Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 11 MAYIS 2007 CUMA AKP Ne Yaptığını Biliyor mu? AKP 4.5 yıldır daima sayısal demokrasiye önem verdi. Aldığı yüzde 34 oyla Meclis’in yüzde 67’sine ulaşan adaletsiz sandalye çoğunluğunu elde ettiği için, bu çoğunluğuna dayanarak her istediğini yaptı, bunu da kendisine hak gördü ve demokrasiyi sayısal bir mekanizma olarak kabul etti. “Mademki Meclis çoğunluğu bendedir, öyleyse her istediğimi yaparım” düşüncesiyle ülkeyi 4.5 yıl istediği gibi yönetti. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de aynı yöntemi kullanarak yönetmeye kalktı. Buna dayanarak, “Cumhurbaşkanı AKP içinden olacaktır, Cumhurbaşkanı’nı bu Meclis seçecektir” dedi. AKP’nin çoğunluğuna güvenerek hiçbir demokratik açılım yapmadı, uzlaşmaya girmedi... Bugün gelinen noktada AKP ve Erdoğan’ın bu varsayımlarının hiçbirisi gerçekleşmedi... Eski Yargıtay Başsavcısı Sayın Kanadoğlu’nun 4 ay kadar önce gazetemizin bu sütunlarında yayımlanan yazısında ele aldığı, Cumhurbaşkanı seçimi için anayasanın 102. maddesine göre 367 üyenin bulunması gerektiğine dair uyarıcı yazısına önem vermedi, bu hukuksal düşünceyi hafife aldı, hatta alay etti. Sonunda konu Anayasa Mahkemesi’nde çözüme kavuşunca kafaları hukukun duvarına çarptı. Şimdi de yenilmişliğin, hukuksal olarak duvara toslamanın verdiği sinirlilik içinde bu kez cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde inat ve ısrar ediyorlar. Anayasaya göre Meclis seçim sürecine girdiği halde yaşamsal önemde sistem değişiklikleri getirmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanını halkın seçmesini gerçekten istiyorsan bu konuyu neden bir yıl önce gündeme getirmedin? Konunun enine boyuna tartışılmasına neden olanak tanımadın? Cumhurbaşkanını halkın seçmesi bir yöntemdir. Ancak anayasanın sadece bir maddesi değiştirilerek yapılamaz. Yapılmaya kalkışılırsa hukukun şaşmaz duvarına yeniden toslamak olanağı çok yüksektir. Bu sistem değişikliği anayasanın tek bir maddesinin değişmesi ile yapı PENCERE Baykal’ın Tarihsel Şansı... ürkiye’de solun yükseliş süreci ve yılları yaşanıyordu, Ege’de köylüler ayaklanmışlar, toprak nedeniyle ağaya başkaldırmışlar, Ecevit, İlhami Soysal’ı (Akşam), Kemal Bisalman’ı (Milliyet), beni (Cumhuriyet) çağırdı; hep birlikte AtalanGöllüce’ye gidiyoruz... Lider, yolda Deniz Baykal’ı tanıttı: “ Üniversiteden genç bilim adamları bize katılıyorlar...” Baykal güler yüzlü, enerjik, umut doluydu... ? Sonra ne oldu?.. Sağsol çatışmasının dünyayı ve Türkiye’yi silkelediği günler yaşandı; Baykal, önce Ecevit’le, sonra Erdal İnönü’yle upuzun süren sürtüşmeler kapsamında şöhret yaptı!.. Kurultaylar, toplantılar, kulisler, listeler, pazarlıklar, ve saire... Bitmez tükenmez bir parti içi mücadele, yıllara damgasını vurdu... Baykal’ın kişiliği de bu uzun serüvenle özdeşleşti!.. ? Öylesine bir olumsuzluk ki, solun parçalanma sürecini de vurguladığından son dönemde CHP, AKP’nin seçeneğini oluşturmakta yaya kalıyordu: Çoğu kişinin diline pelesenk olan laf neydi: Baykal başındayken CHP’ye oy vermem... Nitelikleri bakımından değerli bir politikacının başına gelebilecek en talihsiz yargı ve yazgı Baykal’ın peşini bırakmıyordu... ? Baykal’ın da hakkını yemeyelim, solun parçalanması sürecinde Ecevit DSP’yi kurmakla talihsiz bir işlevi üstlendi... Ama, bütün bunlar geçmişte kalmıştır; güncel ve geleceğe dönük gerçek nedir: “ Tehlikenin farkında mısınız?” Meydanları dolduran kitleler tarihsel uyarısını bu yolda yapıyor... ? Tarihsel uyarı.. Ve tarihsel fırsat.. Baykal tüm demokratik sol, sosyal demokrat ve devrimci solu Atatürkçülük kavramında birleştirecek bir açılımı benimserse adını tarihe yazabilir... Söyleyeceği bellidir: Tehlikenin farkındayım; CHP önderliğinde bütünleşelim... Baykal’ın geçmiş sürtüşmelerini kara tahtaya yazılmış ak tebeşir gibi silmesi gerekiyor... Geçmiş geçmişe gömülecektir... Tehlike büyüktür... Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu CHP kapılarını, olanaklarını, örgütlerini, siyasetini herkese içtenlikle açabilirse partinin gücü birdenbire ikiye katlanır... Meydanlar bunu istiyorlar... Peki, Baykal tarihsel şansını kullanabilecek mi?.. OKTAY AKBAL Dr. Alev COŞKUN Siyaset bilimi ve kamu yönetimi öğretim üyesi Atatürk Halkının Yüreğinde... “Atatürk Bir Gün Gelecek...” İşte geldi! Ankara’da Tandoğan Meydanı’nda; İstanbul’da Çağlayan Meydanı’nda; Manisa’da, Çanakkale’de, Marmaris’te, Almanya’da Duisburg’da... Yarınlarda İzmir’de, Adana’da, Trabzon’da, Kars’ta, Diyarbakır’da, Mersin’de, tüm illerde, kasabalarda, köylerde, Türkiye’nin her köşesinde, insanlarının içinde, yüreğinde... Boşuna yazmamışım; Atatürk Bir Gün Gelecek diye!.. “Atatürk dirilecektir. Atatürk’ün, inançlı devrimcilik ülküsü, çağdışılığın, geriliğin, yozlaşmaların, sapmaların, yanılgıların batağına düşmeyecektir. Yüzyıllar öncesinin paslanmış anlayışı, kafası, bugünün yeni insanını etkileyemeyecektir, onu çağdaş uygarlık ve ilericilik yolundan döndüremeyecektir.” ??? Zaman zaman insanoğlu yanıltılır, aldatılır, kandırılır, uyutulur, dünler, önceki günler, geride kalmış yaşantılar bir düşe dönüştürülmek istenir... Bütün bunlar birtakım hesapların adamları tarafından bilerek yapılır. Atatürk büyük adamdır, iyi şeyler yaptı, ama o artık yok, gerçekleştirdiklerini, daha da gerçekleştirmek istediklerini tartışmalıyız, hatta eleştirmeliyiz, dahası da hepsini unutturmalıyız, ulusun benliğinden silmeliyiz diyenler yalnız bugünküler değil, dünlerde de vardı, dünlerde de yaşandı... Ama Atatürk’ü eski bir düş sayanlara karşı çıkanlar da vardı, “Atatürk yaşadı mı?” diye kuşkuya düşenleri “Atatürk Bir Gün Gelecek” diye uyaranlar da... ??? Atatürk’ü, Atatürkçülüğü kendi kafalarına göre kullanmak, yorumlamak isteyenler de çıktı. Atatürkçü olmak, Atatürk devriminden, Atatürk’ün çağdaş uygarlık amacından korkmak, çekinmek isteyenlerin sayısı da az değildi. Ama bu ulusun hiçbir zaman kimi kafasız, kimi şaşkın, kimi yobaz, kimi aymaz, kimi çıkarcı, kimi dış güçlerin gönüllü yardakçısı, kimi yanlış koşullandırılmaların ürünü insanlarla savaşı bir an bile durmayacak... ??? “Atatürk Bir Düş müydü?” Zaman zaman öyle sananlarımız oldu. Bir güzel düş, ama geçip gitti, o artık yok, onun devrimi de yok, onun halkı da yok!. Meclis kürsüsünden “Yahu Atatürk ölmedi diyorlar, o 10 Kasım 1938’de ölmedi mi” diye sorabilen gafiller de görmedik mi? Hele beş yıldır iktidarı ele geçirmiş bir kadronun, Atatürk’süz bir Türkiye yaratma çabalarının tanığı da olmadık mı? ??? Atatürk er geç gelecekti? İşte Tandoğan, Çağlayan, Manisa, Çanakkale, Marmaris’te, Türkiye’nin her yerinde... Yetmiş iki milyon yurttaşın yüreğinde, kafasında... Bir gün gelecekti. Geldi... Cumhurbaşkanını halkın seçmesi bir yöntemdir. Ancak anayasanın sadece bir maddesi değiştirilerek yapılamaz. Yapılmaya kalkışılırsa hukukun şaşmaz duvarına yeniden toslamak olasılığı çok yüksektir. Bu sistem değişikliği anayasanın tek bir maddesinin değişmesi ile yapılamaz, çünkü parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmektedir. lamaz, çünkü parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmektedir. Bu da anayasanın bir maddesi değiştirilerek, yani cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir demekle olmaz. Bu bizi karmaşaya götürür, sistemi altüst eder. Sonunda yönetemeyen demokrasi ile karşı karşıya geliriz ki, bundan da istikrar isteyen özel sektör ve özellikle mevcut siyasal partiler zarar görür. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi bizi başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine götürür, dedik. Şimdi bu konular üzerinde kısaca duralım... Başkanlık sisteminin en belirgin nitelikleri aşağıda özetlenmiştir. 1. Devlet başkanı belli bir süre için doğrudan doğruya halk tarafından seçilir. 2. Hükümet, yani yürütme organı doğrudan doğruya başkana bağlıdır, hükümet üyelerinin atanması ya da görevden alınması tamamen başkanın yetkisindedir. Yürütme organının başı olarak başkan hükümeti yönetir ve yönlendirir. 3. Hükümetin atanmasında yasama organının hiçbir yetkisi yoktur. Yasama organı hükümete ya da başkana güvensizlik oyu vererek düşüremez. 4. Yasama organı vatana ihanet dışında halk tarafından seçilmiş başkanı görevden alamaz. ERT KUVVETLER AYRILIĞI Başkanlık sisteminin en belirgin niteliği yasama ile yürütme arasında ‘işlevsel’ ve ‘organik’ açıdan sert kuvvetler ayrılığı olmasıdır. Bunun anlamı, yasama ve yürütme organlarının yetki alanlarının kesin çizgilerle birbirinden ayrılması ve birbirinden tamamen bağımsız hareket etmesidir. Şimdi, AKP cumhurbaşkanını halk seçsin derken bütün bunları düşünmekte midir? Eğer bunları bilerek bir sistem değişikliği yapmak istiyorsa o zaman bütün bu sistemi yürütecek ve düzenleyecek kapsamlı bir anayasa değişikliği paketi hazırlaması gerekir, bu da çocuk oyuncağı değildir, böylesi önemli bir sistem değişikliğinin devletin ilgili birimlerinde, üniversitelerde, basında tartışılıp değerlendirilmesi gerekir. Eğer AKP başkanlık sistemi değil de yarı başkanlık sistemi öngörüyorsa, o konu üzerinde de biraz durabiliriz. Yarı başkanlık sistemi, başkanlık sistemiyle parlamenter sistemin kimi önemli unsurlarının birleştirilmesi ile ortaya çıkan karma, melez bir sistemdir. Bu sistem siyasal bilimler literatürüne 1958 yılında V. Fransız Anayasası’ndan sonra girmiştir. Bu sistemi ünlü siyaset bilimci Duverger şöyle niteliyor: 1. Cumhurbaşkanı halk tarafından genel oyla ve genellikle iki turda seçilir. 2. Cumhurbaşkanı geniş yetkilere sahiptir. 3. Ayrıca yürütme ve hükümet etme gücüne sahip olan bir başbakan ve hükümeti de vardır. Parlamento, hükümete muhalefet ederek, güvensizlik oyu vererek düşürebilir. Başkanlık sistemindeki tek merkezli otorite, yarı başkanlık sisteminde ikiye bölünerek ikili bir erk ve yetki yapısı ortaya çıkmıştır. Bu ikili otorite ve yetki yapısının bir ucunda parlamentoya karşı sorumlu bir başbakan ile bakanlar kurulunun bulunması, öte yandan da halk tarafından seçilen ve parlamento tarafından sorguya çekilemeyen bir cumhurbaşkanının bulunmasıdır. Başkanın ayrıca Meclis’i feshetmeye, hükümeti de sorgulamaya ve hatta azletmeye yetkisi vardır. Bu sistemde, zaman zaman da halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile günlük yürütmenin başındaki başbakan arasında çelişkilerin oluşması kaçınılmazdır. Görüldüğü gibi, özellikle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve güçlü yetkileri olması sebebiyle kimi siyaset bilimciler, başkanlık sistemi için “seçilmiş kral” nitelemesinde bulunmuşlardır. Şimdi sormak gerekir. AKP ne istiyor? AKP şu anki cumhurbaşkanının yetkilerinin çok olmasından şikâyetçi değil midir? Sayın Sezer’in yetkilerinin kısıtlanmasını istemiyor muydu? Yukarıda verdiğimiz örnekler, yetkileri daha da artırılmış bir cumhurbaşkanını getirir. Sonunda Eyalet sistemini ve federalizmi getirir. AKP kızgınlıkla ve bir inat uğruna, mademki bu Meclis’te AKP’li bir Cumhurbaşkanı seçtirmediniz öyleyse alın size bir karmaşa diye,içinden çıkılamayacak,halkın seçmesi gibi popülist unsurlar da taşıdığı için kolay kolay karşı durulamayacak bir kaos mu, karmaşa mı yaratmak istiyor? Ancak bu konu çok hassastır, iki yüzü keskin bıçaktır ve yönetemeyen demokrasiyi de getirir. Sonunda bu girişim de hukukun sert duvarına çarpar. Seçim kararı vermiş bir Meclis,bu derece karmaşık ve siyasal sonuçları hiç kimseye yararlı olmayacak, üzerinde çok çalışma gerektirecek bir konuyu yeni seçilecek Meclis’e bırakmalıdır. T S HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com Yasalaştırılmış Irkçılık (1) İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı Avrupa demokrasilerinin geliştirdiği “mücadeleci demokrasi” anlayışı, demokrasi düşmanı ideolojilerin sisteme demokratik yollarla sızmasını önlemek adına, bu ideolojilerin demokrasi kalkanından mahrum bırakılması anlamını taşır. Avrupa özelinde ırkçı ideolojileri hedef alan bu anlayış, sisteme dışarıdan sızmalara karşı direncini, hafızalarda hâlâ tazeliğini koruyan “Haider Vakası” esnasında bir kez daha kanıtlamıştı. Avrupa Parlamentosu’nda ırkçı partilerin parlamento grubu kurmasıyla yeni bir sınava giren Avrupa’nın mücadeleci demokrasileri, dışarıdan sisteme sirayet etmeye çalışan aşırı milliyetçi akımlara karşı gösterdikleri başarıyı maalesef sistem içinden türeyen akımlara karşı gösterememektedir. 1990’lara dek Soğuk Savaş’ın diplomatik gerekleri ile örtbas edilen bu durum, (Salazar ve Franco’nun demokratik Avrupa içerisinde yer bulmasında olduğu gibi), 11 Eylül sonrasında da farklı gerekçelerle göz ardı edilmeye devam etmektedir. 1955’den 1998 yılına kadar uygulamada kalmış ve onbinlerce kişinin sebepsiz yere vatandaşlığını yitirmesine neden olmuş “Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19. maddesi”, yasalaştırılmış bir ırkçılık örneği olarak etkilerini sürdürmekte. Cem ŞENTÜRK ti olmaksızın terk eden Yunan etnik kökeninden olmayan bir kişi, Yunan vatandaşlığından ıskat edilebilir. Bu yurtdışında doğmuş ve orada yaşayan Yunan soyundan olmayanlar için de geçerlidir. Yurtdışında yaşayan reşit olmamış çocuklar, ebeveynleri veya ebeveynlerinden hayatta olan biri vatandaşlıktan çıkarılmış ise, vatandaşlıktan ıskat edilebilirler. İçişleri Bakanı bu durumlarda Yurttaşlık Konseyi’nin onayı ile karar verir.” 1955’de yeniden formüle edilen Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19’uncu maddesi, 1927’de çıkarılmış bir başka yasanın devamı niteliğindedir. Kuzey Yunanistan’da yaşayan çoğunluğunu Makedonların oluşturduğu “farklı” toplulukları ve iç savaş esnasında “komünist”leri bölgeden sürmek üzere kullanılır. Bu aşamaya dek Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın mağdur olduğuna dair bir emare bulunmamaktadır. 1955’de yeni kanunun yasalaşmasının ardından ise ana hedef grubunu Türk azınlığının mensupları oluşturur. 2005 Mayıs ayında Yunan Parlamentosu’na Rodop Milletvekili İlhan Ahmet tarafından sunulan soru önergesine verilen yanıta göre, Batı Trakya ve On İki Adalar’da yaşayan 46 bin 638 Türk (Müslüman), 1998’e dek uygulamada kalan yasa ile vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Dönemin Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı Yunanistan İçişleri Bakanı Alekos Papadopoulos’un 23 Ocak 1998 tarihinde yaptığı açıklamaya göre ise 1955’den beri uygulanan yasanın o güne dek mağdur ettiği insan sayısı 60 bini bulmaktadır. Bu sayıların ele alırken dikkat edilmesi gereken husus, verilen rakamların doğrudan mağdur sayısına işaret ettiğidir. Vatansız durumuna düşürülen kimselerin sonradan dünyaya gelen çocuklarının da dolaylı olarak yasa nedeniyle mağdur oldukları düşünülürse, 43 yıl boyunca yürürlükte kalan yasanın en az 2030 bin civarında da dolaylı mağduriyete yol açtığı hesaba katılmalıdır. ETNİK AYRIMCILIK Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19. maddesi, ülkede yaşayan yurttaşların belli bir bölümünü kapsayan özel bir hükümdür. Yasanın kapsamına giren kişiler tasnif edilmiş ve bu tasnif, “Yunan soyundan” olup olmama üzerinden yapılmıştır. Yurttaşları soylarına göre iki sınıfa ayıran yasa, Yunan iç hukukunun üzerinde sayılan Lozan Antlaşması’nın 38, 39 ve 40’ıncı maddelerine aykırıdır. Yunanistan’da yaşayan MüslümanTürk azınlığın haklarını garanti altına alan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın 38’inci maddesi Yunanistan’a ülkesinde ÜNLÜ 19’UNCU MADDE 1955/3370 tarih/sayılı Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19’uncu maddesi aynen şöyledir: “Yunanistan’ı geri dönüş niye yaşayan herkese doğum, milliyet, dil, ırk ve din ayrımı yapmaksızın hayat ve özgürlüklerini koruma yükümlülüğü getirmiştir. 39’uncu madde azınlık mensuplarının, Hıristiyanlar ile aynı medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklarını söylemektedir. 40’ıncı madde ise Müslüman Yunan vatandaşlarının hukuki ve uygulamada görülen işlem ve güvencelerden diğer yurttaşlar gibi yararlanmalarını öngörmektedir. Lozan Antlaşması’na açık aykırılığı bulunan yasa, Birleşmiş Milletler Kurucu Bildirgesi ve Avrupa merkezli ırk ayrımcılığını yasaklayan uluslararası belgelerle de çelişmektedir. “Yunan soyundan olmayanların” vatandaşlıktan çıkarılmalarına sebep, bu kişilerin geri dönüş niyeti olmaksızın ülkeyi terk etmeleri, daha doğrusu ülkeyi geri dönüş niyeti olmaksızın terk ettiklerine kanaat getirilmesidir. Bu kanaati getirecek olan ise ülkenin idari makamlarıdır. Vatandaşlıktan çıkarma kararı, hiçbir hukuki süreçten geçilmeksizin doğrudan idari birimlerin aldığı kararlar doğrultusunda alınmaktadır. Keyfi şekilde alınan idari kararlar hukuksuz düzenlemenin trajikomik sonuçlar vermesine yol açmaktadır. Bu gerçekten çok ciddi konuyu tartışmaya, önümüzdeki hafta da devam edeceğiz. CUMHURİYET 02 CMYK