17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 tkincikânun 1936 CUMHURtYET M Ü S A B A K A M I Z Tarihte Türkler için Türkîyenin emsalsiz kalkınması Elmukattan gazetesinde çıkan bir makale Mısırda çıkan Llmukattam gazetesı yazıyor: «Bütün şarklılar, herhangi bir şark ulusunun muvaffakiyeti karşısında büy'k gıpta hisleri duyarlar. Şark uluslarını birbirine bağlıyan yalnız muhabbet ve karabet değil, ayni zamanda menfaattir. Çünkü bir şark ulusunun muvaffakiyeti diğer şark uluslarının da ayni sahada muvaffakiyet kabiliyetini haiz bulunduklarma bir delil teşkil eder. Bütün muhtelif şark uluslan, Genel Savaştan sonra, medeniyet sahasında muhtelif derecede adımlar atmışlardır. Fakat bunların başı ve bunların piştan Türkiye olduğu inkâr edılemez. Avrupalıların «Hasta Adam» ve «Ölüm halinde adam» diye adladıklan eski Osmanlı İmparatorluğu, cesim, kudretli, şetaretlı ve durmadan çalışan bir genc olmuştur. Her hafta, hergün, telgraflar Türkiyenin ıslahat yolunda ilerlemesi ve kuvvetlenmesi hususunda alınan içtimaî, malî ve iküsadî tedbirleri haber vermektedirler. Asıl şayanı takdir olan mesele Türkiyenin yaptığı bütün kalkınmaların kendiliğinden ve hiç bir kimsenin yardımına muhtac olmaksızın yapılmakta olmasıdır. Türkiye, herşeyi kendisi yapıyor. Eğer bazı ecnebı mütehassıslara muhtac olduğu vaki ise de bunlardan yalnız muayyen bir iş ve muayyen bir zaman için istifade edilmekte dir. Türkiye, haricde hiçbir istikraz akdetmedi. Bununla beraber, Anadolu Demiryollannm inşası ve eski demiryoîlannın satın alınması için 32 milyon sterlın harcetmiştir. Bundan maada, Türk ; ye Ankaranın iman, Anadolu yollannın inşası, darülâcezeler ve saire gibi modern eserler inşası için, milyonlarca lira sarfetmiştir. Memleket zenginleşmiş, Türkiye nin bankalardaki mevduatı 140 milyon lirayı gecmiştir. Bu gibi hallere Osmanlı împaratorluğunda şahid olmadık. Söylenen büyük sözler GüneşDil teorisine göre toponomik tahlil Yukandanberi verdiğimiz izahlarla artık anlamış olduğumuz gibi (ağ f a m + as) = ağamas) = amas ışığın oldukça uzak bir sahada bir obje veya süje üzerinde görünüşü demek olur ki, bu suretle güneşten başka bir obje düşünmek ve aramak lâzim gelir. Bunun da ilk insan lara göre ay olduğuna süphe yoktur. Nitekim Amazonlar ve Komanlar âyinierini ay aydınlığında yaparlardı. Amazon isminde fazla olan üçüncü (. + z) unsurunun (. f s ) d e t»ir kategoride geldiğini ve aşağı yukan ayni rolü oynadığını biliyoruz. Bu kelimenin dördüncü unsuru olan on (. n) eki anlamı süjenin kendine ve yakın muhi tine getirdiği için kelimeyi daha fazla şahsileştiriyor. Akamosa gelince = birinci unsuru olan (V. + K.) ile (V. + Ğ) aras.nda bir fark yoktur. Çünkü insanlar, biribirine güneşi göstermek veya anlatmak için = ağ, ay, ag, ak, ah [ 1 ] kelimelerini kullanıyorlardı. Yurdumuzda Am ve Amaslı has isimlerden bazılannı alalım: Amasya = İlbaylık Amasra = Kasaba Amarat = Niğde, Aksaray, köy Amariç = Erzincan, Kigi köy Amut = Beyazıd, Aleşkirt köy Amhar = Konya, Ereğli köy Amildos = istanbul, Bakırköy köy Amim = Diyarbekir köy Amman = Muş köy Amara = Mardin, Midyat köy Amran = Malatya, Arabkir köy Bu isimlerden meselâ Muşun genc kazasında Amman ile Arab ilindeki Am manın ayni anlamda olduğunu ve ayni insanlar tarafında nkonulduğunu kabul etmek kadar ilmî bir hareket olamaz. Nitekim Mardinin Diyadin kazasmdadaki Ammara köyünün adını Şamın bir mahallesi de (Ammara) mahallesi) taşımak tadır. Şu köy adlarını da bu kategoriye sokabiliriz: Pil üzerinde çalışmalar Eski bir kadm meselesinin hıncı Hasmını tarlada öldüren muhtarın muhakemesi T. Gautier'nin fikirleri «Bence Bosfor Şarkın centilmenleri olan Türkleri eğlendirmek için yatatılmıştır. Onlara, kendi bahadırlık ve kibarlık den tanlartnı milyonlarca halka dinletmek için böyle bir yer Iâzımdı.» «Meçhulleri keşfetmekte gerçekten mahir olan değerli diplo matlarımızdan Kont Andreossi nin İstanbul hakkındaki sözleri henüz pek yenidir. Bu âlitn va tandaş. Bosphore'un jeolojik tarihi hakkında uzun mülâhazalar yürütmüştür. Bence bunlar yersiz ve değersizdir. «Hele başka bir diplomatımı ztn, Choiseul'ün bosforu bir yanardağdan doğurtmasına benim aklım bir türlü ermiyor. Andressinin de, Choiseulün de sözleri Straton ve Strabon tarafından verilen hükümler gibi hayale müstenid. «Bence bosfor, şarkın centil menleri olan Türkleri eğlendir mek, neş'elendirmek için yara • tılmıştır. Bu centilmenlere, ken • di bahadırlık ve kibarlık destanlarını milyonlarca halka dinlet mek için iki büyük kıt'anın ku lak kulağa geldiği, dudak duda ğa verdiği böyle bir yer lâzımdı. Tabiat bu yeri yarattı ve Türk, uzun asırlar araya araya ken disi için yaratılan • cennet köşe sini buldu. «İstanbul bütün güzelliğile, bütün haşmetile Türke yaraşır. Zarf ile mazrufun bu kadar uy gun düştüğü bir yer, kürenin başka hiçbir tarafında görülemez.» Theophile Gaulier 22 hiçbir tehlike yoktur. Ve elde Güneş îzmir (Özel) Dil Teorisi gibi kuvvetli bir ışık kayna Şehrimiz Ağırceza ğımız bulundukça bizi bunaltacak belli mahkemesi; entere başh bir tehlike ile de karşılaşamıyaca S3n ve mühim bir ğımızı sanınm. Onun için tetkik ve ana davayı rüyete başlizimize devam edebiliriz: lamıştır. Maznun, Mahan = Bilecik köy Seferihisarın Ka Mahanda = Erzurum köy vaklıdere köyü muhMaha = Samsun Çarşamba köyle tarı İsmaildir. Ayni ri de bu kategoriye girer, çünkü bunların köyden Giridli Hü" da etimolojik şekillerinde ağ j a m e i a " seyın oğlu Hasanı, sını buluruz. Meselâ: tarlasında çifte kur Mahan = ağ f am fahjan + • + •şunile öldürmüştür. Katil Muhtar tsmaü Mahanda Okunan evraka göre, cani bundan evvel = ağfamf ah + a n f ad(ağ bir jandarma neferini de yaralamıştır. Ve bu hâdiseden sonra da, at üstünde teMaha = ağ amahjağ dır ve hepsinde de ana kök (ağ f lefon tellerini keserek vak'anm merkeze aksetmemesini temine çalışmıştır. am) = am'dır. Gordon Child eski Mısırda bir Ma Maznunla maktul arasında bir kadın gandan haber vermektedir. Bu Maganın parmağınm rol oynadığı da anlaşılıyor. bizim Mahanın kendisi olduğu meydan Maktul Hasanın nikâhlısı Ayşe ile îsmadadır. Her ikisinin etimolojisini üstüste il arasında, evvelce bir münasebet gö yaparsak bu hakikat alana çıkar, her iki rülmüş ve Hasan, dava açmış, hatta îskelimenin de etimolojik şekli şunlardır: maili de şahid olarak dinletmiş ve kadını (D (2) (3) (4) Mahan = ağ + am + ah + an Maruf Fransız edibi Theophile Gautier Theophile Gautier kimdir? «San'at, san'at içindir» düsturunu kuran, san'atta ve edebiyatta bediî yük seklikten başka hiçbir gaye aramamayı san'at borcu tanıyan büyük san'atkâr dır. Romantizmin yaratıcısı değilse de yaşatıcısıdır, o mektebe eserlerile kuv vet ve kudret vermiştir. Bu büyük san'atkâr Fransızdır, 1811 de Tarbesde doğmuştur. İlkin ressam olmak istedi, o yolda çalıştı. Fakat kalemi fırçadan daha iyi kullanacağını, düşün .celerini ve duygularını tablolardan zi yade kitab sahifelerinde canlandırabileceğini anhyarak ressamlığı bıraktı, şa irliğe başladı. Çok heyecanh bir san'atkârdı. Sükutunda bile heyecan sezilirdi. Konuştuğu ve hele yazdığı vakit dinli yenleri, okuyanlan mutlaka heyecanlandırırdı. İçten gelme ince şiirlerile ve bu şiir lerdeki zarif üslubile dikkat ve şöhret kazandıktan sonra roman yazmıya ko yuldu, «Mlle de Maupin, Emaux et Ca mies, Lecapıtain Fracasse, Le roman de Momie» gibi gerçekten nefis eserler ya rattı. Ayni zamanda tenkidle uğraştı, vel veleli neşriyat yaptı, Les Grotesque bu yoldaki yazılannı ihtiva eden bir kitabdır. Theophile Gautier, san'atın yalnız san'at için yaratılacağı akidesine candan bağhydı. Bu sebeble klâsikleri durmadan hırpaladığı gibi romantizmin büyük üs tadlarile, kendi yoldaşlarile de bu akıdeye aykın düşen yazılar gördükçe çarpışmaktan geri kalmazdı. Viktor Hü go fle, Lamartinle bu yüzden hayli münakaşalar yapmıştır ve bu meslektaşlara da icab ettikçe hücumdan çekinmemiş tir. Theophile Gautier bir aralık seyahate çıktı. îspanyayı, îtalyayı, Rusyayı do laştı, Istanbula da uğradı. Bu seyahat lerindekj intıbalannı kaleme alıp neşretmiş ve İstanbulu da Constantinople adlı eserinde yaşatmıştır. Gautiernin bir de tiyatro tarihi vardır, öülümünden sonra da Romantizmin Tarihi adlı eseri neşredilmiştir. Bu büyük san'atkâr 1872 de ve Neuillyde öldü. Kızı Judith, kırk beş yıl daha babasının adını edebiyat âleminde Yeni Türkiye, daha doğrusu Kamâdiri ve verimli gösterdi. Çünkü o da kudretli bir edibdi, pek değerli eserler yazı list Türkiyenin yaptığı ilerlemeler her sahaya ve her mesai şubesine şamildir. O yordu. kadar şamildir ki, Osmanlı imDaratorlu«Not: Gautiernin yukarıya konulan ğu zamanında, Avrupalıların, Rumlann, sözleri arasında isimleri geçen Kont Yahudilerin, Ermenilerin ve Suriyelüerin Andreossi ile Choiseul istanbul elçiliğinyaptıklan işleri bile Türkler kendileri de bulunmuş Fransız diplomatlarıdır. japmaktadırlar. Dün gelen telgraflara Andreossi, general ve hydrographe idi. göre, Türkiyede polis teşkilâtında yeni İstanbul hakkında ilmî tetkikleri vardır. reformlar yapılmıştır. Bu reformlar o kaChoiseul da ayni suretle tetkikier yap dar değerlidir ki Mısır hükumetinin de mış ve Bosforun milâddan 1 750 yıl önbunları tatbik etmesi hususunda nazarı ce hâdis olan bir yanardağ feveranı ne dikkatini celbetmek isteriz. Çünkü bu ticesinde vücud bulduğunu söylemişti. yeni teşkilât arasında bir de ekonomik Straton, milâddan evvel üçüncü ve St polis kurulmuştur. Bu polis piyasalarda rabon gene milâddan önce birinci asırda fiatların yükselmesinin men'i, yiyecek yaşamış ilim adamlarıdır. Her ikisi bizim maddelenn tağşış edılmemesi ve saire gıbı Boğazların ne suretle vücud bulduğu ışlerle meşgul olacaktır. hakkında faraziyeler yürütmüşlerdir.» Son senelerde Türkiyeyi ziyaret edenIer, İstanbul polisinin şetaretini, ve zekâÜNİVERSİTEDE sını metetmektedirler. Kamâlist Türkiye bunu da kâfi görmemektedir ve polislerin Tetkik dönüşü Tıbbî tetkikler için Avrupaya gitmiş vazifelerine memleket hayatının bütün olan Tıb fakültesi dahiliye doçenti dok şubelerine aid işleri de ilâve etmektedir. tor Ekrem Şerif dün şehrimize avdet etîngilizler «muvaffakiyet, muvaffakimiştir. yetten doğar» ve yahud «muvaffakiyet ten daha yüksek bir muvaffakiyet yok Ticaret Odasında dünkü tur» derler.» Mağan = ağ f am f ağ + an (Ağ + am) = ağam = am yukarıda görüldüğü gibi kuvvet ve kudretm ışığın kendisi, işareti veremezdi. Üçün cü unsur olan (ah, ağ) ise her bakımından biribirinin ayni olan eklerdir. Fakat bu isimlerde başka anlamlaı da arıyabiliriz. Gordon Childe eski Mı sırdaki Mağanın su kıyısında olduğunu anlatıyor, profesör, Elam ve Mezopotamya kahramanı olan Kılgamişin Nii nehrile Kızıldeniz arasındaki çöllerdc de yaşadığmı anlattıktan sonra (bu efsane Mısıra deniz yolile ve Mağan kırlarına getirilmiştir. L'Orient prehistorique S. 115) diyor. Şu halde Mağan ve Mahan gibi isimlerde su ve sahil aramak doğru olur. îsimleri bu bakımdan analiz ede lim: (D (2) (3) (4) toplantı Emevi = Tokad, Erbaa köy Emert = Amasya, Merzifon koy Emerye = Antalya, Akseki köy Gordon Childe Mısırın ilk çiftçilerini anlatırken bu «Emeri» ismini de anar, ve der ki: Sınayın bronzu ve bakır taşı, Nobya nin altını... yanmda Suriyenin ve Eme rinin çam fıstık ağacları yukarı Mısıra kadar gelirdi. «L'orient prehistorique S. 76.» Gordon Childin bahşettiği bu E meri şüphesiz ki bizim Emeri değıidir. Fakat isimJer morfoloji ve fonetik bakımından tamamile aynidir. Ve Erbaa kazasının Emeri köyü de Uluçam orman lannın eteğinde uyuklıyan ılık ve tatlı biı Hasan Reşid TANKUT köydür. Not: Konumuz esasen toponomİK (1) Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik olduğu için sözü bu yolda uzatmamuda bakımından Turk Dılı, S. 11. Mahan = ağ am j ah + an (1) ağ = köktür. Su anlamınadır. (2) + am = ektir. Kök anlamını temsi leder. (3) ah = kök mefhumunu tamam lar. Şu hale göre: Ağ + am | ah = ağamah = Mah = tam manada su demektir. (Bu kelimenin son konsonu düşerek yalnız ma biçimini su anlamına olarak bugünkü Arab dilinde buluyoruz.) (4) | an = anlamı obje veya süjenin bitişiğine ve yakın muhitine getiren ektir ve böyle olunca: Mahan, Mağan, Mahanda ve Mahaya tamamile sahilde, su ve su kıyısı ile yakından ilgili bir yerde bulunmak tabiidir. boşamıştır. Hâdise tarlada geçmiş ve Hasan, çift sürerken öldürülmüştür. Şahidlerden bıri dıyor ki: « Ben, çift sürüyordum. Bir silâh sesi duydum, başımı çevirdim. Muhtar İsmail elinde uzun bir silâh, kaçıyordu. Hatta şapkası birkaç defa düştü, aldı, başına geçirdi. Yanımdaki arkadaşım, ne var, diye sordu. Hiç, dedim, avcılar kuşlara atı yorlar! Bu şekilde cevab vermekliğimin se bebi şudur: Bu muhtar İsmail, hekesin gözünii yıldırmıştır. Ondan bütün köylü korkar.. Ben de ayni endişe ile hâdiseyi kimseye söylemedım. Diğer bir şahid, muhtarın telefon tellerini nasıl kestiğini, üçüncü bir şahid de, muhtara cinayet haberi verilince, muh tarın, ölünün başına gelerek ayağile dürtüp, sadece: Ölmüş! Dediğini ve bırakıp gittiğini anlatmışbr. Ticaret Odası idare heyeti dün bir toplantı yaparak devlet devairinin mü nakasaya koyacağı eşya hakkında fiat tahminleri işini müzakere etmiştir. Ticaret Odası umumî meclisi bugün toplanarak yeni sene bütçesini tetkik e decektir. Bir Macarın ihtiraı Bir Macar yazı makinelerinde kullanılan mürekkebli şeridlerin hayatını dört misli artıracak şekilde bir ihtirada bu lunduğundan bahsetmiş ve bu ihtiraın Türkiyede tatbikı için bir ticarethane ile tanışmak istediğini bildirmiştir. Oda bu hususta alâkadarla temasa başlamıştır. Aydında hastalanarak tedavi edilmek üzere İstanbula getirildiği sırada vefat eden sabık Teşrifatçı Ahmed Muhtarın zevcesi. mahdumları ve kızı merhumun cenaze töreninde bulunarak bu büyük acılarına iştirak eden dostlarma, min net ve şükranlarının arzma gazetemiz tavsit etmişlerdir. Bir teşekkür Romanya bizden tuz alıyor Romanya ile aramızda yapılmış olan son ticaret ve döviz anlaşmaları üzerine iki memleket arasında ticarî mübadele işleri hayli artmıştır. Son zamanlarda iki memleket arasında muhtelif müesseseler tarafından ta kas anlaşmaları yapılmıştır. Bu anlaş malardan birine göre Romanya bu yıl içinde memleketimizden 20,000 ton tuz alacaktır. Tuzlarımız îzmirde Çamaltı memlehasından Romanyanın muhtelif iskelelerine altı ay zarfında sevkedilecektir. Bu tuzlara mukabil Romanya da memleketimize gaz ve kereste verecektir. Fakat şimdilik, bizim babacan, bu ih' tiyarî suç ortakhğından hiçbir istifade te" min edemiyordu. Hâlâ son safta idik ve bu hararetli inadcı kalabalığı yarmağa kalkışmak bana beyhude görünüyordu. Lâkin, bu meraklı meslekte ne derece acemi olduğumu, bir kere daha anlamak fırsatını buldum. Arkadaşım, o üstad, o kaşarlanmış mütefennin, çekicin, mezada konan bir malın satıldığmı bildiren her darbesinde, bu insan duvarının, kısacık bir müddet için gevşediğinin çoktanberi farkında idi. Bu anlarda, yukarı dıkilen başlar iner, tüccarlar, fiatları kataloğla nna yazarlar, tektük bazı meraklılar çekilip gider ve bu kesif kalabalığın içine, biı dakika kadar, biraz hava girer. Dostum, deha eseri denilebilecek bir süratle bu sanıyeden istifade ederek, başı ileride, bir torpil gibi ileriye doğru daldı. Bir itişte dört beş sırayı birden delip geçmiş ve bu ihtiyatsızı kendi haline bırakmanfağa ahdetmiş olan beni, birdenbıre tek başıma, uzakta bırakmıştı. Ben de kalabalığı yarıp geçmeğe çalıştım, fakat mezad tekrar başlamış, duvar kapanmış Yurddan Yazılar Yarın başlıyor yahud, gülümsiyerek: «Haydi mösyö ler, daha kıymetini bulmadı!» diyordu. Bütün bu müddet zarfında, sağa sola, tanıdıklara, bilgiç bilgiç selâmlar dağı tıyor, bazı amatörleri teşvik etmek için göz kırpıyordu. Müzayedeye yeni bir mal çıktıkça, kısaca tarif ediyor. Fakat fiat yükseldikçe, onun sesi de, azamî tesir uyandırmak için, derece derece yükse liyordu. Bu iki üç yüz kişinin, saatlerce nefeslerini tutup onun dudaklanndan çıkacak kelimelere bağlanıp kalışından, yahud elindeki ufak, beyaz çekicin cazibesine kapılışından, tarife sığmaz bir zevk duyuyordu. Müzayedenin bir aletinden ibaret olduğu halde bütün işi idare edenin ken disi olduğu vâhimesi, onu mest ediyordu; sesinde öyle ahenkler hasıl oluyordu ki, bana, kuyruğunu yelpazeleştiren tavuskuşunu hatırlatıyordu; maamafih, bütün bu el ve dil hareketlerinin, çok zarurî olan zihin meşguliyetini tevlid etmek su ~ retile, dostumun işine, bu sabahki üç maymunun soytarılıkları kadar yaradığmı da için için anlamaktan geri durmuyordum. TRAMVAYA ÇARPAN YÜK ARA BASI! Hüseynin idaresindeki 1170 sayılı yük arabası Sirkecide Antalya ambarı önünden geçerken vatman Hüseynin idaresindeki 50 sayılı tramvaya çarpmış ve tramvayı ön tarafından hasara uğratmıştır. İşin garibi araba ve bevgirlere birşey olmamıştır. BALIKTAN MI ZEHİRLENMİŞ? Beyoğlunda Firavun birahanesi garsonlarmdan Hüsnüyü, dün amcası gayet tehlikeli bir halde Beyoğlu hastanesine getirerek yatırmıştır. Hastane doktor ları garsonun vaziyetinden şüphelen mişler ve telefonla Beyoğlu polısine haber vermişlerdir. Bunun üzerine polis işe el koymuştur. Garsonun yediği balıktan zehirlendiği zannedilmektedir. Maamafih polis tahkikatma devam et mektedir. ÇOCUĞA ÇARPTI Şoför TevfiBir yobazın herzeleri ğin idaresindeki 2075 sayılı ,otomobil, Mersin gazetelerinde okunduğuna göre, Ramazan bayrammda inkılâb ve lâ dün Ortaköyden geçerken 23 üncü ilktalebelerinden 8 yaşlarmda iklik aleyhinde vaızda bulunan Ahme mekteb din duruşması başlamıştır. Bu adam na Mehmede çarpmış ve zavallı çocuğu yamaz kılmıyanlarla oruc tutmıyanların ralamıştır. Şoför yakalanmıştır. hınzır ve eşeğe müşabih olduklarını SUÇÜSTÜ YAKALANAN KUMARsöylemiştir. BAZLAR Evvelki gece saat 20,30 da Suriye sahillerinde Fransız Tavukpazarmda Demirciler sokağmda Saidin 280 sayılı kahvesinde meşhur donânmasınm manevrası sabıkalılarm kumar oynadıklarını ve Beyrut gazetelerinin yazdıklarına gö toplandıklarmı haber alan ikinci şube re, Fransız donanması ayın on yedisın memurları kahveye anî bir baskm yapdenberi Suriye sahillerinde manevra mışlar ve sabıkalılardan Bahaeddin, lar yapmağa başlamıştır. Bu manevra Hakkı, Hayrı, Receb, Salıh, Yaşar admlara Fransız hava kuvvetleri de iştirak daki kimseleri suçüstü yakalamışlardır. etmektedir. tı. Ben, bataklığa gömülmüş bir araba gibi, kalabalığın en koyu yerinde, kımıldıyamamak şartile sıkışıp kalmıştım. Müthiş, boğucu, yapışkan bir baskıya yakalanmıştım. Önümde, arkamda, sağımda, solumda, esvablar ve vücudler öyle birbirine yapışmış bir halde idi ki, yanımda kilerden biri öksürünce, benim göğsüm ötüyordu. Hava, teneffüs edilemiyecek kadar ağırdı; toz ve küf kokusundan başka, para ile alâkadar her yerde olduğu gibi, ter kokusu duyuluyordu. Sıcaktan boğulu yordum; mendilimi çıkarmak için ceke timi çözmeğe uğraştım, nafıle. Sımsıkı sarılmıştım. Sıraları teker teker yarıp geçmek için ısrarla uğraşmaktan da geri durmuyordum ama iş içten geçmişti! Ka~ narya sarısı pardesü gözden kaybolmuştu, artık onu göremiyordum. Onun tehlikeli mevcudiyetini, bütün azası bir felâket vukubulacağı korkusıle asabî bir titremeye kapılan benden başka kimsenin farketmedıği bu kalabalığın arasında bir yere saklanmıştı. Her an bir kavga, bir döğüş kopmasını bekliyor, «Hırsız var!» diye bir feryad işiteceğimi, sonra onun, paltosunun kollarından tutulup sürüklenerek dışarı çıkarılacağını zannediyordum. O gün, bilhassa o gün bir beceriksizlik yapacağını nasıl korkunc bir hissi kablelvukula duyduğumu anlata mam. Lâkin, hiç birşey olmadı; ne bağıran oldu, ne birşey söyliyen; bilâkis te pinmeler, konuşmalar, mınltılar birden bire kesildi. Ortalığı bir sessizlik kapla dı; bu iki üç yüz kişi, şimdi, ağızbirliği etmişler zibi, nefeslerini tutmuş, alnı daha azametli bir parlaklıkla yanacak kadar avizenin altına doğru bir adım geriliyen mezad memurunun yüzüne, daha dikkatle bakmağa başlamıslardı. Sıra, mezad edilecek esvanıa en kıymetlisine gelm'ş ti. Bu, Çin împaratoru tarafından, bun dan üç asır evvel hususî bir hevet vastfasile Fransa Kralına hediye edilen ve daha birçok şeyler gibi, İhtilâl esnasmda Versaydan esrarengiz bir tarzda kaybo lan muazzam bir Çin vazosu ıdı. (Arkan var) BİR SAN'ATIN İÇYÜZÜ 13 Yazan : Stefan Zweig Nadide yemeklerle dolu bir masanın başmda oturan bir obur gibi sabır ve inadla, arada sırada yaftalara göz gez diriyordu. En nihayet «Madam lâ kontes Yves de G...nin meşhur Çin porselenleri» kolleksiyonunun mezad edildiği 7 numarah salonda karar kıldı. Bugün o #alonda her halde çok kıymetli eşya satılıyordu, kaIabalık okadar fazla, ahali biribirine o kadar sokulmuş ve sıkışmıştı ki, kapıdan bakıldığı zaman, belki yirmi otuz dizinin teşkil ettiği kalın insan duvarının öte tarafında kalan mezad masasını görmek kabil değildi. Bizim bulunduğumuz yerden, ancak, müzayede senfonisini, uzun ve üzüntülü fasılalarla kesilen muntazam bir prestisimo ahengile, tıpkı orkestra şefi gibi idare eden mezad memurunun, elindeki beyaz çekiçle yaptığı tuhaf hare ketler seçilebiliyordu. O, etraftan sürülen peyleri, «altı yüz, altı yüz beş, altı yüz on» seslerini, daha ağızlardan çıkarken, bir canbazın İİH fatlı tavırlarını andıran zarif hareketlerle, rengârenk birer top gibi yakalıyor, ve ayni rakamlan, hecalarını uzata uzata, tekrar fırlatıyordu. Ara sıra, müzayedeyi canlandırmağa çalışıyor, pey sürenler duraladıkça, rakam dansına fasıla verildikçe, teşvik edici tebessümlerle halka bakarak: «Arttıran yok mu?» diye soru yor, bazan, alnını ince bir çizgi ile kınştıran ciddî bir çehre takınarak: «Sa...tıyorum!» tehdidini fırlatıyor ve fildişi çekicini, azimkâr bir hareketle kaldırıyor;
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle