23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

29 Mart 2017 Çarşamba Akademi 11 >>diploma sahibi olanın uzman, sadece kariyer sahibi veya üst düzeyde bir büro memuru olanın ise daha ziyade bürokrat olduğu ya da bu kimlikleri veya statüleri temsil ettikleri söylenebilir. Oysa aydın tüm bunlardan biraz daha farklıdır. Onu toplumun genelinden, bürokrattan, uzmandan hatta entelektüelden ayıran temel özellik onun inandığı doğruyu söyleyebilme etiğine sahip olmasıdır. Kitlelerin suskunluğa itildiği dönemlerde bile sesini yükseltebilme sorumluluğudur. Bu sorumluluk aydına bir işbölümü sonucu verilmiş değildir. O bildiklerinden dolayı kendini diğer insanlara karşı sorumlu hisseden, bazen anlaşılamama pahasına mücadele eden kişidir. Ünlü felsefeci Macit Gökberk, “Aydının toplumu aklın ışığı ile aydınlatmak yolunda eleştiri görevini yüklenen kişi olduğunu, eleştirinin geleceği biçimlendirmede aydınlara hem görev hem de sorumluluk yüklendiğini” ileri sürer. Çünkü üstün bilgi, yetenek, diploma kariyer sahibi olduğu halde çağının ve insanın sorunlarından kaçan sorumsuz bir yapıya karşılık, gerçek aydın yeryüzünde işlenen her kötülük ona dokunuyormuşçasına evrensel bir sorumluluk duygusuyla tutum alan, kendisinin iyilik ve doğruluğunun insanlığın iyilik ve doğruluğuyla yakından ilişkili olduğunun bilincinde olan kişidir. O halde buradan sormak gerekir: Türkiye’de bunca düşünür, gazeteci aydın içeride. Bunca ölüm yaşandı, faili meçhul cinayet işlendi, zulüm işkence oldu. İşinden, okulundan, üniversitesinden insan atıldı. “Ben aydınım” diyenlerin sesi yeterince çıktı mı? İşte turnusol kâğıdı bu. Aydın olmak sadece sözde olabilecek bir şey değil, aynı zamanda pratikte de gösterilmelidir. Eğer kişi sözüyle, bilgi üretimiyle tutarlı bir şekilde yaşamıyorsa, yukarıda yapılmış tanımlamadan da anlaşılacağı üzere o kişiye aydın diyemeyiz. Bilgi sahibi olabilir, bilgi üretebilir. Bu özelliği ile akademisyen, memur bilim insanı, entelektüel, uzman, diploma sahibi, bürokrat olabilir. Ama aydın olamaz. Nitekim Türkiye’de de bir çok sorunun bu kadar süre çözülmeden büyümesinde yeterince aydın direncinin olmamasının payı büyüktür. Oysa aydın her şeyden önce bilmesine karşı sorumludur. Bu onun omuzlarında bir yüktür. Ya onu öylesine kuru kuruya taşır ya da hakkını verir. Çünkü o, bu toplumda yaşıyor, bu nedenle yaşadığı topluma karşı borcu vardır. İkincisi, sadece insani nedenlerle sorumludur. Çünkü bilmek aynı zamanda hümanistleşmedir. İnsanlaşma süreci beynin beslenmesi edimine dayanır. Bu edim oranında insanlaşma olur. İnsanlaşma oranında diğer türdeşlerine ve onun sorunlarına karşı ilgi gelişir. İşte bu hümanizma insanı insandan sorumlu kılar. Binlerce insan ölürken, öldürülürken, göçe zorlanırken, hapislere atılırken, işinden atılırken aydın üç maymunu oynayabilir mi? Hiçbir şey olmamış gibi davranabilir mi? En ilginci de şudur: Bazı aydınların Aziz Nesin: “Her dönemde, o dönemin koşullarına göre aydınların yapması gereken görevleri vardır. Düşünmeliyiz. Halkımıza olan borcumuzu ödüyor, görevimizi yapıyor muyuz?” ömrü kendi dışındaki sınıfların düşüncelerini savunmak ve bu düşünceleri yaymakla geçer. Örneğin işçi değiller ama proletarya devrimini onlar savunur. Köylü değiller ama köylü sözcüleri de çoğu kez aydınlardır. Bu nedenle her aydın kendi başına bir dünyadır ama bu dünya diğer dünyalarla irtibat halindedir. Gramsci, “Aydın, halkın tutkularını anlamazsa, onunla arasında duygusal bir bağ kuramazsa, halkla arasında bir mesafe olursa aydın değildir” diyor. Çünkü “böyle bir bağ olmayınca aydınlarla halk arasındaki ilişkiler bürokratik katı ilişkiler olacaktır. Böylece aydınlar bir kast kuracaklar lve halktan kopacaklardır”. Aydının ülke gerçeği karşısında tavrı nasıl olmalı? Aydın ile ülke gerçeği hep çatışagel miştir. Özellikle çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ülkelerde durum budur. Bilginlerin, yazarların, sanatçıların bir bölümü, Barres’ın tespit ettiği gibi şöyle düşünüyorlar: “Ülkemiz yanlış yapsa da doğru olduğunu düşünmemiz gerekir.” Böyle diyerek açık açık yanlıştan yana tavır takınıyorlar. Hatta bazı “aydınlar” bununla da kalmayıp kendi ülkeleriyle ilgili düşünce ve söz özgürlüğü taşıyanları “ulus haini” saymaktan geri durmamışlardır. Bu durumun en çarpıcı yaşandığı ülkelerden biri de Türkiye’dir. Sosyolog Emre Kongar, “Bu ülkede ‘hain’ olmak istemiyorsanız, evrensel ölçülere göre aydın olmaktan vazgeçmeniz gerekir” derken, aslında önemli bir gerçeği dile getirmiştir. Aziz Nesin, Ah Biz Ödlek Aydınlar kitabında Türk aydınını kısa görüşlü, gönlüne göre gerekçe uyduran ve ödlek olarak nitelendiriyor. “Biz aydınlar kurdun pençesi yakamıza yapışınca, dişleri ensemize geçince, korkudan dilimiz tutulup haykırıyoruz. Daha önce ise gönlümüze göre gerekçe uyduruyoruz” diyor. Emile Zola, Yüzbaşı Dreyfus da Antonio Gramsci: “Bütün insanlar aydındır, herkes entelektüel ve akılcı yeteneklere sahiptir fakat herkes aydınların toplumsal işlevini yerine getiremez.” vasında takındığı tavır ile bugün Fransa’da büyük kutlamalarla anılıyor. Bu aslında Fransa devletinin Zola’dan özür dilemesi, Fransa aydınının ise yüzyıl önce namusunu kurtardığı için Zola’ya minnet borcunu ödemesidir. 13 Ocak 1898 tarihinde Zola hapsedilmeyi ve yurdundan sürülmeyi göze alarak ünlü “İtham Ediyorum” makalesini yayımladı. Bu makalesinde Yahudi kökeninden dolayı casuslukla suçlanan ve 1895 yılında haksız yere kürek mahkumiyetine çarptırılan Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un aklanmasını istiyordu. Bu amaçla ordu ve adalet bünyesinde kurulmuş olan komployu her türlü riski göze alarak teşhir ediyor, dönemin cumhurbaşkanının şahsını hedef alarak itham ediyordu. Komplocular bu yazısından dolayı Zola’yı yargıladılar ve ünlü yazar kendi ülkesinden İngiltere’ye kaçmak zorunda kaldı. Çok geçmeden gerçek anlaşıldı. Dreyfus aklandı. Zola ise ünlü “İtham Ediyorum” makalesi ile yeni bir çağ başlattı ve tarihte hak edilen yerini aldı. Kimi ülkelerde öyle dönemler olur ki bir profesör, bir sanatçı, bir yazar bütün bir ulusun onurunu tarih önünde tek başına yüceltebilir. Peki ya Türkiye aydınları? Onlar ne yapıyor? Bu soruya çok çeşitli yanıtlar vermek mümkün. Ama genel olarak görülen tablo şudur: Yaşanan onca acıya, kana ve gözyaşına rağmen, birçok “aydın” genellikle susmayı tercih etti. Gerçek aydın tavrı suç ve suçlar karşısında susmak değil, çocuklarımızın daha güzel bir dünyada yaşamaları için Zola’nın yüzyıl önce bize gösterdiği gibi suçluları koruyan ve suçları örtbas edenleri “İtham Ediyorum” diyerek ayağa kalkmaktır. n *Bu hususlarda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurlar, Sosyal Bir Varlık Olarak İnsan (İstanbul: Öteki Yayınevi, 2002) adlı kitabıma bakabilirler.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear