar birbirini tanımalı. Dost kim, düşman kim meydana çıkmalı! Evet, rüya görüyoruz. Bu zehiri bilmeden yudum yudum etrafa aşıhyoruz. Birbirine sığınan yanm adamlar gibi hepimiz ayni azce sığmmadan başka şey yapmıyoruz. Akşam Demir, heyecanla ayrıldı. Bu mesele zihnini karanlık bir bulut gibi kapladığı için, dostlannın yanma gide medi. Kasden anasınm meclisine döndü. Orada kendini unutacağmı sanıyordu. Miras davalarının hâlâ bıraktığı yerde döndüğünü görünce, hiddetle odasma çekildi. Ertesi gün matbaaya gitmedi. Ta M. TURHAN TAN nıdıklanndan kimseyi görmek istemiyordu. Halkın içine isimsiz bir gezici gibi katılmak için, tanıdık yüze raslaması ihtimali olmıyan sokaklara daldı. Kala balıkta kendini unurmak mümkün olmadığım görünce gene tenhaya, surlara uzanan eski ve boş sokaklara döndü. Nereye gittiğini bilmeden böyle saatlerce yürüdükten sonra surun dışında, mezarlıklar arasmdan geçti. Vaktile gene burdan çamurlu bir günde ıslanarak ve adeta koşarak geçtiğini hatırladı. Bu yollardan birine sapmca birkaç adımda gene ayni yerlere varacak kadar yaklaştığını anlamada gecikmedi. Galiba Topkapı dan Yedikuleye ilerlemiş ve tekrar eski mezarlıklar arasmdan Kazlıçeşmeye gelmişti. Yürüyüşünde yalnız kalmak arzusundan başka hedef olmadığı halde, neden gene bu kalabalığm ortasına düştüğünü bir türlü izah edemiyordu. Yolu üstünde araba, insan, dilenci, harabe, hiç birşeye dikkat etmiyordu. İki sıra iskelet yığmı gibi uzanan yıkık tahta evleri görmüyor, sokaklara serilmiş yançıplak zayıf vücudlara bakmıyordu. lArkası var'] de bir köylü vardı. Gelirinden başka şey düşünmiyen rahat yüreklerden, memur hırsı ve âmir korkusu içinde cür'etini kaybetmiş bir vehimliler zümresine dayandığını biliyordu. Eski bir darbımeCumhuriyetin içtimaî romanı: 104 Yazan: Hitmi Ziya selin dediği gibi bu, «çamur üzerine bina Şüphe yok, o yalnız Nuru düşünüyor kadaş hasreri, bu işlerine delice sarılma kurmak» değil de neydi? du. Büsbütün unutmağa karar verdiğj za lar, bu bir hiç için ortahğı velveleye verEtrafında herşey temelsiz, çürük ve man zihni tamamen onunla doluydu. meler hep ayni açlıktan, hayatı yaşamak dalgalarla sürüklenip gitmeğe hazırdı. Kendi kendisile kaldığı vakitlerde bile ve gölgelerden kaçmak iştiyakından ge Ne vücudler insana itimad veriyor, ne bunu bir türlü itiraf edemiyor: Sanki fikir liyordu. zekâlar güvenilecek gibi görünüyordu. üzerindc durmağa razı olursa, bütün Nurun kendini hakikaten sevip sevme Hiç birşey yerinde değildi: îrad sahiblekuvvetini kaybedecekmiş gibi geliyordu. diğini düşünmeğe bile lüzum görmüyor. ri sosyalist ve işçiler dindardı. Münev Bu tehlikeli noktadan kaçmdığı kadar Hatta bunu derinden derine araşhrmağa verler mistik, ve halk ilim heveslisiydi. da, bütün hâdiseler önünden silinmeğe korkuyor. Yalnız onunla geçen günlerin Askerler tüccar ve tüccarlar siyasiydi. mahkum gölgeler gibi kaçıp gidiyor. O hakikat olduğuna inanmak, herşeye rağ Haydudlar itibar mevkiinde ve eşraf kendisinde kuvvetle, birşeyin eksikliğini men bu rüyayı bozmamak istiyordu. On mahkeme kapılarındaydı. Zenginler pinhissediyordu: Hayatını yaşamıyordu! dan haber gelmemesine bir bakımdan se ti ve borclular müsrifti. Alimler sokakta Onda yalnız yaşamak arzusu ve yaşamış viniyordu: Çünkü hergün ona biraz da sürünüyor ve cahiller işbaşmda hüküm olmak hayali vardı. Fakat asıl hayat, ge ha inanmada devam ettiğini görüyordu. sürüyordu. Hırsızlar mahkemede at oyleceğe ve geçmişe aid bu gölgelerin arYazılarında zinde bir hayatı telkin et natıyor, hâkimler zindanlarda yaşıyordu. kasında kovalandıkça kaçan ve her ele mek istiyor. Halbuki bizzat kendisi ve Bütün işler yerini değiştirmiş, hiç bir geçtiği zannedilen dakikada birdenbire bütün arkadaşlan hastaydı. O, hakikî şey eksik olmadığı halde sanki kötü ruhavcunda eriyip dağılan bir duman halinde dostluk arıyordu. Fakat onların hergün lu bir cin onları birer birer çıkanp kengörünüyordu. Sanki tam bir seyahate çı birbirini aldatmadan başka şey yapma dinin olmıyan yere götürmüştü. Bu mütkılacak dakikada görülmüş gibi, bütün dıklarını da pekâlâ görüyordu. Kuvvetini hiş bir hercümercdi. Bir yangın yerinden yüzler ona kavuşulamaz hayalleri hatır işçiyle köylüden alması lâzım gelen bir kurtarılan eşya gibi karmakanşık, üstüste Iatıyordu. Herşey onun için fani, uçucu fikre inanıyordu. Halbuki etrafına top istif edildiği için karanlıkta birşey kapıp ve muvakkatti. Kimbilir belki de bu ar lanan bir avuc adam içinde ne bir işçi, ne giden sonra bir türlü ona ahşamıyor ve adamrt ömrünce bunun azabını çekiyordu. Demir, bir gezintiden dönüşte Cemale uğramıştı. Ne zamandır içinde üzüntü olan yarım kalmış muhavereye dönmek için tutuşuyordu. Onu adeta zorla ilk konuştuklan yere, Rumelihisarının eteklerine götürdü. Beni rüya görmekle itham ettin! Belki de hakkm var. Fakat rüya gören yalnız ben miyim? Etrafımızda gözlerini hakikate açmış tek insan gösterebilir misin? Kimi çıplak bir orduyla Kaf dağını aşarak Turana ulaştığınm rüyasmı görür, kimi çatlak bir toprak üstünde aç bir halkın destanını yaptığmın rüyasmı görür. Kimi girtlağma kadar borca batıp, hâlâ lordlar sarayının hayalini yaşar. Kimi kızlarını satıp rakı sofrasmda yiyecek kadar alçalır da, hâlâ vatan ve hürriyet rüyası görür. Cemal ona cevab vermeğe çalışmadı. Bu hücum ediş tarzı o kadar kendinindi ki, fikirlerin aykırılığma bakmasa onu benimsemekte gecikmiyecekti. O hakikat dediğin nedir? Cemiyet mi? Bu gölge adamlar rüya görmemiş olsaydı, hangi hayatı yaşıyacaktı? Acının hakikatinden başka neyi göreceklerdi? Gerçek! diye Demir kalktı. Istı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle