Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
StYASET 84 ağırlık veren gazetelerimizin sayısı isim vermek istemiyorum arna maalcsef çok az. Dış haberlere ycr veren az sayıdaki gazetelcr arasında dahi bu işin özüne ağırlık verenle, bu işin haber tarafına, bazen de çarpıcı bir haber tarafına ağırlık verenleri ayırabilirsiniz. Gazelecilerden yakındığınız oldu mu? AKIMAN Söyleyemem, çünkü bu işten zevk duydum. Sözcülük benim çok heyecanla sarıldığım bir iş oldu. Yalnız çok zamanımı alan bir görev oldu. Yani zannetmiyorum ki bu üç sene zarfında ben başka bir işte olayım da zamanımı bu kadar yalnızca işime hasredeyim. Çünkü çalışma saatinizin yarısından fazlasını toplantıların içinde geçiriyorsunuz. Onun dışında kalan bir iki saaı zarfında da telgraf okumak durumundasınız. Bizim bakanlıkta merkeze her gün açık ya da kapalı olarak en aşağı 300 kadar telgraf gelir. Bunların hepsini okumaya gerek yoktur, imkân yoktur. Benim bunlardan en aşağı yarısını okumam, en aşağı 100 sayfasını satır satır okumam gerekir. Bu da benim ekstra zamanımı alır. Bu yüzden akşam eve okumak için telgraf gotürdüğüm çok olmuştur. Balı'daki sözcülük kurumu lle Tiirkiye'deki sözcülük kurumunu kıyasladıgınızda nasıl bir tablo orlaya çıkıyor? AKIMAN İşin başındayken, belki biraz da acemiyken, çünkü ben de sözcu doğmadım birçok şeylere "bilıniyorum, "yorum yapmak islemiyorum" ya da "yorum yok" gibi cevaplar veriyordum ve buııu her veriştc, aşağı yukarı 20 dolayında arkadaş var, hepsinin yüzünde aynı ifadeyi "soruyu sordum, cevabını alamadım" yolundaki çok tabii, içten gelen ifadeyi üzülerek görüyordum ve buna canım sıkılıyordu. Amerikan Haberler Servisi'nde, Amerikalıların basın temsilciliklerinin, bakanlık sözcülerinin, haftalık konferanslarını videoda gösteriyorlar. Gidip bunların bazılarını seyrettim. Gördüm ki, tasavvur edemezsiniz, birçok suallere, bazen neredeyse tümüne "yorum yok", "yorum yok" diye cevap veriyorlar. Bazılarında da "bilmiyorum, bunu araştırmam lazım" diyorlar. Ben, bir zaman sonra "bilmlyorum" lafını ortadan kaldırdım. Çünkü baktım, "Mr. Bilmlyorum" gibi esprilere de yol açtı. Onun için de bundan kaçınmaya çalıştım. Ve tekrar da olsa işin geçmişini hatırlatmakta fayda gördüm. Türkiye'de sözcülük kurumunun (am anlamıyla Balılı standartlarda işledigini söyleyebilir miyiz? AKIMAN Bizde birçok şey kendimize benzer. Kendi üslubumuz içinde şekillenir. Bunu tabii karşılamak lazım. Bu, bizim yarattığımız usulüıı daha kötü olduğunu göstermez. Bazı hallcrde hatta daha samimi, daha yakın bir ilişki kurduğumuzu söyleyebilirim. Ben burada sizlerle kurduğum ilişki ölçüsünde, lngiliz, Amerikan bakanlık sözcülerinin kendi ülkelerindeki gazetecilerle böyle bir ilişkiye girdiklerini sanmıyorum. Bakanlıktaki servislcrin basına sızmasın diye sizden bilgi sakladıkları oldu mu? AKIMAN Hayır bilgi saklandığı olmuyor da, bilgi muntazam akmıyor bize. Orada bazı sıkıntılarımız oluyor. Son bir soru efendim, sözcülükten ayrılırken, gazetecilere bir ilirafınız olacakmı? AKIMAN . Bir iki şeyde ahndığımı söylemem lazım. Bir kere birkaç defa söylemediğim şeyler yazıldı. Hiç söylemediğim bir şcy. Sonra ertesi gün gazeteye bakıyorsunuz, siz öyle söylediniz diye çıknıış. Besbelli ki bana atfen bir yerden galat bir haber alınmış, ben de cevap vermediğim için bu yola başvurulmuş. Uçüncü ihtimal de bunu tümüyle arkadaşın hayalinden çıkmış olmasıdır. Bu tabii canımı sıktı. Kiııı korkar lıaiıı zamdan? TEVFİK ÇAVDAR öriinen köy kılavuz istemez" derler, doğru bir sözdür bu. Nitekim geride bıraktığımız on gün içinde karşılaştığımız zam fırtınası da daha haftalarca önceden kcstirilebiliyordu. Seçimlerin arkasıııdan bir zam akınının ülkenin dört bir yanını saracağından kimsenin kuşkusu yoktu. Bu gerçeğin seçmen de farkındaydı. Nitekim büyük gazetelerimizin birinin yaptığı kamuoyu araştırmalarına verilen yamtlara göre, özal'ı ve partisini destekleyeceğini söyleyenlerin hemen hemen yarısından fazlası zamların ve hayat pahalılığının bu ekonomik programca önlenemeyeceğini ifade etmekten çekinmiyorlardı. Yani büyük bir seçmen kitlesi ANAP'a oy vereceğini söylerken, ANAP'ın hayat pahalılığının önünü alacağına inanmamaktaydı. Buna bir başka deyimle "bile bile lades" demek gerekir. Bunun bir başka anlamı da seçmenlerimizin zamlardan korkmadığıdır. Bir şeyden ne zaman korkmayız. Bilmem böyle bir sorunun yanıtını içtenlikle düşündünüz mü? Bana göre korkusuzluğun üç nedeni olabilir: • Karşımıza çıkan, bizi korkutması gereken güçlüklerin Ustesinden geleceğimize olan inancımız tamsa; bu güçlüklerle savaşacak kadar yiğitsek, savaşmayı göze alıyorsak tüm engellerden korkmayız. • Korkulması gereken öğelere alışmış, onları yaşamımi7in bir parçası olarak kabul etmişsek, gene korkmayız, biliriz ki bu durumlarda korkunun ecele faydası yoktur. • Nihayet olayların karşısında çaresiz kaldığımızda, umudumuz kesildiğinde korkmayız. Sanırım saydığımız nedenlerden son ikisi aynı noklaya, kaderci bir boyun eğişe bizi götürmcktcdir. İnsan olarak böyle bir boyun eğişi yeğlemek ne kadar onur kırıcı ise de bazen toplumu oluşturan bireyler böylesinc bir yılgınlığın içine düşmekten kendilerini alamamaktadırlar. Pahalılık olayım yaşamın kaçınılmaz bir verisi olarak kabul edince bu kez küçük mutluluklarla oyalanmayı yeğlemişlerdir. Bugünün vitrinlerini süsleyen yabancı sigaralar, yabancı mallar hep bu küçük mutlulukların sevinçlerin bir göstergisidir. Yoksulluğun ve ona bağlı olarak birçok toplumsal hastalığın kaynağı olan zamların "mütevekkil" bir eda ile kabul edilişi çok önemli ve o oranda da tehlikeli sayılması gereken bir toplumsal davranış kabul edilmelidir. Bu bir yerde kötülükleri, yanlışları yaşamın doğal uzantısı saymakla eşdeğerdir. Bugünkü zam akımını değerlendirebilmek ve gerçek yerine oturtabilmek için her şeyden önce şu soruların yanıtlarını aramak gerekir: • Zamlar niçin kaçınılmaz bir olgudur? • Hayat pahahlığını durdurmak ve enflasyon hızını aşağı çekmek için bu zamların yapılması gerekli midir? • Zamların gerçek nedeni bize anlatılanlardan başka mıdır? Bu soruların yanıtını vermeden önce hangi düşünce sistemini kullandığımızın da açıklanması gerekir. Düşünce sistemi derken neyi anladığımı biraz da matematikten yararlanarak açık kılmaya çalışalım. Şöyleki: 520 sayısını aldığımızda bunun nicel anlamı onluk sisteme göre başkadır, beşlik sisteme göre ise, çok daha başkadır. Bir başka örneği de ortaokuldan beri bildiğimiz geometriden verelim. Biliriz ki, iki nokta arasında en kısa uzaklık bir doğrudur. Ne var ki, bu yargı ancak "Euklid geometrisi"ne göre ya da Euklid sistemine göre doğrudur. Bir başka gcometri sistemi değişik sonuçlar verebilir. İşte zamlar için söylenenleri de bu düşünce doğrultusunda değerlendirmek gerekir. Bu zamlar, ancak bir ekonomik sistemde kaçınılmazdır, o sisteın de serbest piyasa ekonomisi dediğimiz "serbesli'Mir. Ama devletin yığınlar yararına ekonomiye müdahale etti| i durumlarda zamlar kaçınılmaz bir olgu olmaktan çıkar. O halde yanıtımız açıktır birinci soruya: 24 Ocak modeline göre bu zamlardan kaçınmak münkün değildir. Nitekim 24 Ocak'tan bu yana geçen süre içerisinde hayat pahalılığı söylendiği gibi durdurulmamış, hızı kesilmemiş, buna karşın sürekli artmıştır. Yalnız hız konusunda yapılan matematik canıba/lıklara da aldanmamak gerekir. 100 liraya yapacağınız 50 liralık bir zam oransal olarak " o 50 demektir. Oysa V 100 liraya peşinen bir yüz lira ilave ettikten sonra bir yıl içerisindeki 50 liralık yeni zam temel olarak 200 lira alındığı için % 25 demektir. tşte enflasyon hızının aşağı çekilmesine yönelik iddialara kanıt olarak ileri sürülen oranlar böyle bir matematik oyunundan ileri gelmektedir. Şimdi önümüzdeki aylarda da zamlar devam edecektir, ama enflasyon oranı zamlı fiyatlar temel alınarak hesaplanacağı için düşük gözükebilecektir. Genellikle KtT ürün ve hizmetlerine yapılan zamlar için, "Bunlar yapılmasa devlet para basraak zorunda kalır, bu da fiyalları daha hızlı artlırır" mantığı da saptırılmış bir mantıktır. Bu mantığı ileri sürenlerin para arzını kesin bir biçimde arttırmamaları gerekir, ayrıca zamların yapılmaması halinde ne miktarda emisyona gideceklerini açıklamaları zorunluluğu vardır. Hesaplarına inanabilmemiz için bunları açık bir biçimde önümüze sermeleri şarttır. Görelim, gerçekten emisyon yükselmemiş, para arzı denetlenebilmiş mi? Aksi takdirde emisyon yoluyla yaratılan kaynaklar nereye gitiTiiş? Kısacası halkın bazı ürünleri ucuz tükctmcsi yerine kimler ya da hangi gruplara fon aktarılmış? Her şeyin parayla satın alınacağı bir toplumun ahlâkına uymamız istenmektedir. Serbest piyasa mantığımn temel ilkesi budur. Bütün bunlar bir modelin gereğidir, ama maliyetleri, kuşkusuz toplumsal maliyetleri çok yüksektir. Bu maliyeti Türk toplumu eninde sonunda ödeyecektir.