Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 30 MAYIS 2008 CUMA istik” , belki yukarıda değindiğimiz kapılardan bir diğeridir. Öyle olmalı. Bölüm yöneticisi Prof. Dr. Emel Huber, ESSEN Artık çok başka zamanlara “Die Gaste” sayfalarında, Türkiye’den gedahil olduğumuzu anlamak zor değil. len insanları, onların Türkçelerinı ve Yeni yeni işler, yaşantı parçaları, tepkiltoplumsal yaşamdaki dönüşümlerin er ve karşı tepkiler, zamanımızın üniversite yaşamına nasıl yansıdığını angeçmişten oldukça farklı bir süreç içinde latıyor: aktığını gösteriyor. Örnek çok. “Biliyorsunuz işgücü göçü sonrası AlGerçekten de, Almanya’da yaşayan, manya’da anadili Türkçe olan pek çok fakat kökleri şu veya bu ölçüde Türkiye yaşamaya başlamıştı. Türk işçilerinin bulunan 2.8 milyona yakın insan, bu kendisi gibi, Alman yetkilileri de bu yeni dönemin gerekleriyle karşı karşıyadır. çocukların aileleriyle birlikte kısa bir Tabii, ortamın kendiliğinden baskısına zaman sonra Türkiye’ye döneceklerikarşı tepkiler de gösteriyor. Nitekim, ni düşünüyordu. Döndüklerinde çocukgeçtiğimiz günlerde DuisburgEssen ların güçlük çekmemesi için, yani AlÜniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü manya’da yaşayan Türk çocuklarını (“Türkistik”) öğrencilerince hazırlanan Türkiye’deki yaşama hazırlamak için bir gazete, örneklerden biri: “Die Gaste”. bu çocuklara Türkçe dersi verilmeye Tabloid gazete boyutlarında 16 sayfalık bir başlandı. Bu derslerde ağırlıklı olarak çalışma bu. Hiç öyle amatörce gençlik Türkçenin öğretilmesi, yanı sıra da hataları içerdiği söylenemeyecek, terTürkiye kurum ve yaşam koşullarının, sine, önemli iddiaların altını doldurayani kısacası ‘yurtbilgisinin’ üstünde bilecek kadar entelektüel yüke de sahip, d u r u l m a s ı ağır bir “iş” diyebiliriz. öngörülmüştü. Bu der“Die Gaste”, bu cüretli çıkışı sleri, öğretmenlik eğitigerçekleştiren gençmini Türkiye’de almış lerin gayrıresmi ilkokul öğretmenleri sözcüsü ve gazetenin verecekti. Kısmen de yayın yönetmeni böyle de oldu. İlkokul konumundaki Zeynel öğretmenleri beş yılKorkmaz’ın sözleriyle, lık bir süre için “yaklaşık yarım Türkiye’den Alyüzyıldır Almanya’da manya’ya gönderyaşayan Türkiyelilerin ilmeye başlandı. Bu sosyal, siyasal ve Prof. Dr. er, b öğretmenlere ‘konu H ekonomik konumlarını” l Eme solosluk öğretmenleri’ denişleyecek, onların “kültürel di. Ama bu uygulamanın güç yanları yaşamlarına” eğilecek. görülmeye başlandı. Bu nedenle AlBelki buradan başlayabiliriz. Zeynel Komanya’da yaşamakta olan Türklerrkmaz’ın sözleriyle devam ederek: den de Türkçe dersleri vermeleri isten“Gazetemizde Alman eğitim sistemdi. Bu arada öğretmenlikle hiç ilgisi oline özenle odaklanılarak, bu sistemin mayanlar bile ders vermeye başladı. (...) avantajları ve dezavantajları ortaya Türk çocuklarının okula başladıklarınkonulacak ve göçmen öğrencileri elda Almanca bilmemesi Alman okul siseme/teşvik yöntemleri irdelenecek. Bu temini ve öğretmenleri çok şaşırtmıştı. bağlamda aydınların, öğretmen ve Çocuklara yönelik alınmaya çalışılan öğretmen adaylarının deneyimleri, göönlemler dışında başka önlemler de zlemleri, yapıcı eleştiriler ve öneriler düşünüldü.” sunmak açısından kuşkusuz belirleyiProf. Dr. Emel Huber, bu ci bir nitelik taşıyacak. Kaliteli eğitim, gerçekten ilginç örnekle bir çağdaş yaşamın önkoşullarından düğümün nasıl oluştuğunu da biridir. ‘Vasıfları, ileri görüşleri ile aydın anlatmış oluyor. Nitekim, bir bir kuşak nasıl yetiştirilebilir?’ sorusu, süre sonra Türk işçilerinin gazetemizin gündeminde, farklı bakış çoğunun Türkiye’ye dönaçılarından ve kesintisiz bir şekilde kaleme alınarak sunulacak.” meyeceğinin ortaya çıktığını vurguluyor. Türk çocukÜRPRİZ KAPILARDAN BİRİ larının okul yaşamındaki güçlüklerin de derinleşerek sürdüğüne dikkat çekiyor. Durumun yepyeni olduğuna bundan Gerçekten de kökleri Zeynel daha iyi bir örnek bulunamaz gerçekten Türkiye’de milyonlarca Korkmaz de. Bu yenilik, ileriye bakan Türkiye genç insan Almanya’da kökenli yeni bir aydın kuşağını, Zeynel kalıcı olmuştu ve bu Korkmaz ve arkadaşlarını, anne ve baülkede başarılı olabilmek balarından çok farklı gereksinimler, için Almancayı iyi bilmeleri gerekiyordu. dolayısıyla yanıtlarla karşı karşıya bırakAma bunun için Türkçeyi unutmaları mış gibidir. “Die Gaste” bu alandaki sürgerekmiyordu. Prof. Huber: priz kapılardan sadece biri. “Bu çocukların Almanya’da daha Şunu biliyoruz: Türk işçileri yarım başarılı olmalarını sağlamanın onlara asra yakın bir zaman önce, başlangıçta, en hem Türkçeyi daha iyi öğretmek, hem çok “Ruhr Havzası”na geldiler. Bu de bu yolla daha iyi Almanca öğrenbölgedeki merkezi nitelikli bir şehir, Esmelerini sağlamak olduğu düşünülmsen, şimdi yüksek öğrenimde de Türklereye başlandı. Yani Türkçe dersinin le ilgili bir yeniliğe sahne oluyor. Duisamacı Türk çocuklarını Türkiye’deki burgEssen Üniversitesi bünyesinde bir değil, Almanya’daki yaşama hazırlakatkı niteliği taşıyan yeni bölüm, “TürkOsman ÇUTSAY ‘Türkistik’ ve ‘Die Gaste’ mak olmalıydı. Bu yeni amaç Türkçe dersinin konu ve öğretim yöntemlerinin de değişmesini gerektiriyordu.” Emel Huber, Türkistik Bölümü’nün kuruluşunu, Zehra İpşiroğlu ve Sargut Şölçün gibi iki profesörün daha görev almasını, bu arada karşılaştığı güçlükleri anlatırken, tarihsel ve toplumsal bir süreci de hikaye etmiş oluyor. Ayrıntıları “Die Gaste”den okunabilecek bu gerçekten çok hoş söyleşi çerçevesinde, toplumsal yaşamın entelektüel yaşama kendisini nasıl kabul ettirdiğini görüyoruz. Tabii yerleşik toplumsal yapıların ve hatta toplulukların, Alman olsun, Türk olsun, nasıl tepkiler verdiğini de görebiliyoruz. Prof. Dr. Emel Huber, bugün yöneticisi olduğu Türkistik Bölümü’nün 12 yıllık bir sürede beklenenin çok üstünde bir hızla geliştiğini söylüyor. Ama önem verdiği bir başka şey daha var ve o da, şu: “Sözü edilen bölüm her şeyden önce bir üniversite kurumu olduğu için bence bu bölümün kurulmasının en önemli sonucu Türkistik olarak adlandırılan yeni bir dalın oluşmasıdır. Tarihselkarşılaştırmalı yöntemle çalışan, Arapça, Farsça, Osmanlıca, Uygurca, Kazakça gibi dillerin öğretildiği Türkoloji’den farklı olarak, betimlemeli dilbilim yöntemiyle çalışan, günümüz Türkiye’si ve bunun sonucu olarak Almanya’da konuşulup yazılan Türkçeyi konu edinen, çağdaş yazını ele alan, çağdaş öğretimbilgisi yöntemlerini uygulayan Germanistik, Anglistik, Romanistik gibi bir dalın Türkçe için oluşması, bence bölümün üniversite dünyasına getirdiği önemli bir katkıdır.” Şu Günlerin Görevleri... rıp atmaktır. Yeni bir anayasa için yapılacakları büyütmemeli: 1961 Anayasası’nın içinden İkinci Meclis’le ilgili maddeleri atınız; geriye kalanlara kimi eklemelerle eser güncelleşir. Onu da, bir Kurucu Meclis’e yaptırmalı! Ve bir de, yeni bir “Siyasal Partiler Yasası” ile yeni bir “Seçim Yasası” konusu var. Bugüne değin çektiğimiz hastalığın temelinde bunlar da rol oynadı. Bunları yapmadan yeni bir seçime gitmek, üstelik zararlıdır da... Ya kuracağımız demokrasinin üstüne oturacağı sosyal ve ekonomik temeller? Yolları aşacak olan, yine “piyasa güçleri” mi olacaktır? İktidarı ele geçiren bir iktidarın o güçlerin emrinde, ülkeyi içerden ve dışardan son yıllarda olduğu gibi iliklerine kadar sömürmesi yeniden başlayacak mı? Nerededir emeğin de hakları? Tuzla’dan neredeyse günaşırı çıkıp gelen işçi ölümleri açıkça gösteriyor ki, emeğin hakları güvencede değildir. Nerede sosyal devlet? Nerede sosyal demokrasi? Bir de, nerede “Kürt sorunu”nu üstüne oturtabileceğimiz gerçekçi çözümler? ? Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını beklediğimiz şu günlerde, onların arkasından “seçim tarihi” yerine, şu konuları tartışıp bir ilkeye, bir kurala bağlamak olmalı işimiz. Bu arada, bir “ulusal kongre” de düşünülemez mi? O kongrenin, mutlaka üstüne eğileceği bir temel sorun da eğitimdir; Milli Eğitim’in temelleri çökertilmiştir. İşte, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın, 8 Mayıs 2008’de gazetelere yansımış, “Türkiye’de Gençlik”le tespitleri: 5 milyon genç işsiz ve okulsuz; 1 milyonu iş arıyor, 300 bini bulma umudunu yitirmiştir; 600 bini fiziksel engelli. 2.2 milyon genç kadın da evde oturuyor... ‘DIE GASTE’DEKİ UMUT Bu küçük ama cüretli yayın organında, ilk bakışta kendisinden hiç beklenmeyecek ağırlık ve önemde yazıların yer aldığını görüyoruz. Zeynel Korkmaz, OECD tarafından gerçekleştirilen PISA araştırmasının 2006 sonuçlarını irdelediği analitik makalesinde, toplumsal sınıfların, dolayısıyla göçmenlerin, başarıda ve başarısızlıktaki rolünü öne çıkarıyor. 15 yaşındaki bir göçmen gencin, yaşıtı bir Alman gencinden iki buçuk yıl daha az eğitimli olduğuna işaret eden Korkmaz, mevcut tablodan somut dersler çıkarılmasında ısrarlıdır ve herkesi, şu sıralarda çok sık ama yanlış kullanılan Türkçe bir deyişle, “vaziyetten vazife çıkarmaya” davet etmektedir: “Bu gerçeklerin yarattığı sorunların çözümlerinin kendiliğinden gerçekleşmesi beklenmemeli. Aydın ve eğitimde yetkili kesimden insanların gerekli bilgiyi ve çözümleri ailelere taşıması bu bağlamda belirleyici nitelikte olacak. Aynı kesimin ise bir platform üzerinde bu amaca yönelik ön hazırlık yapması gerekecek. Essen S Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü öğrencileri böyle bir platformu şekillendirebilecek olanaklara sahip ve bu doğrultuda bir girişim başlatabilir. Göçmenler, PISA 2009 istatistiklerinde çocukları için kayda değer bir düzelme görmek istiyorsa, eğitimdeki gelişmeleri yakından izlemeli, inisiyatifi ele almalı ve atılımcı olmalı.” Bir başka makalede, Dr. Pınar OğuzkanSavvadis, göçmen çocukların içinde bulunduğu durumu ve “eğitim hakkı”nı işlerken şöyle yazıyor: “Çocukları zeka, yetenek ve ilgi alanlarının belirlenmesi mümkün olmayan bir yaşta programlara yönlendirerek ‘sahip oldukları birikimi geliştirmeye çalışmak’ eğitim hakkı ilkesiyle bağdaşmayan, bireyin öğrenme olanaklarını kısıtlayan bir yaklaşım. (...) Almanya’daki eğitimsel ve mesleki yöneltme sürecinin sosyal eleme uygulaması olmaktan kurtarılması için, öğrencilerin onuncu sınıfın sonuna kadar birlikte eğitim görmelerinin sağlanması kaçınılmaz bir gereklilik. Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması yolunda öğretim programlarında göçmen kökenli çocukların –en az ikidilli olduklarının dikkate alınması ise, hem çocukların bilişsel gelişimleri hem de çok kültürlü bir toplum yaşamının gerekleri açısından göz ardı edilmemesi gereken önemli bir unsur.” “Die Gaste” yazarları, içinde bulunduğumuz olumsuz tabloya değişik açılardan bakıyorlar. Örneğin, Gökhan Sezer, görece küçük yazısında dışlanmışlığı bizim hissetmemizden değil, dışlanmışlığın bize hissettirilmesinden söz açıyor ve kısmen ironik bir dille özel sektörü de göreve davet ediyor: “Mesela ürettikleri nesnenin kullanma kılavuzuna Türkçeyi ekleyerek başlayabilirler.” Engin Kunter’in “İnsan Bir Öğrenilmişler Bütünüdür” başlıklı makalesinde eğitim ortamına geldikleri günden itibaren, Türk çocuğun başarısının ölçüsü ve ölçütünün, Alman çocuğun gösterdiği gelişme olduğuna dikkat çekiyor ve “haksızlık ya da yanlış burada başlar” diyor. Yazıda yer alan ve altı gerçekten iyi doldurulmuş bazı saptamalar, insanı yeniden düşünmeye itiyor: “İşte ‘konuk işçi’ olarak Avrupa ülkelerine gelip yerleşmiş olan Türkiyeli ailelerin çocukları, yüksek risk barındıran bir sosyal çevrede gelişim serüvenlerine başlamaktadırlar. Önlerinde çifte engel vardır: Birinci engel, iç içe geçmiş dil politikaları ile göçmen politikalarının yıkımı, ikincisi, risk grubunda oldukları bilinirken erken eğitim konusunda gerekli önlemlerin alınmasına vaktinde başlanmaması. (...) Gelişmiş, zengin ‘demokratik haklar ve özgürlükler ülkesi’nde, üç kuşak insan ‘umursamazlık’ yüzünden en doğal hakları olan ‘varlıklarının tüm potansiyeliyle gelişme hakkı’nı kullanamamaktalar. ‘Ucuza üretilmiş ucuz emek’... Şimdilik bu seçeneği aklımızdan kovsak da ‘umursamazlık’ hem de her iki devletin umursamazlığı tüm gerçekliğiyle karşımızda durmakta.” süredir. Neden? Anayasa Mahkemesi’nin kararı bekleniyor. Böyle bir ortamda, Yüksek Mahkeme de, ister istemez baskı altında. Hem içerden, hem dışardan. Böyle bir tablo ile hiç karşılaşmamıştık! Oysa Anayasa Mahkemesi, içinde bulunduğu çağın ve coğrafyanın bilincindedir: Laikliğin geçerli olmadığı bir İslam toplumunda demokrasi rafta kalır; laik eğitimin bulunmadığı bir eğitim düzeninde de inanç özgürlüğü yoktur. Çağımızın hatırlatmalarıdır bunlar! Bir de, şunun bilincindedir Yüksek Mahkeme: Ülkede, 50’li yıllardan beri yapılanlara ek olarak, son 7 yılda, laik ilkeye düşman kesilenler iktidarda yapacaklarını yapmıştır. Bu saldırının da bir müeyyidesi olmalı! Anayasa Mahkemesi’nin karşısında herkes haddini bilmeli! Bir dönem kapanmak üzeredir ve açılacak yeni dönem için yapıcı olalım! Kimi sorumlu kalemler şimdiden kınından çıkmıştır... ? Gelip durduğumuz noktada, demokrasimizin de hasta olduğu anlaşılıyor. Önce anayasal bir etken rol oynadı: 1961 Anayasası, çağına uygun yenilikler getirmiş, örnek bir eserdi. Yazık ki sürdürülemedi. Adalet Partisi’nin bilinçsizliğinden de yararlanan 12 Mart, eseri yaraladı. 12 Eylül de, yapacağını yaptı: 1961 Anayasası’nın felsefesini bozup bir diktatörlük yarattı; ve sol’u ezip sağcı ve dinci güçlerin önünü ardına değinaçtı. AKP, bu gelişmenin ürünüdür. Ve, bugün de yürürlüktedir bu anayasa. Şimdi yapılması gereken de, bu paçavrayı bir an önce kaldı N efesler tutulmuş, gözler sabitleşmiş, kafalar bir yöne çevrilmiş bir GELECEĞİN TEKNOLOJİSİNİ ÜRETTİ Mustafa Cebe, “Çocuk Kitapları ve İki Dillilik” başlıklı yazısında, dili geliştirmede kitabın önemine örnekler vererek dikkat çekiyor. Ahmet Onay, “Asimilasyon, Entegrasyon, Eğitim ve Din” başlığı altında alışılmış kalıpların üzerine çıkıp yeni denklemler kurmaya çalışırken, şunları yazıyor: “İster ‘Avrupa İslamı’ olarak ifade edilsin, ister Türkiye ve AKP temelli bir ‘ılımlı İslam’ olsun, her durumda ‘din’, entegre olmamışların, itaatkar kullar olarak, zararsız hale getirilmesinin aracı olarak devreye sokulmak istenmektedir. (...) Yapılması gereken ise, Alman toplumsal yaşamından dışlananların, dışlanmışlıklarına yol açan koşulların ve önyargıların ortadan kaldırılmasıdır. ‘Yabancı kültürler’ Almanlara tanıtmaktan çok, Alman kültürünün ne olduğunun ortaya konulmasıdır önemli olan. Bunlar ise ‘Alman öncü kültür’ ya da ‘Alman İslamı’ gibi Din kullanılırken zorla kabul ettirilmesi gereken bir ‘entegrasyon yöntemi’nden temelden farklıdır.” “Die Gaste” bunların dışında başka sürprizler de içeriyor ve umut veren bir çıkışı simgeliyor. Devam etmesi, yayılması, Türkçenin, insanlığa yeni katkılar için Avrupa’nın göbeğinde yeni kapılar açabileceği bir güce sahip olduğunu kanıtlamasına da yardımcı olacaktır. Bu renkli girişimle ilişki kurmak isteyenler, elektronik posta yoluyla ve HYPERLINK mailto:diegaste@yahoo.com diegaste@yahoo.com adresi üzerinden Zeynel Korkmaz’a ulaşabilirler. Türk öğrencinin büyük buluşu ANKARA (AA) Bilkent Üniversitesi doktora öğrencisi Bayram Bütün, organik kimya ve nanoteknoloji kullanarak yeni nesil görüntüleme sistemlerinde kullanılabilecek geleceğin teknolojisini üretti. Dünya optoelektronik teknolojisinde yeni bir çığır açması beklenen teknoloji ile yeni nesil DVD, LCD, cep telefonu ekranı, dijital fotoğraf makinesi gibi görüntü cihazlarında ve sağlıkta kullanılan görüntüleme teknolojilerinde milyonlarca renk çok daha ucuza ve yüksek kaliteyle elde edilebilir hale geldi. Üniversitenin Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü doktora öğrencisi Bayram Bütün, Avrupa Birliği 6. Çerçeve Programları kapsamında olan ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen nanoteknoloji çalışmaları hakkında bilgi verdi. Doktora çalışmalarını Descartes ödüllü bilim adamı, Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ekmel Özbay’ın danışmanlığında Bilkent Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma Merkezi’nde (NANOTAM) sürdürdüğünü kaydeden Bütün, çalışmalarının özellikle kolay erişilebilir ve işe yarar nanoteknoloji geliştirmek üzerine odaklandığını belirtti. Bütün, yeni geliştirdikleri nanoboyutlarda ışık kaynakları üzerine yaptıkları çalışmaları ile ilgili şu bilgileri verdi: “Geleneksel olarak lazerlerin ve LED’lerin çalışma dalga boyları bu ışık kaynaklarının yapıldığı malzeme olan yarıiletkenlerin özellikleri ile sınırlıdır. Farklı renk elde etmenin en ucuz yolu ışık yayan sentetik organik polimerler kullanmaktır. Ama bu malzemelerden elektrik akımı çok zor geçtiği için yüksek kalitede ışık kaynağı yapmak mümkün değildir.” Bütün, yürüttüğü çalışması ile sentetik polimerler kullanarak nanoteknoloji temelli yüksek kalitede ışık kaynağı üreten organik lazer teknolojisini geliştirdiğini ifade ederek, “Bu teknoloji ile çok daha ucuza Bilkent Üniversitesi doktora öğrencisi görüntü cihazı Bayram Bütün, organik kimya ve yapmanın yolu açıldı” nanoteknoloji kullanarak geleceğin diye konuştu. teknolojisini üretti. (Fotoğraf: AA) ugün siyasetten söz etmek istemiyorum. Gazetedeki bir haber yüreğimi yaktı. Haberin özeti şöyle: “Konya’da gerdek gecesinde ilişkiye girdiği eşi 25 yaşındaki B.Ç’nin bakire olmadığını öne süren 26 yaşındaki Nuri Çetin, genç kadını babasına ait tabanca ile ağzından yaraladıktan sonra kendisini de başından vurdu.” Nuri Çetin, eşinin rujuyla aynaya şöyle bir veda mesajı da yazmıştı: “Anne, baba, sizi çok seviyorum. Kız bozuk çıktı.” ??? Böyle bir olayı neresinden yorumlamak istersiniz? Kızın “bozuk çıkması” ne demek oluyor? Yani kız evlenmeden önce başka bir erkekle veya erkeklerle birlikte olmuş. “Namus elden gitmiş” anlamına geliyor bu. Kimin namusu? Tabii ki erkeğin namusu… Kız bakire miydi, değil miydi, tartışması ayrı bir sorun. Hemen insanın aklına gelen soru şu: Eşini vuran Nuri Çetin bakir miydi? Yani evlenmeden önce herhangi bir kadınla yatmış mıydı? Ne alakası var değil mi? Erkek dediğin zaten başka kadınlar için yaratılmıştır. Eşi olmuş olmamış fark etmez. Bekâret yalnızca kadınlara ait bir sorundur. Kadının bakire olması neden önem B SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR ‘Gelin Bozuk’ Çıkınca... amaçlayan bu kültürle mücadeleye başlamak gerekiyor. Erkekler evleninceye kadar her türlü ilişkiye girmeye teşvik edilirken kadının “kıpırdama, namusunu, bekâretini kocana sakla” diyerek bir köşeye sıkıştırılması, ilkelliğin en tipik ölçütlerindendir. Bu anlayış tamamen terk edilmedikçe çağdaş bir kadınerkek ilişkisi kurmak mümkün değildir. İkincisi: Ailelerin düğün gecesi, damatla gelinin kapısında kanlı çarşaf beklemeleri ilkelliğine karşı bir kültürel seferberlik başlatılmalıdır. Gerdek gecesi eşini ve kendisini öldürmeye çalışan o erkek de bu baskının kurbanıdır. Üçüncüsü: Namusla cinsellik arasında birebir ilişki kurmaya yatkın “ahlak” anlayışı masaya yatırılmalıdır. Cinsellik bir insani eğilimdir. Her normal insan karşı cinse ilgi duyabilir. Büyük çoğunluğu da duyar. Bu ilginin en yoğun olduğu lidir? Geçenlerde genç erkeklerle yapılmış bir ankette bu yeni erkeklerin kadının bakire olmasına çok önem verdiklerini ve büyük çoğunluğunun bakire kadın istediklerini okumuştum. Neden böyle istiyor olabilirler? “Biz dünyaya muktedir olarak geldik. Bizim eşimiz olacak kadına başka bir erkeğin elinin bile dokunmaması gerekir” diye düşündüklerini varsayıyorum. Aslında bu düşünce tarzı, “kadın benim malımdır” diyen tam anlamıyla zavallı bir geri kültürün dile getirilmesidir. Tüm dünyada hükmünü yürüten “erkek egemen” kültürün, en kaba şeklinin ifadesidir de diyebiliriz buna. Erkekliği bu kadar zavallı ve çaresiz hale getiren “bakire kız”, “bozuk kız” çeşitlemelerini sorgulamanın zamanı geldi de geçiyor. Bu alanda birkaç noktadan harekete geçmek gerekiyor. ??? Birincisi belli: Bakirelik denen ve tamamen kadını baskı altına almayı nokta da cinselliktir. Cinsellik duyguları bütün geri toplumlarda bir suçmuş, günahmış gibi algılanır. Bu nedenle baskı altına alınır. Böyle olunca ahlakın da namusun da korunduğu sanılır. Hiç de öyle olmadığını deneylerden biliyoruz. Cinselliğin en çok bastırıldığı toplumlarda, aile içi tecavüzün çok yaygın olduğunu uzmanlar söylüyorlar. Gelinine, kızına tecavüz eden erkek figürünün Anadolu’da örnekleri o kadar çok ki! ??? Sonuç olarak bu “bozuk kız” anlayışı öncelikle kızları ağır bir baskı altına almakla kalmıyor, erkekleri de baskı altına alıyor ve bunalımlara neden oluyor. Nuri Çetin, severek evlendiği belli olan eşiyle mutlu mesut yaşama şansına sahipken çevresini saran ilkel kültür, onu da eşini de ölümün kıyısına getirdi. Bundan kimin ne kazancı olduğunu anlamak da mümkün değil. Ey erkek milleti! Siz hoşunuza giden hemen her kadınla yatağa girmeyi hayal etmeyi kendinizde hak görürken, kızların nasıl bakire kalacağını sanıyorsunuz ki! Bu akılsızlık bitsin artık! oralcalislar?cumhuriyet.com.tr