Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
28 Haziran 2017 Çarşamba Akademi 9 Yürümenin, yürüyenlerin kendisiyle bir hesaplaşma işlevi olabilir. NECATİ SAVAŞ >> heyecanlanıyordum. 42 küsur kilometre. Bir ömür gibi. İnişleri çıkışlarıyla, hayal kırıklıkları ve mutluluklarıyla. Çilesiyle. Gözyaşıyla. Yıllar sonra, benim merakımı bilen Tanıl Bora bir kitap armağan etti sağ olsun. Jean Echenoz’un Koşmak adlı eseri. Mehmet E. Özcan’ın çevirisi.2 Meşhur Çekoslovak atlet Emil Zátopek’in hikâyesini anlatıyor. Çek Lokomotifi. Onu okuduğumda iyice anladım neden uzun mesafeyi bu denli sevdiğimi. Zátopek’in başka çaresi yoktu. Koşmalıydı çünkü koşabiliyordu ve koşmayı istiyordu. Kuşkusuz hırs, kararlılık, çok çalışmak. Ancak hepsinden öte, atlet, koşmak istiyordu. Sabır. Ben de koşmuştum yıllar önce. Belimdeki yastıkçıklar yerinden iyice çıkmadan ve dizim süngerleşmeden önce! Tabii 10 ilâ 20 kilometre arası, öyle çok uzun boylu değil. Bu denli amatör bir merak dahi uzun mesafe koşucularının psikolojisini anlamama yardım etti. Neden bütün stadyumun, yarışı bir iki saat gecikmeyle, sürünerek, emekleyerek ve gözyaşları içinde bitiren atleti beklediğini ve ayakta alkışladığını biliyorum. Yalnızca sporcu ahlakına değil, azim ve kararlılığa, büyük sabra gösterilen o saygıyı. Emekleyen maratoncu, saygınlığı hak etmişti çünkü, hızıyla değil, arzusuyla. Sebat. l Uzun mesafe Uzun mesafe koşmak ve yürümek, zihinsel faaliyettir. Biraz da fiziksel dayanıklılık gerekir, yalan olmasın! Koşunun her bir aşamasında farklı bir ruh haline bürünür insan. İlk zamanlar düşündüklerini, sonlara doğru düşünmez olur. Zihnine üşüşen her düşünce, kasların mukavemetini artırır ya da azaltır. Bir yer vardır ki, artık kas ağrılarınızın bir hükmü kalmaz. O mesafe bitecektir, öyle ya da böyle. Uzun yürüyüşte de benzer “hal” oluyor insanda. Yaban filmindeki kadın gibi. Yürüdüğünüz yere, neden yürüdüğünüze bağlı olarak. Sizin kim olduğunuza ve kuşkusuz, kim olmak istediğinize. Uzun mesafe bisiklet kullanmaktan farklı kuşkusuz. Bisiklette yol ve ufak tefek taşlar dışında bir şey düşünmez insan. Oysa yürümek, kendinizle, zihninizde her varsa onunla baş başa kaldığınız bir eylem. Yolun eğimi, kokusu, manzarası, her bir çukuru ilgi alanınızda ama eninde sonunda yoldan kaynaklanacak bir tehlike olmaz fazlaca dikkat gerektiren; bu nedenle kendi içinize döner, ne biriktirdiyseniz, onunla hesaplaşırsınız. Bunun için önce hesaplaşmayı istersiniz. İşte sanırım bu “hesaplaşma” bize biraz yabancı! Çileli iş çünkü, kendi canını yakmayı gerektiriyor ki toprağımız da pek makbul değil, başkasınınkini yakmak dururken. Belki de bu nedenle, yabancıları düşünüyoruzdur “yürümek” denildiğinde. Yaban’daki kadın, yürüyüşünün sonunda iyi kötü başarıyordu hesaplaşmayı. Dedim ya, yürüyüşe başlamasının nedeni buydu zaten. l Adalet yürüyüşü Büyük sevgi ve özveriyle Cumhuriyet Akademi için çaba harcayan Özgür Gökmen ile yazı üzerine konuştuğumuzda, anayasa yazmak istemediğimi biliyordum da ne yazacağımdan emin değildim. Geçen hafta başlayan Adalet Yürüyüşü, bana da nefis bir fırsat sundu. Bu yazıda sözünü ettiğim “yürümek,” Kılıçdaroğlu’nun başlattığıyla tam olarak örtüşmüyor tabii. Yani ne o filmdeki kadının haftalar süren macerasıyla ne de Zatopek’in hikâyesi ile tam olarak örtüşüyor. Buna mukabil benzer ve beni ister istemez etkileyen yanları da var. Bunlar, barışçıl ve etkili bir eylem olması, çok ses getirmesi, siyaseti kontrol altında tuttukları parlamentodan çıkardığı için 3. Milliyetçi Cephe’yi (AKP+MHP+BBP) telaşlandırması değil yalnızca. 69 yaşındaki bir insanın yüzlerce kilometre yürüyüşü göze alması da değil. Nedir peki heyecan veren? Yürü menin yürüyenlerin kendisiyle bir hesaplaşma işlevinin olduğunu bilmek. Daha doğrusu, ihtimalinin. İhtimali küçümsememek gerekir. Her ne kadar tek başına, kafa dinleyerek yapılamayacak olsa da, her ne kadar politik bir amacı bulunsa da, her ne kadar tarihte başkaca örnekleri görülse de, her ne kadar o yürüyüştekilerin bir kısmı bunu mecburiyetten yapıyor olsa da, ihtimalin varlığı önemli. Tahmin ediyorum, koşullar ne olursa olsun o yürüyüşe başlayan insanlarla bitirenler aynı olmayacak. Züğürt tesellisi midir, bilmiyorum. Olabilir. Ama, “ihtimal” sevmek ve “ihtimallere” inanmayı istemek de fena bir şey olmasa gerek. Hâl böyleyken, Adalet Yürüyüşü, yalnızca iktidar ve memleket değil, yürüyenler üzerindeki etkileri açısından çok değerli. “Yollar yürümekle aşınmaz” diyenlere kulak asmayın. Yol aşınmaz da insan değişir. Memleket de! Yürümek, uzunca yürümek, yoldaki her gözeneğin farkına vararak yürümek, çok güzel bir şeydir. Kalbim, çok eleştirdiğim 69 yaşındaki siyasetçiyle birlikte, yol boyu... n 1 2006 Türkiye Everest Takımı, Hazır mısın Everest? (İstanbul: Yazılama Yayınevi, 2008). 2 Jean Echenoz, Koşmak, çev. Mehmet E. Özcan (İstanbul: Helikopter Yayınları, 2012).