Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ŞİDDETLİ BİR HAYAT: PIER PAOLA PASOLINI Bir ozanın sineması S UNGU ÇAPAN u yılki festivalin en çok ses getirecek bölümlerinden biri de bütün filmlerinin gösterileceği Pasolini retrospektifi olacak kuşkusuz. Bir subayın oğlu olarak 1922’de Bologna’da doğan ve yayımladığı ateşli şiir, hikaye, roman ve eleştirilerle ülkesinin 1940’lardaki dikkati çeken genç edebiyatçıları arasında yer alan Pasolini, 1950’li yıllarda Soldati, Fellini, Bolognini gibi yönetmenlere senaryolar yazarak girdiği sinemada Una Vita ViolentaZorlu Bir Hayat’tan uyarladığı AccattoneDilenci ’yle yönetmenliğe başladı 1961’de.Büyük ölçüde Roma’daki gençlik yıllarının anılarına, gözlemlerine dayanan bu ilk filmi Roma’nın varoşlarını mesken tutmuş, bozulmuş ve yozlaşmış olan emekçi sınıfından derlenmiş bir karakterler antolojisi gibidir. Hayat kadınlarından geçinen, asalak bir serserinin (Franco Citti) yalın hikayesini aktaran Accattone, Pasolini’nin çirkeften bulup çıkardığı ve gözde oyuncusu olacak Franco Citti’nin de yıldızını parlattı. 40’ından sonra sözcüklerle yazının yerine hareketli görüntülerle kendisini ifade etmeyi yeğleyen bu ‘hırçın, atak, cüretli ve eşcinsel Akdeniz çocuğu’nun ikinci filmi Mamma Roma(1961), feleğin çemberinden geçmiş, belli bir orta sınıf standartlarına erişmiş, bıçkın bir Romalı hayat kadını(Anna Magnani) üstüne, katolikburjuva ahlakına da dokunduran, Yenigerçekçi bir melodramdır. Skeçli film modasının yaygın olduğu o dönemde, 1962 yapımı episodlu Rogopag’daki (bu filmin adı her bölümü çeken yönetmenlerin adlarının ilk hecelerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur, Ro(ssellini), Go(dard), Pa(solini), G(regoretti) gibi) La RicottaKrem Peynir adlı Pasolini bölümü, Hollywood’un kutsal kitaplardan uyarladığı o tarihsel, gösterişli, epik üstünyapımların parodisi niteliğinde ve Pasolini’nin kiliseyle ilk çatışmasıdır. Ama asıl takışma sansürün yasakladığı bir sonraki filmi Il Vangelo Secondo MatteoAziz Matyas’a Göre İncil’le 1964’de patlak verir. Ezilen yoksulların başkaldıran önderi olarak dinini yaymaya çalışırken düzenin ve servetin karşısında yer alan, Roma emperyalizmiyle bütünleşmiş Yahudi egemen sınıflarla mücadele eden, devrimci bir peygamberdir Pasolini’nin Hz. İsa’sı, senaryosu öteki İncillere oranla daha insansı ve tarihsel gerçeklere yakın duran Aziz Matyas’ın İncil’ine dayanan ve çoğu amatör oyuncuları arasında, yönetmenin annesi Susanna Pasolini’nin de Meryem’in yaşlılığını oynadığı bu olayfilmde. Tıpkı Franco Citti gibi Pasolini’nin koruyucu kanatları altına aldığı genç oyuncu Ninetto Davoli’yla ünlü Toto’yu biraraya getirdiği Uccelacci e UccelliniŞahinler ve Serçeler(1967), aydın kesimiyle sokaktaki sıradan vatandaş arasındaki ayrıma ilişkin, eğlenceli, allegorik ve şiirsel bir fantezi denemesidir. Bu ilk dönem filmlerinde edebi geçmişi belirgin Pasolini’nin incilden mitolojiye yönelen ilgi alanı, giderek orta çağ edebiyatından (Boccaccio) binbir gece arap masallarına, Marki De Sade’dan günümüze kadar uzanır. İkinci dönemini başlatan ve Franco Citti’nin Oidipus’u, Silvano Mangano’nun da annesi Iocasta’yı oynadığı, ayrıca Alida Valli, Living Theatre’in kurucusu Julian Beck, Carmelo Bene’nin rol aldığı, 1967’de Fas’ta çekilen Edipo ReKral Oidipus, Sofokles’in iki ünlü tragedyasının(Kral Oidipus ve Oidipus Kolonus’ta) Freud’la Marx’a dayanan giriş ve sonuç bölümleriyle çağımıza uyarlanmış bir Pasolini yorumunu içerir.Oidipus’un ardından, Euripides’in prenses Medea’nın altın postu ele geçirmek isteyen Jason’dan intikamı efsanesi üstüne aynı çizgisini sürdürdüğü ve 1969’da ülkemizin Kapadokya bölgesinde, ünlü ses Maria Callas’la çektiği Medea, seyirciyi kuşatan, kendine özgü epik bir gerçekçiliğin büyüsel dünyasını yaratır, günümüze belli belirsiz gönder B melerle.196070’li yıllarda Ortadoğu ülkelerini, Hindistan’ı, Afrika’yı tıpkı bir çiçek çocuğu gibi enlemesine boylamasına gezerek üçüncü dünya atmosferi yaşayıp bu dünyanınkutsal barbarlar diye adlandırdığı batıya karşı boynu eğik insanlarından ve büyük cinsel fetişizm adını taktığı, yaşama coşkularından çokça etkilenen Pasolini’nin ikinci döneminin başyapıtıysa, esrarengiz bir ziyaretçinin(Terence Stamp) zengin sanayici babadan(Massimo Girotti) zarif anneye(Silvano Mangano), evin genç kızıyla(Anne Wiazemsky) oğlundan(Andres Cruz Jose Soublette) hizmetçisine(Laura Betti) kadar bütün bir zengin burjuva ailesini düzerek hidayete erdirdiği o unutulmaz Teorema’sıdır kuşkusuz. Pasolini’nin genelde cinsellik, özelde eşcinsellik üstüne, saldırgan bir biçimde, erkeksi bir hiyerarşi kurduğu Teorem’i(1968) izleyen Pierre Clementi, Franco Citti ve Jean Pierre Leaud’nun rol aldığı, farklı çağlardan ama birbirine paralel iki ayrı hikayenin anlatıldığı PorcileDomuz Ahırı(1969), uzaktan uzağa Salo’yu haberleyen, bir başka tedirgin edici, kışkırtıcı bir Pasolini meselidir. Pasolini’nin yaşam üçlemesi dediği ve birbirini bütünleyen Il DecameronDekameron(1971), I Raconti di CanterburyCanterbury Öyküleri(1972), Il Fiore delle Mille e Una NotteBinbir Gece Masalları(1974) ile sonradan vasiyet filmi niteliğine kavuşacak olan lanetli başyapıtı Salo o le 120 Giornate di SodomaSalo ya da Sodom’un 120 Günü’nden oluşan son dönemi, İtalyan sinemasının en yırtık ve rezil ama aynı zamanda en güçlü kişiliklerinden biri olagelmiş, her çektiği olayfilme dönüşmüş bu delidolu, taşkın ve eşcinsel yönetmeninin, nisbeten ruhsal dinginliğe ve huzura eriştiğini örnekleyen filmlerdir. Ama tabii nisbeten. Marki de Sade’ın 4 ciltlik ünlü eserini İtalyan faşizminin son günlerine, Mussolini’nin geçici bir sosyal hükümet kurmayı denediği, kuzey İtalya’daki Salo denen küçük bir kasabaya serbestçe uyarladığı son derece rahatsız edici son filmi Salo ya da Sodom’un 120 Günü’nde, faşizmin son demlerini yaşamakta olduğunu farkındaki soylu, rahip, yargıç ve politikacıdan oluşan 4 seçkin iktidar sahibinin serüvenlerini, İhtiraslara Giriş, Cinsel Deneyimler, Bok ve Kan adlı, birbirini tamamlayan 4 bölümde aktaran Pasolini, böylece en şoke edici, irkiltici ve tiksindirici eserini ortaya koydu. Yenigerçekçilik mirasından, edebi birikiminden ve sokak kültüründen kaynaklanarak ve sinema tekniğine gittikçe daha bir vakıf olarak yaptığı filmlerinde gitgide kıvamını bulacak olan kişisel tavrından hiç ödün vermediği, 1961’den öldürüldüğü 1975’e kadar süren yönetmenliğinde çoğu kez koyu katolikleri, tutucu kilise çevrelerini çileden çıkarıp sansüre fazla mesai yaptırtan ve kesilip yasaklanan 12 uzun film imzalayan, marksizmle hristiyanlığı, gerçekle mitosu, dinselkutsal olanla dindışıyı kaynaştırmaya çabalayan, aşırı uçlarda gezinen, korkusuz, cüretkar, özgün hikayeler anlatan, içerik ve biçimde sinemaya yeni anlatım yolları açan Pasolini, soluk soluğa yaşanmış, skandallarla dolu, 53 yıllık yaşamına edebi eserlerinin yanısıra herbiri ses getiren uzunlukısalı, marjinal filmler de sıkıştırdı, sinemada eşcinsel estetiğin de öncülerinden biri oldu. Gerek yazmak gerekse film çekmek olsun, Pasolini’nin Marx’la Freud arasında salınan, kıpır kıpır, tatminsiz, ateşli kişiliğinden ve şiirsel duyarlılığından süzülen bütün yaratıcılığı, dakikası dakikasına uymayan o kıpır kıpır özel yaşamındaki bireysel çatışmalar, yoğun çelişkiler ve zorlu ruhsal gelgitlerden beslenir biteviye. 1975’de hala açık seçik aydınlığa kavuşmamış, dehşetengiz bir eşcinsel cinayetine kurban giden, vaktiyle kilise bağnazlarıyla sağcılar kadar sol çevrelerin de tepkisini çekmiş ve üçüncü dünya proleteryası için peri masalları üretmiş Pasolini üstüne ülkesinde kitaplar yazılıp filmler çekiliyor nicedir. Filmlerindeki taşkın ifade gücü, metafor düşkünlüğü, naif stili, aşırınınabartmanın doruklarında dolanan, kuraldışı ve yabansı tarzı sinema literatürüne ‘Pasolinien’ nitelemesini de kazandırmış, tabulara karşı çıkmış bu aykırı yönetmenin, Şiddetli Bir Hayat adlı bölümde toplanarak gösterilecek filmleri bu yılki festivalin bombalarından biri kuşkusuz. Pasolini sinemasını merak eden sinemaseverlere duyurulur. 28 SAYFA 26. ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ