Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
1 HAZİRAN 2020 6 DÜNYAYI DERINDEN SARSAN COVID19’UN INSANLIK ÜZERINDEKI ETKISI Karantinada yeniden doğuş Acil durum planları ve hükümetlerin krizden çıkma projelerinin ötesinde, artık hayatımızın bir ucunda internet baronlarının uluslarüstü zaferiyle bağlantılı ve aşamayacağımız bir gerçek var. Demokrat olalım ya da olmayalım, meğer medya gezegeninde karantinaya alınmışız ve çıkamayacakmışız!.. Ama biliyoruz ki içe kapanmaları, dışavurumlar izler. Onca beklenen “normallik” geri geldiğinde, belki bizler de endişeli kriz sürecinden çıkardığımız dersleri unutarak teknolojinin hükmündeki medya destekli uyuşukluğumuza hızla geri döneriz... DENIS DUCLOS* Baş tarafı 1. sayfada Kısmi sayılara dayanan ve virü sü taşıyan bir kişinin bulaştırdığı ortalama insan nüfusunu ifade eden RO gösterge oranları; hasta sayısı, vefatlar, yoğun bakım ünitelerindeki hastalar vb. ile devamlı olarak endişe yaratan bir tablo çizdi. Bu tabloların uluslararası karşılaştırmaları, kesin ve eksiksiz bir sonuç çıkarmanın olanaksızlığını ortaya koydu. Can kayıpları sayılarına dair bitmek bilmeyen “ölüm nedeni” tartışmalarının, komşudan daha kötü sonuç almak utancından kaçınmak için yapıldığını anlamak zor değil. (1) Tam da bu yüzden, medya ve sağlık kuruluşlarının, virüsün yayılımı ve neden olduğu ölümlerle ilgili tüm güvenilir verilerin “evrensel bir okuması” için derhal ortak araçlar geliştirmeleri, artık birlikte hareket etmeleri beklenmelidir. Medya, virüsün yayılmasıyla ilgili olarak hükümetlerin doktrinlerini, karantina gereğini tartışmaya açan ve örneğin salgının sıcak, nemli ülkelerde, dışarıya az çok kapalı ve genç nüfusu çok olan ülkelerde daha az olduğu varsayımına dayalı haberleri vermekten kaçınıyorlar. Ama bu kuşkucu yaklaşım, medyanın da etkisini sınırlamakta: Topluma güven vermek, umutları diri tutmak ve ilaç sanayiinin vaatlerini de paylaşmak gerekli. Oysa gazeteciler, sadece “bilimsel yöntemin” sözde daima erdemli kurallarını izlemekle yetinip, edilgen bir üslupla “nihayet güvenilir” ilacın bulunmasını bekliyorlar. Tekrarlanan deneylerin ve kanıt protokollerinin zayıflığını, çoğu vakada pozitif ya da negatif test sonuçlarına güvenilmezliğini, bilerek görmezden geliyorlar. Medya korosunun kararsız bekleyişi bu noktada bir paradoksa varıyor: İdealize edilmiş bir teknobilime imanı destekleyeyim derken, erken duyurulardan hayal kırıklığına uğrayan ya da resmi farmakolojiye tepki duyan kesimleri haklı çıkarıyor. Şarlatanlık şüphesi, teknoloji imanına gölgesi gibi eşlik ediyor. Çözümün aciliyeti ne olursa olsun, yanılma ve yolundan dönme özgürlüklerine ihtiyaç duyan araştırmacı mühendislerin üstünde de baskı oluşturuyor.Yetkililerin, sıradan özgürlükleri sınırlama açıklamaları, bir anlamda salgına dair sayılarla oynanmasına benzer medyatik yönelimi izliyor. Meşru menfaatlerin çatışmasına, kamu politikalarının doğruluğu ya da yanlışlığına değin zıt analizler; daha tutkulu ve tartışmalı bir ortam yaratıyorlar. “Nüfus gözlemi” uygulaması hakkındaki kavga, ortaya böyle çıktı. Medya siyasete eşlik ederken... Kuzey Avrupa’da benimsenen “sürü bağışıklığı kazandırma” yöntemi ve karantina yöntemi arasındaki tartışmaya gelince... Belki ilk stratejinin gerçek dışılığı yüzünden uzun sürdüğü söylenebilir. İsveç örneğinde olduğu gibi rahatsız edici “sürü bağışıklığı kazandırma stratejisi; yaşamdan ziyade ekonominin iyileştirilmesi için de Dünyayı sarsan Covid19 salgınıyla başlayan karantina sürecinden sonraki zihinsel ve fiziksel sağlığımız için “sosyal yakınlaşma” da gerekli olacak. ğil de sağlıktan ziyade özgürlük için uygulanmış bir politikadır” itirafı da tartışmayı uzatan etken sayılabilir. Toplumun tamamına yasal, siyasal ya da asker/polis emri olarak verilen tüm kararlarla ilgili olarak her yerde tekrarlanan, “salgına bağlı ölüm sayısı ve vaka sayısı eğrisinin düzleşmesi” ilkesinin kabul edilmesi gerekiyor. Ardından mikrofon ve kameraların arkasında temkinli bir şüphe ortaya çıkıyor... Medya siyasete eşlik ederken aynı zamanda siyasetçilerin arasındaki fikir ayrılıkları ve kararlar üzerindeki tereddütler başlıyor. Demokrasilerde çatışmaların olumlu yanının kabul görmesi gerekirken, salgından daha yıkıcı olabilecek histerik bir aktivizmi tetiklediği ortaya çıkıyor. Bireysel yalnızlık... Önlem politikalarının gerçek etkinliği konusundaki tartışmalara gelince, bazen sert tutum bile gerekiyor. Örneğin 22 Nisan tarihinde yayımlanan bir araştırmada, karantinanın 60 binden fazla ölüme engel olduğu ileri sürüldü ve hükümet ile basın nezdinde başka araştırmacılar tarafından doğrulanması beklenmeden kabul gören bu iddiayla, karantina süreci uzatıldı. (2) Oysa Hindistan gibi geniş ölçekli ülkelerde ve Batı dünyasına dağınık bir çerçevede gözlem altına alınan “karantinanın insan sağlığına zararlı etkileri” hiç de bu iddiaya hak verir nitelikte değildi. Sanki kimse dün kesin olanı bugün ifade edemiyormuş gibi, hiçbir gazeteci 2007 yılında, medyanın yakından tanıdığı ünlü immünolog JeanClaude Ameisen’in uluslararası gelişmeyi etkileyebilecek virüsler hakkındaki sözlerini hatırlatmadı: “Bireysel yalnızlığı artıran sosyal mesafe önlemleri, kırılgan kişileri dramatik sonuçlara sürükleyip herhangi bir grip virüsü ya da enfeksiyondan bağımsız olarak ölümlerine neden olabilir.” (3) Yüzeye yavaşça yükselen geçmiş, yapılan tartışmalı tercihleri gün yüzüne çıkarıyor (4)... 1918’de takmamanın hapisle cezalandırıldığı maskeli halkların fotoğrafları, yüzyıllar bo yunca tekrarlanan karantinalara dair arşivler ortaya çıkıyor. Fransa Sağlık Bakanı Olivier Véran, 24 Mart 2020’de alınan karantina kararını şöyle açıkladı: “Karantina süreci, sürmesi gerektiği kadar sürecektir.” Bazen tartışmaların marjinalleşmesi, taahhütlerin yetersizliğini ve inatçı ya da muhalif türde otoriter savunmaları satır aralarında gösteriyor. Ama tutulan yolun yanlış olduğu artık görmezden gelinemediğinde, fazlasıyla çok ses, çok yönden yükseliyor ve medya da bizzat dramatik bir açık artırmaya giriyor. Tehlikeli süreç.. Bu salgında da “öldürücü salgın” mizanseni periyodik olarak sergilendi. Karantinadan çıkışın “beter” çöküşün pusuda olduğu savları, korku örsünde dövülmüş ortak kabulü şekillendirdi. Toplumu zorla sınırlandırma kararı “insan” ve “merhamet” gibi içi boş algılarla destekleniyor. Medya, sağlık çalışanlarını onurlandırıyor, halkın destek gösterilerini haber yapıyor. Ama durumun olumsuzluğu hızlıca ortaya çıkıyor... Batı’da Asyalılara ya da Çin’de Afrikalılara karşı görülen ırkçılığı eleştirmek için editoryal erdem zırhlarına bürünen medyalar, sosyal sınırlara uymayan ya da aşırı bireyselliğin yeni ve tehlikeli ölçüsü haline gelen “sertifika taşımayı reddeden zihniyeti” canı gönülden kınıyor. Bu süreçte öksüren ya da maske takmadan koşan komşuya dair duyulan öfkeyle yapılan ihbarlar da Alman işgali sırasındaki muhbirlik coşkusunu anımsatıyor. Oysa sosyal ağlar ve eskiden okur köşesi denilen diğer kamusal ifade alanları, şimdilik tereddüt eden medyaların yarın hangi sınırları aşacağını; örneğin virüs bulaşmış kişileri bulmak için geliştirilen yazılımları, bağışıklık pasaportu ya da çoğul sertifikayı savunmaktan nasıl coşku duyacağını da açıkça gösteriyor. Yüksek risk koşullarında çalıştıkları sağlık kurumlarını terk eden ya da bakımevlerinde virüs taşıyan yaşlıları bırakıp kaçan sağlık personelinden nasıl söz edileceği, (Lombardiya ve Fransa’da da olduğu gibi) hâlâ biline miyor. Zaten Fransa’da 1918 yılındaki salgında (Stanley Kubrick’in Zafer Yolları filminin konusudur) kendilerini kamu yararına katlettirmeyi reddedenler de gazetelere yansımamıştı. Dezenformasyon çizgisi Ancak Covid19 nedeniyle ölüm istatistiklerinin neredeyse yarısını oluşturan nüfus, ailelerin yükünü taşıyamadıkları için çoğu kez mecbur kalarak “gözetimli yalnızlık” kurumlarına terk ettikleri yaşlılar olup öylesine rahatsız edici bir konudur ki medya da bu gerçeği kuşatan sessizliği sürdürmektedir. Tüm bu çelişkiler ve fikir ayrılıkları, sonunda yönlendirilmiş bir dezenformasyon çizgisinde geziniyor. Toplumsal dünyaya gerçek yerine, gerçeğin medyatik algılarla çarpıtılmasıyla örülen küresel bir ağ sunuluyor. Bir basın çizeri bu durumu çizgilerle anlatmak istese, dünyayı çevreleyen ışıltılı ve devasa bir balık sürüsünde, her balık farklı istikamete yönelirken eşzamanlı olarak hep birlikte dönüş yaptığını çizerdi. Medyanın çelişkileri... Toplumu ilgilendiren sorulardan oluşan bu hale, medya alanından dünyaya yayılıyor. Sarı Yelekliler hareketi sırasında “ayın sonu ile dünyanın sonu” diye ifade edilen ile yaşadığımız pandeminin yarattığı “acil gelir ihtiyacı ile insan çağının geleceği” arasındaki karşıtlık, medyanın kendi içinde çözemediği çelişkilere örnek olarak gösterilebilir. Ekonomik sistemde düzeltilmesi gereken yanlışlardan söz eden eleştirel makaleler ya anlaşılmıyor ya da izin verilen ölçüler içinde sınırlı ve yetersiz kalıyor. Pandemi örneğinde yaşadığımız, küresel çapta siyasal kararlar almaktan hâlâ ne kadar uzakta olduğumuzdur. Ortak bir paydada buluşulamadığı gibi, siyasiler tarafından sinirli ve ayrıştırıcı bir yaklaşım sergileniyor ki; bu durumda da her ülke kendi varoluşuna zarar veriyor. Bitmeyen müdahalelerin şimdiye dek kanıtlamaya yaradığı tek olgu, içinde bulunduğumuz durumun belki de pandemi kaynaklı olmadığı. Acil durum planları ve hükümetle rin krizden çıkma projelerinin ötesinde, artık hayatımızın bir ucunda internet baronlarının uluslarüstü zaferiyle bağlantılı ve aşamayacağımız bir gerçek var. Demokrat olalım ya da olmayalım, meğer medya gezegeninde karantinaya alınmışız ve çıkamayacakmışız! Sanki son toplamda, küresel toplum bize bilinçli olarak empoze edilmiş ki Jonas’ın balinası gibi hepimizi güçlü, zayıf, dayanıklı, aç gözlü, anarşik ya da düzenli, aktif pasif ayırmadan yutmuş ve algoritma salgılarında eritmiş. Henüz sürmekte olan bu keşif, kendi içinde olumsuz sayılmaz. Karantina sürecinden sonraki zihinsel ve fiziksel sağlımız için “sosyal yakınlaşma” da gerekli olacak. Ama biliyoruz ki içe kapanmaları, dışavurumlar izler. Onca beklenen “normallik” geri geldiğinde, belki bizler de endişeli kriz sürecinden çıkardığımız dersleri unutarak, teknolojinin hükmündeki medya destekli uyuşukluğumuza hızla geri döneriz. (*) Antropolog Çeviri: Başak Coşkun (1) Bu metin, 1 Ocak11 Mayıs 2020 tarihleri arasında internette yayımlanan Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve İspanyolca makale ve videoların toplanması ve analizine dayanmaktadır. (2) Referans makalesi Lire Jonathan Roux, Clément Massonnau ve Pascal Crépey “Fransa’daki karantina sürecinin salgına 1 aylık etkisi” Ecole des hautes études en santé publique (EHESP), Rennes, 22 Nisan 2020. (3) Referans makalesi Lire JeanClaude Ameisen, “Grip salgını ile mücadele: Dışlanmaya karşı bir kaldıraç” (4) Referans makalesi “1918’deki grip salgınında maske takmamak Amerika’nın bazı bölgelerinde yasadışıydı. Neler değişti?”, CNN, 5 Nisan 2020.