Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2C EVET/ HAYIR OKTAY AKBAL olaylar ve görüşler 30 MAYIS 2008 CUMA 27 Mayıs ve Demokrasi... erçek demokrasinin temel koşullarını, vazgeçilmez kurumlarını ülkemize kazandıran 27 Mayıs 1960 devriminden bu yana tam 48 yıl geçti... Kimileri şaşacak; 27 Mayıs bir asker darbesi değil miydi, üç genel seçim kazanmış koskoca bir iktidarı deviren; cumhurbaşkanından, başbakanından, yüzlerce milletvekiline kadar bir siyasetçi kadroyu idamlara, hapisliklere mahkum eden, politika dışına iten bir olay, nasıl olur da gerçek demokrasinin öncülüğünü yapmış sayılır, diyecekler çoktur! Elli yıl önceyi yaşayanlar, o günleri sağlam kaynaklardan öğrenenler, DP iktidarının ülkeyi nasıl bir çıkmaza getirdiğini, muhalefeti, basını, üniversiteleri Atatürk devrimine inananlara yapılan baskıları bilirler. 27 Mayıs, yalnız askerlerin eylemi değildi. Bir çeşit halk kalkışmasıydı, gençliğiyle, aydınlarıyla!.. “Sizi ben bile kutaramam!” demişti o günlerin muhalefet lideri İnönü... Gerçekten de kurtaramadı, olanlar oldu! Ne büyük bir benzerlik!.. DP’nin “Ben milli iradeyim” diye her şeyi göze alıp, kendine korkunç güvenmesi ile günümüz AKP’sinin sözlü eylemli davranışları ne kadar da birbirine benziyor... 27 Mayıs’ın dikta yönetimlerinin, iktidar kabadayılıklarının sona ermesi, halka uygarlık kapılarının açılması için kazandırdığı hakları bir bir saymak gerekiyor. Seçim Yasası, ikinci Meclis, sendikal haklar, hukuk düzeninin sağlam temellere oturtulması, Anayasa Mahkemesi’nin kurulması, dış politikada “tam bağımsızlık” ilkesinin canlandırılması, toplusözleşme düzeninin kurulması, birey özgürlüğünü sağlayan yasaların çıkartılması vb... Bizler, o günlerin gazetecileri, yazarları, 27 Mayıs’ı içtenlikle alkışlamışsak, desteklemişsek, toplumumuzun bundan sonra gerçek bir demokrasi ile yönetileceğine, gelecek iktidarların bir kez daha demokrasi ilkelerinden vazgeçemeyeceğine inandığımızdandı. Yarım yüzyıl sonra şu geldiğimiz yere bir bakın!.. Hukukla savaşan, üniversitelerle uğraşan, özgürlükler için sesini yükselten emekçiyi, gençliği, aydını, sendikaları, dernekleri en ağır silahlarla sindirmeye kalkan, anayasayı, Cumhuriyetin temel kuruluşlarını bir bir ele geçirmek isteyen, iki seçim kazanmakla ulusal iradeyi ele geçirdiğini sanan bir ters anlayışla karşı karşıyayız. 27 Mayıs devrimiyle kazandıklarımız elden gitmiş, gitmekte... ??? Yeni bir 27 Mayıs daha mı? Gerçek demokrasiyi bütün sağlam temelleriyle yeniden kuracak, çağdaş uygarlığın verilerine yakışacak, yeni bir 27 Mayıs... Askeriyle, siviliyle, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, o 27 Mayıs 1960 sonrasında yaşanan ve ulusça birliği, kardeşliği kuracak yeni bir 27 Mayıs!.. Gerçek bir bayramdı 27 Mayıs... Geçmişte kalan bir masaldı, demeyin... 27 Mayıs, tarihte eski bir hikâye değil, yeni atılımlara, yeni sevinçlere, mutluluklara, sahici demokrasiye özlem çeken, tüm bilinçli yurttaşların bayramı!.. 27 Mayıs Devrimi’nin Önemi 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 48. yıldönümüdür. Ve bu devrimin en önemli ürünü 1961 Anayasası’dır. 27 Mayıs hareketi, Türk siyasal sistemine ve demokrasi tarihimize en ilerici, demokratik ve hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçiren bir anayasayı kazandırmıştır. Ancak kimilerine göre 27 Mayıs; antidemokratik, milli iradeye karşı çıkan, sürekli tenkit edilmesi gereken bir askeri darbedir. Bu yargılara varanlar toplumların gelişim tarihini, demokrasinin gelişim sürecini iyi anlayamayan ve özümseyemeyen kişilerdir. Bunlar için önemli olan Meclis’teki sayısal çoğunluktur. Ama o sayısal çoğunluk demokratik ilkelere aykırı davranıyormuş, demokrasiyi rayından çıkarıyormuş, Tahkikat Komisyonu gibi demokrasi ile asla bağdaşmayan, hatta demokrasiyi kökünden tahrip eden yasaları kabul ediyormuş… Bunlar, bu kişiler için pek önemli değildir. Varsa yoksa sayısal çoğunluktur. Oysa demokrasinin özü, sayısal çoğunluktan çok demokrasinin temel felsefesinde yatar. Şimdi 1960 öncesi Meclisi’ndeki DP’nin sayısal çoğunluğuna dayanarak kabul edilen Tahkikat Komisyonu Yasası’na ve uygulamasına bakalım: Kısa adı Tahkikat Komisyonu olan yasa 18 Nisan 1960’ta Meclis’te kabul edildi. Tahkikat Komisyonu, Meclis’teki DP milletvekillerinden oluştu. Bu komisyon adeta erkler üstüydü, her türlü karar alma yetkisine sahipti. Basına yasak koyuyor, gazeteleri süresiz kapatıyor, binalarına ve matbaalarına AÇI MÜMTAZ SOYSAL Alev COŞKUN Postmodern Ayıplar NLATILMASI güç bir sıfat “postmodern” sıfatı. Sözcük olarak “modern sonrası” demek ama, o kadar basit değil; öyle olsa “ultramodern, aşırı modern” deyip çıkardınız işin içinden. Oysa postmodernlik, çağın ötesinde olmakla birlikte, daha öncesindeki estetik akımların bazılarını da içermeyi gerektiriyor. En yeni ile biraz eskinin karışımı gibi bir şey. Şu günlerin Türkiye’sinde yaygınlaştırılmak istenen “ayıp”lar niçin postmodern sayılır? Çünkü eskinin ayıplama duygusu alınmış, öyle duygularla öylesine akla gelmez, kırk yıl düşünülse bulunamaz öyle gerekçelerle yeni bir ayıplık kavramı ortaya konmuştur ki duyunca şaşırıp kalıyorsunuz. Örneğin bir ülkedeki yargının bağımsız olmamasını, yani siyasal makamlara bağlı olması gerektiğini savunmak ayıptır diye bilirdiniz değil mi? Hayır, bu ayıbın yanına “demokrasi” kavramını getirip “Halkın iradesine yargı ipoteği konamaz” dediniz mi, eski ayıp tersine dönüyor ve bu sefer yargının bağımsızlığını savunmak ayıba dönüşüyor. Böyle olunca, zincirleme bir etkileşimle eski ayıpların giderilmesi de zorlaşmaktadır. Örneğin eskiden toplumdaki tepkisizliği, sessizliği, suskunluğu ayıplayıp keşke ileri toplumlarda olduğu gibi yanlışlara karşı ses çıkaran insanlarımız ve kurumlarımız olsun isterdik, değil mi? Şimdi bu özlem, zihinlerden geçirilmesi bile hoş karşılanmayan bir ayıba dönüşmüştür. Etraf, “Yargıtay’la Danıştay keşke tepki vermese, susup uslu otursa” diyenlerle dolu. Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Başkalarının işine burnunuzu sokmak ayıptı, değil mi? Olsa olsa, başka ayıplar sürüp gitmesin diye, çağın ancak işkence ve ölüm cezası gibi ayıplarının dış müdahalelerle önlenmesini meşru sayar, “İnsan hakları söz konusuysa, başkalarının içişine karışmak ayıp olmaz, bir ödev olur” demeye başlamıştık. Peki, siyasal iktidarın yargı denetimi altına alınması, şeraitçi hukuk özentisinin kadınerkek eşitliği gibi kavramları örselemeye kalkmasını önleyici bir yargı mekanizmasının neresi “insan haklarının ihlali” sayılabilir? Sayılmıyorsa, bu önlemi önlemek için Türkiye’nin içişlerine, hem de anayasayla öngörülmüş işlerine burunlarını sokan yabancılar ayıp işlemiş olmuyorlar mı? Daha da ötesi, yani bu ayıbı ayıp saymamak, tam anlamıyla bir postmodern ayıp değildir de nedir? Erdoğan iktidarını kutlamak gerekir. Şimdiye kadar hiçbir iktidar, zihinleri bu denli karıştıramamıştı. G el koyuyor, siyasi toplantıları yasaklıyor, istediği kişileri tutukluyor ve bu kararlara karşı hiçbir makamda itiraz edilemiyordu. Böyle bir yasa demokratik herhangi bir ülkede meclisten geçer mi? Böyle bir komisyon demokrasilerde kurulabilir mi? İşte 27 Mayıs’a karşı çıkan sözde demokrat liboşlar Tahkikat Komisyonu hakkında hiçbir şey söylemezler, sözü dönüp dolaştırıp sayısal çoğunluğa getirirler. 27 Mayıs emir komuta zinciri çerçevesinde değil, genç subaylar tarafından gerçekleştirildi.. hatta bu genç subaylar Genelkurmay Başkanı’nı tutukladılar. 27 Mayıs daha sonraki 12 Mart ve 12 Eylül gibi dış destekli ve soğuk savaşın ürünü bir hareket değildir. 12 Mart muhafazakâr ve tutucu; 12 Eylül 1980 hareketi ise tam anlamıyla karşı devrimcidir. Bu nedenle bu üç hareket aynı kefeye konularak değerlendirilemez. Bu üç askeri hareketi aynı kefeye koyanlar ya cahildir.. ya da kötü niyetlidir. Toplumlarda dönüşüm ya tabandan, ya yukarıdan, ya da yandan, yani dış etkilerle olur. 1839 Tanzimat ve 1876 Anayasası daha ziyade Avrupa’nın dayatma ve etkileriyle olmuştur. 1908 2. Meşrutiyet bir avuç aydının mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir. 1921 Anayasası emperyalizme karşı savaş veren Anadolu ihtilalinin ürünüdür ve bir ihtilal anayasasıdır. 1924 Anayasası, aydınlanma düşünce sini ve çağdaşlaşmayı Türk toplumuna getirmek isteyen devrimcilerin yaptığı bir anayasadır. 27 Mayıs hareketi gençliğin yoğun olarak özgürlükler yönünde harekete geçmesi ve ordunun genç subaylarının birlikte yaptıkları bir atılımdır. 27 Mayıs 1960 hareketi, halktan da çok büyük destek bulmuştur. 27 Mayıs 1960 devriminin önemi, Türk toplumunda demokrasiye geçiş yönünde büyük bir değişim ve dönüşüm yapmış olmasıdır. 1961 Anayasası, Türk siyasal yaşamında çağdaş ve katılımcı demokrasinin kapılarını açmıştır. Çağdaş demokrasinin kurumlarını getirmiştir. İşte birkaç örnek.. Anayasa insan haklarına dayalı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti anlayışını getirmiştir. Cumhuriyetin laiklik ilkesini ve temel felsefesini ve onların korunmasını anayasının ilk dört maddesine koyarak sağlamıştır. Çift Meclis sistemini getirmiştir (Meclis ve Senato). Sosyal devlet ilkesini getirerek ekonomik eşitlik yönünde ileri adım atmıştır. Planlı ekonomiyi öngörmüş, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kurmuştur. Demokrasiyi ve insan haklarını temelden kabul etmiş, hakların ve özgürlüklerin özüne dokunulmayacağını öngörmüştür. Demokrasinin temeli olan siyasal örgütlenmeyi kabul etmiş ve “Siyasal partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır” kuralına yer vermiştir. Hukukun üstünlüğü ilkesini siyasal ve toplumsal yaşamımıza getirmiş, “yasaların yargısal denetimini sağlayan Anayasa Mahkemesi’ni kurmuştur.” Unutulmasın ki Anayasa Mahkemesi demokrasinin güvencesidir. Aslında en önemli işlevi çoğulcu demokratik düzeni totaliter akımlardan ve parlamentoda siyasal gücü ele geçirmiş ve çoğunluk diktasına doğru yönelmek isteyen siyasal partilerden korur. Rejimi, anayasanın kabul ettiği Cumhuriyetin temel felsefesinden ve çağdaşlaşma yolundan koparıp terse götürmek isteyen siyasal oluşumlardan korur. Henüz feodal yapıyı kıramamış, adaletsiz gelir dağılımını düzeltememiş, bunlara ilave olarak yoğun tarikat örgütlenmesi ile dinsel etkiler altında kalmış bir toplumda, 1961 Anayasası gibi ilerici anayasaların, oy kaygısı taşıyan politikacılar eliyle yaratılması olanak dışıdır. 27 Mayıs olmasaydı, 1961 Anayasası da olmazdı. Demokratik atılımlar, Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti de olamazdı. Toplumların uzun yaşamında böylesi temel dönüşümler yüzlerce yıl başarılamayacak atılımlar ancak 27 Mayıs hareketi gibi ilerici ve demokratik hareketlerle sağlanabilir. 27 Mayıs 1960 devrimi, işte bu hukuksal ve toplumsal çerçeve içerisinde değerlendirilmelidir. behicak?yahoo.com.tr A KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Kıbrıs’ta Son Tango... 21 Mart’ta Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk ve Rum cumhurbaşkanlarının buluşmasını takiben, Kıbrıs sorununun temel konularında görüşlerinin belirlenmesi ve güven arttırıcı önlemler üzerinde çalışmalar yapmak üzere. Çalışma gruplarının oluşturulması ve Lokmacı Kapısı‘nın açılması kararlaştırıldı. Lokmacı Kapısı açıldı ve komiteler teşkil edilerek çalışmaya başladılar. Bu çalışmaların sona ermesini takiben, haziranda kapsamlı müzakerelere başlanabilecek. Rum yetkililer her fırsatta kırmızı çizgilerini açıklıyorlar. Kıbrıs’ta merkezi yönetimin otoritesi esas federal bir devlet olacak; Türk toplumu bu devlete bağlı, içinde Rumların da yaşayacağı, kuzeyde bir kesimin yerel yönetimini tedvir edecek ve azınlık olarak addedilecekler. Rumların Türk kesimine geçiş ve yerleşme serbestisi olacak. Türk askeri Kıbrıs’tan derhal çekilecek, Türkiye’nin garantörlük hakkı kaldırılacak. Kıbrıs’a Türkiye’den göç edenler, adayı terk edecekler. Kuzeyde 1974 öncesi gayrimenkulü olan Rumlar evlerine dönecekler. KKTC feshedilecek. Bu devletin sınırları içinde kalan büyük toprak parçaları Rumlara verilecektir. Bunlar özetle Rum’un kırmızı çizgileri. Rum, mecburen bir federal devlet diyoruz, ama asli niyetimiz Kıbrıs’ı bir Rum (Yunan) adası haline getirip koşullarımıza uymayan Türkleri adadan kovmak, diyor. Aynı Girit’te, Rodos’ta olduğu gibi. Rumların bu cesur açıklamalarına karşın KKTC Cumhurbaşkanı, birleşmiş bir Kıbrıs’ın önümüzdeki müzakerelerde oluşturulmasının son şans olduğunu yineleyip, iki bölgeli, iki toplumlu federasyondan bahsediyor. Hristofyas kırmızı çizgilerimiz kabul edilmezse müzakerelerden çekiliriz deyince, hedefimiz Birleşmiş Kıbrıs’tır diyor. Türkiye Tanju ERDEM Amiral (E) mumtazsoysal@gmail.com si gereğini, Nüfusun, göçmenKıbrıslı ayrımına karşı olduğumuzu, Bu şekilde egemen iki devletin ve halkın Kıbrıs’ta bir arada barış içinde yaşayabileceklerini ifade etmeliyiz. Rumlar kırmızı çizgilerimizi uygun görmezlerse KKTC, TBMM’ce alınmış karar gereği, Türkiye himayesinde varlığını sürdürmelidir. Bu devlet aktif çabalarımızla uluslararası alanda tanınacak ve Akdeniz’de bir barış, turizm, kültür, eğitim, ticaret merkezi olacaktır. KKTC, Rumların terörüne, zulüm ve katliamlarına direnerek adil çözüm önerileri kabul edilmediği için kuruldu. Soydaşlarımızın mal ve can güvenliği, bağımsız, özgür yaşamları sağlandı. Türk askeri adaya barışı ve huzuru getirdi. Kuzeydeki Türk varlığı jeostratejik ve jeopolitik açılardan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de güvenliğinin ve ağırlığının ayrılmaz parçasıdır. Dileğimiz Lozan’da kurulan TürkYunan dengesinin muhafazasıdır. Felaketler yaşanarak, kan dökülerek, fedakârlıklarla ve yurtseverlikle elde edilen bugünkü statünün AB’nin uydurma vaatleriyle, ABD dayatmalarıyla revize bir Annan planı ile kaybedilmesi, milli bir dava olan Kıbrıs davasının kaybı anlamına gelir ki tarih buna neden olanları affetmez. Ne var ki, iş işten geçer ve Büyük Yunanistan hayalinin bir adım daha gerçekleşmesine katkı sağlanmış olur. Türkiye’nin gecikmeksizin Kıbrıs’ta soydaşlarımızın bağımsız, özgür, can ve mal güvenlikleri sağlanarak yaşamlarını sürdürüp gelişebilecekleri, Anadolu’nun ulusal güvenliğini garanti altına alacak adil ve onurlu bir çözüm ve kalıcı barış için ağırlığını koyması umudu ile. KKTC, Rumların terörüne, zulüm ve katliamlarına direnerek adil çözüm önerileri kabul edilmediği için kuruldu. Soydaşlarımızın mal ve can güvenliği, bağımsız, özgür yaşamları sağlandı. Türk askeri adaya barışı ve huzuru getirdi. Kuzeydeki Türk varlığı jeostratejik ve jeopolitik açılardan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de güvenliğinin ve ağırlığının ayrılmaz parçasıdır. Dışişleri Bakanı ise Rumlardan bir adım önde olma, kazan kazan politikaları peşinde. Görülüyor ki, bu denli yaşamsal bir ulusal davada, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk yönetiminin belirli kırmızı çizgileri yok, ya da kamuoyuna açıklanmıyor. 2004 yılında çözümü Annan’a bırakan söylemler tekrar ediliyor. (O plan ki, Rumlara büyük toprak tavizleri vermeyi, 60 bin soydaşımızı yurtlarında göçmen durumuna getirmeyi, ilk aşamada 100 bin, daha sonraları 100 bin olmak üzere 200 bin Rum’u Türk bölgesi içine kabul etmeyi, gayrimenkul ve tazminat sorunlarını kişisel düzeyde çözümlemeyi, Türk askeri varlığını anlamlı indirgeyip sonunda tümüyle kaldırmayı, garantörlüğü sulandırmayı öngörerek Kıbrıs’ın orta vadede bir Rum cumhuriyeti olmasına olanak sağlamıyor mu idi? Rum’un değişmeyen ulusal politikalarına karşı, inisiyatifi Rum’a, BM’ye bırakmış görünümü vermemiz nedendir? Yoksa Rum’un kabullenebileceği revize bir Annan planı mı gündemdedir. Çalışmalar Kıbrıs Türk ve Türkiye halkına karartılarak Kıbrıs Türk’ünün bekasını etkileyen, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de güvenliğini yok edecek bir anlaşma ile mi sonuçlanacaktır? Geçitkale Askeri Havalimanı’nın bir İngiliz şirketine kiralanması, adada İsrail şirketlerine askeri maksatlı kullanılabilecek, yatırım imkânları verilmesi, bunun emareleri midir? Kıbrıs’ta Birleşmiş Kıbrıs düzenini terörle, zulümle, katliamlarla, dünyanın gözü önünde bozan Rumlar iken, 1960’ın da gerisinde birleşmiş bir Kıbrıs çabaları neden bizden geliyor? Bunu AB üyeliği için yapıyorsak, AB’den önümüze yeni isteklerle çıkılacağını bilmek lazımdır. Kalıcı çözüm ve barış için Türk tarafının da kırmızı çizgileri olmalıdır? Bu çizgiler, Türkiye’nin desteği ile belirlenmelidir. Kıbrıs’ta dilleri, dinleri, etnik ve sosyo kültürel yapıları farklı iki halk olduğunu, KKTC’nin egemenlik haklarına sahip olarak, kurumlarıyla yaşatılmasında kararlılığımızı, Devletin ve halkın güvenliği için Türkiye’nin askeri varlığı ve garantörlük haklarını sürdüreceğimizi, KKTC topraklarında ilke olarak, ekonomik ve turistik ilişkiler nedeniyle, sınırlı sayıda Rum haricinde, kalıcı ve yerleşik Rum nüfusun barındırılmasına müsaade edilmeyeceğini, İki toplumun ekonomik ve sosyal ilişkilerinin kısa süreli ziyaretlerle geliştirilmesinin yararına inandığımızı, Gayrimenkuller ve tazminat sorunlarının siyasi bir çözümle bir kerede global olarak çözümlenme