26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 2 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ Mayonuzu ve havlunuzu alın dertleri Ege’ye bırakın Midilli, Rodos, Santorini, Mikonos ve Atina gezisinde, her sabah uyandığınızda kendinizi bir cennette bulacaksınız. Yunan adaları tatil anlaşıyınız ne olursa olsun sizi memnun edecek. Eğlence isteyene eğlence, tarih isteyen tarih, deniz, kum, güneş isteyene üçü birden... Güneş ışığı kadının bronzlaşmış teninde yansıyor. Hafif bir imbat var. Villa Lobos’un “Bachianas Brasileiras”indeki o müthiş aryayı dinliyoruz. Kadının yüzünde belli belirsiz bir gülümseme. İçkisinden bir yudum alıp şezlonga gömülüyor. Derin bir nefes alıyor. Bir nefes daha… Kasları gevşiyor, gözleri yavaş yavaş kapanıyor. İşte huzur… Dünyanın en güzel günbatımı buradadır demişlerdi. Sanki dev bir volkan kraterinin hemen kıyısında oturuyoruz. Aşağısı 300 metrelik HAKAN bir uçurum. Denizin laciverti ufukta, gökyüzünün kızılıyla karışıyor. KARA Santorini’de Franco’nun barındayız. Burada sadece klasik müzik çalıyorlar. Oturduğumuz terasta çıt yok. Sanki özel bir an yaşanıyormuş gibi. Yaşamın sadece “anlar”dan oluştuğunu söyleyen Arjantinli şair Luis Borges ne diyordu? “İlkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım ve sonbahar bitene dek yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı eğer.” Bunları yazdığında 85’indeydi… Birden sessizlik bozuluyor. “Kayıp Atlantis uygarlığı gerçekten burada mıydı?” Yan masada Alman bir .Ö üç tarihi M rlığına in n i’ grup var. Masadakiler in Santor i Minos uyga ek arkadaşlarını hemen binlerd anıyor. z susturuyorlar. kadar u Santorini sahillerinde kum yerine çakıltaşı bulacaksınız... ATLANTİS’İN ÖYKÜSÜ Günümüzden yaklaşık 3500 yıl önce tam da oturduğumuz yerde, büyük bir volkan patlamış. Adanın üçte biri patlamanın ardından denizin sularına gömülmüş. Tıpkı Platon’nun M.Ö. 421’de Timaios ve Kritias diyaloglarında anlatılan “Atlantis” öyküsündeki gibi. Ada sulara gömülürken oluşan dev tsunami dalgaları o dönemin Ege’deki tüm uygarlıklarını etkilemiş. Yan masadaki sessizlik uzun sürmüyor. “Atlantis’in burada olduğuna ilişkin bir kanıt yok. Böyle bir uygarlığın var olup olmadığı bile kuşkulu. Belki Atlantisliler Minoslulardır” diyor biri. Sonra Platon’un Thimias dialoglarındaki Atlantisi anlatıyor. Sohbet Platon’un “Devlet”ine oradan “Ütopya”lara kayıyor. İsimler art arda sıralanıyor: Thomas More, Campanella’nın “Güneş Ülkesi”, Bacon’un “Yeni Atlantis”i, Wells’i “Çağdaş Bir Ütopya”sı, Skinner’in “Walden İki”si… “Dünya şimdikinden nasıl daha eşitlikçi ve daha mutlu olabilir” diye kafa patlatan insanlar ve eserleri. Bu isimlerin her biri kendi çağının sorunlarına çözüm üretmeye çalışmış ve kitaplarında “olmayan” bir ülkeyi anlatmışlar. “Biliyor musunuz, bu manzarayı İnternet’ten canlı olarak izleyebilirsiniz” deyince sohbetin yönü birden değişiyor. Bazıları çevresine bakınıyor. Burada acaba kamera var mı diye. Neyse ki yok. Zaten var olanlar da sadece manzarayı gösteriyor. İnsanları değil. Gelişen teknolojiden, büyük kentlere kurulan kameralardan söz ediliyor… “Özel hayatın gizliliği artık tehdit altında” diyor biri. Ütopya’larla başlayan keyifli sohbet, “disütopya”ya doğru kayıyor. Orwell’in “1984”ünde anlatılan, herkesin büyük birader tarafından izlendiği bir dünyaya doğru mu gidiyoruz? Sahi kaç kişinin telefonları dinleniyordu Türkiye’de. 1 milyon mu? üğü en büy bunun u r g r . la .. 12 ada iyle ünlü sahiler Rodos Mikono s Yuna n Adada eğlence Adaları içind ee sabahla ra kada ğlence merke r sürüy zi olara or... k anılıy or . Gülümseyişler bile aynıydı ? SAPHO’NUN KUMSALI İlk durağımız Midilliydi. Diğer adı Lesvos. Zeytin ağaçları, sardalyası ve uzosuyla ünlü. Sardalya’ların Akdeniz’deki en önemli çoğalma alanı Midilli’nin Kaloni koyu. Antik çağ filozoflarının yemekli eğlencelerinin, roma imparatorluğunun ünlü şölenlerinin vazgeçilmez mezesi Kaloni Sardalyaları yüzyıllardır Midilli’nin en önemli ihracat ürünlerinden olmuş. Köy koruma altına alınmış bir milli park. Tıpkı İzmir’in Tuzla Kuş Cenneti’ndeki gibi burada da Flamingo’lar yaşıyor. Huzurlu ve keyifli bir yer. Elbette Lesvos deyince akla ilk gelen M.Ö. 6. yüzyılın ünlü şairi Sapho. Ne diyordu Azra Erhat, Cengiz Bektaş’la söyleşisinde: “Lirik şiir Sapho’suz düşünülemez. O, insan duyumlarını özgürce açığa vurmak yolunda adımını ilk atan kişidir. Sapho’nun kendini içtenlikle, özgürce ortaya koyabilmesi ve bunu herşeye insanca yaklaşarak yapması, insanlığını sonuna kadar yaşaması ne güzel… ” O zamanın Midillisinde kültür sadece erkeklerin tekelinde değildi. Sappho burada bir genç kızlar okulu kurmuştu. Erkeklerle aynı düzeyde eğitim alabiliyorlardı. Midilli’nin Uzo’su Barbaryanis almaya kalktığınızda “Kaç yıllık olsun?” diye soruyor tezgahtar kadın. Uzo’nun yanısıra Ladotiri peyniri de ünlü. Arkeoloji müzesindeki Roma dönemi villa mozaikleri ilginç. Petra kumsalı Sapho’nun denize girdiği yer olarak anlatılıyor. Molivos kalesi gezmeye değer yerler arasında. Ve elbette adanın en büyük yerleşim yeri olan Midilli’yi gezmek gerek. Dar sokaklı eski mahallede Ermo caddesinden Osmanlı mahallesine geçiyoruz. Burada Yeni Cami var. Yolda seramik atölyelerine bakıyoruz. Akşam adadan demir alırken Sapho’nun dizesini okuyoruz: “Yıldızlar, güzel ayın çevresinde gizliyorlar ışıklı yüzlerini, dolunay olup da ışıldarken ay tüm yeryüzünde.” Sapho’dan bugüne kalan şiirlerin bu kadar az olması ne kadar yazık. VİZEYE GEREK YOK Buraya Prontotour’un Ankara gemisiyle geldik. Bir haftalık bir gemi turu. Programda Midilli, Rodos, Santorini, Mikonos ve Atina var… Gemi Pazartesi 17.00’de İstanbul Karaköy’den kalktı. “Vizeye gerek yok” dediler. Gerçekten de öyle. Elinizi kolunuzu sallaya sallaya geziyorsunuz adaları. Gemiyle seyahat etmenin başka bir keyfi var. Sanki evinizle birlikte seyahat ediyor gibisiniz. Bavulları bir kez geminin kamarasına taşıdınız mı hamallık son buluyor. Gemi siz uyurken yol alıyor. Sabah uyandığınızda bir bakıyorsunuz yeni bir adanın kıyısına demir atmışsınız. Karşınızda keşfedilmeyi bekleyen yeni bir cennet. Hemen sırt çantanıza havlu, mayo ve fotoğraf makinenizi yerleştiriyorsunuz. İşte adayı keşfetmeye hazırsınız. İsterseniz şirket tarafından organize edilen turlara katılıyorsunuz. Turlar kısa bir sürede çok şey görmek ve öğrenmek için bire bir. ? ŞÖVALYELERİN ADASI RODOS Rodos 12 adalar grubunun en büyüğü. Plajlarıyla ünlü. Kent iki bölümden oluşuyor: Eski ve yeni. Eski Rodos surlarla çevrili bir ortaçağ kenti. UNESCO’nun dünya mirası listesinde. Limandaki Murat Reis Camisi’nin bahçesinde Türk mezarlığı bakımlı. Çarşı içindeki Süleyman Camisi’nin restorasyonu sürüyor. Rodos şövalyelerinin kalesine Büyük Üstadlar kapısından giriyoruz. Kanuni burayı fethettiğinde de aynı kapıdan girmiş. Kale içindeki sokaklarda dolaşırken, sanki birkaç yüzyıl öncesine dönmüş gibi oluyorsunuz. Meydanda bir zamanlar Hipokrat’ın hastalara baktığı çeşme cıvıl cıvıl. Rodos, söylenceye göre güneş tanrısı Helios’un adası. M.Ö. 280’de yapılan 32 metre yüksekliğindeki Helios’un heykeli, dünyanın yedi harikasından biri. Ne yazık ki yapımından 56 yıl sonra deprem nedeniyle yıkılmış. Parçaları da satılmış. Hiçbiri ortada yok. “En güzel deniz Lindos’ta var” diyorlar. Lindos adanın diğer ucunda. Mö. 5. yüzyıla kadar uzanan antik yerleşimde tepeye kurulu Athena Akropolü var. Sevimli bir çarşısı var. Faliraki kumsalı daha hareketli. Adanın sayfiye ve eğlence bölgesi. Bu nedenle ulaşım biraz sorunlu. En ünlü plajı Cennet plajı. Burası saat 17.00’ye kadar sakin, gelenlerin sessizce güneşlenip kitap okudukları bir yer. 17.00’den sonra bütün plaj sanki bir açıkhava diskosuna dönüşüyor. Dans sabaha kadar sürüyor. Adalar arasındaki en etkileyicisi kuşkusuz Santorini. Tarihi M.Ö üç binlerdeki Minos uygarlığına kadar uzanıyor. Gemiden filikalarla kıyıya çıkıyoruz. En büyük yerleşim birimi Fira, volkanik kayaların tepesinde kurulmuş. 588 basamağı yürüyerek çıkmak zor. Biraz macera isteyenler eşek ya da katırlarla çıkıyor. En kolayı teleferik. Oia ikinci büyük yerleşim birimi. Sanki bir masal dünyası. Şirin evler, begonviller, harika bir manzara. Santorini’de yeraltı şarap müzesi ilginç. Müzeyi geçtikten sonra şarap tadımı yapılan salonda, ünlü Santorini şaraplarını tadabiliyorsunuz. Yemek derseniz, tüm adalar için aynı şey geçerli: Deniz ürünleri. Ahtapotun her türlüsü, kalamar ve balık. Sonra fava ve cacık. Santorinin sahillerinde kum yok. Kamari gibi hepsi ya çakıl ya da volkanik kum. Ama deniz tertemiz. Altıncı gün Atina’da Pire Limanı’na demir atıyoruz. Gün boyu Atina’yı, Akropol’ü, Antik Stadyumu, Bilimler Akademisi’ni, Antik Agora Arkeoloji Müzesi’ni ve Plaka semtini geziyoruz. Akşam yeniden Ankara Gemisi’ndeyiz. Gemi 19.00’da limandan demir alıyor. “O ada senin, bu ada benim” diye bir hafta boyunca yaptığımız gezi böylece sona eriyor. Ertesi gece İstanbul’dayız. Limana girerken herkes güverteye toplanmış, bu muhteşem kentin siluetini izliyor. Burası gerçekten de dünyanın en güzel kentlerinden biri. Gezi boyunca, Ege’nin iki yakasındaki insanların ne denli çok ortak yanları olduğunu görüyoruz. Yemekler aynı yemekler, tatlılar aynı tatlılar. Gülümseyişleri de birbirine benziyor, coşkuları da. Ve tıpkı bizde olduğu gibi, misafire saygıda kusur edilmiyor. ? SANTORİNİ İNTERNET GEZGİNİ Aslında geziye çıkmazdan önce gerekli tüm bilgileri edinmiştik. Öyle ya, artık İnternet çağında yaşıyoruz ve bilgi parmaklarımızın ucunda. “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı” sorusu bugün artık değişti diyorlar. “En çok internette gezinenler bilirmiş.” Bırakın adalarla ilgili bilgi bulmayı, nerede yemek yiyeceğinizi bile İnternet üzerinden görebiliyor, dilerseniz hemen rezervasyon yaptırabiliyorsunuz. Biz yine de turlara katılmayı tercih ediyoruz. Harika iki rehberimiz var. Aynı zamanda Prontotour’un sorumlusu olan İsmail Erbaş ve Orhan Yıllar. İsmail sanki eski Yunandan gününümüze ışınlanmış bir Sokrates. Birkaç dakika içinde size uygarlık tarihini özetleyiveriyor. M.Ö. 4000’deki Sümerler’den başlayıp Mısır, İndus, Minos, Ege uygarlıkları, eski Yunan ve Roma’yı bir solukta anlatıveriyor. Felsefesi, kadın, aşk gibi konuları işliyor… Yolda basit bir tesbih görsün, Mısır’dan başlıyor anlatmaya. Arada minik sınavlar yapıyor, “Bilim bakalım bu sandaletin modeli nereden gelmiş?” Kimse bilemeyince gülümsüyor: “İnkalardan.” Tura katılanlar onu hayranlıkla dinliyor. Minik soru yanıtlar birden gezinin eğlencesi haline geliveriyor: Bil bakalım Don Kişot’un sevgilisinin adı ne? Dulcinea. Ya atının? Rozinante. Annesine bıraktığı mektupta “Yine Rozinante’nin böğrünü hissediyorum topuklarımda” diyen kimdi? Che Guevara. Bir kez günlük yaşamın o dar çerçevesinden çıktığınızda, konuşulacak ne kadar çok şey varmış diye şaşırıyorsunuz. ? ATİNA’DAN DÖNÜŞ ? ÖZGÜRLÜKLER ADASI MİKONOS Minicik bir ada Mikonos. Neredeyse hiç ağaç yok. Ama Yunan adaları içinde eğlencenin merkezi olarak anılıyor. Eğlence sabahlara kadar sürüyor. Önce Venedik mahallesine dalıyoruz. Oradan barlar sokağına ve eski çarşıya geçiyoruz. Yollara döşenmiş taşların çevreleri beyaza boyalı. Sokaklar daracık. İki katlı beyaz evler iç içe geçmiş. Bahçelerde begonvil ve sardunyalar var. Her yer tertemiz. Her gün binlerce turistin geldiği adada sadece 8 taksi var. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear