22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 ‘İslami vurgunlarla yeterince ilgilenilmedi’ Deniz Feneri’ndeki düzensizlikleri ilk ortaya çıkaran gazeteci Yücel Özdemir: Osman ÇUTSAY FRANKFURT / KÖLN – İslamcı holdinglerin Avrupa’daki vurgunlarına gereken titizlikle yaklaşılmadığı, dolayısıyla on binlerce insanımızı dolandıranların “başarısında” medyaya egemen bazı anlayışların büyük etkisi olduğu savunuldu. Çalışmalarını Avrupa’da da günlük olarak yayımlanan Evrensel gazetesinde sürdüren Yücel Özdemir, “Milli Görüş ve diğer İslami derneklerin para toplamanın fiili merkezleri, ‘boyalı basın’ın da bunun propagandacısı olduğunu biliyoruz” derken, sadece Türk değil Alman medyasının da bu olaya gerekli duyarlılıkla yaklaşmadığını savundu. Yücel Özdemir, Cumhuriyet Hafta’nın sorularını yanıtladı. CUMHURİYET HAFTA “Deniz Feneri” kod adlı skandalın özellikle AKP üst düzey kadrolarını sarsacak bir ilişkiler ağını ortaya çıkarması bekleniyor. Tüm işaretler o yönde. Siz, Deniz Feneri’ndeki “düzensizliğe” bu boyutlarıyla dikkat çeken ilk gazetecisiniz. Evrensel’de ve Türk basınında ilk kez, geçen yılın sonunda işlemiştiniz. Sizi kuşkulandıran neydi, bu hortum sistemi ne boyutlardaydı ve siz neleri bulmuştunuz? Genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? YÜCEL ÖZDEMİR Geçtiğimiz yılın sonbahar aylarında Yimpaş ve Dursun Uyar eksenli yeni belgelerin ortaya çıkması üzerine tartışmalar yapıldığı sırada Evrensel, Kanal 7Int’in yayıncısı durumundaki Media 7 GmbH şirketinin Yimpaş’a ait olduğunu belgeleriyle ortaya koymuştu. Bu belgelere göre, 20 Aralık 1995’te Mehmet Gürhan ve İsmail Karahan tarafından 50 bin Mark hisse ile kurulan Media 7 GmbH, 4 Nisan 2000’de Yimpaş Verwaltungs GmbH tarafından satın alınarak sermayesi 10 milyon Alman Markı’na çıkarıldı. Bu sermaye artırımı sonucunda şirketin sermayesinin yüzde 99.5’i Yimpaş’a ait olurken, Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı ise 25 bin Mark ile ortak olan Mehmet Gürhan sürdürmeye devam ediyordu. Yimpaş ile Kanal 7 Int arasındaki ilişkiyi bu denli açık ortaya koyduğumuz haber, aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ın “Belgesi olan gelsin” açıklamasına da bir yanıttı. CHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya, Evrensel’de yayınlanan belgeleri ve haberi Kanal 7Yimpaş bağlantısını ortaya çıkardığı için TBMM’ye taşıdı. Bu belgeler, asıl olarak Kanal 7Int’in asıl finansörünün Yimpaş olduğunu ortaya koyuyordu. Kanal 7 ile AKP arasında sıkı bir bağ olduğu bugün Türkiye’de herkes tarafından biliniyor. Dolayısıyla, Yimpaş tarafından Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlerden “din”, “iman” ve “kâr ortaklığı” adı altında toplanan paraların bu partinin yan kuruluşlarına gittiği kendiliğinden ortaya çıkıyor. AZDIKLARIMIZ DOĞRULANDI’ Yimpaş ile ilgili belgeleri araştırırken, Deniz Feneri ismi sık sık karşımıza çıkıyordu. Birçok haber kaynağı, Deniz Feneri’nin “yardım” adı altında vatandaşlara dağıttığı gıda maddesini ihalesiz bir şekilde Yimpaş’tan aldığını söylüyordu. İddiaları araştırırken Deniz Feneri ile Kanal 7Int’in mekansal ve yönetim bakımından iç içe olduğu bilgilerini edindik. Bunları doğrulatmak ve resmi bir niteliğe kavuşturmak için Frankfurt Mahkemesi’ne başvuruda bulunarak, bu dernek hakkındaki resmi bilgileri talep ettik. Almanya’da kamu yararına faaliyet sürdüren derneklere ait bilgiler, belli bir harç karşılığında herkes tarafından alınabiliyor. Mahkemenin bize gönderdiği 21.11.2006 tarihli belgede, Deniz Feneri e.V.’nin başkanı olarak Mehmet Gürhan görünüyordu. Dolayısıyla, Kanal 7Int, Yimpaş ve Deniz Feneri arasındaki ilişki, üç kurumun da en yetkili kişisinin Gürhan olması, işin içinde bir tezgahın olduğunu gösteriyordu. Bütün bu ilişkiler sarmalını, belgeleriyle 2 Aralık günü Evrensel’in Avrupa baskısında, “Deniz Feneri kimin yolunu aydınlatıyor?” manşetiyle verdik. Hem Kanal 7Int’in Yimpaş’a ait olması hem de Kanal 7Int ile Deniz Feneri arasındaki organik ilişki böylece deşifre edilmiş oldu. Haberler dolayısıyla görüştüğüm Mehmet Gürhan, her şeyi belgeleriyle çarpıtmadan yayımladığım için ba C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 11 MAYIS 2007 CUMA Tandoğan’dan Çağlayan’a... Hasan Pulur’un hatırlattığı gibi (Milliyet, 2.5.2007), Ankara’da Tandoğan, İstanbul’da Çağlayan Meydanı’nı doldurup taşıran bu kadınlar, 80 yıl öncesinde Sultanahmet Meydanı’nı dolduran kadınların torunlarıdır, belki de torunlarının torunlarıdır. O gün “bağımsızlık” için, bugün de “laik Cumhuriyet” için meydanlardaydılar. O Sultanahmet Mitingi’nin unutulmaz hatibi Halide Edip olduysa, şimdi Türkân Saylan, Necla Arat, Nur Serter, Nazan Moroğlu ve başkaları bütünleştiler milyonlarla konuşmalarıyla... ? 1 Mayıs coşkusu, Batı’da, emekçi ve işçilerin birlik ve dayanışma günü olarak bilindiğinden, büyük bir özgürlük içinde yaşanır. Bu özgürlüğün olmadığı bir yerde demokrasinin de olmadığı bilinir. 1 Mayıs’ın şanına layık kutlandığı yılları görmüş ve yaşayanlardan biriyim. 1 Mayıs’ların, nasıl demokratik anlamda eğitici bir rol oynadığına da inanmışımdır. 1970’li yıllar böyle geçti. Geçerken de, 1977’de, faşist bir tertiple, bayrama kan sürüldü; 36 kişi öldürüldü ve yüzlerce insan da yaralandı. Tertipçileri de nasıl olur? bulunamadı... Bu yıl, o acının 30. yılıydı. Hiç olmadı, insanca bir yaklaşım beklenirdi. Kadıköy’de büyük bir buluşma gerçekleştirilir ve 1 Mayıs coşkusu yaşanır. İstanbul tarafında ise valilik, emekçileri Taksim’e sokmamak için öyle önlemler alır ki, kent felç edilir: Yurttaşlar ve öğrenciler perişan edilir. Taksim’e yürümek isteyen gruplar cop ve gaz bombalarıyla durdurulur. Bine yakın kişi gözaltına alınır. Olayları, televizyonlarda ibretle izliyoruz. Yerimizi, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin anlamlı sözlerine bırakmalıyız. Diyor ki, “Biz karanfille bu alana gelebildik. Bir çiçeğe bile tahammül edemeyenlerden demokrasi beklenemez”; “Korktukları işçilerdir, emekçilerdir, korktukları yurttaşların talepleridir...” Yasaksız, copsuz 1 Mayıs’lara diyelim!.. yebiliriz. Bu dernek daha birkaç hafta öncesine kadar bütün büyük gazete ve televizyonlara reklamlar vererek, daha fazla insanı bağışta bulunmaya çağırdı. Sıradan insanların temiz duygularla bu derneğe yaptığı bağışların eğer 8 milyon Euro bölümü Kanal 7 Int’in kasasına gittiyse, diğer bir bölümü de diğer gazete ve televizyonlara gitti. Kanal 7IntDeniz Feneri baskınından hemen sonra büyük bir gazetenin ilan servisini arayarak, son dört yıl içinde Deniz Feneri’nden toplam ne kadar “ilan parası” aldıklarını sordum. Aslında yanıt almayacağımı bile bile aradım ve bir “yoklama çektim.” Yetkili arkadaş, bilgileri sadece savcılığa verebileceğini söylerken, biraz da hince “Bu ilanlar size gelseydi siz yayınlamayacak mıydınız?” diye sordu. Ben de basının bütün ilanları almak zorunda olmadığını; en önemlisi de hedefine varmayan kampanyaların ilanlarını yayınlamanın işlenen suça ortak olmak anlamına geldiğini söyle kendi vatandaşlarını yargılamak üzere teslim etmiyor” diyerek işin üstüne fazla gitmemeyi tercih ediyor. İade edilmesini talep etmeyecekse bile sık sık görüştükleri AKP’li bakanlardan bu insanın Türkiye’de yargı karşısına çıkarılmasını isteyebilirler. Ama yapmıyorlar. Alman basınında da olay genellikle birkaç iyi niyetli gazeteci arkadaşın çabası haber oluyor. Özel belirlenmiş bir yayın anlayışı yok. TABANDAKI ÖFKE CUMHURİYET HAFTA Türkiye’deki son gelişmeler İslamcılığın ciddi darbeler almakta olduğunu gösteriyor. Bu siyasal çizginin Almanya merkezli bağlantıları sizce bunlardan nasıl etkilenir? Bu kesimin yolsuzlukları gerek Türkiye gerek Almanya’da ortaya dökülebilir mi? Bu kesimin üzerine gitmenin “demokrasi” ile nasıl bir ilişkisi var sizce? ÖZDEMİR Türkiye’de İslamcı sermayenin son birkaç yıl içinde iyice palazlandığı biliniyor. “Yeşil sermaye” olarak da nitelendirdiğimiz bu kesimin güçlenmesinde Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlerin birikimlerine “kâr ortaklığı” adı altında el konulmasının da önemli bir payı bulunuyor. Bu paraların yine İslamcı örgütler ile işbirliği içinde toplandığı da bilinen diğer bir gerçektir. Aslında “kâr ortaklığı” adı altında yapılan bu vurgun Almanya’daki siyasal İslam’a önemli darbeler vurdu. Geçmişte Milli Görüş içerisinde etkili görevlerde bulunmuş ya da tabanda iyi niyetle çalışmış, ancak “kâr ortaklığı” adı altında şirketlere alın terini kaptıranlar büyük bir öfke içerisinde. Bunların çoğu İslami örgütlerle kavgalı hale geldi. Gittikleri yerlerde, sürekli cami ve cemaatlerde ne kadar üçkağıtçılık, dolandırıcılık olduğunu anlatmaya başladılar. Yani, hayat tecrübesi onlara politik İslam’ın dışında kalmaları gerektiğini gösterdi. Türkiye’deki gelişmelerin Avrupa’ya nasıl yansıyacağını bugünden kestirmek zor. Eğer doğrudan, bu gelişmelerin AKP’yi nasıl etkileyeceğini soracaksanız, fazla önemli bir etkide bulunmayacağını söyleyebilirim. Çünkü, AKP’nin örgütle ilişkisi UETD üzerinden sürüyor ve bu derneğin içindekilerin çoğu Avrupa’da doğmuşbüyümüş, iş kurmuş kişiler. Bunların genel anlamda geniş kesimlerle bir bağı bulunmuyor. Kitlesel güç bakımından asıl önemli olan ise DİTİB. Geçmişte dini cemaatlerden uzak durmak için özen gösteren DİTİB, en son Milli Görüş ve Süleymancılar’ın kurduğu örgütlerle aynı çatı altında birleşti. Yani, DİTİB’in geleneksel devletçi çizgisi, Türkiye’deki gelişmelere bağlı olarak muhafazakârİslamcı çizgi ile birleşme eğilimi gösteriyor. Bunda, elbette Türkiye’deki gelişmelerin bir etkisi bulunuyor. İslami örgütlerin yapmış olduğu yolsuzlukları ortaya çıkarmak, bu sözle örgütlerin ne olduğunu ifade etmekten bin kat daha etkili. Bundan ötürü bugün, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da din, vatan, millet adına propaganda yaparak, insanları etrafında toplayan bu kesimlerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak çok önemlidir. İslamcı çevrelerin etkisi azaldıkça, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin aydınlanması, demokrasi bilincine kavuşması, kaderciliği bir yana bırakarak kendi haklarına sahip çıkması daha kolay olacaktır. Yücel Özdemir 1968 yılında Muş’un Varto ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde okurken gazeteciliğe başladı. 1993’ten beri Almanya’da yaşıyor ve kurulduğundan beri Evrensel Gazetesi’nin Avrupa Temsilciliği’nde çalışıyor. Köşe yazılarının yanı sıra, Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler, Alman iç politikası, AB ve İslami holdinglerin Avrupa’daki vurgunu konusunda araştırmalar da yayımlıyor. na teşekkür etti ve yazılanları doğrulamaktan başka söyleyecek bir sözünün olmadığını söyledi. Bu haberden kısa bir süre sonra Deniz Feneri başkanlığına Mehmet Taşkan getirilerek, şüpheler dağıtılmaya çalışıldı. Ancak iş işten çoktan geçmişti. CUMHURİYET HAFTA Yerleşik medyanın, “boyalı basının” da diyebiliriz, bu ilişkiler ağından şu ya da bu biçimde ciddi bir biçimde nemalandığı ileri sürülüyor. Peki, yerleşik medya AKP ile çok fazla iç içe olduğu için mi bu “İslami hortum” olayının üstüne gitmedi? Yoksa başka nedenler de var mı? Yani iş, basit bir nemalanma terbiyesinin üzerinde mi? Yoksa, egemen medya, bu ilişkilerin faturasını ileri bir tarihte çıkarmayı başından beri düşünüyor muydu? ÖZDEMİR İslami sermayenin Avrupa ülkelerindeki Türkiye kökenli göçmenlerden milyonlarca Euro toplamasında, sözünü ettiğiniz “boyalı basın”ın da önemli bir rolü olduğu açıktır. Milli Görüş ve diğer İslami derneklerin para toplamanın fiili merkezleri, “boyalı basın”ın da bunun propagandacısı olduğunu biliyoruz. Jetpa’nın büyük gazetelere ve televizyonlara boy boy ilanlar verdiğini herkes anımsayacaktır. İş ayyuka çıkmaya başlayınca bu kez karşı yayın yapmaya başladılar. Bu elbette basın etiği açısından sorgulanması gereken bir durum. ‘Y BİR ETIK SORUNU Aynı şeyi Deniz Feneri için de söyle dim kendisine. Maalesef birçok meslektaşımız, ilan ile gazetenin kimliğini birbirinden ayırarak, “Biz paramıza alalım, gerisi ne olursa olsun” diyor. Biz ise işin bu kadar basit olmadığına inanıyoruz. CUMHURİYET HAFTA Türk medyası yapmıyor da, peki, pek demokratik Alman medyası bu eşine az rastlanır “İslamcı hortum ekonomisine” gereken özenle eğiliyor mu? Neden? ÖZDEMİR Almanya, genel olarak İslami holdinglerin büyük vurgunuyla pek ilgilenmedi. Aslında ortada büyük bir kara para aklama, yolsuzluk olmasına rağmen adeta üç maymunu oynuyor. Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Sevim Dağdelen, bu konuyla ilgili hükümete tam 17 soruluk bir önerge verdi. Gelen yanıtlarda özetle, Almanya’nın ülkede yasadışı bir şekilde faaliyet yürüten 60’dan fazla İslami holding hakkında bilgi sahibi olmadığı yazıldı. Böyle bir şeye inanmak gerçekten güç. Aynı durum Hollanda’da da yaşandı. Sıradan vatandaşların gelir giderlerini en ince ayrıntısına kadar inceleyen, vergi kaçırıp kaçırmadığını kontrol eden bir ülkenin, bu kadar holdingin elini kolunu sallayarak milyonlarca markı toplayarak, çantalar içinde Türkiye, Lüksembourg, Lichtenstein ve İsviçre’ye kaçırmasını bilmemesi inandırıcı gelmiyor bana. Keza, Mannheim Savcılığı tarafından hakkında uluslararası arama kararı çıkarılan Dursun Uyar’la ilgili yargılama talebinde bile bulunulmuyor. “Türkiye Nisan, bir tan kızıllığı idi; 29 Nisan’da güneş doğdu. Cumhuriyetimizin o görkemli günlerinden biri de onlar oldu: 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim’le başlayan ve süren o anlamlı takvimde onlar da yerlerini aldılar. Bir kopukluk da görülüyordu: 12 Mart 1980’den beri, göğümüzde biriken kara bulutları silip atan çarpıcı bir olay pek görmedik. Hâlâ faşizmin anayasası ile yönetiliyoruz. 3 Kasım 2002 seçimleri ise mum dikti! Ancak, göğüslerimizi gitgide bastıran ağırlıktan anlıyorduk ki, hançerelerin patlaması yakındır. Ve oldu: 14 Nisan’da Tandoğan’da ve 29 Nisan’da Çağlayan’da olan budur. Şunu da gördük ki, sıradan bir boşalma değil; olan, tarihin derinliklerinden gelen bir hatırlatma ve devletle toplumu yeniden ihya etmek isteyen bir kararlılıktı sözü olan. Bu, anlamlı ve görkemli bir halk hareketidir. “Ne şeriat, ne darbe” diyorlardı. “Türkiye laiktir ve laik kalacaktır” deyip yürüyorlardı. Gelgeç bir hareketleniş mi bunlar? Hayır! Gazetelerden öğreniyoruz ki, önümüzde, aynı doğrultuda, 5 Mayıs’ta Manisa’da ve Çanakkale’de, arkasından İzmir’de eylem. Sırada Adana, Samsun, Trabzon.. var. Bu eylemler, ülkeyi kat edecek ve yurdu yeni bir bütünlük içinde ihya edecek... ? Bu halk hareketinin bir özelliği de, kadınların damgalarını vurmasıydı. Her yaştan kadın oradaydı: Ya ellerinde çocukları ya da kollarında kocaları... “Türkiye laiktir, laik kalacaktır” diye, yürekten haykırdılar. Öyle haykırdılar, çünkü laikliğin olmadığı bir yerde, zulmün en başta kadınları vuracağının bilincindeydiler. Kadınlar, kararlılık için yürüdüler. Kadınlar, ilk olarak mı görülüyorlardı? Hayır! 14 ‘13 Mayıs’ta bayrağını al da gel’ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) 13 Mayıs Pazar günü Kordonboyu’ndaki Gündoğdu Alanı’nda gerçekleştirilecek Cumhuriyet Mitingi’nin düzenleyicisi kuruluşlar, Cumhuriyet kazanımlarının korunması kararlılığının bir kez daha yansıtılacağını vurguladılar. İzmir Cumhuriyet Mitingi, 13 Mayıs Pazar günü Gündoğdu Meydanı’nda gerçekleştirilecek. Katılımcılar, saat 10.00’da limanda toplanmaya başlayacak. Buradan saat 11.00’de miting alanına doğru yürüyüşe geçilecek. Miting ise saat 12.00’de başlayacak. Miting Düzenleme Kurulu’nca yapılan açıklamada, tüm yurttan yurttaşların beklendiği miting için katılımcılara “Bayrağını da al gel” çağrısı yapıldı. MİTİNG ŞÖLEN HAVASINDA GEÇECEK Miting düzenleme kurulu adına İzmir Barosu Yönetim Kurulu üyesi Ferda Kardelen tarafından yapılan açıklamada, Cumhuriyet devrimlerine ve Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatarak Çankaya Köşkü’nü ele geçirmek isteyenlerin yenilgiye uğratıldığı vurgulanarak “Bu güçler şimdi de mağdur rolü oynayarak yeni oyunlar peşindedir” dedi. Yapılan açıklamada, ulusal mücadeleyi ateşleyen İzmir’de, 13 Nisan Pazar günü Gündoğdu Meydanı’nda yapılacak mitingin şölen havasında geçeceği belirtilerek “Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ulusun kaderini, kendi azim ve kararlılığı kurtaracaktır” denildi. DİSK Ege Bölge Temsilcisi Azat Fazla da, sendika üyesi işçilerin miting alanında olacağını söyledi. Fazla, DİSK’in hazırladığı pankartların kente asılacağını, 10 bin şapka siparişi verdiklerini belirtti. Yapılan açıklamada, mitingin İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, ADD, ÇYDD, Eğitimİş, Türkiye Gençlik Birliği, CUMOK, EÇEV, CHP, DSP, İP, GP öncülüğünde gerçekleştirileceği vurgulanırken toplumun birçok kesimini temsil eden sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları ve sendikaların da düzenleme komitesinde yer aldığı bildirildi. ürkiye, ne yazık ki uzun bir aradan sonra yayımlanan bir askeri bildirgenin açmazlarını yaşıyor. Genelkurmay Başkanlığı sitesinde bir süre kaldırılan açıklamanın yerine hemen ve hızla konması, bu konuda bir ısrarı da gözler önüne seriyor. Demokratik bir rejimde bu türden askeri açıklamalar olmaz. Gelişmiş demokrasilerde askerin görevi ülke savunmasını üstlenmektir ve asker seçilmişlere bağlıdır. Türkiye’de de yasalara göre Genelkurmay Başkanlığı’nın bağlı olduğu makam Başbakanlık’tır. Ancak askeri darbelerle şekillenen ülkemizdeki anayasal sistem otoriter ve yarıdemokratik bir sistemdir. Yüzde 10 barajı demokrasinin önemli engellerinden birisiyse, askerin siyasi yapılanma içindeki bazı yetkileri de yarı demokratik yapının unsurlarındandır. ??? Türkiye’de yasal sistemin bazı özellikleri ve siyasal alışkanlıklar ülkemizin demokratik sistemini zedeliyor. AKP, bu sistem içinde çoğunluğu sağlayarak hükümet edebilecek noktaya ulaştı. AKP’yi de iktidara bu kadar güçlü şekilde taşıyan sistem yarı demokratik sistemdi. Yüzde 35’lik oyla yüzde 66’lık sandalyeyi kazanmışlardı. “Niye böyle yaptınız” sorusunun muhatabı AKP’liler olamazdı. 12 Eylül sisteminin devamı olan dengeler onları iktidara taşımıştı. Meşruydular, yasal olarak T SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR AKP’lilerin Muhasebe İhtiyacı… lumsal beklentilere uygun bir yol izlemeyi tercih ettiler. Ancak geçmişten günümüze taşıdıkları bazı “takıntılar” sürüyordu. Parti içinde “dinci” ağırlık kendini kritik anlarda hissettiriyordu. ??? Derken AB sürecinde tıkanmalar gündeme geldi. AB içindeki muhafazakâr ve sağcı kesimler Türkiye’yi dışlamaktan yana tutum aldıkça, AKP’nin de morali bozuluyordu. Bunu milliyetçi tepkilerin sertleşmesi izledi. AKP rotasını şaşırdı. Rota şaşırması, AB ile ilişkileri rölantiye almayı beraberinde getirdi. Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesindeki ısrar, Orhan Pamuk ve Hrant Dink davalarındaki tablolar AKP’nin karnesine kötü notlar olarak yazılırken, parti statükoya daha fazla teslim oluyor, parti içindeki muhafazakârlık güç topluyordu. ??? Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptıkları hataları herhalde artık kendileri de anladılar. Çoğu zaman uzlaştıkları statükoyla Cumhurbaşkanlığı seçimle seçilmelerine kimsenin bir itirazı olamazdı. Ancak şu gerçeği unutmuşlardı, bu sistem tam demokratik bir sistem değildi. Onlar bu sistemin demokratik olmadığını kendilerine engel çıkardığı zaman görüyorlardı. Ayrıca iktidarlarını sürdürebilmek için güç odaklarıyla “uzlaşma” içinde ülkeyi yönetmeye de razı olmuşlardı. ??? Cin şişede durduğu gibi durmuyordu. “Kürt sorunu”, “Kıbrıs sorunu”, “Avrupa Birliği üyelik süreci”, “demokratikleşme” gibi değişik konular AKP’nin önüne gelip dayandığında işleri yürütmek o kadar da kolay değildi. Şemdinli’de yakalanan “derin devlet” izleri onları bir ikilemle yüz yüze bıraktı. Kendilerini de tehdit eden bu “oluşum”un üzerine gidecek bir güce sahip olmadıklarını düşündüler ve “ikna” oldular. AB sürecinde karşılarına çıkan zorluklara başlangıçta “göğüs” gerdiler. İçerideki statükocu direnişe aldırmadan, top rinde bilek güreşine tutuşmayı tercih ettiler. Şemdinli gibi demokratik çıkışlar gereken önemli olaylarda çabuk “ikna” olurken Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir demokrasi kavgası olarak kabul ettiler. Halbuki o kritik olaylarda mevzi kaybettikleri güçlerle böylesine açık kavgaya girişmeleri için uygun durumda değildiler. Türkiye, AKP kurmaylarının iyi yönetemedikleri bir sürecin sonunda krize girdi. Bu krizden en büyük yarayı alan da kaçınılmaz şekilde AKP oldu. ??? Demokrasi bütünsel bir tutum gerektirir. 12 Eylülcü sistemin en temel unsurlarından olan yüzde 10 barajını savunarak, parti liderliği diktasını sağlayan Siyasi Partiler Kanunu’na sarılarak demokrat olunamaz. Devlet içindeki “derin” yapılanmayla en olmaz yerde uzlaşıp, en zayıf olduğun noktada çatışmaya girerek başarı kazanılamaz. AKP yönetimi, Erbakan ve ekibiyle karşılaştırılınca daha dikkatli ve daha gelişime açık bir ekipti. Ancak, süreci yönetecek kadar olgunlaşmadıkları, demokrasiyi içlerine sindiremedikleri için ciddi hatalar yaptılar. Bu hatanın bedelini kendileriyle birlikte Türkiye ödüyor. Tabii bütün bunlara bakarak Türkiye’nin demokrasi birikiminin yeterince ol
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear