25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 Elektra dünümüz bugünümüz Esra AÇIKGÖZ rova Savaşı’nın kahramanlarından Agamemnon, karısı Klytamnestra ve sevgilisi Aigisthos tarafından öldürülür. Agamennon’un kızı Elektra’nın hikâyesini başlatan işte bu ölümdür. Bundan sonra yaşamının tek amacı, intikam almaktır. Annesini ve Aigisthos’u öldürmesi için erkek kardeşi Orestes’i ikna eder. İntikam alınır... Bu intikam, mitolojinin sınırları içinde kalmadı, psikiyatride Elektra kompleksi adıyla kadınlık hallerini tanımlamakta kullanıldı. Filmlere, tiyatro oyunlarına, operalara konu oldu. Şimdi de, İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sahneleniyor. Alman besteci Richard Strauss’un eserinin metin yazarı ise, Hugo von Hoffmannsthal. Elektra’nın üç kadın kahramanıyla, Jaklin Çarkçı (Elektra), Lynn Çağlar (annesi Klytamnestra) ve Burçin Çilingir (kız kardeşi Chrysothemis) ile oyunu ve Elektra’nın günümüzdeki yerini konuştuk. Elektra şimdiye kadar rol aldığınız operalar arasında nasıl bir yere sahip? Lynn Çağlar: Diğer operalar gibi değildi, çağdaş bir müzik olduğu için, zordu. Jaklin Çarkçı: Hem oyunculuk hem de müzikal açıdan yorumlaması zor bir oyundu, ancak başarılı bir iş çıkardık. Erkeklerin Oidipus’u varsa, kadınların da Elektra’sı var… Bu çatışma, kadınlık hallerini yorumlamakta da kullanılıyor. Sizlerden karakterlerinizi yorumlamanızı istesem… J. Çarkçı: Elektra, haksızlıklara eyvallah etmeyen, başkaldıran, tek başına kalsa da hakkını arayan bir kadın. Bir kızın babasını öldürülürken görmesinin neler getirebileceğini tahmin bile edemiyorum, zannediyorum, ben de onun gibi davranırdım. Elektra’nın bir de erkeksi, cinsel ağırlıklı yanları var. Bence Elektra’yı sadece babasına sevgisi, annesine nefreti değil, sıranın kendine geleceği, öldürüleceği korkusu da harekete geçiriyor. İnsan korktuğunda ya kaçar ya da saldırır. Elektra kaçacak bir kadın değil. L. Çağlar: Elektra’nın babası Aga C söyleşi ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ıkmak o kadar kolay, yapmak o kadar zor ki! Atatürk Kültür Merkezi, ihtiyacı karşılamıyor, yapı eskidi, yıkalım! Beyler, bir yapı demir, beton ve çimentodan ibaret değildir! Yapıların da yaşamları, ruhları vardır! Orası bir kültür varlığıdır. Orayı kültür varlığı yapan yalnızca mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun tasarımı, çizimleri değil, yıllar boyu orada yaşananlar! Tiyatro, opera, müzik, dans, bale, şiir dolu anlar! Bu anların içimizde kopardığı fırtınalar, yüreğimize ektiği tohumlar, aklımıza düşürdüğü umutlar! Orası kentin belleği! Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkmakmış! Biz, orada yaşadıklarımız sonucu kimliğimizi biledik, çoğaldık, zenginleştik; oradaki deneyimlerimizle değiştik, geliştik! Şimdi bunları yok sayıp yıkamazsınız! Orası bizim kültürel belleğimiz! Silip atamazsınız! Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Mete Tapan ısrarla, tekrar tekrar, yıkımdan sonra orada yeniden bir Kültür Merkezi kurulacağını vurgulasa da, kimse kusura bakmasın ama.. ben bu hükümete güvenmiyorum! Yıkıldıktan sonra nasıl oyuna geleceğimizi adım gibi biliyorum. Buranın da rant çıkarlarının hizmetine verileceğinden hiç ama hiç kuşkum yok! Evet, AKM’nin çok eksiği var, nasılsa yıkılacak diye yıllardır bir çivi bile çakılamıyor. Onarmak, yıkıp yeniden yapmaktan daha pahalı diyenlere söyleyeceğim ise değerleri birbirine karıştırmamak. Kültür ve sanat birikimlerine, üç verip beş almak gibi ilkel hesaplarla bakılamaz. 9 MART 2007 CUMA Değerlere sahip çıkın! Sevgili Okurlar, şu yukarıdaki paragrafta özetlediğim dava süreci tam 7 yıl sürdü! Yazıyla yedi yıl! Bir yandan etkinlikler, bir yandan mahkemeler… Öte yandan Kent Müzesi Projesi… Gelin görün ki, Koruma Kurulu’nun aldığı bir karar Vakfın elini kolunu bağlıyor. Çünkü restorasyon projesi, ancak işleve bağlı olarak yapılabilir. Ve bu işlev (kent müzesi) hükümet değişikliğinden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tasarrufuna geçti. Geçen yıl İstanbul 2010 Kültür Başkenti ilan edilince, Kültür Bakanlığı, Tarih Vakfı’na bir öneride bulundu: “Bize hakkınızı devredin, birlikte kuralım müzeyi.. Bakanlık, Vakıf, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ve Valilik birlikte işletelim.” Tarih Vakfı kabul etti. Mutabakat sağlandı. Protokol hazırlandı. Tarih Vakfı model oluşturup öneri hazırladı. Bakanlığa yolladı. Ve yanıt bekledi… Beklerken beklerken... Sürpriz!!! Darphane binaları yıkılmaya eğimli, can mal güvenliği yok diyerek bir rapor ve Bakanlığın yazısı döne dolaşa Eminönü Belediyesi Zabıtası’na ulaşmamış mı! Dâhiyane (!) formül diye ben buna derim! EVLET SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ Tanrı aşkına el insaf! Devlet işine geldiği vakit, başı sıkıştıkça sivil toplum kuruluşunu bağrına basacak, canı istedi mi canına okuyacak! Geçen yıl UNESCO ve Avrupa Birliği, Türkiye STK’leri dışlıyor dediğinde, İstanbul “Tehlike Altındaki Kültür Mirası’’ listesine alınmak istendiğinde, Bakanlık, yukarıdaki protokolü sunmuştu, bakın biz STK’lerle işbirliği içindeyiz diyebilmek için! Açıkçası, Bakanlığın bu tutumundan sonra onların hangi sözüne güvenebilir insan? Darphane yapıları yıkılma tehlikesi içinde olup can, mal güvenliği yoksa, Bakanlık burayı alıp yıkacak mı? Yoksa Tarih Vakfı’nı buradan atıp.. başka amaçlar için mi kullanacak? Bakanlık geçen yıl İstanbul Kent Müzesi için Tarih Vakfı’na Sirkeci Garı’nı önermişti. Sakın bu da bir olta olmasın? Bu muhteşem yapının geleceği Marmaray’a bağlı olduğuna göre bu da bir oyalama taktiği olmasın? Özel müzelerin başarısını dilinden düşürmeyen Kültür ve Turizm Bakanı, Darphane yapılarını ve Kent Müzesi Projesi’ni de özelleştirmek mi istiyor? Çulsuzlar bu işleri yapamaz mı diyor? Bakanlığın hazırlattığı, Darphane yapıları yıkılma tehlikesinde, can mal güvenliği yok raporu fos çıktı. İTÜ’nün hazırladığı gerçek raporda tehlikeli bir durum olmadığı saptandı. Peki şimdi Bakanlık yeni gerekçeler mi icat edecek? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını bilmiyorum. Bildiğim, İstanbul’un bir Kent Müzesi yok! Ama Kent Müzesi’ne müthiş gereksinimi var! Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu’nun deyişiyle “İstanbul’da hangi kültürlerin var olduğunu bilmeyenler, bir arada nasıl yaşar?” Tarih Vakfı’nın asıl meselesi Darphane binalarını elinde tutmak değil, bir an önce İstanbul Kent Müzesi’ni gerçekleştirmek. Önümüzde eşsiz bir fırsat var: 2010 İstanbul Kültür Başkenti! Bakanlığın görevi STK’lerin önünü açmak olmalı, çalışmalarını engellemek değil! Bakanlık bir an önce, mutabakata varılan protokolü hayata geçirmeli! STK (Burada Tarih Vakfı), yerel yönetim işbirliği ve devlet desteğiyle gerçekleştirilecek Kent Müzesi muhteşem bir örnek olabilir. Yeter ki, bu kültür projesi inatlaşmalarla yok edilmesin, rant çıkarları ön plana geçmesin, sağduyuyla çözüm üretilsin! www.zeyneporal.com Y T memnon ne yaptı da onu öldürdüler, diye de düşünmek lazım. Karısını 10 yıl yalnız bıraktığını, üstelik ilk kızını tanrılara kurban ettiğini hatırlayınca, Klytamnestra’nın da haklılık payı olduğunu düşündüm. O yüzden onu bir cadı portresinde vermedim, seyirci benimle biraz üzülsün istedim. Burçin Çilingir: Chrysothemis belki içlerindeki en “normal”e yakını, kabul edilebiliri. Babası öldürülmüş, annesi huzur bulmak için sürekli birilerini kurban ediyor, ablası evin önünde, kıyafeti, bakımı her şeyi reddederek, kendine yarattığı dünyada sadece intikam ateşiyle yaşıyor... Chrysothemis bu kan gölü içinde “Bir koca istiyorum, bebek doğurmak istiyorum” diyen bir kadın. Jaklin Çarkçı: Chrysothemis ve Klytamnestra’nın kıyafetlerinin renkleri farklı da olsa, birbirini çağrıştırıyor, kırmızı ve beyaz. Zaten Elektra, Chrysothemis’e “annemin kızı” diye hitap ediyor. Oysa kan dökme, can alma bakımından Elektra tam da annesi gibi. Daha önceki Elektra’larla sizin Elektra’nız arasında fark var mı? J. Çarkçı: Diğer operalarda, Elektra’yı delirmiş, kendinden geçmiş gösteriyorlardı, ancak hiç savaşçı Elektra'ya denk gelmedim, bizim oyunumuz dı Lynn Çağlar Burçin Çilingir Jaklin Çarkçı D Kocasını öldürten bir anne, annesinden babasının intikamını almak isteyen bir kadın ve tek derdi bebek sahibi olmak olan bir kız kardeş... Elektra işte bu üç kadını anlatıyor. En göz kamaştıranı elbette Elektra; öfkeli, güçlü, arzulu ve talep eden... Psikiyatrinin kadını anlamak için yararlandığı bu karakter, şimdi daha mı belirgin, yani Elektra’lar çoğalıyor mu? Elektra’nın üç kahramanı yanıtlıyor… şında. En çok Elektra operasının filmini beğendim, ama çok kan vardı. Biz kan kullanmadık, hem kanı, hem bağı simgeleyen kırmızı bir pelerin var. Aslında mitolojide Elektra ölmez, bir köylü ile evlendirilir, çünkü onu Elektra karakterine dönüştüren intikam duygusu bittiği anda, Elektra olayı biter. Oyun sizin iç dünyanızı, çatışmalarınızı tetikledi mi, kim ve nasıl bir kadın olduğunuza ilişkin sorular, yanıtlar doğurdu mu? J. Çarkçı: Mutluluğu, ruh huzurunu şartlara göre değil, kendi içime göre yaşıyorum. Bu, Elektra’yla öğrendiğim bir şey değil, ama onunla pekişti. Lynn Çağlar: Klytamnestra her şeyi idare ediyor, güç onda gibi gözüküyor, ama içinde bambaşka şeyler yaşıyor, korkularını saklamak istiyor. Hayatta hepimiz bunu zaman zaman yapıyoruz. J. Çarkçı: Aslında karşınızda üç Elektra var. Annenizle, kız kardeşinizle, kızınızla ilişkilerinizde, siz de bir rekabetin içinden geçtiniz mi? Burçin Çilingir: Benim annemle çatışmalarım oldu. J. Çarkçı: Rekabet hissetmedim, ama farklı düşündüğümüz noktalar vardı tabii. Annem kendi ayakları üzerinde dursa da, hakkı yendiğinde “Sesimi çıkarmayayım, bir gün nasıl olsa anlarlar” yumuşaklığındaydı, bunu gördükçe, bende tersi bir hassasiyet oluştu. İşin ilginci, benden bir önceki kuşakla hiç anlaşamazken, düşüncelerim kızımla daha uyumlu. Ben 1950’lerde çocukluğumu yaşadım, şimdi fark ediyorum ki o zaman sivri kalıyormuşum. L. Çağlar: Kızım bir şey beğenmese söylüyor, ona zorla bir şey kabul ettirmek ne mümkün. Karakterleriniz bugünkü hayatta nereye, kime denk düşüyor? B. Çilingir: Chrysothemis gibi karakterler, sadece bir adamı kafalayayım, evleneyim, çocuğum olsun düşüncesinden ibaret yaşayanlar hâlâ var... Ayrıca Chrysothemis kendi amaçları için Elektra’dan yardım istiyor, ancak sonunda ağabeyi Orestes ile gidiyor, çünkü iktidar o. Normal hayatta da insanlar iktidarı sever. L. Çağlar: İntikam alma arzusu her çağda ve hemen herkeste var. Kadın ve rekabet kelimeleri yan yana gelince akla gelen bir söz var: “Kadın kadının kurdudur.” Sizce bu doğru mu? B. Çilingir: Ne yazık ki doğru. Günümüzde belki geçmiş zamanlarda da öyleydi kadınlara en büyük kötülüğü kadınlar yapıyor. L. Çağlar: Bu sözün doğru olduğu olayları görüyoruz, oysa kadınlar için daha iyi bir dünya, sadece birbirine yardımcı olurlarsa mümkün. J. Çarkçı: İnsanı içinde hem dişiyi hem erkeği barındıran kişilik olarak alırsak, bunun sadece kişileri bağladığını görürüz. Çoğunluğun normlaştırılması, çoğunluk böyle yapıyor diye, normal olanın ve olması gerekenin görmezden gelinmesi yanlış. Günümüzde kadınların aldığı yol düşünülürse, bugünün Elektra zamanı olduğunu söyleyebilir miyiz? B. Çilingir: Evet, bence öyle. J. Çarkçı: Televizyondaki bazı programları izleyince böyle olduğunu düşünemiyorum. Çok az bir kesim bu şansa erişebildi. L. Çağlar: Kadınların bugünlerde daha fazla fırsatları var, bakışlar da değişti. Ancak Türkiye’de şehirle köy arasında çok büyük farklar var. J. Çarkçı: Şehirlerde de varoşlarla merkezler arasında aynı fark karşımıza çıkıyor. AŞARIYI CEZALANDIRMAK Yalnız AKM değil, üzerinde fırtınalar estirilen bir başka mekân da Darphane! Anımsarsınız, yıllarca (neredeyse 30 yıl kadar) kendi kaderine terk edilen, çöplük olarak kullanılan Darphane binaları, 1996’da Habitat Zirvesi kapsamında “Dünya Kenti İstanbul” ve “Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut” sergileri ve ardından İstanbul Kent Müzesi kurması için 49 yıllığına Tarih Vakfı’na verildi. Tarih Vakfı kısa bir sürede bu “çöplük”ten bir mucize yarattı! Binaları temizletti, yapısal açıdan güçlendirdi, güvenliğini sağladı, hurdacılara satılmayıp elde kalan makineleri gün ışığına çıkardı, sergi mekânları hazırdı. 10 ayda hazırlıkları tamamladı, sergileri açtı, ziyaretçiler doldu taştı… İstanbul Kent Müzesi için bağlantılar kuruldu, kavram belirlendi, mimari program çizildi, hazırlıklara başlandı… O gün bugün, yani 11 yıldır burası sanatla, kültürle ilişkisi olan insanların uğrak yeri oldu, Etkinlikler birbirini izledi. Dile kolay 600 kadar sanatsal etkinlik! Birçoğunun tadı damağımda, coşkusu yüreğimde, öğrettikleri belleğimdedir! Sanırsınız ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı bu başarıdan dolayı Tarih Vakfı’nı kutlayıp madalya verdi ya da verecek! Yanıldınız! Bizde âdet olduğu üzere başarı cezalandırılır. Daha ilk günden (temizlendi onarıldı ya) burası herkesin iştahını kabartmaya başladı: Tarih Vakfı yöneticileri “tarihe zarar verdikleri” gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesi’ne verildiler. Tapudaki irtifak hakkının iptali davası açıldı. Yani Vakıf çıkarılmak istendi. Dava, Vakıf lehine sonuçlandı: Yani Tarih Vakfı tarihe zarar vermemişti; tam tersine, yapılan uygulamalar doğruydu, Tarih Vakfı, Darphane tapusuna sahip olmaya devam edecekti… Bu arada “İstanbul Müzesi” için verilmişti ya yapılar, yeni hükümetle göreve gelenler, bu düşünceden vazgeçmişlerdi. B etin Demirtaş kardeşimdir. Kardeşten de öte dostum, sanki vicdanımın sesidir. Bazı insanların, belki her insanın yaşamında vicdanlarının sesi olan arkadaşları, dostları vardır. Yaptığınız her şeyin onların değerlendirmesinden geçmesini istersiniz. İyi bir şey yaptığınıza inandığınızda onları da sevindireceğinizi bilirsiniz. Bir kötülüğe ortak olmaktan kaçınıyorsanız bir nedeni de onları da üzmemek içindir. Metin’le 1960 yıllarının Ankara’sında, ben “Bir Gün Mutlaka”yı yazdığım, o sadece 1960 kuşağının değil bütün Türk şiirinin yüz akı şiirlerden “Bizim de Dağlarımız Vardır Che Guevara” adlı şiiri nedeniyle tutuklanıp gözaltına alındığı dönemlerde tanışmıştık. O günden bugüne kesintisiz süren dostluğumuz; hapislerde, sürgünlerde de süren mektuplaşmalarımız birkaç yıl önce “Şiirin Kanadında Mektuplar” adıyla kitaplaştı da. “Solda Birlik” konusunda çağrıma Metin’den de bir yanıt geldi. Daha doğrusu bir mektup ve ilişikte bir yazı. O yazının yayımlanmasını istiyor, ama mektup da o kadar güzel ki. En iyisi harmanlayayım ikisini diye düşündüm... İşte mektuptan bir paragraf: M CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Metin Demirtaş’tan Mektup lansız dolansız, açık seçik, insanca ses. Tıpkı şiirindeki gibi. Ve işte “solda birlik” konulu yazısından bir alıntı: “CHPDSP’ nin güç birliğine gitmesi ve bu konuda CHP’nin ikna edilmesi en gerçekçi yol gibi görünüyor. Her iki partinin unsurları kardeştir. Dağ başında da olsanız konuşabileceğiniz, ortak bir dil kurabileceğiniz, Cumhuriyet’in kazanımlarına bilinçle sahip çıkan unsurlardır. Böyle bir güç birliğinin ilan edilmesi, köy köy, kasaba kasaba, mahalle mahalle gezilip bu birlikteliğin yararı kitlelere anlatılabilirse ülkenin her yerinde müthiş bir rüzgâr estirecektir. İktidar olunamasa bile Cumhuriyet değerlerine sahip, AKP ya da AKP ağırlıklı iktidarlar, karşısında güçlü bir muhalefet bulacaktır.” Antalyalı Metin Demirtaş’ın bir özelliği daha var. Antalyalı Deniz Baykal’la ilk gençlik yıllarından tanıdık ve arkadaşlar. Bu konuda yazısının sonlarına doğru şöyle diyor Metin: “Doğum yerim Akçay ve civar köyleri dolandım, oturup kahvelerde sohbetler yaptım. CHPDSP birlikteliğinde ümit var görüyorum. Bütün mesele bir rüzgâr estirmede. Bu rüzgâr estirme deyimi çok önemli. Herkesin şöyle bir ayağa kalkıp silkineceğini gözlemledim. Dağbayır biz de katılırız bu kampanyalara. Birtakım renkli/ses getirici medyanın ilgisini çeken, geniş kitlelere ulaştırılabilecek, görsel efektlerle desteklenen çeşitli gösteriler… Çok şeyler aranıp bulunabilir. Burada kimi malum partilere gittim. Sigara tablaları dolu, ayağı yerden kesik, boş, uçuk lakırdılar.. geviş getirmeler. Konuğu olmuş Kemalist birine (naif antiemperyalist duruşuna saygı göstermeksizin) küçümsemeler, itmeler, yürünen yolu daraltmalar… Bilirsin işte… Sabırla doğru olduğuna inandıklarımızı savunmaktan başka elimizden ne gelir.” Bu benim sevgili dostumun, kırk yıldır tanıdığım içli, duygulu, toplumcu, vatansever sesidir. Toplumun gereksinimi olan yalın, ya “Deniz Baykal’la Kipranoz’da (Antalya’da kayalık bir plaj) aynı denizde kulaç attık. 555 K’da Kızılay’da birlikteydik. Devrimci bir geçmişi olan doğum yerim Akçay’a gelir, nabız yoklar, politikasını sınar. Kendisini eleştirmişimdir, eleştiririm. Yaşadığımız koşullar içinde bugün bunu, bu duruşu lüks sayıyorum.” Metin Demirtaş’a katılıyorum. Öncelikle CHP ve DSP’yi, hemen ardından bütün solu, sosyal demokrasiyi, yan yana, kol kola topluma ortak bir görünüm sunmaya ve Türkiye’nin bütün çağdaş birikimlerini yok etmeye kararlı gericiliğe karşı kitlelerin içinde mücadeleye çağırıyorum. Evet, başta CHP olmak üzere, hiç kimsenin hakkı yok bu “lüks” duruşa, kendini parlamento içi muhalefetle ya da demeçlerle sınırlamaya. Atın bu ölü toprağını üzerinizden. Halkın içine karışın. Hem de onların üstünde değil, onlardan biri olarak. Böyle bir buluşma, bu ortak savaşım, sadece toplumun değil, sizlerin kişisel kurtuluşunuz da olacak. Kendinizi daha yurtsever, daha doğru, daha hakiki insan hissedeceksiniz. “Solda Birliktelik” konulu mesajları, köşemin olanakları ölçüsünde, kendi yorumlarımı da katarak yayımlamayı sürdüreceğim. İnsan geni içeren pirinçler Çeviri Servisi Merkezi, ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’nde olan bir şirket, insan geni içeren, genetiğiyle oynanmış gıda üretimi için onay bekliyor. “Ventria Biosscience” adlı şirketin yetkilileri, Kansas’taki bir arazide deneme amaçlı üretim izni aldıkları genetiğiyle oynanmış pirinç sayesinde üçüncü dünya ülkelerindeki milyonlarca çocuğun ishalden ölmesinin önüne geçileceğini açıkladı. İngiliz Daily Mail gazetesinde yayımlanan habere göre, üretimi kolay ve ucuz olan insan geni içeren pirinç anne sütü ve tükürüğün içerdiği bazı proteinleri içerecek. Bu nedenle insan geni içeren ilk gıda ürünü olma özelliğini taşıyan ürün, her yıl ishalden ölen iki milyon insanın hayatını kurtaracak. Şirket yetkilileri kamuoyunda “Frankenstein gıdaları” olarak tanınan genetiği değiştirilmiş ürünleri için deneme amaçlı üretim izni veren Tarım Bakanlığı’nın ticari amaçlı üretim izni vereceğini umuyor. Aralarında tüketici dernekleri, sağlık kuruluşlarının da olduğu birçok çevrenin yasaklanmasını istediği, zararlı bulduğu genetiği değiştirilmiş gıda üretiminin insanlığa büyük yarar sağlayacağının altını çiziyor. ataolb?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear