24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

30 MAYIS 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K.ERDEMOL C 15 Le Monde: “Jürinin ödüllendirdiği diğer filmlerin aksine Ceylan’ın filmi belli bir karamsarlığı vurguluyordu” Ceylan Fransız basınında Uğur HÜKÜM PARİS 21 yıl aradan sonra gelen Altın Palmiye Fransız basınının gözünü bürüdü. Laurent Cantet’nin “Entre les murs / Duvarlar Arasında” başlıklı, sorunlu bir ortaokul sınıfının hikâyesini anlatan film dışında üzerinde konuşulan bir film bulmak zordu. Nuri Bilge Ceylan’a 61. Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü getiren “Üç Maymun” normal ödül listelerinin dışında pek yorum almadı. L’Humanité ve La Croix gazeteleri festival sonuçlarını sabah baskılarına dahi koymazken, Le Figaro Altın Palmiye, En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu ödüllerini yorumlamakla yetindi. Kendisi özel bir ödül sıralaması yapan muhafazakâr gazete, Ceylan’ı görmezden gelirken, Palmiye’sini İsrail filmi “Bachir’le Vals”e verdi. Diğer ödülleri de Clint Eastwood, Matteo Garrone, Pablo Trapero ve Arnaud Deplechin arasında paylaştırdı. EK İSTİSNA NURİ BİLGE CEYLAN “Üç Maymun”a kısa da olsa değinen üç gazeteden ilki sol liberal Libération’du. Ödüllerin ağırlıklı biçimde siyasi oluşlarına göre verildiğine dikkat çeken, gazete tek istisnanın Nuri Bilge Ceylan olduğunu ileri sürdü. Filmin Ceylan’a özgü ve onu onurlandırıcı bir “Intimist / Mahremci” içeöze yönelik yaklaşımla çekildiğini yazan kolektif makalede, çalışmanın ince işçilikli, dijital paletten çıkmış usta bir resme benzediği belirtildi. Merkez sol Le Monde da film hakkında benzeri kısa bir yorum eklemiş: “Jürinin ödüllendirdiği diğer filmlerin aksine Ceylan’ın filmi belli bir karamsarlığı vurguluyordu.” Toplam okur sayısı 2 milyonu aşkın iki bedava gündelik gazeteden Metro haberi, “En İyi Yönetmen Ödülü’nü çok ağır ancak ulu/muhteşem niteleyebileceğimiz fotoğraflar eşliğinde karanlık bir hikâye anlatan Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Üç Maymun’u kazandı” şeklinde aktardı. Diğer gazete 20 Minute ise filmi “Büyük Şok” olarak nitelerken, filmin daha ilk sahnelerinden seyirciyi ‘şeytani bir girdapta büyülediğini’ yazıyordu. Yazı, “Bu filmin olmadığı bir ödüller listesi tahayyül edemiyorduk” sözleriyle noktalanıyordu. Mare Nostrum (*) tarafından kullanılmış olabilirler. Bu gerçekten böyleyse, niyetlerinden bağımsız bir durumdur bu. Türkiye solunun henüz emekleme devrinin heyecanı içinde herkesin kendisini solcu sandığı bir dönemde, “solcu” üniformalılar da olabilir Deniz’lerin etrafında. Ama Deniz de arkadaşları da, Türkiye’de gerçekleştirilecek bir devrimi, ordu yardımıyla yapma niyetinde olmadılar. Eğer Cemal’in iddia ettiği gibi kolay kandırılabilen gençler olsaydılar, “kandırılıp” ordu olanaklarından yararlanırlar, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu da kurmazlardı. Ama o dönem, hem de bilinçli şekilde, kandırılmaya da gerek duymadan asker yanlısı olan sözüm ona solcular vardı. Bunlardan biridir Hasan Cemal. İlginç fikirleri olan, bir düşünce adamı olduğu da inkar edilemez Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı “Devrim” dergisi sol Kemalist bir hareketin yayın organıydı. Türkiye’de tepeden inme bir devrimin askerlerle olabileceğine iman etmiş bir siyasi çizgiydi. 60’lı yıllardaki etkisini, 70’lerin yükselen sol ortamında tamamen yitirmiş “sol dışı” bir akım olarak 78’lilerin aklına bile gelmez Devrim dergisi çevresi. Hasan Cemal’in tüm “solculuğu”, tüm geçmişi bu çevreyle sınırlıdır. Ama bu çevredeki yaşamından “Kendimi Yazdım Kimse Kızmasın” adını taşıyan koca bir itirafname çıkarabilmiştir. Devrimin askerle olabileceğini savunduğu yıllarda, kandırıldıklarını söylediği Deniz gibi gençleri, “askerci” olmadıkları için eleştirenlerden biriydi bir zamanlar. Askerle içli dışlı olan Denizler değil, Hasan Cemal’di. Deniz’lerin, eğer doğruysa kullanılmış olmaları gibi kendilerinden bağımsız bir olgu karşısında, toplumsal bir kalkışmayı askerle birlikte yapma yanılgısını “teori” diye yutturan kişi olarak, o dönemler asıl “kullanılan” Hasan Cemal’in kendisi değil midir sizce? Eleştirisini yaptığını söylediği itirafnamesinde bu cümleyi kendisi için asla kullanmaz, ama henüz 24 yaşında idam edilmiş, kendisini savunma şansı olmayan Deniz için rahatlıkla sarf edebilir. ??? Deniz’den akılda kalanlar bu mudur peki? Amerikan hegemonyasına direnişinden, toprak ağalığına itirazından, bürokrasiye isyanından, hayatını –ki topu topu 24 yıldır halkı için feda edişinden öte, akılda kalan, gençlere anlatılmak istenen bu mudur? ABD’nin önde gelen siyah önderlerinden Jesse Jackson’un bir televizyon konuşmasını hiç unutmadım. Başkanlığa adaylığını koyduğu gün yaptığı o konuşmada “Ben hatalar yapmış olabilirim, ama bu hatalar kafamdan kaynaklanmıştır, kalbimden değil” demişti Jackson. Denizlerin eğer varsa hataları, darağacında bıraktıkları gencecik kafalarından kaynaklandı, asla kalplerinden değil. (*) Latincede “Bizim Deniz” anlamına gelen cümle. kemalerdemol?yahoo.co.uk T Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği ‘Üç Maymun’ adlı filmde başrolleri Hatice Aslan ve Yavuz Bingöl paylaşıyor... ‘Neon ışıklarla adı yazılacak’ 61. Uluslararası Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan’ın bu büyük başarısıyla ilgili olarak oyuncu ve yönetmenlerimizden görüşlerini aldık. Bilge’nin de sevinci ve gururu var, aferin Nuri Bilge’ye.. KADİR İNANIR Dünyanın en prestijli film festivalinden alınan bu ödül gerçekten çok onur verici. Film festivali devam ettiği sürece ödül alan yönetmenlerin isimleri neon ışıklarla orada yazılı olacak ve Nuri Bilge Ceylan ismi de orada yer alacak. nep Özbatur da benim yakın dostumdur. Dolayısıyla iki kere gururlandım. Filmin yapım aşamasını da takip ediyordum. Bir sanatçı olarak çok mutlu oldum. TARIK AKAN Nuri Bilge Ceylan’ın aldığı bu ödül beni sevinçten havalara uçurdu. Daha önce Cannes’da kimsenin üst üste 3 defa ödül alma şansı olmadı bu bir ilk ve bu onun gerçekten ne kadar büyük bir sinema sanatçısı olduğunu gösterir. Üstelik bir Türk sinema sanatçısı. “Yol” filminde yurtdışı yasağımız yüzünden biz gidip kırmızı halıda yürüyemedik, onun burukluğu var. Ama Nuri HANDAN İPEKÇİ Hepimiz adına çok sevindim. Türk sineması için yeni bir açılım olacağını düşünüyorum, darısı başımıza. ZUHAL OLCAY Nuri Bilge Ceylan Türk sinemasında, hatta dünya sinemasında benim listemde önde gelen yönetmenlerden. Bir Türk olarak çok gururlandım. Filmin yapımcısı Zey MUSTAFA ALTIOKLAR Nuri Bilge’nin bu başarısından hem kişisel olarak hem de Yönetmenler Derneği Başkanı olarak bütün Türk yönetmenleri adına da gurur duyduğumu söylemek isterim. 61. Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen Ödülü’nü alan Nuri Bilge Ceylan ödülünü aktris Faye Dunaway’ın elinden aldı. onumuz Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali… Ama önce birkaç dakikanızı, bu köşede yer alan fotoğrafa ayırmanızı istiyorum. Bana konusu “Köfteci” olan bir elektronik posta aracılığıyla geldi. Fotoğrafın altında şöyle yazıyordu: “Köfteci ....!!! Sözün bittiği bir yer daha...! Bu bir sanat fotoğrafı değildir, Türkiye’de sanata verilen değerin fotoğrafıdır... Devlet Tiyatrosu’nun elinden alınan tarihi sahnesinin, tabelasının bile indirme gereği duyulmadan köfteci dükkânı haline getirildiğinin fotoğrafıdır... Yorumlarınız için paylaşımınıza sunuyorum... Kültür kenti istanbul...” Bu fotoğraf pek yorum gerektirmiyor. Ancak benim için, sadece sanata verilen değeri göstermekle de kalmıyor. Bu fotoğraf aynı zamanda insanların ne denli hoyrat, birbirlerine, çevrelerine, içinde yaşadıkları ortama, mekâna, sokağa, kente ne denli hoyrat, acımasız olabildiklerini gözler önüne seriyor. Haydi yapı sahibinin, orayı köfteciye kiralayanın, belediyedeki yetkililerin aklına gelmedi diyelim Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi tabelasını indirmek! O sahnede yıllarca alkışlanmış sanatçılar da mı hiç tedirgin olmadılar. Onlar da mı bu vurdumduymazlığa, kaba sabalığa, bu duygusuz ve duyarsız dünyaya katılıverdiler??? Bu yıl Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yerli prodüksiyonlar ağırlıkta. Sıra dışı oyunlar, performans sanatı, dans tiyatrosu, farklı yöntemler, sınırları aşma çabası, bilinmeyene yolculuklar, farklı alanlar arasında köprüler, ilişkiler kurma çabası, plastik sanatlara, mimariye, enstelasyona uzanma… Öncelik bunlarda… K ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Hani her fırsatta tiyatrodan nefret ettiklerini söyleyen ve yazanların sık sık kullandığı, “tiyatro bitti, tiyatro öldü” nakaratları var ya.. keşke fildişi kulelerinden çıkıp şöyle bir bakıverseler çevrelerine. Festivalde tüm oyunlara büyük ilgi var. İzleyiciler büyük bir çoğunlukla gençlerden oluşuyor. Her gittiğim oyunda en yaşlı benim! Her temsilde kıpır kıpır, dinamik, tartışmaya açık insanlar… Çoğu temsilin biletlerinin tükendiğine bakmayın. Fazladan temsiller kondu. Üstelik, hemen hemen her temsilde son dakika boş kalan yerlere mutlak kapıdaki izleyicilerden alınıyor. Yani illa ki görmek istediğiniz bir oyun varsa sakın vazgeçmeyin, son dakikaya kadar şansınızı deneyin. Festivalin ilk haftası bitti. İkinci haftaya giriyoruz. İkinci haftanın ağır topları yabancılar: Kısaca anımsatayım: Çağdaş dans tarihine imzasını atmış William Forsythe’ın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne yolladığı selam… Fanny Ardant’lı Marguerite Duras şiiri/oyunu “Ölüm Hastalığı”… Litvanyali “dâhiyönetmen” Nekrosius’un, Avrupa ülkelerinde bol ödül toplamış oyunu “Faust”… Üçü de kaçırılmayacak oyunlar! Festivallerin benim için en sıkıntılı yanı, istediğiniz her şeye yetişememek! Örneğin Murathan Mungan’ın “Geyikler Lanetler” oyunu, İtalya’nın usta topluluğu Arca Azzura Tiyatrosu tarafından sahnelendi ve İtal Tiyatro dolu dizgin... yanca oynandı. Tek temsil! Aynı saatlerde Trabzon’da konuşmam vardı! Aynı gün ve saatte farklı yerlerde bulunabilmenin yolunu keşfetmeliyim! İlk haftanın oyunları içinde üzerinde durmak istediğim Kafka’nın eserinden yola çıkarak Kerem Kurdoğlu’nun yazıp yönettiği “İstanbul’da bir Dava”. (İlk hafta oyunlarının tümünü izlemediğimi belirtmeliyim. O çok etkileyici, herkesin görmesi gereken “Sivas 93”e ilişkin düşüncelerimi daha önce yazdığım için yeniden ona dönmüyorum.) “İstanbul’da Bir Dava” oyununa ilişkin beni en çok etkileyen birkaç noktayı vurgulayacağım: İlk nokta söylenmeden ortaya konan faşizm olgusu: Kerem Kurdoğlu, Kafka’nın “Dava” romanını , İstanbul kentine “adapte” etmiyor, uyarlamıyor, kişileri yerlileştirmiyor; oyunu yazarken, sonsuz özgür davranıyor, satır aralarını konuşturuyor; gerçekleştirdiği soyut sahne düzeniyle de hem her yerde, hem İstanbul’da geçen yeni bir kurgu gerçekleştiriyor… Oyunu izlerken sanki hem romanı izliyordum, ama asıl Türkiye’de (ve de İstanbul’da) yaşadığımız, yaşanmakta olan faşizm olgusunu izliyordum… Şaşılası bir biçimde, tüylerim ürpererek suç, suçlu, ceza, vicdan, ahlak, hak, hukuk, adalet kavramlarının nasıl manipüle edildiğini, nasıl tehdit unsuru olarak kullanıldığını, baskıya dönüştüğünü, suç ve suçluya karşı tepkilerin korkunçluğunu, bir anda “ötekileştirdiklerimizi” izliyordum. İşin içine medya, gazeteciler bile giriyordu… Hatta zaman zaman faşizmi ne denli kanıksamış olduğumuzu görüyordum… Yaşadığımız durumlara “cuk oturan” denk düşen bir atmosfer… İkinci önemli nokta: Bu oyun bir müzikal. İmre Hadi’nin müziği, Candaş Baş’ın koreografisi, buram buram İstanbul kokuyor, İstanbul esiyor, İstanbul’u gözlerimin önüne yüreğime seriyordu. Ama belki de en önemli nokta bütün o baskı, tehdit, ceza, karabasan durumlarının hep şarkı ve dansla “verilmesiydi”. Ah işte yaşamda da öyle değil mi: Güneydoğu’da şu kadar insan ölürken aynı anda “Çalsın sazlar oynasın kızlar” havasında değil mi bu ülke... O sabah programlarına bakın: Bir an acılar içinde kıvranırken ikinci an fırlayıp göbek atmıyor mu millet… Kerem Kurdoğlu çok şanslı. Naz Erayda’nın hareketli, işlevsel, görsel etkinliği güçlü sahne tasarımı, dünyanın her yeriyle İstanbul’u kaynaştırırken; hafif retro kostümleri İstanbul müziğini bütünlüyor. Çok şanslı, çünkü ne yaptıklarını bilen harika oyuncuları var: Usta bir anlatıcı Derya Alabora, çeşitli rollere girip çıkan Köksal Engür, Yiğit Özşener, Ayça Damgacı, Roza Erdem ve oyunculuğuna ilk kez tanık olduğum, sesini harika kullanan Güvenç Dağüstün. Tümünün tavrı, edası, “gestusu” tam “bizden”. Kafanıza vurulmuyor. Tiyatroyla düşünüyor, tiyatroyla eğleniyor, tiyatroyla acı acı gülümsüyorsunuz. Kendinize ilişkin, çevrenize, ülkenize, dünyaya ilişkin sorularınızı çoğaltıyorsunuz! Eh, insan daha ne ister ki hayattan! zeynep?zeyneporal.com önüşleri çok keskin oluyor kimilerinin. Bu keskinlik yüzünden aslında dönenlerin “dönüş” yapmadıkları, tamamıyla bir vazgeçiş yaşadıklarını görebiliyor insan. Keşke içinde bulundukları durumun adını doğru koyabilseler. “Dönmedim, vazgeçtim” demek neden zor gelir kimi insanlara? Dönüş, “vazgeçiş”ten farklıdır. Her neyden dönüldüyse yeni rotasında, yine de eskinin kimi özelliklerini taşımayı sürdürür dönen insan. Örneğin liberalliği seçmiş eski bir “keskin solcu” liberalken de değerlendirmelerini “öznel” görüşlerinden çok, sebep sonuç ilişkisini hatırlayarak yaparsa, bu onun, artık içinde bulunmadığı o solun hiç değilse tartışma yöntemini ya da namusunu, asla “dönemeyeceği” bir biçimde, edindiğini gösterir. Tabii ki, –bence benimsenecek bir şey değilse de, dediğim tavrı gösterebilen bir “dönme” tavrı öyle çok da eleştirilebilecek bir olgu değildir. Eski düşüncesinden bir iki ilkeyi hâlâ savunan, yeri gelince de hatırlayan çok “dönmüş” kişi tanırım. Fakat “vazgeçmek” bambaşka bir şey. Bir sürü nedeni vardır bunun. Her şeyden önce inandığınıza, inancınızı yitirdiğinizde bir başka düşünce denizine yelken açtığınızda, dönüyor değil, vazgeçiyor oluyorsunuz. Vazgeçtiğiniz için de sizi kimsenin eleştirme hakkı yok. Olmamalı da. Ama “vazgeçen” de bu durumuna uygun davranmalı, vazgeçmenin tüm gereklerini yerine getirmelidir. Kendisini tarih yazıcıları için değerli bir hazine sayıp, iki de bir de ortaya atılmamalıdır. Yani Hasan Cemal gibi olmamalıdır. ??? Hasan Cemal malum, “dönen”lerden kabul edilir ama öyle değildir, o düpedüz “vazgeçen”lerdendir. Ama vazgeçmiş biri olmasına rağmen, aslında, içinde hiç yer almadığı –o aldığını sanıyor sola ilişkin en küçük bir olumlu hava estiğinde, kendi vazgeçmişliğini bir yaşam deneyimi gibi sunma fırsatını kaçırmıyor hâlâ. Vazgeçtiği geçmişine bağlı olan başkalarına “düşmanlık” yapıyor. Vazgeçmek, düşman olmak değildir oysa. Çokça yanlış barındırdığı söylense de bir dönemi hayli başarıyla gözler önüne seren –yüreğim elvermediği için izleyemediğim “Hatırla Sevgili” dizisi dolayısıyla Deniz Gezmiş, özellikle genç kuşağın yeniden kahramanlarından biri olunca, medyada Deniz odaklı yazılar, haberler görülmeye başlandı. Hasan Cemal’in düşünce olarak “vazgeçtiği”, ama düşmanca bir duyguyla “vazgeçemediği” geçmişine ilişkin itirafçı damarı da kabardı yine. Milliyet’teki köşesinde, Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının, ordu mensubu bazı subaylar tarafından kandırıldığını, onlara bazı komutanlar tarafından “sağa sola bombalar attırıldığını” yazıp duruyor sürekli. Olmamış diyemez kimse. Mümkündür. Antiemperyalist, bağımsızlıkçı düşüncelerini, gençliklerinin olanca coşkusuyla bir mücadele aracı haline getiren bu gencecik insanlar, birileri D Türk çevreciye büyük ödül Whitley Doğa Koruma Vakfı’nca verilen uluslararası çevre ödülüne Dr. Şekercioğlu layık görüldü Haber Merkezi Dünyanın en önemli doğa koruma ödülü olan 15. Whitley Gold Ödülü’ne ilk kez bir Türk değer görüldü. Ödül, Kars’taki çalışmaları nedeniyle Dr. Çağan Şekercioğlu’na verildi. 32 yaşında, Stanford Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Kuzey Doğa Derneği Başkanı olan Şekercioğlu, dünya çapında bir çevrebilimci. Ödül töreni Londra’daki Royal Geographical Society’de düzenlendi. Şekercioğlu’na ödülü İngiltere Kraliçesi’nin kızı Prenses Anne verdi. Şekercioğlu’na 30 bin pound değerindeki ödülü, Kars’taki Kuyucuk Gölü’nü korumak için yaptığı çalışmalar getirdi. Kuyucuk Gölü 160 ayrı kuş türü için bir cennet niteliğinde. Sadece kuşlar değil, yöre halkı için de önemli bir yaşam alanı. Şekercioğlu, yöre halkıyla beraber bu alanı korumak ve ekoturizm olanakları yaratmak için çalışıyor. Whitley Vakfı’nın kurucusu Edward Whitley, Whitley ödüllerinin insan ve doğanın bir arada yaşayacağı bir gelecek yaratmak için çalışan kişilere verildiğini belirtti. Whitley, “Çağan Şekercioğlu’nun, Wall Street’ten gelen iş tekliflerini reddedip doğa tutkusu ile bilime emek vermesi etkileyici. O, desteklediğimiz için kendimizi ayrıcalıklı hissettiren bir kişi” diye konuştu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear