Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 M C S TRATEJİ üzakere sürecindeki Türkiye’nin kapasitesini zorlayan AB’nin ‘hazım kriterleri’ Dr. İrfan KALAYCI İnönü Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü ikalayci@inonu.edu.tr Ekim 2005’te AB Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlamak için imzalanan Çerçeve Belgesi’nde pek şeytani bir kavram geçer: “Hazmetme kapasitesi”. Bunun deşifresi şudur: ‘Biz AB olarak 2007’de Bulgaristan ve Romanya ile birleşeceğiz; 2009’da Hırvatistan sırada; ayrıca halen üyeliği teklif etmediğimiz ve etmemiz gereken başka Doğu/Orta Avrupa devletleri var; Türkiye ile müzakerelerin tamamlanıp mevcut üye ülkelerin parlamento ve hatta referandumlarından onaylanması için geçecek sürede, kendimizi yeterince genişlemiş, yani genişleme sınırına gelmiş kabul edebiliriz ki, o zaman da Türkiye’ye zaten yer kalmamış olur!’ Pek sevimsiz bir kurgulama, değil mi!? Ancak burada Türkiye’yi doğrudan ve derinden ilgilendiren iki ara sonuç çıkıyor; Birincisi; Türkiye’den farklı olarak, diğer aday ülkelerle müzakerelerin –genellikle erken başlatılıp erken bitirilmesi. Ve ikincisi; Türkiye için –müzakereler başarıyla tamamlansa bile çeşitli frenleyici mekanizmaların devreye sokulacağı. Bu ve benzeri sonuçlar, AB’nin “hazmetme kapasitesi”nin gerçekte ne anlama gelebileceğini daha da kolaylaştırıyor. (Her nedense, buradaki “hazmetme” sözcüğü, AB’nin bir tür “mide”ye, Türkiye’nin de acılıekşili ağır –ama bir o kadar da iştah kabartıcı bir yemeğe benzetilmesini çağrıştırıyor. Senaryoyu bir soruyla tamamlayalım: Acaba AB, Türkiye yüzünden midesinin bozulacağını mı düşünüyor? Fakat Türkiye aslında AB’nin beynine hitap ediyor!) Varsayalım ki, AB Türkiye’yi müzakerelerle oyalıyor ve hiçbir zaman da tam üye yapmayacak!.. Peki bundan dolayı kim kazanıyor olacak? Sanıldığının aksine AB’den çok, Türkiye kazanacaktır. Çünkü tam üye olacakmış gibi, ekonomik ve siyasal sisteminde kaydedeceği her olumlu gelişme Türkiye’nin halkına bir kazanım olarak dönecektir. ‘Hazmetme kapasitesi’ sorunu ürkiye resmi olarak AB ile ilişkilerini Kopenhag ve T Maastricht kriterlerini baz alarak yapmaya çalışıyor. Müzakerelere başlanacağının belli olmasının ardından bunların yanı sıra kamuoyunda ‘hazım kapasitesi’ gibi bir ‘özel’ durum da eklendi. Bunlar da AB yöneticilerinin ‘kafalarının arkasındakiler’ olarak nitelendirilebilir. 3 “hazmetme kapasitesi sorunu” vardır. Bu sorunun adı Türkiye’dir. Ve ayrıca Türkiye’nin de bir hazmedilme kapasitesi varolup, doğrusu o bunu oldukça zorlamaktadır. İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye, hazmedilmesi zor bir ülkedir; nüfusu büyük, işsizi çoktur, en önemlisi de sağından soluna kadar herkesin ortak söylemiyle “demokrasi engelli”dir vs… Ama aynı zamanda, pek çok alanda büyük potansiyelleri ve bölgesel gücü olan, Batı (uygarlığı) yanlısı köklü bir devlettir. Kısacası Türkiye, Baltık Cumhuriyeti türünden ne bir mini devlet, ne de zayıf bir transformasyon ekonomisidir. Kaldı ki, Türkiye, son 10 üyenin nüfusunun toplamına eşit bir niceliktedir. Neue Zurcher Zeitung adlı bir İsviçre gazetesinde “Katılım kapasitesi den geyi bozabilir” başlığı altında bazı ilginç argümanlar ortaya konuluyor; özetle: i) Avusturya Dışişleri Bakanı Plassnik’in söylemiyle; ‘Eğer Türkiye üyelik müzakere koşullarını yerine getirmezse ya da müzakereler sonunda AB'nin kapasitesi yetersiz olursa, o zaman en güçlü şekilde bağlanmak için bir şekil aranacak. ’ Plassnik, Türkiy tüm koşulları yerine getirse bile, duruma göre üyeliğe kabul edilmeyeceğini telkin ediyor. ii) AB'nin aslında yeni üyeleri sadece, kapasite hazır olduğunda alabileceği gerçeği, Türkiye'nin üyeliğini önleyen yeni bir engel etkisi yapıyor. Birçok üye ülkede kuşkucu bir kamuoyu var. Gerçekten karar anı geldiğinde belki 15 yıl sonra belki başka siyaset çiler başka düşünceler/talepler ile gelecekler. Ve o zaman da kamuoyu Türkiye’nin tam üyeliğini reddeder mi, şimdiden söylemek zor. Ancak, üyeliğe hazır bir Türkiye'nin, yeni üye alma kapasitesi yetersiz olduğu için geri çevrilmesi AB'nin inandırıcılığının kaybolmasına neden olur. Tartışma, uzak gelecekteki 'eğer ve ama' etrafında dönüyor. iii) Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer ise, Türkiye’nin üyeliği için en önemli noktanın, müzakereler değil onaylama süreci olduğunu söylüyor ve Fransa'da bu konuda bir referandum sözü verildiğine işaret ediyor. Üyelik konularında referandum için bazı önkoşullar var. Düşünsenize: 15 yıl sonra Türkiye ile müzakereler zahmetli çabalardan sonra tamamlanmış. Sonra tüm üye ülkeler bunu onaylıyor, ama Malta'daki bir referandumda üyelik reddediliyor. Ne olacak? AB’nin, kendisi açısından Türkiye’nin tam üyeliği konusunda çizdiği “zikzak”larla kendi başına bir tür “sorun” aldığı düşünülebilir. Buna göre AB Türkiye politikası yüzünden, popülist bir ifadeyle “aşağısı sakal, yukarısı bıyık” ikilemini yaşamaktadır. Kendi içerisinde “entegrasyon” halinde iken, Türkiye’nin üyeliği söz konusu olunca trajikomik bir “dezentegrasyon” görüntüsü sergilemektedir. Zira Türkiye, karşıtları ve tarafları ile AB’yi ikiye ve hatta üçe bölmüştür. Bunun nedeni de, “enternasyonalizm”i yeterince sindirememesidir. AB’nin asıl hazmetme kapasite sorunu varsa, o da budur. Hazım kriterleri ukarıdaki bilgiler veri alındığında, AB’nin Türkiye için geliştirdiği ancak resmileştirmediği, dolayısıyla adı konulmamış bazı hazmetme kriterlerinden söz edilebilir. Bunlar müzakerenin içeriğini, biçemini ve konjonktürünü değiştirecek özellikler taşımaktadır. Bu kriterlerin, Türkiye’nin bugüne dek tanıştığı ve derinden etkilenmekte olduğu Kopenhag (=daha çok demokratikleşme) ve Maastricht (=sadece ekonomik) kriterlerinden biraz farklıdır. Çünkü Kopenhag ve Maastricht kararları resmi, bağlayıcı ve genleşen entegrasyon çarkının dönebilmesi için zorunludur. Gerçekte hazım kriterleri dediğimiz kriterler ise, geniş anlamıyla; Kopenhag, Maastricht ve Türkiye için özel olarak ilan edilen başka Y azım kapasitesinin önemli unsurlarından biri H Türkiye’nin nüfusu. Birliğin buradaki ikilemi; kendi nüfusunun artmasını teşvik ederken, Türkiye için planlama önermesiyle ortaya çıkıyor. Türkiye’nin göç verme kapasitesi, AB’nin işsizleriyle birlikte değerlendirilmeli. Sorun olarak gösterilen ekonomik dengeler konusunda ise İspanya ve Yunanistan sorunu örnek olabilir. Ş u bir gerçek ki AB’nin bir “hazmetme kapasitesi”nden çok, ?