23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

22 Ö Türkiye’nin stratejik öncelikleri neriler ve yaklaşımlar doğrultusunda Ali KÜLEBİ C S TRATEJİ TUSAMUlusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili akulebi@tusam.net üfus, demokrasi, askeri güç, ekonomik, siyasal ve sosyal faktörler göz önüne alındığında bölgesinde en önemli ve istikrarlı ülke olan Türkiye, maalesef siyasal vizyon ve hazırlıklı olma bakımından kurumsal olarak sınıfta kalmıştır. Eski Dünya’nın merkezi konumunda olmasına karşın bugün bu avantajı iyi değerlendirdiğini söylemek çok zordur. Çünkü iktidara gelen siyasiler popülist, günlük veya ideolojik yaklaşımlarla Türkiye’nin çıkarlarını, gerçekçi bir dış politika çizgisiyle birleştirememektedirler. Hele Türkiye gibi, dünyanın sayılı ve deneyimli birkaç ordusundan birine sahip bir ülkenin bu gücünü dış politikasını destekleme yönünde kullanamaması izah edilemez bir olgudur. Mücadeleyi kendi sınırları içinde kabul etmek, savunma iç güdüsü ile hareket etmek, küçük düşünmenin ve küçülmeyi göze almanın belirtileridir. Türkiye gibi geleceği potansiyel vaat eden bir ülkeye bu politik çizgi hiç yakışmamaktadır. Türkiye’nin geniş coğrafyası ve jeopolitik konumu göz önüne alındığında elinde, siyasal birlik, ittifak ve yöneliş açısından kullanabileceği, özellikle 1990’dan sonra dünyanın ve yakın çevremizin değişime uğraması ile daha da çoğalan bir çok seçenek mevcuttur. Bunlar sırasıyla; A) Genişletilmiş Avrasyacılık, B) Türk Avrasyacılığı–Orta Asya Türk Birliği, C) Avrupa Birliği, D) Ortadoğu ve İslam Ülkeleri ile İşbirliği, E) ABD ile stratejik ortaklık, ovyetlerin çökmesi, ilerleyen süreçte Türkiye’yi de yeni S bölgesel birliktelik olanaklarıyla karşı karşıya bıraktı. AB’ye üyeliğin yanı sıra Avrasyacılık, İslam ülkeleriyle birliktelik, ABD ile stratejik ortaklık gibi yaklaşımlar tartışılıyor. Tartışmalara karşın Türkiye’nin; nüfusu, demokrasisi, askeri gücü, ekonomisi ve coğrafik konumuyla uyumlu bir dış politika izlediğini söylemek olanaklı değil. da çelişkiye düşmektedir. Şarkiyatçı Aleksandr Kadirbayev’in de vurguladığı üzere güçlü bir Avrasyacılığın temeli, Türk ve Slav halklarının birlikteliğidir. Zamanında bir imparatorluk olan Rusya ancak Türk ve Slav kültürlerinin harmanlaştığı bir ortamda büyüyebilmiştir. Avrasya kültürünün en belirleyici unsuru Turan (Türk) çizgisidir. Bunun üzerinde bir adım daha gidilirse “Batı (Avrupa)” ile “Doğu (Asya)” arasında varlığı söz konusu olan üçüncü kıtayı, yani Avrasya’yı meydana getiren TürkMüslüman ve Rus unsurların temsilcileri Türkiye ve Rusya’dır. Bu coğrafyada imparatorluklar kuran her iki ülke bir anlamda bu buluşma ve sentez bölgesinde doğan kültürlerin organik bütünlüğünde tarih boyunca söz sahibi olmuşlardır. Putin ve danışmanı Dugin’in çizdikleri ve tarihsel gerçekçiliği yansıtmayan Avrasyacılık yerine, Türkiye ve Rusya’nın tarihi çizgilerinde, Türk ve Rus kimliklerinin paradokslarını yansıtarak Türkiye ve Rusya’ya Batı’nın karşısında istikrarlı bir kimlik verip, hak ettikleri geleceği sağlayabilecek bir “Yeni Avrasyacılık” oluşumu her halde daha gerçekçi olacaktır. Çünkü böyle bir anlayışta Rusya’nın potansiyel olarak çok çekindiği TürkMüslüman halklar geçmişte nasıl Rusya’nın bir imparatorluk olarak Asya’da yayılmasını sağlamışsa bugün de hakları daha çok verildiği takdirde, bu büyük MüslümanTürk dünyası, Avrasya kıtasında oynanan oyundaki aktörler olan Amerika, Rusya, Çin ve İran arasındaki gerçekçi Avrasyacı yaklaşımı dengeleyebilecektir. Bu bağlamda Rusya zaman içinde Türk dünyasının lokomotifi olacak bir Türkiye ile işbirliğinin kendisi için uzun dönemde daha gerçekçi ve yararlı olacağını anlayacaktır. Bu anlayışın bir adım ötesi ve daha gerçekçi olanı ise bu büyük bölgede uzun vadede barış ve ekonomik refahı hedefleyecek; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri–Rusya–Türkiye–Azerbaycan–İran –PakistanHindistan –Çin eksenli Geniş Avrasyacılık olabilir. Türk Avrasyacılığı usya’nın Slav ağırlıklı düşünmesi veya Türkiye’yi tamamen reddetmesi durumunda, esasen daha gerçekçi olan ve Türk Dünyası coğrafyasında oluşabilecek bir yaklaşım, doğrudan bir Türk Avrasyacılığı olmalıdır. Ural Dağları’nın batısında çoğaldığını gördüğümüz Slav nüfus, Ural’ların doğusunda, nicelik olarak yerini Türk ve içinde Slav, Moğol unsurlar da barındıran Turan unsurlara bırakır. Coğrafi ve kültürel bütünlüğü çok güzel yansıtan bu yaklaşım, Türk Avrasyacılığının başlangıç noktası olabilir. Belki de daha iyimser bir bakış açısıyla böyle bir Avrasyacılıkta Türkiye’nin şansı olduğu gerçeği, AB’nin uzun vadeli hedefleri arasında enerji bağlamında çok önemli bir yeri olan Orta Asya ve bunun çevresindeki Avrasya coğrafyasının ancak bu coğrafyaya hem fiziken hem de etnik ve kültürel açıdan uzanan Türkiye eliyle AB’ye yakınlaştırılabilmesiyle söz konusu edilebilir. Yine burada değinilmesi gereken bir husus da 17 Aralık AB zirvesinde, Türkiye’ye bütün Avrupa halklarının çekinceyle yaklaşmasına karşın, bu ülkelerin stratejik ve iki yüzlü düşünebilen yöneticileri tarafından ucu açık da olsa, geleceğin en büyük AB ülkesi olma kapısının açık bırakılmış olması Türk Avrasyacılığı yaklaşımının çok da yabana atılmaması gereken bir realite olmasındandır. N R Avrasyacılık urada, Genişletilmiş Avrasyacılık, Yeni Avrasyacılık veya dar anlamda, TürkiyeAzerbaycanGürcistan arasında kurulabilecek Kafkas İşbirliği ile başlayıp Orta Asya’ya uzanan bir ticari ve bilahare Türk Siyasi Birliği seçenekleri söz konusu olabilir. Bunların, bizi yıllardır oyalayan AB seçeneğinden daha gerçekçi olacağı açıktır. Çünkü bütün batılı ülkeler ve özellikle ABD, gelecekteki stratejilerini Hazar Denizi çevresine odaklamışken biz, adeta bilinçli bir şekilde, bu coğraf B ya dışına itilmiş, üniter yapıyı ve ulusal bütünlüğü tehlikeye sokma pahasına AB’ye kilitlenmiş durumdayız. Geçtiğimiz son elli yılda kabul gören Avrasya’nın dünya hakimiyetindeki yeri olgusunda bugün Brzezinski’nin “Avrasya Balkanları” olarak adlandırdığı ve Ortadoğu’dan başlayan, TürkiyeKafkaslar ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ekseni yeniden tanımlanmıştır. Burası özellikle yeraltı zenginlikleri ve petrol kaynaklarıyla dünyanın en önemli bölgesi olarak kabul görmektedir. Özellikle, çoğunluğu Türk unsurlardan oluşan Hazar Denizi’nin doğusu ve batısında yer alan bölge, Rusya’nın Avrasyacılık politikasının ana merkezidir ve büyük güçlerin en önemli mücadele alanı olma konumuna erişmektedir. Son zamanlarda bu bölgede çeşitli girişimlerde bulunan ve bölge ülkelerini etkisi altına almaya çalışan Rusya, Türkiye’yi ait olması gereken bir Avrasyacı oluşumdan uzak tutmaya çalışmaktadır. Bunun da herhalde en büyük nedeni, Rusya içindeki Türk kökenli grupların oluşturduğu özerk cumhuriyetlerin potansiyel güçlerinin çeşitli çekincelerle dikkate alınmış olmasıdır. Bundan dolayı Rusya’nın bugün izlemeye çalıştığı Avrasya politikası, ağırlıklı olarak ParisBerlinMoskovaTahranTokyo hattından oluşmaktadır. Geniş Avrasyacılık BD’nin dünya hükümranlığına ancak böyle bir işbirliğiyle cevap vermeyi düşünen Rusya bu nokta Nasıl bir Türk Avrasyacılığı ürk Avrasyacılığına yaklaşım yöntemimiz, alerji duyulan bir ağabey pozisyonuna değil, hakikaten ihtiyaç duyulan ve yardıma hazır bir devlet anlayışına dayalı olmalıdır. Kalkınmış ekonomisi, ticari birikimi, askeri gücü, çağdaş yaklaşım için gerekli olan demokrasisi ve radikal dinci terörden çok rahatsız olan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin de çok önem verdikleri laikliği ile Türkiye, ciddi bir misyon için hazırdır. Yıllardır alternatifsiz dış politika stratejisi uygulaması nedeniyle Türkiye’nin dış politikada gerekli pazarlık gücünden yoksun kalmış olması, ülkemizin artık alternatif stratejiler geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim, daha önce devletimizin üst T A ?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear