23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 fkincikâmm 1937 CUMHUKIYÜİT General Weygand'a göre Meyvacılık Fransanm deniz üssü Iskenderun limanı değil Trablusşam olmalıdır General Weygand, Trablusşamın Iskenderuna faikiyetini izah ve isbat ediyor Fransanm sabtk Cenel Kurmay Başkam (Büyük Erkânıharbiı/e Reisi) General IVeygand'm Şarkî Akdenizae yapabüeceği en elverişli b'ır askerî üs için Fransanm, IskenderunJan za/ade Trablus limanma muhtac bulunduğu fikrini ortaya atan makalesinin bir hulâsasım Tieşreimlslik. Suriyede çıkmakla olan L'orient ga zetesinin 1/1/937 tar'ıhli nüshasımn bi rinci sahifesin'm başında intişar eden bu makaleyi ehemm'uıetine b'maen aynen neşrediyoruz. «Son aylar zarfmda mühim siyasî hâdiseler büyük devletlerin dikkatini Şarkî Akdenize çektiler. Eskidenberi İngilterenin geniş müstemleke arazisile muvasala yolunu teşkil etmekte olan Akdeniz, Habeşistanın Italya tarafından isti lâsından sonra Italya için de ayni şekilde bir imparatorluk yolu mahiyetini al mış bulunuyor. İngiltere, Maltaya ve Cebelüttanka sağlam bir surette yerleş miş olmayı artık kâfi görmüyor, Kıbnsta Magusa'da da iyi bir tesisata istinad et meği lüzumlu addediyor. Italya ise kendisinin bir Akdeniz devleti olması hasebile haiz bulunduğu e hemmiyeti daima takdir etmiştir; İtalyayı Oniki Adaya sürüklemiş olan uzağı görürlük, onu, menfaatleri icab ettirdikçe Şarka doğru savketmekten geri kalma mış, Trablustan Bingaziye, sonra H a beşistana götürmüş ve Şarkî Akdenizde, Rodosta, kendisine kuvvetli bir istinad noktası temin etmesine yardım eylemiştir. Avrupada Alman kontrolunun genişle mesile onun da kat'î bir surette Avustur ya Adriyatık, veya Tuna Karadeniz yolile Akdenize ineceğinin muhakkak olduğunu gözden kaçıramayız. Şu halde istikbali doğru bir görüşle tahmin etmekte olan büyük devletlerin Büyük Okyanusla alâkadar olmaktan hiçbir zaman vazgeçmemekle beraber Akdeniz meselelerini de meşguliyetleri nin birinci plânına koymakta devam et tiklerini söyliyebiliriz. Fransız Mandasının ne şekilde niha yet bulacağını tesbit etmekte olan anlaşmaların imzası ve Türkiyenin bu vaziyet karşısında ortaya çıkarmış olduğu Iskenderun Sancağı meselesi, bu mütalealara daha büyük bir tazelik vermektedir. Bu münasebetle İskenderunun Suriye sahillerinin en iyi deniz üssü olduğu söylenildi. Biz ise, teknik noktai nazardan birçok defalar bunun tamamile aksini işittik; ve denizciler bu körfeze girebilmenin enginlerden gelen rüzgârlardan ziyade kara dan esen kuvvetli rüzgârlar yüzünden son derece tehlikeli olduğunu birçok defalar EÖylemiş bulunuyorlar. Esasen sahilın çok dar bir şerit halinde olması İskenderunun inkişafına mâni bulunmaktadır, ve az bir mesafe bıraktıktan sonra birdenbire sarp bir şekilde yükselip bir mâni teşkil eden Amanus, memleket dahili ile yapılacak münakalâtın yol ve demiryo lu yardımile yapılabilmesini müşkül kılmaktadır. Demek oluyor ki, Fransa ile Türkiye arasındaki müzakerelerin ortaya koydu ğu meselelerden hiç birisine temas etmCksizin, İskenderunun bir deniz üssü olarak seçilebilmesinin hiçbir suretle yerinde bir iş olmıyacağım söyliyebiliriz. Halbuki Trablusşama gelince iş de ğişmektedir; Suriye sahilinin orta yerinde, Uzakşarkla olan muvasala yolumu zun üstünde ve Humusa karşı bulunan, Lübnan ve Ensariye tepeleri arasında denizle Suriyenin kalbgâhı ve Musulun petrol borusunun Fransız kolunun niha yet noktası arasında biricik tabiî muvasala yolunu temin eden Trablusşam.. Liman geniş ve muhafazalıdır: Su vaziyetleri ve inmeğe müsaid arazi mükemmel bir hava istasyonu kurulmasmı mümkün kılar; civardaki arazi orada yapılacak tesislerin inkişafına ve muhafazasına müsaiddir. Trablusşam, şarkî Akdenizde kurulacak bir Fransız üssü için lâzım olan bü tün şartlan mükemmel surette haiz bu lunmaktadır. Politikamızın an'anelerine uygun ve bu suretle hakikaten faydalı olan bu fikrin tatbik sahasma uygun ve bu suretle hakikaten faydalı olan bu fikrin tatbik sahasına konulması Lübnan ve Suriye milletlerinin iktısadî hayatmı kolaylaştıracak ve istiklâle kavuşturulmuş olan bu iki memleket arasında devamlı bir anlaşma husulünü mümkün kılacaktır. Bunun için Trablusşamda, Suriyenin ötedenberi istemekte olduğu deniz mahrecini temin edecek şekilde bir serbest liman yapılması da icab etmektedir. Fransanm Akdenizde çok mühim menfaatlere sahib bulunduğunu söylemeğe bile lüzum yoktur; ve herşeyden evvel Fransanm şimalî Afrika ile olan muvasala yollarını dikkate almak lâzım gelir. Fakat bütün dikkatinin yalnız Akdenizin doğu kısmına inhisar etmesi doğru olamaz. Akdeniz, Fransa için olduğu gibi İngiltere için de Hindi Çin müstemlekesi ve Okyanusyadaki arazisi için en kısa bir yoldur. Bundan başka herhangi bir Avrupa ihtilâfının zuhurunda Akdenizin, merkezî ve şarkî Avmpadaki müttefik lerle, Küçük İtilâf ve Lehistanla faydalı bir muvasala yolu temin eder. Onsekiz senedenberi bu politikayı takib etmekte olan Fransanm herhangi bir ihtilâf zuhurunda şarkî Akdenizde bir istinad noktası teşkil edecek ve bu suretle deniz kuvvetlerini orada tutabilmesini mümkün kılmakla beraber müttefiklerinin Fransadan taleb etmekte haklı olacakları yardımı da yapabilmesine yanyacak yer teminini düşünmemiş olması karşısında, haklı bir surette hayret edilse yeridir. Suriyede 1919 senesindenberi mandater devlet sıfatile yerleşmiş olan Fransanm bugün oralarda nizam ve intizamın tesisi ve idamesi, emniyet ve adaletin yerleşmesi için insanca ve paraca yapmış olduğu fedakârlıklar mukabilinde kendine hiçbir şey temin etmeden ve devamlı bir fayda beklemeden oralan terketmek üzere bulunduğu düşünülürse, bu hayretin ne kadar yerinde olduğu bir kat daha tebarüz eder. Burada Fransız kültür ve lisanına karşı olan bağlılığı ve yurdumuza karsı gösterilen muhabbeti mevzuu bahsetmek istemiyoruz, çünkü bunlar manda idaresinden çok daha evvel muallimlerimiz, misyonerlerimiz sayesinde temin edilmistır. Bu vaziyette Lübnandan küçük bir arazi parçası ayrılıyorsa da ki Lübnan Ağaclardan iyi mahsul almak Ancak ağaclara iyi bakmakla kabildir iyi, sağlam ve bol meyva alabilmek ancak ağacların muntazam ve serbestçe büyümelerini temin edebılmekle müm kündür. Bu ise ağaclann mükemmel büyümelerini güçleştiren sebebleri ortadan kaldırmak ve kendilerinin sıhhatlerini bozan hastahk ve böceklerle uğraşmakla olur. Bilhassa hastahk ve böceklerle uğ raşmak, meyva ağaclarından yalnız ıyı meyva almayı temin etmez, ayni zamanda ağacın verdiği bilumum meyvalardan en fazla miktarda istifade etmeyi imkân dahiline sokar. Bakımsız ve hastalıklı ağaclar daima noksan randıman verirler. Bu noksan randıman, eğer ağacın mahsulü ev ihtiyacı için sarfedilecekse az meyva yemeyi, eğer satılacak ve bu suretle evin geçimi temin edilecekse az kazancı intac eder, bilhassa bu sonuncu hal, iktısadî ve hayatî olduğundan daha mühimdir. Hastalıklı ve bakımsız ağaclann verdikleri hasılat hem az, hem piyasa kıy metleri çok düşüktür. Kendi haline bırakılan ve üzerinde hiç bir itina tatbik edilmiyen bir ağac, velev iyi bir vaziyet ve toprağa dikilmş olsa da gene istenilen randımanı vermez.. Çünkü bakımsız büyüyen ağaclarm verdikleri meyvalar mırhtelif sebeblerden dolayı işe yaramaz bir hale gelirler. Büyüyen bir ağac, yalnız kendini muhit şartlarına uydurmıya çalışmaz, ayni zamanda kendi büyümesine mâni olan, kendi taazzuv T€ tecessümünü sekteye uğratan bir takım hastahk ve tesirlerc de karşı durmağa çabalar. İşte bu mücadelede muvaffak olma işi yalnız ağaca bı rakılırsa, ekseriya ağac bunda güçlüğe uğrar ve her müşkül her cihetçe az randıman vermesini doğurur. Binaena leyh ağaclann mükemmel, serbest ve hiç bir güçlüğe uğramadan büyümelerine biraz da bizim yardım etmemiz icab eder. Zaten bizde eski bir ata sözü vardır ki herkes bilir: «Bakarsan bağ olur, bak maksan dağ olur» derler. Ağazlar da tıpkı çocuklar gibidir, daima ihtimama, bakıma mazhar oldukça serpilirler, bol ve mükemmel meyva verirler. TERBİYE BAHİSLERİ Japonyada talim ve terbiye Yazan: Selim Sırrı Tarcan Tokyo Üniversitesinin Fen fakültesi profesörlerinden K. Mitsukuri'nin «Ja ponyada içtimai hayat» adlı bir eseri elime geçti. Kitabın 57 nci sahifesindeki bahsin başında «Japonyada terbiye» serlevhası var. Şimdi artık sözü profesöre bırakıyorum: «Talim ve terbiye sistemimizin temelini ilkmektebler teşkil ediyor. Bir Japon köyü nekadar fakir olursa olsun mutlak bir mektebi vardır ve o mekteb mutlak köyün en güzel, en temiz ve en büyük binasıdır. Japonyada köylüler için, mektebi her cihetle mükemmel bir halde tutmak bir izzetinefis meselesidir. Köylüler arasında talim ve terbiye sahasında son elli senedenberi müthiş bir rekabet var dır. Sıtma ile, tifo ile, veremle olduğu gibi bütün Japonyada cehaletle de bir mücadele vardır. Doksan milyon insan denebilir ki bir maarif seferberliğine çıkmıştır. Daha 1895 te bundan yirmi yedi yıl evvel (kitab 1929 da basılmıştır) bütün Japonyada mekteb çağma girmiş 7,670,837 çocuktan 4,388,069 u ilk mektebe gidiyordu. Demek yüzde altmış biri okuyup yazıyordu. 1918 de 9,497,275 çocuktan 8,001,703 ü yani yüzde doksanı mektebe devam ediyor. Bundan elli sene evvel Japon evlerinde hizmetçilik, ahçılık, dadılık edenlerin içinde okuyup yazma bilenler parmakla gösterilecek kadar azdı. Bugün bunlar arasmda okuyup yazma bilmiyenlere na diren lesadüf edilir. Japon tımumî bütçesi tetkik edilirse maarife aynlan tahsisatm müdafaai milliyete yakın bir yekun teşkil ettiği görülür. Ondan başka hükumet Çin Japon harbinde aldığı tazminatm mühim bir kısmını maarife vermiştir. Japonya ilkmeketeblerden sonra, sanat mekteblerine de ayni derecede ehem miyet vermektedir. Orta tahsil veren mektebler de bir taraftan genclerimizi ü" niversitelerimize hazırlamaktadır. Halen Japonyada sekiz üniversite vardır. Bunlann beşi devlete aiddir. Devlet üniversiteleri şunlardır: 1 Tokyo Üniversitesi 2 Kyoto » 3 Tokohu » 4 Kiushu » 5 Hokaido » Bunlann yanında hükumetten tahsisat alan üç hususî üniversite daha vardır: 1 Keio Gijiku Üniversite 2 Woseda Üniversitesi 3 Japonya kadın Üniversitesi 1918 de Tokyo Üniversitesinde 4600 genc tahsil görüyordu. 1918 senesine kadar Japon Üniversitelerinden 18,000 genc diploma almıştır. Bu gencler meyanmda 3000 münevver Japon genci bugün devlet makinesinde en mühim vazifeleri üzerlerine almışlardır.» Bundan başka Tokyoda çıkan (The Japon Times) gazetesinin 12 eylul 936 nüshasmda şu dikkati calib satırlan okudum: (Tokyo Is Center Of National) Tokyo millî terbiye merkezidir. Başlıklı yazı şu esaslı malumatı veri yor: «Tokyoda 1600 den fazla tahsfl müessesi ve 965 bin talebe vardır. Bunlardan 665 bini ilk okul talebesi, 300 bini lıse ve ortamekteb talebesidir. Bu suretle Tokyo şehri şarkta bir tahsil merkezi olmuştur. (Japon) şehirleri, kasabalan ve köyleri kanunen ilkmekteb kurmağa mecburdurlar. Ortamektebleri de bele diyeler tesis etmekle mükelleftir. Fakat le gelmiş denebilirdi. Sokaktan takım takım îngiliz müfrezeleri, esmer ve siyah derili müstemleke askeri, Fransız zabitleri, gitarah şarkıcılar gibi uzun makferlanlı İtalyan polisleri geçiyordu. Sanklar, fesler, şapkalar bu büyük hercümerc içinde hüviyeti belirsiz bulanık renkler gibi akıyordu. Köprübaşmda yol çevirmeler, kahveden posta e dip götürmeler yüzünden asıl İstanbul halkı evlerine sinmiş, meydanı bir serseri yığını almıştı. Bu adamlar şehre ayak basanları daha gardan kuşatıyor. Etrafı görmeğe fırsat bırakmadan doğru Bey oğlundaki pansiyonlara çıkarıp oradan memleketi istedikleri gibi seyretsinler diye lâzım gelen gözlüğü veriyorlardı. Pierre Loti âşıklannı sukutu hayale uğratmak için her vesileyi kullanan bu adamlar, bilmeksizin halka hizmet etmekte idi: Frenkler ihtimal «füsunkâr şiir» i bulamayınca, şarktan nefret ediyorlar. Fakat halk, büyük sermayenin darbesile bütün kuvvetini kaybedip bu sefalete razı olacak hale gelen yerliler «frenk» in hakikî yüzünü bu güzel ve yerinde gaflarla öğrenmeğe muvaffak oluyordu. Işgal kuvvetlerinin en büyük faydası şu olmuştu: Medeniyet mübeşşirlerini asıl vazifeleri ilk tahsili bürön efradı millete teşmil etmektir. Bugün Tokyo belediyesinin idare ettiği 42 (Kindergarten) de 4000 çocuk, 542 ilkmektebin 12,432 smıfmda 665 bin kız ve erkek çocuk talim ve terbiye görüyor. Tokyodaki ilkmekteb hocalannm mecmuu 13,600 dür. Bundan başka anala rını, babalannı beslemek için iş tutan veya mağaza, fabrikalara devam mec buriyetinde bulunan fakir çocuklara mahsus 65 akşam mektebi vardır. Bu mekteblere devam eden çocuklarm miktan 7200 kadardır. Tokyoda mekteb çağma gelen çocukların miktarı günden güne artmaktadır. 1934 şubatında mekteb çağına gelen çocuklann adedi 726,600 idi ki bunun yüzde doksan dokuzdan biraz fazlası muntazaman mektebe devam ediyordu. 1901 de Tokyo belediyesi erkek ve kız çocuklannı ticaret ve sanayi hayatına hazırlamak için bir amelî san'at mektebi tesis etmişti. Bu aded zamanm ihtiyacı nisbetinde artmışhr. Şimdi Tokyoda 170 san'at mektebi vardrr. Bunlardan başka Tokyoda Körler mektebi, Sağır ve Dilsizler mektebi Te Anormal çocuklar mektebi vardır. Ondan sonra halkın tahsil seviyesini yükseltmek ve onlann îçtimaî bilgilerini genişletmek için en ehemmiyetli olan müesseseler halk kütübhaneleridir. Bunlann adedi Tokyo da (50) dir. 25 ini belediye idare etmektedir ki bu yirmi beş kü tübhanede eski Te yeni eserlerin miktarı 390,000 dir. Hergün ba irfan ocaklanna devam eden kadın, erkeklerfn miktan Tasatî 8000 dir. Üçüncü olarak ayni derecede ehem miyet verilen beden terbiyesi yurdlandır. Bunlar 1926 nisanında açılmıştır. Bu yurdlarda gaye Japon genclerine millî ve askerî bir ruh aşılamak ve onlan hayat mücadelesine hazırlamaktır. Halen Tokyoda bu yurdlardan 114 tane açılmıştır ki bu yurdlara akşamlan ve tatil günleri yaşlan 16 ile 20 arasmda 13,164 talebe devam etmektedir. Orada hem jimnastik, hem duş yaparlar.» İşte Uzakşarkta yaşıyan, çoğumuzca bilinmiyen ve dev adımlarlarile medeni yet sahasmda ilerliyen Japonlann fikir ve beden terbiyesindeki mesai tarzı. Japonlar hayat savaşmda muvaffak olmanm sırnna akıl erdirmişler ve fikirle beden arasında tam bir muvazenet tesisini kendilerine ideal edinmişlerdir. İlk cihan tarihi basılıyor arih, ilkin ağızlarda dolaşh, masal gibi kulaktan kulağa Te nesilden nesrfe devrolundu. Sonra taşlar üzerinde, mabed duvarla rında, heykellerin eteğinde, levhalarda ve kiremidlerde parça parça yer almağa başladı. Üç bin, üç bin beş yüz sene evvel Peygamber Musa, kaleme aldırdıgı Tevratla beşeriyet tarihinden birkaç fadı rivayet ve hikâyetlere müstenid, hurarfelerle dolu olarak tesbit etti. Ondan bin yıl kadar sonra Yunanlılarda beşer ha yatınm yazılı bir hale geçmesi için çalışmak emeli uyandı, başta Herodote ol mak üzere birçok adamlar bu yolda kalem oynattı ve eser bırakh. Romalılar, onlann izinde yürüdü ve yavaş yaraş tarih, vücud buldu. Fakat cihan tarihini toplu olarak ya«mak ve yazdırmak şerefi Türklere kal dı. Bu şeref, başka bir millete nasib oisaydı gerçekten yazık olurdu. Çünkü Uri rihi hakikatte halkeden Türklerdi, haysiyetle ontı başkalanndan daha ösce] tedvin etmek ona düşerdi. Camiüttevarihten bahsetmek istedîğiı Ibette anlaşılmışhr. Malum olduğu üzej re bu mühim eser, kürenin ilk nmumî tsrihidir, İlhanhlar saraymda yazırnuştnr. Yazdıran Ulcayto Handır T« bir ihnî heyet tarafından kaleme almmışhr. Heyetm başında Ebül'fadıl Reşideddîn bnr lunuyordu Te eserin tasnifini o yapmış olduğundan müelliflik şerefi de kendisine atfedilegeliyordtı. Reşideddin 1305 yılında eserini Ul cayto Hana takdim etti, on iki yıl sonra da hazin bir surette dünyadan göçüp giti. Şark ve garb altı yüz küsur yıldanbeı Camiüttevarihten istifade eder. Nekadar yazık ki yazıldığı devrin edebî diK lmak hasebile kitab, farsça yazılmış ve bugüne kadar türkçeye çevrilmemiştir. Halbuki eski Türk hayatmı vukuf ve saâhiyetle tasvir eden eserlerin en başında Camiüttevarih vardır. * * * Son günlerde bu eski ve kıymetli ese ' in Türk Tarih Kurulu tarafından tercümesi karar altına alındığmı duyunca tabiatile sevindim ve verilen karan candan lkışladım. Kitabı kimin tercüme edeceini bilmiyorum. Şüphe yok ki bu iş fars dilini kuvvetle bilen ve tarihî isimleri, tabırleri, ıstılahları kullanıldıklan devirler ve geçirdikleri istihalelere göre muka yeseye muktedir olan ehliyetli bir kimseye verilecektir. Bu takdirde tercümenin beliğ ve nefis olacağma şimdiden itimad edebiliriz. Bununla beraber hatınma gelen bir tercüme fıkrasını da burada aydetmekten kendimi alamıyorum: Hammer, meşhur olan Osmanh Tarihini yazarken Arab ve Acem me'hazlanndan da bol bol istifade etmiş ve sırası gelince o dillerle söylenmiş darbımeselleri eseri ne geçirmişti. O meyanda «essabrii mif ahülferec» sözünü almancaya çevirirken harekeli olan bir R harfini sakin okumak gafletine düştüğünden yaptığı tercüme gayet gülünc olmuştu. Bu küçük misal, ercüme işlerine verilmesi icab eden e hemmiyeti tebellür ettirmeğe kâfidir. Fıkrayı, samimî olarak söylüyorum, arihî tercüme hatalanndan bir nümune göstermek için yazdım. Yoksa Camiüt evarihin aslına ve bugünün diline uygun olarak tercüme olunacağına tamamile eminim: Tarihsevenlere şu müjdemin bir yük bir sevinc vereceğine mutmain olduğum gibi!.. T Ingilterenin Almanyaya açacağı kredi» Londra 10 (A.A.) Alâkadar finans ve banka mahfilleri, donmuş krediler hakkmda 22 şubatta müddeti bitecek olan anlaşmanm yenilenmesi için Al man makamatile şubat 1937 başında müzakerelere başlanmasını tabiî telâkki etmektedirler. Bununla beraber henüz îhzarî müzakereler cereyan etmemiştir. Bazı kimseler, önümüzdeki müzake •elerde Almanyaya yeni krediler verilmesi lehinde görüşmeler imkânı da görmektedirler. Burada hatta Almanyaya araftar olan banka mahfillerinde elde edilen malumata göre, böyle bir ihtimal yoktur ve şimdiki ahval ve şerait içinde böyle bir mesele varid de olamaz. çok mükemmel bir liman olan Beyruta malik bulunmaktadır bu memleketin müslüman ve hıristiyan ahalisi arasında da güzel bir müvazene temin edilmiş oluyor ve bu suretle de bunun tatbiki çok hayırlı bir netice vermiş oluyor. Bu, münakaşaya arzedilen bir düşü nüş tarzından ibarettir; fakat bu düşü nüş tarzının esası Akdenizde Fransız devleti için o derece hayatî lüzumlara istinad ediyor ki burada arzetmeği yerinde bir hareket telâkki eyledim.» SELİM SIRRI TARCAN Türk donanmasmm Umumî Harbdeki faaliyeti Türk donanmasmm Umumî Harbdeki harekâtı hakkmda Şamda arabca olarak gayet mühim bir eser neşredil miştir. Eserin ash Yavuzda telsiz me muru bulunan M.Kopp'undur. Mumaileyh vazifesi itibarile donanmanın bütün esrarma ve hatta Türkiyenin Umumî Harbe nasıl girdiğine vâkıf bulundu ğundan bu malumata binaen U mumî Harbde Türk donanmasının yaptığı faaliyetlerin heyeti ttmumiyesi hakkında bu eseri vücude getirmiştir. Eseri almancadan arabcaya nakleden Şamda çıkan Elşuab gazetesi muharrirlerinden Nureddinülimamdır. Mumaileyh Türkiyenin bir cüz'ü o lup Umumî Harb neticesi olarak Tür kiyeden ayrılan Suriyeliler için bu eserin şayani istifade bulunduğunu eserin mukaddemesine yazmıştır. Eserin tercümesi sonunda Yavuzun Umumî Harbden sonraki safahatım ve bugünkü Türk donanmasmm vaziye ti hakkmda da malumat verilmektedir. dört gözle beylıyenler müthiş bir sukutu hayale ugradılar. îçinden Türklere kır • gın olanlann da, bu darbeyi yedikten sonra akılları başma gelerek gözleri faltaşı gibi açıldı. İlk zamanlarda bazı taşkmlann cemaat gayretile Türkler aleyhme yaptığı propaganda, bu suretle gittikçe gevşemeğe başladı. Beyoğlu barlannda eksik olmıyan vak'alar, işgal askerinin içyüzünü meydana çıkarmıştı: Bir gece sabahlara kadar kapılan kapatarak halkı hu zursuz bıraktıklan ve içeride akla gel medik sahneler yaptıklan havadisi bütün şehirde yayıldı. Asıl mühim olan, işgal ordusu ardından gelen sermaye ile şehrin can damarını kurutmağa başlamasıydı. Yerli mağazalar kapanıyor. Yerli tez gâhlar mahvoluyor. Türk idaresinden şikâyetle garbden meded umanlar şimdi bu cendere altında ezildiğini anlayınca feryadı basıyordu. Dükkâncılann suratı asılmıştı. Kapahçarşı boşalıyordu. Yu nan ordusu ilerledıkçe bazı Rumların yü~ zü gülüyorsa da, bu havadisten emin olmadıkları için sevinclerini açığa vurmağa da bir türlü cür'et edemiyorlardı. Demir, bu akşam Boğaziçi dönüşü gene Babıâlideki idarehaneye gidiyordu. GENERAL WEYGAND M. TURHAN TAN Cumhuriyetin ictimaî romanı: 87 Yazan: Hilmi Ziya Delikanlılar daha işin farkında degil! Ustalarma hoş görünmek için koşa koşa geliyorlar. Ne olursa olsun canım, sen niyete bak!.. Efendi ağabey, çok konuştuk. Kahveni soğutma! diyerek ayağa kalktı, ve yeni gelen müşterilere doğru seğirtti. Demir, daha fazla oyalanmamak için yola koyuldu. Yağmur durmuştu. Yolda sosyalist fırkası reisi Rıza Beyi, Kazlı çeşme amelesini, camiyi ve kahvecinin anlattıklarını düşünerek kafası müthiş bir hercümerc içinde, eve döndü. nikâhlarınm kıyılması, Rumelihisannda eski bir yalının selâmlık tarafına yerleşmeleri gibi birçok hâdiseler birbiri üstüne son bir haftaya birikmişti. Demirin sıhhati yoluna girdiği için, şiddetli havalara rağmen bu işler onu yormadı. Hatta bu sırada fasılasız di dinme ihtiyacile, son derece işine yaradı. Bu kadar telâş içinde, her dakikası mu haverelerle, küçük hesablarla geçen bu günlerde onu en çok meşgul eden hâdise birdenbire bir eski arkadaş grupile kar • şılaşması olmuştu. Bunlardan birine B u r sada, acele eve dönerken rasladığını ve başından savmak için akla karayı seçti ğini evvelce görmüştük. Bu gruptan bü yük bir kısmile mektebden tanışıyordu. Bir kısmmın sonradan katıldığı anlaşılı • yor. Demir onlara karşı hiç sempati duymuyor, talebelik hayatında kendilerinden birçok vesilelerle kaçtığını hatırlıyordu. Ekremin don Kişotça tavırlarmı ve hele bu jestleri hayranhkla karşılıyan muhi 3 Öyle tafsilât vardır ki, asıl vak'aya ulaşmak için süratle geçilmesi daha mu vafıktır: Mehmed Demirin bu sırada miras davasmı hal için yaptığı teşebbüsler, Hurrem Beyle Fatih civarında bir kira evine taşmmalan, hatta Cemalin Amerikan mektebinde muallimlik bularak lstanbula nakli, babasile aralarında senelerce ihtilâf mevzuu olan bir genc kızla tini gördükçe, gösterdikleri bütün dost luk tezahürlerine rağmen bir türlü onlara yaklaşamıyordu. Fakat bugün, şaşı lacak şey, ayni adamlar, belki de zamanın tashih edemediği ayni iptidaî jestle rile ona yalnız tahammül edilebilir değil, bir müddet sonra munis, manalı ve nihayet zarurî görüneğe başladı. Yazıhanelerine adeta zorla götürdükleri zaman, çoktan susadığı bir didinme hayatına kavuşmak için arkalarından sürüklenip gitti. İlk günler, yorgunluk de virlerinin ardmdan gelen alâkasız bir temaşacı.gözile geçmiş olduğu halde, yavaş yavaş haspihallerine karışıp hararetlenmeğe, günün birinde işi onlar kadar ciddiye alarak davalanna dört elle sanlmağa bile kalktı. Bu sırada İstanbul, Babil kulesine benziyordu. Zaten kuruluşundanberi, bu Şanghay kadar kozmopolit şehir, harb den sonra en hâkim rengi olan müslüman havasını da kaybedip dünya akınlarının geçtiği bir yatak, bir kavimler mahşeri olmuştu. Divanyolunda, ve Beyoğlunda adım başında raslanan renkler öyle ka nşık, kanunlar o kadar zıddı ki, bu şe hirde yaşıyanın evliya mı haydud mu olduğunu tayin bu vaziyette imkânsız ha Sert bir doğu rüzgân yüzünü yakarken yorgunluğunu alrp götürdüğü için, yokuşu her zamandan daha canh ve kolay ç r kıvermişti: Bu, çoğu akranı ve birkaçı daha yaşh genclerden ibaret bir küçük cemiyetti. İçlerinde rahat denecek kadar geliri olanlar bulunduğu için az zamanda bir idarehane, bir kâtib tutmağa ve çıkaracaklan gazeteye aid bütün hazırlığı yapmağa muvaffak olmuşlardı. İşin asıl güçlüğü bu gazetenin imtiyazmı al maktı. Böyle bir cemiyet namına imtiyaz istemek devrin zihniyetine göre hayli cesarete bağlı göründüğü için, teşebbüse girdikleri zamanki harareti bu sırada muhafaza edemeden birer bahane ile çekilmişlerdi. Bununla beraber, şüphe yok, herbirinin kendine göre bu işe girmesine mâni olan mükemmel birer mahzuru vardı: Biri sömestrlerini dolduramadığı için matbuat kanununa göre imtiyaz almak hakkından menediliyor, biri akrabasın • dan Türk tabiiyetinde olmıyanlar bulunduğunu, bir baskası sıhhatinin bozuklu ğunu ileri sürüyordu. Hesaba göre, bu i=e elverişli Demirden başka kimse yok görünüyordu. (Arkası var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle