Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 C kültür KASIM CUMA Herkes aklını başına toplasın Türkiye’nin şiddetli biçimde karşı devrim sürecini yaşadığının altını çizen Muazzez Hoca, her devrimin karşı devrim hareketiyle karşı karşıya kalabileceğine işaret ederek “Bizdeki karşı devrim de Kuran kursları ve imam hatip liselerinin açılmasıyla başladı. Cumhuriyetin 100’üncü yılına daha 20 yıl var. Herkesin aklını başına toplamaya ihtiyacı var. Cumhuriyetimizin 100. yılında artık karşı devrim unsurlarının ortadan kalkması gerekiyor” diyor. Yaşanan sürece ilişkin tepkisini ortaya koymaktan çekinmediğini söyleyen Çığ, “Bu benim vatandaşlık görevim. Eğer benim gibi binlerce insan vatandaşlık tepkisini ortaya koysaydı, memleket bu halde olmazdı. Bazıları karamsar ve ne olacak bu memleketin hali diyorlar. Buna çok üzülüyorum. Atatürk’ün ne kadar ağır şartlarda tüm sorunları bir bir aşmasını bildiğini ve bizlere bu yurdu armağan ettiğini unutmamalıyız. Bu durumun kıymetini bilmeliyiz” diye konuşuyor. Türbanın özgürlük konusu yapıldığı yönünde söylemler olduğunu da vurgulayan Muazzez İlmiye Çığ, “Onu bazı gazeteciler yazdı. Gazeteci bunu yazabilir mi? Bu mudur yaşama karşı sorumluluğu? Başörtüsüne özgürlük denilebilir mi? Bu özgürlük değildir. Eskiden köleler bağlanıyordu bunu kimse unutmasın” diyerek tepkisini ortaya koyuyor. LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Zaloğlu Rüstem değil BNP’li Rüstem ği anlaşılabilir. Dışlanmaktansa eklemlenmek; Lawrance Rüstem’in seçtiği yol bu. Dolayısıyla baba ile amcanın “bir yanıyla Türk” olduğunu sürekli anımsatmalarının Rüstem açısından bir önemi yok. Etnik kimliğindeki karışıklık anımsatılarak ondan “hizaya” gelmesini istemek de anlamsız. Bu “etnik karışıklık”ın aslında ne tür bir zenginlik olduğunu düşünemeyecek kadar “yabancıya düşman ortam”ın etkisinde kalmış Lawrance Rüstem. Bu nedenle “Bir Türk kızıyla evlenir misin?” sorusu da yanıtı ne olursa olsun “Türk yanını anımsamasına yarayacak” bir soru değildir. Soruyu ciddiye almadığı “Neden olmasın?” diye geçiştirmesinden belli. Etnik kimliğini seçememiş ama “politik görüşlerini” seçebilmiş yarı yabancı tuhaf bir ırkçı Lawrance Rüstem. Onu “bir yanıyla bizden” görmek babasıyla, amcasında var olan medyamıza da yansımış saf tarafımız bizim. Kaynaşma, bütünleşme, amcasının deyimiyle, “doğru anlaşılma” adına düzenlenen bir toplantıda bile partisini şirin gösterecek laflar ettiğine göre, “bir yanıyla bizden” olan Rüstem’in en azından “saflık” olma konusunda bizden olmadığı ortada. Oysa karşısında dalga geçmek, onu kuyruğuna teneke bağlanmış it durumuna düşürmek, Rüstem soyadına vurgu yapılarak kafa bulmak çok mümkündü. O buluşmada yer alan meslektaşlar arasında bunu pekala yapabilecekler vardı oysa. ??? Söylenenlere göre Rüstem soyadını özellikle kullanıyormuş Lawrance Rüstem. BNP’nin, kimliğini yitirmiş azınlık mensuplarına yer verebileceğine yönelik bir mesajdır bu aslında. Reddedilmiş bir babanın soyadını taşımak, ancak BNP’nin amaçlarına yararlı olacaksa katlanılabilir bir durumdur Rüstem için. Rüstem, yiğitlik, kahramanlık anlamları taşıyan Farsça bir isim biliyorsunuz. Fars edebiyatının en büyük roman kahramanlarından Zaloğlu Rüstem’den gelmiştir bu anlamlandırmalar, öyle denir. Yabancılara karşı “kahramanca”, “yiğitçe” ırkçılık yapan Lawrance Rüstem’in bu anlamları taşıyan şöyle pürü pak bir İngiliz adına sahip olmayışı da onunla kafa bulmamız için iyi bir neden değil midir sizce de? Etnisite olarak yarı Türk, soyadı Fars, kültürel aidiyeti “bembeyaz İngiliz” olmak, akıllı insanlar için zenginlik sayılabilecekken, Lawrance Rüstem için dalga geçilecek özelliklerdir bana göre. Sadece İngilizliği, Türklüğü değil, aklı da “yarım” bu Rüstem’in. “Ailem” dediği BNP’nin seçim sandıklarında yok olduğu gün Rüstem’in nasıl bir “aile faciası” yaşadığını göreceğiz de, ben böyle bir yenilgi karşısında saçını başını hangi “yarım tarafı”nın duygularıyla yolacağını da merak ediyorum. G Bilimin özgürlük davası 93 YAŞINDAKİ MUAZZEZ İLMIYE ÇIĞ, SÜMERLERDEKİ TAPINAK FAHİŞELERİNİN BAŞLARINI BAĞLADIĞINI SÖYLEDİĞİ İÇİN YARGILANDI OZAN YAYMAN de büyük suç işlemiş Muazzez Hoca! Sen kalk, tarihin bir kesitine tünel aç, oradan günümüze ışık tut. Olacak iş mi şimdi bu? Oysa o açılan tünellerden o kadar çok ışık yayılıyor ki içeriye. Ortada bu kadar kanıtlanmış bilimsel görüş varken bir biliminsanını arkeolojik bulguları yansıttığı için hakim karşısına çıkarma da neyin nesi? Muazzez İlmiye Çığ buna “suskunluk” diyor. “Sadece suskunluk”. Günümüzün beş bin yıl öncesinin gerçeklerini bugün kaleme almak suç olabilir mi? Sorusuna, yanıtı: “Bilim yargılanamaz. Ama bir ülkede herkes suskun ise her şey mümkündür” oluyor. BENİ EN FAZLA SUSKUNLUK ÜZÜYOR! 301. madde kapsamında yargılanan olan Muazzez İlmiye Çığ, yazar Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın da aynı maddeden yargılandığını anımsatarak “Ancak onlar yargılanırken AB ve bazı gruplar şiddetle karşı çıktı. Ama bilimsel bir görüşü ortaya koyan biri hakkında kimse sesini çıkarmıyor. Beni en fazla bu suskunluk üzüyor” diyor. Muazzez İlmiye Çığ, özgürlüklerin ve özellikle fikir özgürlüğünün olmaz ise olmazlardan birisi olduğunu vurgulayarak Orhan Pamuk ile birlikte TCK’nın aynı maddesinden yargılanacak olmasıyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Biz memleketimizi yükseltmek için canımızı vermekten kaçınmadık. Bana dünyaları verseler memleketim hakkında kötü bir satır yazmam. Ama bazıları özgürlük adı altında memleketini yalan yanlış ifadelerle küçük düşürüyor ve arkalarından büyük gürültü çıkarılıyor. Memleketini seven ve binlerce yıl öncesinin bilimsel bulgularını yazan Muazzez İlmiye Çığ hakkında ise kimselerin sesi çıkmıyor.” Ülkesini küçültme girişimlerini hiçbir biçimde kabul etmediğini söyleyerek ekliyor: “Bunlar nasıl kalem kullanıyorlar diye çok şaşırıyorum ve üzülüyorum. Bakın benim yargılanmamla ilgili hiç ses çıkıyor mu? AB ya da destekçileri bir şey diyor mu? Hiçbir kimse karışmıyor. Niçin onların arkasında duruyorlar da benim yanımda olmuyorlar? Çünkü onlar memleketi kötülüyorlar. Ben ise her fırsatta yurtsever olduğumu dile getiriyorum ve sonucunda da yalnız bırakılıyorum”. 301. maddenin içeriğini araştırmadığını söyleyen Çığ, “Açık söylüyorum 301. madde nedir bilmiyorum. Hiç araştırmadım. Alıp da bakmaya ihtiyaç duymadım, çünkü kendimi biliyorum. Ben yurtsever, Atatürkçü, bilime inanan ve bu uğurda yıllardır araştırmalar yapan birisiyim. Konuyla ilgili avukatlarım gerekli hazırlıkları yaptı. Ardından da ekliyor: Bana öyle bir suç çıkarılmış ki; insanları küçük düşürmüşüm; tahkir etmişim; ayırımcılık yapmışım. Bunların hiçbirini kabul etmiyorum. Burada benim olmam önemli değil. Üzerinde durulması gereken konu, bilimsel görüşün yargılanmış olmasıdır. Bunun kabul edilir tarafı yok.” Yeni yetişen nesillerin birbiri arasında ayrım olmaması için Atatürk’ün tevhidi tedrisat olgusunu yaşama kattığını anımsatan Muazzez Hoca, “Demokrat Parti bu kazancı yerle bir etti. Onlardan sonra gelenler de hiçbir değişiklik yapmadı. O bakımdan Demokrat Partililer’i kesinlikle affetmiyorum. Yaşanan süreçte gençlerde suç bulmuyorum. Gençlere ne verirsen onu alırsın. Yetişen nesillere kuran kursları verildi, imam hatip liselerine gönderildiler. Bu çocuklara geriye dönük eğitim veriliyor. Bunu aklım almıyor. Yaşam ileriye doğru akarken biz bu çocuklara nasıl olur da geriye yönelik eğitim veririz?” sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor. 93 Y yaşındaki Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, Sümerlerin kültürüne dair yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarını yazdığı için hâkim karşısına çıktı. 301. madde kapsamında yargılanan Çığ, Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın da aynı maddeden yargılandığını anımsatarak “Onlar yargılanırken AB ve bazı gruplar şiddetle karşı çıktı. ıl milattan önce 3500’ler. Uygarlık tarihini, kültürleri, bilimi ve dinleri etkilediler. Yüzlerce yıldan bu yana araştırmacıları peşlerinden sürüklediler. Bulunan izler, günümüze ışık tuttu. Sümerler sözü edilen. Sonrasında Akkadlar ve Babiller’in kültürlerine damga vurdular. Ardından İbraniler’in Tevrat’ına peşi sıra Müslümanlar’ın Kuranı Kerim’ine... Bu bir silsile. Hepsi öncekinden etkilenmiş, şekillenmiş öylece biçimlenmiş... Sümerler’in tanrıları da pek bir meşhur. “Ziggurat” dedikleri tapınaklarında yaşatmışlar her bir tanrıyı. Adı üzerinde “tanrı” bu! Neyi ne zaman yapacağı belli olmaz! Gün gelip esmiş adına hava tanrısı “Enlil” denilmiş, gün olmuş gürlediğinde gök tanrısı “Anu” olarak anılmış. Bilgelik tanrısı “Enki”, Ay tanrısı “Nanna” ve daha bir çoğuna Sümerler’in Ziggurat’ları şahit. Bunlar içinde birisi var ki; aşk ve bereket tanrısı diye anılan, “İnanna” bugünlerde gündemimizi fazlasıyla meşgul ediyor. Sadece bugünlerde de değil oysa. Yüzyıllar yüzyılı... İnanna’ya o dönem öykünen ve tapınaklarda erkeği tüm yönleriyle yaşama hazırlayan kadınların başlarını bağlama geleneğini, yaşandığı günden beş bin yıl sonra kaleme alma girişimi yargılandı ve beraat etti. 93 yaşındaki Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, Sümerler’in kültürüne dair yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarını yazdığı için hakim karşısına çıktı. Ne demiş Muazzez İlmiye Çığ: “Sümerler’de tapınak fahişeleri erkeği yaşama hazırlardı. Salt seks objesi değillerdi. Her biri kutsal sayılırdı. Tapınaklardaki fahişeler dönemin hükümranının isteğiyle başlarını bağlarlardı”. Hepsi bu. Ne eçtiğimiz haftalarda Londra’da Türkçe yayınlanan kimi gazetelerde aşırı sağcı British National Party (BNP)den belediye yönetimine girmeyi başarmış faşist politikacı Kıbrıslı Türk Lawrance Rüstem’le ilgili haberler yer aldı. Yabancı düşmanı ırkçı bir partinin aktif bir üyesi olmasına karşın, yarı Türk olmasından ötürü hala “bir yanıyla bizden” sanılmış ya da sayılmış olmalı ki, Rüstem söz konusu gazetelere konuk edilmiş. Yakın bir tarihte ölmüş bulunan babasının “oğluma karşı önyargılı davranmayın” dediğini de okumuştum yine yerel basında. Tercihini, hem de en açık biçimiyle yapmış, yarısıyla ait olduğu millet de dahil olmak üzere tüm yabancıların İngiltere’den atılmasını isteyen ırkçı/faşist bir partinin “militanı” olmuş birisi olarak Rüstem’in, bir “önyargı” kurbanı olduğuna inansa inansa babası inanırdı zaten. “Baba yüreği” deyip geçmiştim. Rüstem savunduğu hastalıklı görüşleriyle kendisine “önyargılı” yaklaşılmasına bile fırsat bırakmayacak kadar açık bir yüzle çıktı kamuoyunun karşısına. Söylediklerinde de “yanlış anlaşılacak” bir şey yoktu, çünkü, yaşam biçimi haline gelmiş “yabancı düşmanı” ırkçılığını bulabildiği her zeminde dile getirmiş bir fanatiktir Lawrance Rüstem. Babasının, Rüstem’i, bir yanıyla ait olduğunu düşündüğü toplumla buluşturup kaynaştırma çabasını bu kez amcası üstlenmiş bulunuyor. Londra’daki Türk gazetecilerle Rüstem’i buluşturup, herhalde yanlış anlaşıldığını düşündüğü yeğeninin eğer varsa, iler tutar yanını göstermek istemiş olmalı. Girişimlerini içinde bulunduğu yanlıştan çıkmasına yol açabilecek çabalar olarak düşündüğüm için babayı da amcayı da anlayabiliyorum. ??? Rüstem’in buluştuğu Türk gazetecilere, BNP’nin propagandasını yaptığını okuyunca, çağrılılar arasında olduğum halde gitmemekle isabetli davrandığımı düşündüm. Haber yapan gazeteleri eleştirdiğim yok. Çünkü Rüstem’in propaganda yapmasına yardımcı olduklarını da düşünmüyorum. Ayrıca Rüstem’in, partisinden sevgiyle söz edişine bakıp da BNP’ye oy verecek hali yok toplumumuzun. Keşke, ister yarı Türk ister İngiliz, hazır bir faşist bulmuşken ağzının payını verseydi meslektaşlar diye düşünmüştüm sadece. Yapılacak olan belki de Rüstem’in trajedisini anlatmaktı. Parçalanmış çocukluğunun bugünkü fikirlerinin oluşmasına katkısı var belli ki. Her babasına düşman olanın gidip faşist olduğu falan yok elbette. İçinde bulunduğu kültürel ortamın, “yabancı”ya karşı bir ortam olduğu anımsanırsa, bu atmosferin içinde yer almanın yolunun o atmosferin istediği kişiliğe bürünmekten geçti Lale Tokuş’u yitirdik İstanbul Haber Servisi Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin torunu, Cumhuriyet gazetesinin imtiyaz sahibi olan Cumhuriyet Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi, eski Alanya Belediye Başkanlarından ve Cumhuriyet Vakfı Denetçisi Şevket Tokuş’un eşi Lale Nun Tokuş’u (64), doğum gününde kaybettik. Bir süredir rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören Tokuş, İstanbul Cerrahi Hastanesi’nde akciğer yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. Başyazarımız Nadir Nadi’nin kız kardeşi Nilüfer Nun ile Avukat Niyazi Nun’un kızı olan Lale Tokuş’un ailesi ve yakınları dün doğum gününü kutlamaya hazırlanıyordu. Örnek bir Cumhuriyet kadını olan Tokuş, 1991 yılında gazetenin başyazarı Nadir Nadi’nin vefatından sonra oluşan sıkıntılı dönemde Cumhuriyet gazetesinin yeniden yapılanmasında ailenin bir ferdi olarak çok önemli katkılarda bulunmuştu. Eski Alanya Belediye Başkanlarından ve Cumhuriyet Vakfı Denetçisi Şevket Tokuş’la evli olan Lale Tokuş, Cem ve Emel adında iki çocuk sahibiydi. Lale Tokuş’un cenazesiAlanya’da öğle vakti Emine Özmüftüoğlu Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından Bektaş Mezarlığı’ndaki aile kabristanında toprağa verildi. S on dönemlerin sık kullanılan deyimlerinden biri, ‘‘tarihimizle yüzleşmek’’. Bu deyimden benim anladığım, geçmişte yaşanan övünülemeyecek, hatta yüz kızartıcı olaylardan dolayı duyalan üzüntülerin dile getirilmesi. Tarihçiler, toplumbilimciler, siyasetçiler, yazarlar bu konularda sık sık söz alıp görüşlerini açıklıyorlar. Ne tarihçiyim, ne de toplumbilimci. Bu konularda söz söyleyebilme hakkını kendimde bulmuyorum. Ama edebiyata ilişkin, edebiyatla ilgilenmeye başladığım ilkgençlik günlerinden bu yana beni çok rahatsız etmiş, her hatırladığımda büyük üzüntü duyduğum çok olay vardır. Kimilerini birlikte anımsayalım: Padişah IV. Murad’ın yergi şiirlerine dayanamayarak boğdurduğu Nef’i’yi, Sıvas Valisi Hızır Paşa’nın astırdığı Pir Sultan Abdal’ı, vatan, millet ve özgürlük kavramlarını dile getirmesi nedeniyle ‘‘vatan şairi’’ olarak anılan Namık Kemal’in sürgünlerde geçen hayatını günümüzden ne denli uzakta kalsa da unutabilir miyiz? ??? Çağdaş edebiyatımızın tarihi aynı zamanda türlü ölümler, hapislikler, sürgünler, baskılar tarihidir. DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Nâzım Hikmet’in on beş yılı aşkın bir süre suçsuz yere cezaevlerinde yatmasını, hayatı yazdığı şiirler denli dile destan olan, dilimizin ve yurdumuzun uluslararası üne ulaşan ilk şairinin çektiklerini, hâlâ Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı sayılmayışındaki koyu inadı kim anlayıp açıklayabilir? Sabahattin Ali’nin baskı altında yaşamaktan bunalıp kaçmaya çalışırken, sınırda, bugün bile tam anlaşılamamış öldürülüşü ne zaman aydınlanacak? Rıfat Ilgaz’ın öğretmenliğinden gelen bir çağrışımla yalnızca şiir kitabının adını ‘‘Sınıf’’ koyduğu için, kendi adını bile değiştirmek zorunda kalışı, hapishanelerle sanatoryumlar arasında geçen hayatını; şiirden uzaklaşıp kendisine ‘‘Hababam Sınıfı’’ yazarı olarak yeni bir kimlik oluşturmasını; bütün bunlardan sonra da yetmiş yaşında ve verem hasta Tarihle Yüzleşmek sıyken 12 Eylül yönetimince memleketi Cide’de evinden alınıp sokaklarda elleri kelepçeli dolaştırılmasını, gözlerinin bağlanıp Kastamonu’ya hapishaneye götürülüşünü hangi tarih kitapları yazacak? A. Kadir’in Nâzım Hikmet’in şiir kitaplarını okuyan bir Harp Okulu öğrencisi olduğu için, yaşamının sonuna kadar çektiği çileler, 1980’de 63 yaşındayken 12 Eylül yönetimince evinden alınıp aylarca hapiste tutuluşu, sonra da hiçbir şey olmamış gibi salıverilişi için kim özür dileyecek? Kemal Tahir’in, Orhan Kemal’in, Ahmed Arif’in ve nice yazarın hapishanelerde geçirdiği yıllar için bugün hangi devlet adamının yüreği sızlıyor? Can Yücel, bir oyun çevirdiği için 7.5 yıl hapse hüküm giyip Adana Cezaevi’ne konmuştu. Daha niceleri bir yazı dan, bir sözden aynı sonu paylaştılar. ??? Sanmayın, bu saydıklarımla sınırlı bir edebiyat tarihimiz olduğunu. Bu olgunun yıllar boyu, hapse girmemiş yazarın yazar sayılmayacağına kadar uzanan yaygın bir geleneğe dönüşmesini hangi toplumbilimci açıklayacak? Şükran Kurdakul’a bir gün, o sıralar gittiğim Denizli’den söz ediyordum. ‘‘Bilirim, oranın cezaevinde yattım’’ demişti. 1960’larda başlayıp 70’lerin sonunda doruğa ulaşan, sokaklarda gençlerin, aydınların kim vurduya giderek öldürülmeleri, beş bin gencin ‘‘faili meçhul’’ kalan cinayetleri ne zaman aydınlanacak? Daha on üç yıl önce, Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan Sıvas’ta diri diri yakıldılar. Bu olayın hesabı tarih önünde nasıl verilecek? Geçmişin üzücü olayları yalnızca azınlık olmak, düzene karşı olmakla sınırlanabilecek bir olgu değil. Bu topraklarda yaşayan insanların şöyle ya da böyle paylarına bir şeyler düştü. Bu üzücü geçmişle yüzleşmek için önce tek tek olaylara değil de, bütünlüklü bakışlara gereksinim yok mudur? turgay@fisekci.com Lale Nun Tokuş.