29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:[email protected] NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN FUTBOLA DÖNÜŞ! u gençler aslında pırıl pırıl. Küçücük ömürlerinde hep oyun oynar gibi yaşıyorlar hayatlarını. Öylesine boş veriyorlar ki büyüklerin panik yaptıkları konulara şaşmamak olası değil. Ancak onların tutkuları var. Köşeyi dönmek umuduyla çıktıkları yolda lastikleri patlasa da kendilerini teselli edecek eğelenceler buluyorlar. Biz büyükler onları hiçbir zaman gerçek anlamda düşünecek gerçekler varken üretemedik. Entegrasyonda hatalar yaptık. Yapıyoruz. Kendimiz olmak ve başarmak yerine el gücüne ve desteğine muhtaç olduk. Onlara sürekli ayıp, günah, sen küçüksün diyerek büyüttüğümüz süreçlerde dünyaya gelişlerini ‘Leylek getirdi!’ yalanları ve acizliğimizle izah ettik. Kimileri de bir anda yakaladıkları fırsatların kötü kullanımının altında kaldılar. Sanki farklı yerlerde farklı dünyalar olduğunu hissettirdik. Yırtınıyoruz belki, çok önemli olan kendimizce hayati olan konularda ama onların canlarının bu kadar ucuz olmasını engelleyemedik. Bir çocuk bahçesinde gençler ordusu yarattık. İş, güç, emek, yaratıcılık alanlarında tek tutundukları bilgisayar ve telefonları oldu sanki. Az harçlıklarla çok mutlu olduklarını sandıkları tribünler, kafeler meskenleri oldu. Ekonomik muhtaçlıklarını gidermek için aradıkları işlerde seçim hakkını elinden aldık; bilmeyerek değil ama geleceği iyi düşünmeyerek. Üniversiteden dünyaya ait bilgilerin ezberciliği ve hazırcılığını en küçük yaştaki minik ellerin bilgisayar başındaki maharetine indirgedik. Şimdi hayatın gerçeği olan yaşama, iş, sanat, müzik, spor alanlarında ikinci sınıf oldular. Endüstriyel dünyaya onları iyi hazırlamadık. Biz gelip gidiyoruz, bu kadar yaptık deme şansımız da yok artık. Hâlâ onları mutlu edecek işler yapmıyoruz. Kulüplerinin başarısı için çılgınca tribünde fanatizme kilitlenmiş beyinleri, ses ve davranışları ile hep üzüntü ve sevinci karışık yaşıyorlar. Buna heyecan diyemeyiz. Genç yaşta hayatlarını hiçe sayan bir dolu çocuklarımızın dramalarını gözyaşları ile masum olduğumuzu sanarak yaşıyoruz. Çünkü iyi örnekleri sürekli sosyal yapımızla oynanan süreçlerde travma yaratan bulanıklık içinde göremedik. Ulusal ruh ve inançlarımız ile tortularımızdan mucizeler yarattık hatta bilimsel yolda kendi güçleriyle ortaya çıkan başarıları yeterli bulduk. Şimdi yeni ve zor bir dünya ile baş başayız. Henüz bizim için tren kaçmadı. Gençlerimizin asgarisini acilen yaratıcılıklarını açacak, onlara gerçek başarıya koşacakları çalışma ve başarma alanları bırakmamız gerekmekte. Acilen köşe dönmenin yolunun; şans oyunu veya ahbap çavuş ilişkileri ile torpil değil; çalışmak, üretmek ve yaratıcı gücü kullanmak, uluslararası platformda aşkın başarılara ulaşmak olduğunu son kez denemeliyiz. Sürekli umutsuzluk üretenlerin önüne geçmeliyiz. Programlarında hep kavga ve yalan dolan ile yer kapanlara rağbet etmemeliyiz. Gerçekçi olan tek şey eğitimdir. Amerika’da 6 yaşında kız erkek çocukların dünya futbol standardına ulaşma yatırımını görmezlikten gelen futbol ülkesi olmak bize yakışmıyor. Altyapıdan yetişen genç forma giyemediği için hocasına ağza alınmayacak kötü sözleri söyleyebilecek tepkiler yerine giydiği forma ile konuşmasının gereğini öğrenecek eğitime tabi tutulmalı. Aileler çocuklarını rant kapısı değil Barcelona’ya tedaviye gelen ama oradaki futbol okulunda dünya yıldızı olan hastalıklı Messi’yi örnek alma yolunu seçmelidirler. Fiyakalı sözler ve cebe inen paralarla etrafımıza toplananlarla paylaştığımız yaşam sanal olabilir. Dün yıldız olan futbolcu gençlerin kapıları tıklatılmıyor. Sanal eserlerin hayal gücünü dahi köreltmesine izin vermemeliyiz. Bu gelecek için aday gençlerden daha önemlisi bunları özümsemiş çıkarsız ülke hizmeti için kendini adamış eğiticiler gereklidir. “Oh şunlardan kurtulduk” diyenler yarın kendilerini kapının önüne koyan gerçeklerle karşılaşmaya mahkumdurlar. Başlayan ligimizde son altı ayımızı biraz daha farklı görme şansını ve gençlerimizin durumuna bakarak geleceğimizi garanti altına almayı öne almalıyız. Çünkü büyük kriz tüm dünyayı bu gerçeğe zorunlu yaptı, biz hâlâ uyumaktayız... Bir Kırmızı Kart da Bunlara por dünyamızın öylesine kronikleşmiş sorunları varken spor medyamız kendine göre gündem yapar ve eskilerin deyişi ile abesle iştigal eder, konuşurlar saatlerce, hatta ısıtıp ısıtıp günlerce önümüze sürerler, hatta ağız kavgasına tutuşurlar. Neden acaba? Spor, sosyal bir olgudur ve hafife alınmayacak kadar ciddidir. Sporun onca toplumsal yanı varken gerek yazılı gerek görsel basındaki kimileri neden laf salatası yaparlar inanın anlayamıyorum. Geçenlerde tutturdular; yabancı hakem getirilsin mi getirilmesin mi? Konuşmacıların hepsi de biliyor ki yıllarca önce de zaman zaman gündeme gelen bu konu artık yeniden ele alınmayacak kadar eskimiştir. Bir ara ülkeler arasında ikili anlaşmalar yapılsın futbol maçlarını tarafsız hakemler yönetsin denildi, ama olmadı. Türkiye’deki futbol artık şifreli ve paralı kanalların eline geçtiği için futbol sevdalıları yabancı maçları izliyor. O maçları yöneten hakemleri de görüyoruz, öyle hatalar yapılıyor ki. Hakem hataları futbolun temelinde vardır. Hatta hakem hataları insan hakları arasında yer alacak kadar kesinleşmiştir. Hakemlerin öyle hataları vardır ki bir takımın şampiyon olup olmaması, ya da bir takımın küme düşüp düşmemesi onların kararları ile belirlenir. Hakem kararının yanlış olduğu belirlense de verdiği karar geçerlidir. Ama daha da önemlisi dünya futbolunun başındaki kişi olan FIFA Başkanı Sepp Blatter hakem kararlarının tartışılmasından yanadır. Bir hakem düdüğünün ülkeleri savaşa götürecek kadar gerginlikler yaratacağı başka spor var mı? Diktatörler ülkelerini futbol desteği ile yönetmediler mi? İktidarlar yokluk ve yolsuzlukları, toplumun tepki gösterdiği yasa tasarılarını, sürpriz vergileri, futbolun gürültülü patırtılı günlerinde meclisten geçirmediler mi? Futbol çağımızın en ilginç iletişim köprüsüdür. Kimi zaman insanları sevindirir, coşturur, gururlandırır, kimi zaman saldırganlığa küfürleşmeye götürür. Neyse sözü fazla uzatmadan hakemler konusunda düşüncelerimizi sıralıyalım. Hakemlerin saniyeler içinde verdikleri kararların insani hatalar olarak nitelenmesi ne denli olağan ise, maçın ardından elektronik sistemlerle, ileri geri almalarla hakemlerin afişe edilmesi yanlıştır. Ayrıca maçtan 24 saat sonra bile kimi pozisyonlarda yorumcuların farklı görüşlerinin futbolseveler arasında tar B S tışma, gerginlik hatta stat anarşisine neden olduğunu sadece ben söylemiyorum. Hatta hakem hocalarının ve hakemliği bırakmış yenilerinin farklı görüşlerine de saygım var. Ama saatlerce kendi görüşlerinde ısrar edilmesinin hatta ağız dalaşına dönen tartışmaların abukluğu ekran başındakileri zaplamaya zorluyor. Demem şudur, yıllarca hakemlik yapmış kişiler pozisyonlarda bir karara varamıyorlarsa sahada saniyelere karşı yarışan bir hakemi suçlamak haksızlıktır. Bu görüşümü TRT’nin tek tabanca olduğu 70’li yıllarda da yazdım ve hâlâ yazıyorum. Bu arada yorumcuları da konuşalım. Her gün 6 gazete okuyorum, değişik yorumlar değişik değerlendirmeler. Değerlendirmeler kişisel yorumlardır elbette buna diyeceğim yok, ama maçı görmeden yorum yapılmasına ne diyeceğiz. TV programlarına yetişmek için maçı yarıda bırakıp çıkanlar, acaba maç bitince stattan yorum yapıp geç de olsa TV programına yetişse daha inandırıcı olmazlar mı? Maçlarda hataları önlemek için 2 hakemin görev yapması gündeme geldi. Dünya gençler şampiyonasında bu öneri uygulandı ama iki hakemden genç olanın büyüğüne saygısı nedeniyle iyi sonuç alınamadı. Şimdi ise kale arkalarına birer hakem konularak topun kale çizgisinin geçip geçmemesine karar verecek hakemler gündeme geldi. Mış’la muş’la ömür tüketiyoruz. Oysa teknolojinin geliştirdiği bir uygulama şu anda FIFA’nın önünde. Olay şu: Maç topunun içine ve maçın hakemine konulacak bir çip ile hem topun kale çizgisinden geçip geçmediği hem de hakemin topa yani pozisyona olan uzaklığı tespit edilecekmiş. Böylece gol mü değil mi, hakem pozisyona uzak mı tartışmaları biter ama bakalım FIFA bu minik teknolojiye sıcak bakacak mı? Acaba o zaman tartışılmayan futbol tuzsuz yemeğe benzer mi? Ayrıca TV’lerde sabaha dek konuşan arkadaşlar konuşacak bir şey bulamazlarsa ne olur? İşte belki o zaman daha ciddi konuları tartışırlar diyeceğim. Ama dünya altüst olmuş, işsizlerin sayısının her gün binlerle arttığı günümüzde bile futbolun ekonomisini konuşan yok. Hâlâ şu alınsın bu alınsın lafları. Sanki ülkemiz lale devrini yaşıyor, bunlar da milyar dolarlarla gargara yapan padişah çocukları. Bir kırmızı kart da bunlara... R A L L İ D Ü N Y A S I / Ş E V K İ G ÖK E R M AN Monacolular kırgın… Kırgınlığın ötesinde içlerinde kızgın olanlar da olabilir… Nasıl olmasınlar ki?… Birileri çıktı “Şampiyona programında rotasyon” dedi, ilk kez 1911’de yapılan yarışlarını kaşla göz arasında 2009 Dünya Şampiyonası takvimi dışında bırakıverdi… Bu yıl yok, gelecek yıl var… Bir noktaya aklımız takıldı; “Monte Carlo Rallisi rotasyon kapsamında...” İyi güzel de 2009 takvimine baktığınızda görüyorsunuz ki geçen yıl yapılan Arjantin, İtalya, Yunanistan, Finlandiya, İspanya ve İngiltere rallileri bu yıl da programda. İçinizden “Nerede kaldı rotasyon” sorusu geçmiyor mu?... Monte Carlo’da Çifte Standart WRC’ye alternatif olarak oluşturulan Kıtalararası Ralli Çelenç’te yer alan Monte Carlo’nun parkurunda her türlü zorluk var; start alıyorsunuz kuru asfalt, biraz tırmanıyorsunuz yağmur, arkasından kar, tepeye varıp inişe geçtiğinizde yeniden kuru asfalt… Lastik seçimi çok önemli, kim yolda iyi tutunabilirse başarı ibresi o yöne dönüyor… Katılanlar Avrupa’nın kuvvetli bilekleri; Vouilloz, Basso, Hanninen, Loix, Rosetti, Kopecky, Sarrazin, Auriol, Gardemeister, Allen, Meeke, Sola, Ogier gibi bizim ralliseverlerin de tanıdığı isimler… Otolarına gelince, gelecek yıl WRC’lerin yerini alacak S2000’ler. Peugeot, Fiat Abarth, Skoda ve Mitsubishi’nin hazırladığı otolar bu sınıfa giriyor. Eleştirilebilir birçok karara imza atan FIA’nın WRC’den çok daha düşük maliyetli S2000’e dönüşü, uzun yıllar önce Grup B’lerden WRC’lere dönüşe benziyor. Zevkli bir mücadele vardı Monte Carlo’da. Fransız Sebastien Ogier ilk sırayı aldı, onu Freddy Loix ve Stephane Sarrazin izledi. Castrol İstanbul Şampiyonası’nın son ay ayağında Serhat Öztemir vardı. Mevsim koşulları nedeniyle kapalı bir gökyüzü, ağlayan bulutlar, çamurlu ve çukurlu yollar Öztemir’e engel olamadı; önce yarışı kazandı, finiş takında da şampiyonluğunu kutladı… 14
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear