Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
9 MART 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN Gölleri unutmamak... yemeyiz. Edebiyatımız yalnızca deniz değil, göl kaçkınıdır aynı zamanda. Ne de olsa Barbaros’un çocuklarıyız!.. Ne dersiniz, bu kısırlığın, yetersizliğin nedeni Kaliforniya Üniversitesi’nde ders veren Sargun A. Tont’un “Sulak Bir Gezegenden Öyküler” kitabında dile getirdiği şu eleştiri olabilir mi: “... Şairler bisiklete atlayıp kırlara, ormanlara açılırlarsa o zaman yazılacak öykülerin, şiirlerin haddi hesabı olmaz. Üstelik ‘rakı şişesinde bir balık olmak’ gibi düşünceleri akıllarından çıkararak, masmavi bir göl kıyısında bembeyaz bir zambak olmayı düşünebilirler.” En çok sevdiğim su ülkesi denizdir… Irmakları da, gölü de severim ama “en çok” denizden yanadır gönlüm. İşte, bu tercihimi anlatan dizeler: Denizi sever en çok bendeniz bir ırmak ya da gölü değil ama sıragöller bana hep denizi anımsatır Gölde boğulan şair var mıdır? Olmaz olur mu?.. İngiliz romantiklerden Shelly’nin ciğerleri göl suyuyla dolmuştur örneğin. Li Po’nun öyküsü ise çok daha trajediktir! Çinli şair mehtaplı bir gecede sandalıyla göle açılır. Ayın sudaki görüntüsü o denli büyüleyicidir ki, Li Po kollarını açarak suya sarkar... Şair, o gece haylice içmiştir! DEBİYAT COĞRAFYASININ GÖLÜ Üç dizelik Japon şiirleri olan Haikai’de dağlar kadar göller de önemlidir. Az sözcükle çok şey anlatmak, yani derinlik yaratmak ustalığı olan bu şiir türü edebiyat coğrafyasının gölüdür. İşte, Buson’dan bir örnek: Yaşlı ufak bir gölde Bir kurbağa sıçrıyor Suyun sesi… Van Gölü’nde canavar, Sapanca Gölü’nde piranha, Bafa Gölü’nde ölü balıklar... Bunlar da olmasa göllerimiz bir yer bulamayacak kendilerine, gazete sayfalarında!.. Köşe yazarları ise birbirlerini bir kaşık suda boğmak için yarışıyor. Oysa, yazılacak, okuru bilgilendirecek o kadar çok konu var ki!.. Mimar Sinan’ın ilk eserinin, Kanuni’nin Bağdat seferi sırasında Van Gölü’nün kıyısındaki ağaçlardan yaparak yüzdürdüğü üç gemi olduğunu kaç kişi biliyor ki!?. C 15 Enis BATUR Oğuz Demiralp: Bir gizsökücü ıllar yılı dostlarımın, yakın arkadaşlarımın yapıtları hakkında düşündüklerimi okur önünde dile getiremedim: Suçlamalara hedef olacağımdan değil, doğrusu pek aldırmıyorum öyle şeylere, bu tarz iğnelemeler genellikle azgelişmiş kültür ortamlarının işidir; asıl tasam, çoğu kez söz konusu kitapların yayıncısı olmamdan kaynaklanıyordu, sanırım kendi lokantamı övüyor durumuna düşmekten çekiniyordum. Dilerim bir gün, yakışıksız yarışma ve itişme koşulları hafifler ülkemizde, özgür ve içten biçimde söz alabileceğimiz atmosferi yaratabiliriz. Cümle âlem biliyor herhalde: Oğuz Demiralp çok yakın dostum. Ortaokul sıralarından başlayan, ODTÜ’de aynı sırayı paylaşmamızla süren, daha önemlisi kırk yılı aşkın bir süreye yayılan diyaloğumuzu, Mercimek Ahmed’in pırıl pırıl Türkçesinden çekip çıkardığımız "başdaş"lık kavramıyla adlandırdık öteden beri. Aynı dönemde yazmaya koyulduk, Yazı dergisini bütün bütüne ortak kaygılarla birlikte çıkardık. Oğuz Demiralp, baştan beri denemeye, eleştirel denemeye ağırlık vermişti. Önce Okuma Defteri’nde, sonra Satırlar Arası Aylâklık’ta otuz yılı aşkın bir süre içinde çeşitli yayın organlarına dağılan yazılarını bir araya topladı; bir yandan da, soluklu, kitap boyutunda okumalara girişti: Tanpınar, Walter Benjamin, Sadık Hidayet üzerine kurduğu çalışmaları, ne denli geniş bir kültür coğrafyasına hâkim olduğunun göstergesi. Bu genişlikten önemlisi, bana kalırsa, başlıksız daldığı derinliklerdir: Oğuz Demiralp’in yazısında, bir vurgun rizikosuyla kanlı oynaşın izleri göze çarpar. Seçtiklerini trajikolana teğet gizilgüçlerine bağlı biçimde, kendi öznelliğini ötekiöznede tartma iştahıyla ele aldığı söylenebilir. Tanpınar’ı, Benjamin’i, Hidayet’i, Ece Ayhan’ı ya da Yusuf Atılgan’ı, bir kitabının başlığına oturttuğu Yazı ve Yalnızlık kefelerindeki irkiltici dengeye, dengesizliğe sokularak didiklemiştir. Ufarak bir denememde, Blanchot’nun ve Barthes’ın üzerimizde ne denli etkili olduğundan dem vurmuştum, serüvenimizin ortak başlangıç döneminde. Demiralp’te az rastlanır bir bireşim doğuran maya, bakıldığında, çözümleyici bakışla yazı/n/ın metafizik salınımına ilişkin kaygının eşit paylar barındırmasıyla biçimini almış, özünü tayin etmiştir. Kuru kuruya metodolojiye hapsolmayan, buna karşılık onu küçümsemeye de kalkışmayan bir perspektiftir bu. Bir şifreçözücü değildir Demiralp, bir tür gizsökücüdür: Bağlantıları arar, örtündükleri yerden çıkarır ve tablonun bütününü görmeye Y rkadaşları Harvard Üniversitesi’nin kuralı gereği siyah ceket giyerken, o sırtında yeşil ceketiyle geliyordu okula. Mezuniyet diplomasının koyun derisine basıldığını görünce şunları söylediği bilinir: “Keşke her koyun kendi derisine sahip çıksa” Henry David Thoreau, 1862 yılında öldüğünde 45 yaşındaydı ve son yıllarını Walden Gölü kıyısındaki kulübesinde yaşamıştı. Tarihin en büyük doğa âşıklarından biri olan Thoreau’nun gölün adını verdiği kitabı, günümüzde doğa bilimcilerin baş ucundan eksik olmuyor. İşte, o kitaptan bir bölüm: “Ne zaman bir tilkinin, sanki dünyada hiçbir derdi yokmuş gibi, tam bir özgürlük içinde buz tutmuş gölün üstünden geçişini veya güneşli bir havada tepelerde koştuğunu görsem, güneşin ve dünyanın gerçek sahibinin o olduğunu düşünürüm.” A SUYUN BELLEĞİ... Ünlü denizcimiz Barbaros Hayrettin Paşa anılarında denizden hiç söz etmez! Hal böyleyken, göllerimizin tarihi konusunda bilgi sahibi olduğumuzu söylemek, iyimserlik olacaktır. Göl, suyun belleğidir oysa. Dünyanın oluşumunda başrol oynayan suyun müzesi göllerdir... Ve Türkiye, Jeomorfoloji’nin (yeryüzü şekilleri bilimi) pek çok alanında olduğu gibi göller konusunda da büyük bir mirasa sahiptir. Edebiyatımızdaki gölleri gezecek olsak, Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’ni elimize almalıyız. Roman, Küp Gölü’nün kıyısında oturan çobanların kaval çalmasıyla başlar... Kemal Tahir, Göl İnsanları’nda bir gölden çakıl taşıyan işçileri anlatır. Şiirde ise dizeleri bir çubuk gibi göl suyunda en çok gezdiren şair Melih Cevdet Anday’dır. Bafa Gölü için bir şiir yazan Anday’ın kitaplarında her an bir göl duyarlığı göz kırpabilir okura: Gün doğuyordu erken erken Uyuyakalmış üç martı var gölde. Ülkü Tamer, “Sıragöller” adını verir bir şiir kitabına; Cemal Süreya bir şiirinde Gazali’nin gölü bilgisayar olarak kullandığını yazar... Örnekleri çoğaltabilir miyiz? Birkaç şairi, yazarı da anabiliriz ama, göllerimizin güzelliğinin hakkını verebildiğimizi söyle E davranır. Yeri geldiğinde, toplumbilimsel boyutu öne çıkardığı yaklaşımı devreye sokar: Yakında bir kitabın çatısı altında buluşacağını umduğum, Türk sineması eksenli okuma denemelerinde olduğu gibi. Bilindiği üzere, Barthes, bir kaza sonrası, olgunluk çağının verimli bir aşamasında öldüğünde, yaratıcı yanı ağır basacak bir yazı evresi kesintiye uğramıştı. Oğuz Demiralp’in, deneme ve eleştirel deneme ağırlıklı güzergâhında da, benzetmek gibi olmasın, benzeri bir gelişme olduğu gözlemleniyor. Geceyarısı Kitapları arasında yer alan Gönderilmemiş Kartpostal Yazıları başlıklı kitabını görememiş okurların dikkatini çekmek isterim: Benjamin’in kısa metinlerine uzak hısımlıklar, bir tür kan bağı taşıdığını düşündüğüm o nesir parçalarında Demiralp, poetik bir üslubu benimsiyordu. Bir kaza kurşunu saymıyorum Gönderilmemiş Kartpostal Yazıları’nı: Oradan yeni bir kol açıyor yüksek debili akarsuda, gitgide derinleşecek ve genişleyecek diye baktığım, dilediğim bir yatak kazıyor Oğuz Demiralp. Belki öyküye, romana değil (belki de öyle olacaktır ayrıca, kim bilebilir şimdiden?), şiirsel nesrin olanaklarını kullanacağı ara türlere ya da türlerarasılığa dönük bir yazı yolu daha açacağını öngörmek kâhinlik taslamak mı olur?Ne olursa olsun, Oğuz Demiralp’in, Mitologya’nın yeraltı suyu Alphea’nın edasıyla ilerleyen incelikli, telaşsız yazısı Türk edebiyatının gövdesinde şimdiden kendine özgü kutup noktasını yaratmış durumda. Son kitabıyla Memet Fuat ödülünü almış olması ayrıca sevindirici: Öne çıkmayı, görünmeyi sevmez Oğuz Demiralp; kitaplarına nitelikli okurun önünü açacak bu gelişmeden, yaşıyor olsaydı Memet Fuat keyif alırdı bana kalırsa. Yolun açık olsun başdaş! İsmet Paşa/ Can Dündar, Bülent Çaplı/ İmge Kitabevi/ 128 s. “‘İsmet Paşa’ belgeselinin çalışmasına 1997’de başladık. 1,5 yıl, çok iyi bir ekip ve ciddi bir prodüksiyonla çalıştık. Paşa’yla ilgili yazılmış kitapları okuduk; İnönü Vakfı’nın izniyle günlüklerine, mektuplarına, notlarına, yazışmalarına girdik. Ailesiyle konuştuk, tartıştık. İsmet Paşa’nın hayatının tümünü kronolojik bir sıralamayla anlatmak yerine, o hayatın dibe vurduğu ya da zirveye çıktığı noktaları, zaferleri ve mağlubiyetleri anlatalım. Hayatını üçe böldük: Asker İnönü, devlet adamı İnönü ve siyasetçi İnönü…” Bu kitapta “İsmet Paşa” adlı belgeselin metinleri yer alıyor. Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine/ Schopenhauer/ Çeviren: Ahmet Aydoğan/ Say Yayınları/ 104 s. “Hiçbir makam mevki, soy sop farkı yoktur ki kafalarını sadece bellerinin hizmetinde kullanan, bir başka ifadeyle, onu iradelerinin emellerinin bir hizmetkârı olarak gören milyonlarca insan ile: ‘Hayır! Kafa bunun için kullanılmayacak kadar değerlidir, o sadece kendi kendisinin hizmetinde kullanılmalıdır, bu dünyanın harikulade ve çok çeşitli manzaralarını temaşa ve tekeffür etmeye ve sonra da onu bir fert olarak kişiliğime cevap teşkil edebilecek şekilde, ister sanat ister edebiyat olarak, bir form içerisinde yeniden üretmeye çalışmalıdır’ diyecek cesarete sahip çok az ve ender bulunur kimseleri birbirinden ayıran derin uçurum kadar büyük olsun. Bunlar dünyanın gerçek soyluları ve asilzadeleridir.” Bu kitapta Alman filozof Martha Vine’ın gözetimi altında büyür. Amerika Krizde/ Tom Clancy/ Çeviren: K. Uğur Kızılaslan/ Salyangoz Yayınları/ 904 s. Amerika Birleşik Devletleri tarihteki en feci terör saldırısıyla karşı karşıya kalmıştır. Başkan Durling, kuvvet komutanları, Anayasa Mahkemesi yargıçları ve birçok kongre üyesi hayatını kaybetmiştir. Başkan Yardımcılığı’na saldırıdan birkaç dakika önce atanan Jack Ryan, sarsılmış ve tüm liderlerini kaybetmiş ülkenin başkanlığına getirilmiştir. Şimdi hükümeti yeniden kurmalı, yas içindeki ulusu rahatlatmalı ve gerçek bir liderlik sergilenmelidir. Ama hem ülkesinde, hem de dışarıda düşmanlarca çevrelenmiş durumdadır. Çin’in Uzun Yürüyüşü/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/ 214 s. Schopenhauer’un seçkinlik ve sıradanlıkla ilgili düşünceleri yer alıyor. Picasso/ Gertrude Stein/ Çeviren: Kaya Özsezgin/ Dünya Kitapları/ 66 s. Yirminci yüzyılın önemli ressamlarından Picasso’yla, modernist edebiyatın en yenilikçi yazarlarından Gertrude Stein’ın buluştuğu bir kitap “Picasso”. Ressamın en yakın arkadaşlarından biri olan ve yıllar boyunca sanatının nasıl evrildiğine tanıklık eden Stein, bu kitabıyla, Picasso’nun dünyasını metin düzleminde kurmaya girişiyor. İki dâhi sanatçının bir araya geldiği “Picasso”, kurgu ile gerçeğin, sanat ile yaşamın iç içe geçtiği bir yapıt. Elli Çağdaş Düşünür/ John Lechte/ Açılım Kitap/ 448 s. Bu kitapta, John Lechte hem yapısalcı kuramın gelişimi hem de bu yönelişe karşıt anahtar düşünürler üzerine odaklanıyor. John Lechte, elli başlığın her birinde, karmaşık düşünceleri aydınlatıyor. Yazar ayrıca daha ileri okumalar yapmak için bibliyografik bilgi ve metin önerileri de sunuyor. “Elli Çağdaş Düşünür”, erken yapısalcılıktan başlayarak postyapısalcılık, göstergebilim, postmarksizm ve Annales tarihinde, modernite ve postmoderniteye doğru rehberlik ediyor. Kitapta diğer başka düşünürlerin yanı sıra Bakhtin, Freud, Bourdieu, Chomsky, Derrida, Lacan, Kristeva, Saussure, Irigaray ve Kafka hakkında bölümler yer alıyor. Osmanlı’da Yenilenme ve Türkiye’nin Sorunları/ Paul Imbert/ Profil Yayıncılık/ 208 s. Paul Imbert, 1909 yılında yazdığı bu yapıtında Osmanlı’nın son dönemlerinin panoramik bir görüntüsünü sergiliyor. Batı’nın Osmanlı ve Türklere kayıtsız kalmadığını, hele mesele kişisel çıkarlarıysa yardım etmek istiyorlarmış gibi görünüp hemen sorunlara el attıklarını çarpıcı bir şekilde dile getiriyor. Hayatın Gerçekleri/ Graham Joyce/ İstiklal Kitabevi/ 440 s. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve savaşın hemen sonrasındaki dönemde İngiltere’nin Coventry şehrinde geçen bu roman, Vine ailesinin en küçük kızı, genç ve başına buyruk Cassie’nin bir Amerikan askerinden evlilik dışı olan oğlu Frank Arthur Vine’ın ilk çocukluk çağı boyunca çevresinde geçen olayları konu alıyor. Doğaüstü sezgilere sahip kaçık Cassie’nin çocuğa gereğince bakamayacağı düşünüldüğünden, Frank, birbirinden ilginç altı teyzesinin ve bu yetisinden hiç memnun olmasa da “ölüler dünyasıyla” ilişki kurabilen otoriter ama sevecen anneannesi Çin’i binlerce sene öncesinden bugüne taşıyan değerlerler neler? Çin’de Türklerden kalan izler var mı? 1 milyar 300 milyon nüfusuyla yeryüzündeki her 5 kişiden birini ülkesinde barındıran Çin, yılda yüzde 10’lara varan kalkınma hızını nasıl yakaladı? Marco Polo’nun anlata anlata bitiremediği Çin uygarlığından bugüne neler kaldı? İpek Yolu’nun başladığı yerde bugün neler bitiyor? Sosyalizmle kapitalizmi birleştirip, kapitososyalist bir yönetim modeli oluşturan Çin, ekonomide liberal, demokraside merkezi yapıyı nereye kadar götürebilir? Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Türkler nasıl yaşıyor? Mustafa Balbay, bu soruların yanıtlarını aradığı Çin gezisinden izlenimlerini sunuyor. Kadir Aktay’dan fotoğraf sergisi LONDRA (Cumhuriyet) Fotoğraf sanatçısı Kadir Aktay’ın “Siyahbeyazdı düşleri fotoğrafları” başlıklı yeni sergisi 6 Mart 2006 salı günü The ArtZone galerisinde açıldı. Sanatçının son yıllarda yaptığı çalışmalardan örnekleri yer aldığı, Edmonton Green Shopping Centre içinde bulunan The ArtZone 5456 Market Square Edmonton London N9 0TZ adresindeki sergi ile birlikte “f:stop Fotoğraf Atölyesi” fotoğraf kursları da başlayacak. Kadir Aktay aynı zamanda, Edmonton Green Shopping Centre içinde bulunan The ArtZone’da Katre Sanat işbirliği ile vereceği fotoğraf kursları ve workshoplarda öğreteceği tekniklerle çekilmiş fotoğrafları sergileyecek. Sanatçı, Katre Sanat ile işbirliği içinde ve hazırladığı “f:stop Fotoğraf Atölyesi” çalışmalarında, “Herkes için Sanat!” sloganı altında her yaş grubundan katılımcılar eşliğinde workshop çalışmaları yapacak. Bu çalışmalar sonrasında da katılımcılar ile ortak sergiler gerçekleştirilecek. Fotoğraf Sergisi ve “f:stop Fotoğraf Atölyesi” fotoğraf kursları hakkında ayrıntılı bilgi almak ve kayıt yaptırmak isteyenler Kadir Aktay’a 07917 540 103 numaralı telefondan, Katre Sanat’a da 020 8807 5571 numaralı telefondan ulaşabilirler.