23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

kriterlerin bir bileşkesidir. Türkiye “AB ne diyor” sorusunun yanıtını Kopenhag ve Maastricht belgelerine bakarak bulabiliyor. Fakat “AB ne demek istiyor” sorusu için ise, artık bundan böyle hazım kriterlerini referans almak durumundadır. Zira AB cephesinden bir çok gayriresmi, bağlayıcı olmasa bile zorlayıcı tavırları orada görmek olasıdır. Türkiye ilk sorudan yola çıktığında müzakere sürecini başarıyla tamamlayacağını ve sonuçta tam üyeliği “koparacağını” hesaplıyor. Asıl can sıkıcı ve “can yakıcı” olan ise, ikinci soru, daha doğrusu ikinci sorundur: AB’nin ve AB’lilerin kafasının arkasındakilerini her zaman şeffaf bir şekilde okuyamıyoruz. Ancak okuduğumuz kadarıyla, AB Türkiye’yi olduğundan fazla “özel” görmekte ve bu durum, bir yandan Türkiye’nin hazmedilmesinin zor olduğu düşüncesini hem Türkiye ve hem de AB içinde pekiştirirken, öte yandan da AB’yi “özel statü” gibi Türkiye’nin onaylamadığı seçeneklere sürüklemektedir. İşte bazı hazım kriterleri; ekonomik içerikli olanlar… 1. Hazım kriteri: AB yol geçen hanı değildir! Yani, nüfusu fazla olan ve göç korkusu yaratan bir ülke AB’nin demografik yapısını ve buna bağlı olarak iç uyumunu bozar! Türkiye her iki özelliği taşıdığı için hazmedilmesi zor bir ülkedir. Gerçek: i) Türkiye’nin büyük “nüfus”lu olduğu doğrudur, ancak büyük “nüfuz”lu olduğu tartışmalıdır. Türkiye, yıllık yüzde 1.5 civarındaki nüfus artışıyla, 10 yıl sonra 80 milyonluk bir nüfusu aştığı zaman, 10 tane Avusturya ya da 5 tane Hollanda’yı barındırıyor olacak. Dolayısıyla bu ülkeler kendilerini defalarca katlayan bir ülkenin gölgesinde yaşamak istemeyebilirler. ii)Ayrıca, AB üyeliği, işgücü ve işsizi bol Türkiye’den AB’ye göçü kışkırtabilir. Eleştiri: i) AB nüfus konusunda çelişkili bir psikoloji içerisinde: C S Bir yanda kendi içinde daha fazla doğum yapmaları için aileleri teşvik ediyor, öte yandan çok nüfuslu (aday) ülkelere karşı “doğum kontrolü”nü öneriyor. AB aileleri binde 35 civarında –Türkiye’ye göre oldukça düşük oranlarda çoğalma eğilimindedir. Onlar için “daha az doğumdaha uzun ömür” denklemi itibarlıdır. Bu denkleme göre, az sayıya düşen “ağız”ın “büyük pasta”yı daha “çok yemesi” söz konusudur. Gelişmiş toplumlar daha fazla doymanın yöntemini nüfuslarını planlayarak bulmuşlardır. ii) AB’nin Türkiye göçü için endişelenmesi için bir çok neden var. Peki ya Türkiye, AB işsizlerine kucak açarsa, asıl felaket o zaman patlayacak! 2.Kriter: ‘AB, Robin Hood değildir!’ Yani AB, zenginden alıp yoksula veren bir “hayır kurumu” değildir. Bu, kişi başına düşen ulusal gelir açısından zengin olan ve/ya güçlü zenginleşme eğilimini taşıyan ekonomilerin bir örgütü olmasından anlaşılmalıdır. Yoksul iken AB’ye başvurabilirsiniz, ama ancak zengin olarak oraya girmelisiniz! Sonuçta genişleme, aynı zamanda bir bütçe sorunudur. Bu sorun, Türkiye için daha fazla geçerlidir. AB Ülkelerinin Satın Alma Gücü Paritesine (SAGP) Göre TRATEJİ 19 mik sistemi düzenleyen/denetleyen bir küresel ekonomik otorite değildir; fakat üyesi olan ve olacak ülkeleri disipline eden, egemenlik paylaşımına dayalı uluslarüstü örgütler topluluğudur. Gerçek: AB, ödemeler dengesini düzeltsin diye borç para veren IMF mantığıyla hareket etmez. AB, Türkiye’ye kaynak aktarırken, geleneksel faizli borç denilen kredi mekanizmasıyla yapmaz. Kaynağın felsefesine uygun olarak kullanılmasını ister ve izler. Eleştiri: AB ekonomiyi düzeltin diye verdiği fonların önemi ve yararı inkar edilemez. Ancak AB sanki bu fonlamanın karşılığını siyasal olarak almak istiyor. Kıbrıs gibi başat diplomatik sorunların çözümünde Türkiye’yi sıkıştırmaları bunun bir kanıtıdır. Türkiye, 200 milyar dolardan fazla borcu olmasaydı, bu kadar sıkışır ya da sıkıştırılır mıydı? 4. kriter: ‘Patentin kadar ner olabilirsin!’ part ürkiye ile AB arasındaki müzakerelerin uzaması T sakıncalı olmayabilir. Ama bunun AB ve Türkiye için koşulları bulunuyor. Türkiye’nin bu noktada sağlam durması gereken ‘alternatif maliyetler’ konusu bulunuyor. Bunlar, üniter yapının vazgeçilmezliği, stratejik ve verimli KİT’lerin önemi ve Kıbrıs olarak sıralanabilir. Bu da tartışmanın ana eksenini ‘hazmetmekten’ çok ‘hazzetme’ noktasına getiriyor. Kaynak:Eurostat;http://europa.eu.int/abc/keyfigures/living/wealthy/indexaccessibleen.htm (Erişim: 8.11.2005) Not: B: Belçika, DK: Danimarka, D: Almanya, EL: Yunanistan, E: İspanya, F:Fransa, IRL:İrlanda, I: İtalya, L:Lüksemburg, NL:Hollanda, A:Avusturya, P:Portekiz, FIN:Finlandiya, S:İsveç, UK:Birleşik Krallık (İngiltere). Gerçek: Grafik 1’de, satın alma gücü paritesine (SAGP) göre, 15 ülkeli AB yurttaşının eline geçen ortalama yıllık gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) 23 bin dolardan fazladır. AB içerisinde en zengini 45 bin dolar ile Lüksemburg en zengin, 16 bin dolar ile Yunanistan en yoksuludur. Burada verilen 2001 yılına ilişkin bu rakamlar, güncel 2005 rakamlarından çok farklı değildir. Türkiye’nin SAGP ölçütü üzerinden bir GSYİH yoksulu olduğu doğrudur: 7 bin dolar civarı. Türkiye –geleceğin üyeleri olan Romanya ve Bulgaristan’a yakın olarak AB’nin gelir ortalamasının sadece yüzde 24’ünü tutturmuştur. Kıbrıs ve Malta bu alanda bize göre 3 kat ileridedir. Kaynak: Eurostat; http://europa.eu.int/abc/keyfigures/... Eleştiri: AB ülkelerinin, ekonomik göstergelerde “homojen” olmadığı, uzun dönemde aynı çizgide çakışmayı sağlayabilecekleri düşünülmelidir. AB küresel rekabette saflaşırken, kendi içinde “düşük gelirli” ve “yüksek gelirli” diye sınıfsınıf ayrılmaktadır. Böyle olunca, Türkiye’yi “öteki”leştirmesi pek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Zira, örneğin İspanya ya da Yunanistan tam üye olmadan önce AB’nin istediği refah düzeyinde miydi? AB üyeliği o ülkelere nasıl sınıf atlattıysa, Türkiye’ye de atlatabilir. 3. Kriter: ‘AB, IMF değildir; IMF’den katıdır!’ Yani, AB IMF gibi uluslararası ekono Bu da yazılı olmayan bir kriterdir. Patent üretebilme, ArGe harcamalarının GSYİH’deki payı ile bilim ve teknolojik gelişmeye verilen önemle ilgilidir. Patent üretebilen ve bunu ekonomik katma değere dönüştürebilen ülkeler hızlı kalkınırlar. Gerçek: AB ülkeleri ile Türkiye arasındaki bir fark da, Türkiye’nin ArGe harcaması, patent üretimi ve ileri teknoloji ihracatı alanlarında yoksul/yoksun olmasıdır. Bu da, Türkiye’nin salt küresel dünyaya karşı bir handikapı değil, aynı zamanda AB’ye eşit koşullarda “partner” olmasını da engelleyen bir etmendir. OECD (Factbook 2005) verilerine göre: i) AB15, ArGe için ulusal gelirinden ortalama yüzde 2, Türkiye ise ancak binde 7 civarında bir pay ayırmaktadır. ii)Üçlü (ABD, AB ve Japonya ofislerinden onaylanan) patent (her bir milyon kişi başına düşen, 2000 yılı için) sayısı OECD ve AB ortalaması 40 iken, Türkiye’ninki neredeyse sıfırdır. iii) AB’de yüksek teknolojili sanayi ihracatının toplam imalat ihracatındaki payı (2002 için) yaklaşık yüzde 25, Türkiye’de ise bunun dörtte biri kadardır. Eleştiri: Türkiye’nin AB’ye üye olmak istemesinin bir nedeni de, bilimsel ve teknolojik entegrasyonu sağlamaktır. Yeni üyelerin bilim ve teknoloji karnesi Türkiye’dekinden pek parlak değildir. Yine OECD verileri ve aynı yıllara göre, örneğin, i)Macaristan ve Slovakya’nın ArGe harcaması (GSYİH’ye oranla) yüzde 1’e biraz yakın; ii) Çek Cumhuriyeti ile Polonya’nın üçlü patent sayısı, 12 civarındadır. iii) “yüksek teknolojili sanayi ihracatı/toplam imalat ihracatı” Polonya için yüzde 8, Slovakya için yüzde 5 civarındadır. ?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear