Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
KASIM CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY VECDİ YÜCELAN ÇEVRENİN VE YOKSULLUĞUN ŞARKILARINI YAZIYOR C Ekin Deligöz Solcu mu? şıdığı ileri sürülebilir mi? Böyle bir iddia, açıkça iftira olur. Fakat, arada uçurumlar olmadığını düşündürecek bir gelişme de yok değil. Ekin Deligöz, böyle benzerliklere karşı duyarlı olmayı ve kendisini ciddiye almayı önemsemelidir. Neden? Çünkü, sola küfrederek veya solu aşağılayarak herhangi bir toplumsal kazanım elde etmek mümkün değildir. Ama solu bir biçimde göz ardı ederek kadının özgürleşeceğini sanmak hiç olacak şey değildir. Modern tarih, böyle bir şey yazmamıştır. Biz bugüne kadar Deligöz’den solcu bir irade beyanı hiç almadık. ??? Ayaan Hirsi Ali gibi bizim tarihimizdeki “Ali Kemal” tipini andıran bir “eleştiriciyle” devam edebiliriz. Çok çirkin bir örnektir, kabul edelim. Elbette “İslam eleştirmeni” olarak Batı kamuoyuna sunulan Somali asıllı bu kadının dinle ilgili tüm düşüncelerini ifade etme hakkı olmalıdır. Ama bu düşüncelerin ve önerilerinin doğrudan Amerikan sermayesinin, neoliberal barbarlığın hizmetine girdiğini de başkalarının açıkça ifade etme hakkı vardır. Bu konuda, şeriatçıların söyleyecek tek bir sözü yoktur. Din, bizim gibi, aydınlanma düşüncesinin mirasçılarına göre, tamamen özel hayatla sınırlandırılması gereken bir yaşam pratiğidir. Kamu yönetiminden uzak tutulmalıdır. Ama bu, sol bir duyarlılıktır. Eğer emeğin hayatı yaratan temel değer olduğunu, bu nedenle de siyasal iktidara emekçilerin temsilcilerinin çıkması gerektiğini savunmazsanız, şeriatçılarla didişiyorum sanıp Hıristiyan veya diğer köktendinci sermayedarların kucağına oturursunuz. “Türbanları çıkarın” gibi haklı bir çağrıda bulunan Ekin Deligöz, solcu mu? Bu konuda moda rüzgarlara tamamen kapıldığını gösteren çok işaret var. Solun ne olduğunu merak ettiği bile söylenemez. Ama bu gerçekten sevimli kadının, Türkiye’nin en büyük kalkışma ve özgürleşme yıllarının, 1960’lar ve 1970’lerin ürünü değerli bir anneye sahip olduğunu, yani solun bir kızı olduğunu bizim unutmamız mı gerekiyor? American Enterprise Institute maaşlısı Ayaan Hirsi Ali tipi bize yakışmaz. Hıristiyan köktendinciliğinin Arapİslam coğrafyasını yerle bir etmeye çalıştığı bir dünyada, Bush uşaklığı, çok kirli bir kariyerdir. Yani, sol düşmanlığıyla, olunsa olunsa Ayaan Hirsi Ali olunur. Oradan ise aydınlanma veya kadın özgürleşmesi değil, Bush’lara veya onun ılımlı muhaliflerine hizmetkârlık türer. Solsuzluk, ülkeyi ülke, insanı da insan olmaktan çıkarır. 7 Rock bir türküdür aslında “Halk rock müzik yapıyoruz, çünkü bu ülkede halkla ilgili kaygılarım var. Şehrin göbeğinde oturup şehir rock yapan bir insan değilim. Halkın neden bu hallere getirildiğini irdeleyen şarkı sözlerinde sömürü düzenine karşı çıkabilen bir insanım.” dalında birinci, genel sıralamada dördüncü olur: “Daha sonra Uzelli şirketinden albüm teklifi geldi ama, bir günde kayıt yapmamızı şart koştu. 1990’daki ‘Tımarlı Hastane’ albümünü 10 saatte kaydedip tamamladık. Albümdeki Çernobil patlamasından sonra yazdığım ‘Radyasyon’ ve ‘Uygarlık Üzerine Çelişkiler’, Türkiye’de yazılmış ilk çevreci parçalardan biridir.” Objektif 1993’teki Hayal ve Yaşam, albümündeki “HınçTerör=Kaos” şarkısında gazeteci Uğur Mumcu’yu katleden teröristleri anlatmıştı. 1996’da Ada Müzik’ten Kuşkular albümünü çıkaran Objektif, 2000 yılındaki Künye albümünü TMC Müzik etiketiyle çıkardı: “Seyirci kitlemiz sürekli büyüdü. İnternet sitelerinde bizimle ilgili bölümler 40’a yakın hit aldı. Kendi sitemizin hiti 50 bini geçti. Yuh klibini bizim siteden 1200 kişi indirdi. Bunlar güzel rakamlar, üstelik 6 yıldır yeni bir albüm yapmadan bu kadar dinleyici toplayabildik.” HARD ROCK VE HALK ROCK Sert gitarlarıyla hard rock tadında, heavymetal tınılarını zorlayan Objektif grubu, Künye albümü dışındaki şarkılarında Türk sanat müziği makamlarını da kullanıyor. Samsun’un Sanayi kültüründen, varoşlara, kenarında zor koşullarda yaşayan yoksulların yaşamından müzisyenlerinden sahne arkası dünyasına, yelken kulübündeki zengin yaşamlara kadar uzanan tanıklıkları şarkı sözlerine yansıtıyor. Bu nedenle hard rock müziğini, “halk rock” dediği söylemle ifade ediyor: “Rock’ın içinde karşı duruş vardır. Aslında işçi sınıfının müziğidir. John Lennon, Liverpool’un arka mahallelerinden çıkmıştır. Sadece distortiongürültülü gitarlar çalarak rock olmaz. Âşık Veysel de rock’tır. Anadolu’nun bozlakları, uzunhavaları da rock’tır. Rock bir türküdür aslında. Amerika’da pamuk toplayan zencinin attığı çığlık blues olmuşsa Çukurova’da pamuk toplayan köylünün türküsü de rock’tır. Halk müziğini inceleyip Muharrem Ertaş’ı tanıyarak aslında çığlığın nasıl atıldığını hissedip yola çıkmış bir müzisyenim. Rock, halkın çığlığıdır kısacası. Duruşu olması lazımdır yani, aşkı da böyle anlatırız.” Sokağın Sesi ücelan’ın otuza yakın yeni bestesi arasından seçtiği şarkılardan oluşan “Sokağın Sesi” albümü, önümüzdeki ay dinleyicileriyle buluşacak. Müzisyenleri sürekli değişen Objektif’in bugünkü kadrosu vokal gitarda Yücelan’ın yanında gitarda Hakan Şavklı, basgitarda Başat Karakaş, davulda Gökçe Dayanç ve klavyede Bülent Güven’den oluşuyor. Yücelan’ın yayımlanmadan armağan ettiği ve dinleme şansı bulduğumuz Sokağın Sesi albümünde 11 şarkı yer alıyor. Yücelan, Leşçi şarkısında Avrupa Birliği’ni anlatmak istemiş. Cansuyu, metaforlarla göndermeler yaptığı bir aşk şarkısı. Olabilecek ise platonik bir aşkı anlatıyor. Aşkının Peşindeyim ve Ağaç da albümün güzel aşk şarkılarından. Cem Karaca’dan duyarak sevdiği Kerkük Zindanı türküsü, albümün tek beste olamayan parçası. Oğlum şarkısını, artık hayatta olmayan babası için yazmış. “Bu albümde daha fazla melodik yapı kullandım ve daha fazla geliştirdim. En olgunlaşma zamanımın parçaları diyebilirim. Şarkıcılığımın, şarkı sözlerimin daha iyi bir noktaya oturduğunu söyleyebilirim. Kendimi geliştirdim gibi geliyor. Dinleyen herkes tekrar tekrar dinlemek istiyor.” H Y HATİCE TUNCER R ock müzik dinleyicilerinin yakından tanıdığı Objektif grubunun solisti Vecdi Yücelan, çevreci duyarlılıkta yazdığı “Yuh” şarkısının konser kayıtlarını, sekiz dakikalık belgesel nitelikte bir video klip olarak hazırladı. Sinop sahillerinde bulunan zehirli varilleri konu edinen Yuh parçasını, Greenpeace çevre örgütünün çeşitli eylemleri ve geçen yıllardaki Barışarock konserlerindeki görüntülerle birleştiren Objektif’in video klibi, isteyen herkese ücretsiz olarak postalanıyor ya da www.objektifonline.com’dan indirilebiliyor. Altı yıl aradan sonra hazırladıkları yeni albümleri “Sokağın Sesi”ni tamamlayan ve önümüzdeki günlerde yayımlayacak olan Objektif grubunun öncü müzisyeni Vecdi Yücelan’la söyleşimiz, rock müzikle sınırlı kalmayıp çevre sorunlarına, savaşlara, yoksulluklara kadar uzadı. YUH’UN HİKÂYESİ Objektif’in 2000 yılındaki Künye albümünde de yer alan Yuh ya da “Ağıt” adındaki şarkısına, Vecdi Yücelan’ın Samsun’da yelken antrenörlüğü yaptığı 80’li yıllarda kirlilik kurbanı bir “martı” esin kaynağı olmuş. Şarkıda çevreyi kirletenleri eleştirirken yalnızca başkalarını değil, kendini de suçlayıp “Sana da yuh, bana da yuh” diyor: “Deniz kenarında doğup büyüdüğüm için denizi çok iyi bilirim. Tam olarak hatırlamıyorum 1986 olabilir, bir öğrencim, ‘uçamıyor diye teknesine aldığı albatrosu andıran iri bir martıyla geldi. Kafası düşüyordu. Göğsünde krem gibi bir şey vardı, ikide bir onu gagalıyordu. Sonra o martı öldü. Yıllar sonra ben o zehirli varilleri incelemek için gittiğimde aynı krem gibi malzemeyi gördüm. Yuh parçasını Türkiye’nin her yerindeki konserlerimizde çaldık. 2005’teki Barışarock konserlerinde arkamızda Greenpeace örgütünün eylem görüntüleriyle çıktığımız konserin kayıtlarını DVD formatında hazırladık. Greenpeace gerçekten savaşçı bir örgüt. Dünyanın geleceği için yaşamlarını tehlikeye atıyorlar. Künye’de 4 dakika olan parçayı 8 dakika olarak düzenleyip gelecek ay yayımlanacak olan ‘Sokağın Sesi’ albümüne de aldık.” GÜLHANE ALTINÇINAR FESTİVALİ Samsun’un Sanayi Bölgesi’nde tornacı babasına yardım ederek büyüyen Yücelan, ilk ve ortaöğretimde müzik derslerinde o kadar başarısızmış ki mandolin bile çalamamış. Daha sonraki yıllarda Pink Floyd’u, Beatles’ı keşfedince ailesinden gitar istemiş. Kendi kendine, kitaplarla, dinleyerek gitar çalmayı öğrenmiş. Samsun’da bir grup oluşturup çeşitli etkinliklerde ünlü rock parçalarını çalmaya başlamışlar. 1988’de Cem Karaca’nın düzenlediği Gülhane Altınçınar Müzik Festivali, Objektif grubunun bugünlere kadar gelen müzik yaşamındaki dönüm noktası olur. 200’e yakın grubun katıldığı yarışmada Objektif grubu, halk ve jüri oylarıya rock bjektif grubunun yeni albümü ‘Sokağın Sesi’ gelecek ay yayımlanacak. Grubun kurucusu Vecdi Yücelan, zehirli varilleri protesto ettiği ‘Yuh’ şarkısının konser kayıtlarını Greenpeace eylemlerinin görüntüleriyle DVD olarak hazırladı. Sanatçı, isteyen herkese klibi ücretsiz olarak gönderiyor. O ayatın tuhaf, gerçekten de çok tuhaf cilveleri var. Bir bilmecenin içindeymişiz gibi. Gerçi elbette öyle değil, ama ilk bakışta görülemeyen çok şeyin olduğu da açık. Ekin Deligöz, örneğin. Deligöz, Yeşiller Partisi’nden milletvekili seçildiğinde gencecik bir kızdı, özellikle de parti içindeki bazı etkili ve isim yapmış arkadaşları, bir dönem kalıp gideceğinden çok emindiler. Herkes bir küçük tesadüf, hatta bir saman aleviyle karşı karşıya kaldığını düşünüyordu. Açıkça da söylüyorlardı. Bu ufak tefek ama kafasındakini iyi anlatabilen kızın hızla ortadan kaybolacağına inanan çoktu. Ama tersi oldu. Deligöz’ün apar topar siyasetin dışına atılacağından emin bazı “deneyimli gençler” sahneden çok daha hızlı indi, bazıları ise belki hâlâ sahnede, ama epey gerilerde ve iyice bir hırpalanmış olarak bekleşiyorlar. Ekin Deligöz, art arda üç dönemdir Federal Meclis’teki görevini sürdüren bir “yeşil” milletvekili. Çalışkan. Bu arada anne olmaya bile vakit buldu. Demek ki görünüşe aldanmamak ve ilk bakışta algıladığımıza inanmamak gerekiyormuş. İyi. Bir kez daha görmüş olduk. ??? İşte Türkiye kökenli bu genç Alman milletvekili kadın, geçtiğimiz günlerde bazı arkadaşlarıyla birlikte, Almanya’daki Müslüman kadınlara bir çağrıda bulunarak, türbanlarını kendi rızalarıyla çıkarmalarını istedi. Bazı kendini bilmez, cahil veya meczupların tehdidini almakta gecikmedi. Neyse... Çok da önemli değil. Çünkü sonuçta gayet haklı bir taleple karşı karşıyayız. Çarşaf, türban vb kıyafetlerin, bir gerici siyasal simge olduğu kadar, kadını sadece erkeğin değil bizzat kadının gözünde de bir cinsel nesne konumuna indirgediğini söyleyebiliyoruz. Erkeği, elbette gözü dönmüş bir hayvan olarak resmeden bu bakış açısına, hangi gerekçeyle olursa olsun, özellikle kadınlardan tepki gelmesi her şeye rağmen iyidir. Her zaman iyidir. Bu işin erkeni veya gecikmişi olmaz. Tehditler, gelir; ama bunlar abartılmamalıdır. Çünkü, bu tür aklı ermez, bu nedenle de bazen eline kolayca öldürücü silahlar tutuşturulan ve maalesef müsvedde olarak kalmış yaratıkların aramızda dolaştığını biliyoruz. Bunları tümüyle yok saymak mümkün değil. Ama burada söylemek istediğimiz, bu değil. Burada söylemek istediğimiz, dinsel sembollere yönelik eleştirilerin neye ve kimlere hizmet ettiğinin iyi bilinmesi gerektiğidir. Tuzak buradadır. Örneğin, Deligöz’ün acaba şu Ayaan Hirsi Ali ile bir benzerlik ta cutsay?gmx.net Türk karikatürcüler Fransa’da Kültür Servisi Fransa’nın Nancy kentinde bulunan ATATURQUIE Derneği tarafından bu yıl on dördüncüsü düzenlenen “Automne aux couleurs de TurquieTürkiye’nin Renklerinde Sonbahar” başlıklı etkinlikler 29 Ekim 2006 tarihinde Türk karikatürcülerinin açacakları sergiyle başlıyor. Sergiye karikatürcüler Piyale Madra, Nezih Danyal, Tan Oral ve İzel Rozental katılıyor. Dört sanatçının eserlerinden derlenen toplam 100 karikatürlük sergi, Hôtel de Ville de Nancy, Mienville salonunda 29 Ekim 200623 Ocak 2007 tarihleri arasında izlenebilecek. 31 Ekim Salı akşamı da Hôtel de Ville de Nancy’de yapılacak panele katılan sanatçılarımız Piyale Madra, Nezih Danyal, Tan Oral ve İzel Rozental “Karikatür ve İfade Özgürlüğü” konulu konuşma yaptılar. hmet Necdet Sezer, Cumhurbaşkanlığı’ndaki sonuncu 29 Ekim’i de önceki günkü kutlama törenleri ile geride bıraktı. Tanrı sağlık versin. 2007 yılında o, Cumhuriyetin onuncu başkanı olarak, halkımızın büyük çoğunluğunun saygı ve sevgi ile aradığı bir sade vatandaş olacak. Bir dizi arızası da bulunsa, Cumhuriyet sistemimiz, çok partili demokratik düzenin adeta saat gibi işleyen kurallarını vakarla uyguluyor. Bu uygulamanın en başında da cumhurbaşkanının 7 yıl için ve bir defaya mahsus olarak seçilmiş olması geliyor. Bu nedenle, Sayın Sezer’in Çankaya’daki görevine hangi gün veda edeceği de biliniyor. Bugünkü parlamentonun yapısı, tek partinin egemenliğine dayanmasaydı, 2007 Nisan ayında, devletin başı olarak kimin seçileceği, tıpkı bundan öncekiler gibi bugünden heyecanlı bir seçim toto konusu olacaktı. Ancak 2003 seçimlerinde medya ve iş çevrelerinin AKP’ye yönelik “Ver coşkuyu” planının etkisi ile sandık başına gidenler, seçim sisteminin de cilvesi ile TBMM’deki sandalyelerin neredeyse tümüne yakın bölümünü YİMPAŞ ve benzeri hortumcuları koruyan zihniyete peşkeş çektiler. Sonuç bu nedenle apaçık çözülmüş bir matematik formülü gibi “lider”in kafasında, belki de cebinde. Dağınık ve stratejiden yoksun ana muhalefet partisinin genel başkanı, dünkü SABAH’ın A DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT bildirdiğine göre, Erdoğan için “İnşallah cumhurbaşkanı olmaz” demiş ve eklemiş: “Sorun Erdoğan’ın zihniyeti. En militan temsilci, anayasa ile problemi olan bir adam cumhurbaşkanı nasıl olacak?” Büyük vatandaş çoğunluğunun yanıtını bulamadığı sorun da bu, yani “en militan temsilcinin” nasıl cumhurbaşkanı olacağı değil mi zaten? Ama o soruyu özellikle 2006 Ekim ayında sormaması gereken tek bir kişi varsa, o da ana muhalefetin sayın genel başkanı olmalıdır. TBMM seçim sathı mailine girmeden, pekâlâ CHP’li milletvekilleri istifalarını verir ve sinei millete dönerdi. O zaman da geride kalanlar için tek çıkış yolu, bir erken seçim kararını yaşama geçirmek olurdu. Deniz Bey bunu göze alamadı. Eski arkadaşları içinden, çok samimi olarak bu seçeneği uygulamasını isteyenlere kulak bile vermemeyi yeğledi. Oysa Cumhurbaşkanlığı mazbatasını adeta cebine koymuş gibi, Sezer’in Çankaya’daki Son Ekim’i son günlerde birlik, beraberlik mesajları vermeye özen gösteren AKP Genel Başkanı, önündeki yol haritasını da açıklarken, cumhurbaşkanını seçen Meclis’in, yani AKP çoğunluğunun, oturup seçim gününü saptayacağını da söylemeye özellikle önem veriyor. Oysa bayram öncesinde gerçekleştirilen ve seçilme yaşını indiren anayasa değişikliği dolayısıyla genel seçimlerin 3 Kasım 2007’de yapılacağını bildiren de kendileri değil mi? Ancak, on birinci cumhurbaşkanını kendi içerisinden çıkarma başarısını göstermiş olacak olan AKP’nin, bu rüzgârı da arkasına alarak erken bir genel seçim istemesi karşısında Baykal da minderden kaçmayacaktır. Ve muhalefet bu parçalanmış haliyle, Deniz Bey’in “nöbetçi eczane mantığı”nı uygulamak isteyenlerle bu yolun yol olmadığını söyleyenlerin kakafonisi yeni bir AKP’li çoğunluğu bugünkü gibi olmasa da işbaşına getirecek “mi”dir? Şimdi ba zıları için “kelalaka” gibi gelebilecek taze bir örneği vererek o “mi”li soruyu yanıtlamaya çalışacağım. Önceki gün Türkiye’nin dört bir yanında resmi törenlerin de dışında coşku ile kutlanan Cumhuriyetin 83. kuruluş yıldönümü için Eskişehir’de de bir halk yürüyüşü yapılmış. Olumsuz hava koşullarına karşın bu yürüyüşe, “Doğan Haber Ajansı”nın bildirdiğine göre tam 60 bin yurttaş katılmış. Haber, o görkemli kalabalığa karşın dünkü gazetelerde yer almamıştı. Ajans, Atatürk Bulvarı’ndan Vilayet Meydanı’na kadar 5 kilometrelik bir parkurda, ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleri olduğu halde yürüyen o 60 bin yurttaşın sık sık “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye haykırdığını ve kendilerine seslenen Yılmaz Büyükerşen’e coşkulu sevgi gösterilerinde bulunduğunu duyuruyor. Büyükerşen’in, Vilayet Meydanı’nın adının, toplantıya katılan vatandaşlardan “Cumhuriyet Alanı” olarak değiştirilmesi için yetki istemesinin bir anlamı olmalı. AKP Genel Başkanı’nı, parlamentodaki muhalefetin pısırık stratejisi sonucu Çankaya’ya çıkaranlara son ve gerçekçi bir çözüm önerisi. “Laik ve Atatürk Cumhuriyeti” kavramı etrafında toplanan bir birliktelik ile genel seçimlerde AKP’nin karşısında vaziyet almak. Piyanist Setrak öldü UĞUR HÜKÜM PARİS 17 Mart 1931’de İstanbul’da doğan ve 60 yıldan beri Fransa’da yaşayan piyanist Setrak 21 Ekim Cumartesi günü vefat etti. 1946 yılında Ecole Normal de la Musique’te çağdaş klasik müziğin en büyük isimlerinden Alfred Cortot’nun öğrencisi olan Setrak daha sonra Paris Konservatuvarı’nda Margureite Long’la da çalıştı. 1953’te Yvonne Lefebure öğrencisiyken okulun piyano birincisi oldu. Hiç duyulmamış ve kullanılmamış orijinal besteleri yorumlayarak uluslararası bir üne kavuştu. 1967 yılında Fransız vatandaşlığına geçip Yves Petit adını alan sanatçı, albümlerinde Setrak adını kullanmaya devam etti. En tanınmış albümleri arasında yeryüzünde ilk kez kaydedilen Georges Bizet’nin tüm piyano eserleri, Alexander Scriabine’nin tüm piyano etütleri ve “Edward Grieg 66 Lirik” parçası sayılabilir. Sanatçının albümleri Harmonia Mundi ve Solstice şirketlerinden yayımlanmıştı, Setrak bugün Paris banliyölerinden St. Cloud mezarlığında toprağa verilecek.