Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
C SPOR EURO 2008 1 TEMMUZ 2008 SALI İSVİÇRE MAÇINDA BAŞLADI, ÇEK VE HIRVATİSTAN KARŞILAŞMALARIYLA DEVAM ETTİ, ALMANYA’YLA SON BULDU KIRMIZIBEYAZ BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ üya gibi bir 50 gündü. Sıcak bir İstanbul akşamında kadronun şekillenmesiyle başlayan macera, 26 Haziran öğle saatlerinde Taksim Atatürk Anıtı önünde noktalandı. Bu öykünün içinde alın teri, gözyaşı, acı, sıkıntı, coşku, zafer; sözün özü yaşam içindeki tüm enstantaneler vardı. Evet, Türkiye, İspanya’nın şampiyonluğuyla noktalanan 13. Avrupa Futbol Şampiyonası‘na damga vurdu. Belki şampiyon olamadı, belki finale de kalamadı ama 50 güne yakın süre boyunca İsviçre, Avusturya, Almanya ve daha adını sayamayacağım yüzlerce ülkede gazeteler ‘Çılgın Türkler’ yorumlarıyla andı Ay Yıldızlı ekibimizi. Oysa kimse böyle bir çıkış, böyle başkaldırış beklemiyordu Türkiye’den. Final vizesini son 2 maçta alıp kendini İsviçre Avusturya sınırlarına zar zor atan Kırmızı Beyazlılar, yerli yabancı tüm otoritelerce “İlk turdan evine döner” diye yorumlanmıştı. Hele ilk Portekiz maçındaki yenilgi sonrası tüm hesaplar dönüş ve ‘alınacak kelle’ üzerine yapılmıştı ki İsviçre karşılaşmasıyla başlayan yükseliş, Çek ve Hırvat sınavlarıyla sürüp Basel’deki Almanya yarı finalinin son dakikasına dek sürdü... İşte acısıyla, tatlısıyla yaşanan Avrupa üçüncülüğünün kısa satır başları: R 1 ? Çek Cumhuriyeti maçında 32 öndeyken Volkan’ın gördüğü kırmızı kart çok tartışıldı. Servet sakatlığına karşın yılmadan formasını ıslattı. Rüştü’nün Hırvatistan karşısında kurtardığı penaltı adımızı yarı finale yazdırdı. Fatih Terim taktik dehasıyla turnuvanın en iyi teknik direktörleri arasına girdi. VER ELİ Nİ İ SVİ ÇRE 2 rtık Türkiye, maçlarının tamamını oynayacağı CenevreBasel hattı için Nyon’da kampa çekilecekti. Federasyon yöneticisi Levent Kızıl’ın Fatih Terim’le yakaladığı uyum takım içindeki havayı da pekiştirirken; Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan, İstanbul Büyükşehir Belediyespor Başkanı Göksel Gümüşdağ ve bazı ‘ağabey’lerin kampta cirit atması teknik heyetin pek hoşuna gitmese de katlanılabilir bir durumdu. Ancak kamp sırasında Emre’nin Newcastle’dan F.Bahçe’ye gidişi ve Göksel Gümüşdağ’ın bu transferde ağabeylik yapması, Terim’in özoğlu kadar sevdiği Emre’ye bile çıkışmasına yol açacaktı. İlk maç gelip çattığında sakatlar gündemdeki birinci maddeydi. Servet, Emre Belözoğlu, Volkan ve Tümer’in ağrılarla maça hazırlanması ve Fatih Terim’in Arda’sız ilk 11 seçimi sonrası gelen Portekiz yenilgisi ise soğuk duş etkisi yapıyordu. Gazetelerin spor sayfalarında başlayan eleştiriler, ekonomi ve siyaset yazarlarınca da büyütülünce Fatih Terim’i ikinci bir Merzifonlu Kara Mustafa ilan edecek ‘kellesini’ Cenevre’de almak isteyecektik. Ancak unutulan bir gerçek vardı; kalan 2 maçtaki olası 4 ya da 6 puan 2. tura yetebilirdi. Bu arada Portekiz maçında sadece puanları değil, sakat sakat oynayan Emre Belözoğlu’nu da kaybetmiştik, Servet ise Ronaldo’nun darbesiyle zaten sakat dizine yeni bir darbe almıştı. İkinci karşılaşmada rakip ev sahibi İsviçre’ydi. 2005’teki olaylı maç yerel basınca büyütüldü. Maç günü Blick gazetesinin Terim’i dönere, İsviçre’nin Türk oyuncusu Hakan Yakın’ı da dönerciye benzeten bir karikatürü manşet yapması bizim için aranıp da bulunamayan bir motivasyon aracı oldu. Soyunma odasının yolunu tutarken futbolcular, “Kim döner, kim dönerci görürüz” diye konuştu. Gerçekten de yağmur altında yanlış ilk 11 seçimine karşın Türkiye tarih yazıyordu. Ağır zemindeki Tümer Gökdeniz tercihinden 10 yenilgiyle sonlanan devre arasında vazgeçen Terim’in cesurca taktikler ve oyuna müdahalesi önce beraberliği, sonra da Arda’yla galibiyeti getirecek ve Türkiye büyük organizasyonlardaki ‘ev sahibinin ipini çekme’ modasını sürdürecekti. Bu maçta belki goller Semih ve Arda’dan geliyordu ama kopuk yan bağlarla oynayan Servet, arkadaşlarının ve teknik kadronun gözünde gerçek bir kahramandı. Gruptaki son maç final gibiydi. Rakip Çek Cumhuriyeti’ydi. Çekler favori gösterildi. Sakatların sayısındaki artışa kart sıkıntısı Marco da eklenecekti. “Nasıl bir 11? Kim oynayacak” derken yine sahaya ‘iğnelerle’, bandajlarla çıkan futbolcular gördük. Rakibin en önemli gol silahı Koller’i bu kez genç Emre Güngör tutuyor ama rakibinin vurduğu kafaya engel olamıyordu. Hele takım 10 kişiyken değişikliğe izin vermeyen yardımcı hakemin gafından doğan 2. gol, her şeyin sonu gibiydi. İşte o an bir şeyler oldu. Önce Arda’nın golü, ardından Cech’in elinden kaçırdığı topu Nihat’ın tamamlayışı ve penaltılara kalmadan Nihat’ın füzesi... Artık tüm dünya gözünü ‘Çılgın Türkler’e çevirecekti. İkinci maçta yine yenik duruma düşüp rakibe sahayı dar etmek her babayiğidin harcı değildi. Ama her zaferin bir bedeli vardı. Emre Güngör’ün yırtılan adalesi, Servet’in kopan 2. diz yan bağı, görülen onca sarı kart, Volkan’ın atılışı... Gerçekten biz spor yazarları yazılarımızın tamamını çöpe atmasak da giriş ve sonuç bölümlerinde oynamalar yapacaktık o dakikalarda. Ama Sabah’tan Levent Tüzemen’le Turgay Demir’in ağlaya ağlaya yazı yazdığına tanıklık etmek gerçekten bu şampiyonanın önemli enstantanelerindendi ki bu görüntü İtalyan gazetelerine de konu olmuştu; “Sevinçten ağlayan Türk gazetecilerin kalbi Türkiye’yle birlikte atıyor...” Türkiye artık 2. turdaydı, Viyana kapıları ardına kadar açılmıştı futbol topu sayesinde. Avrupa şaşkınlık yaşarken Fatih Terim için “Fetheden adam” yorumları yapılıyordu. İşte o günlerde Fatih hoca bir basın toplantısı düzenledi. İyi başlayan toplantının sonunda Terim’in medyaya çatışı ve “Şimdi bizim için idam sehpalarını hazırlayanlar nerede? Bunları yazdım, İstanbul’da görüşüz” sözleri buz gibi bir hava estirdi. Ama bir gerçek vardı ki Terim de söylediklerinden rahatsız olmuş, olayın yanlış yere çekilmesinden sıkıntı duymuştu ve Viyana’daki Hırvatistan çeyrek finali öncesi medyanın gönlünü aldı. “Ben bu sözlerin yanlış anlaşılıp Çek zaferinin önüne geçmesini istemezdim...” Maç telaşında bu sözler fazla ön plana çıkmamış, Hırvatistan karşılaşması gelip çatmıştı. A ANTALYA’DA SU İÇTİK Teknik direktör Fatih Terim’in belirlediği 26 kişilik aday kadronun ilk buluşma yeri Antalya’ydı. Bu bir tür hazırlık kampından çok dinlenme amaçlı bir beraberlikti. Futbolcu ailelerinin birbirleriyle kaynaşması, ulusal takım ana sponsorları Ülker, TTNet, Turkcell ve Efes Pilsen’in düzenlediği piknikler, futboldan çok magazin basınının ilgi odağı olmuş, ancak bazı yenilikler de su yüzüne çıkıvermişti. Psikolog Prof. Üstün Dökmen’in futbolcularla kurduğu iletişim ve bazı oyuncularla yaptığı birebir görüşmeler, teknik direktör Fatih Terim’in de desteğiyle Tuncay, Arda ve Tümer gibi isimlerin daha güler yüzlü olmasını sağlıyordu. Ulusal takımdaki asıl devrim ise 2006 Dünya Kupası öncesi Alman Ulusal Takımı’yla çalışan ABD’li kondisyon şirketi Athletc’s Performance’la yapılan anlaşmaydı. Bu şirket, diyetisyen Megan Mangano’yla birlikte bir dizi testle takımı tanımaya çalıştı. Doğal olarak ligin yorgunluğu futbolcuların ayağına pranga gibi yapışmıştı. Ancak medyaya yansıyan ‘Su içmeyi öğreniyoruz’ türündeki haberler bu şirketin çalışmalarının sadece su yüzünde duran kısmıydı. Uyku saatleri, yiyecek içecek seçimleri, vitamin ve ARİF KIZILYALIN minarel takviyeleriyle birlikte Almanya kampında başlayan ve Scott Piri’nin veri tabanlı arşiv bilgisiyle desteklenen yüklemeli antrenmanlar, futbolcuların üzerindeki sezon yorgunluğunu alıp götürmüştü. Her şey yolunda gibi gözüküyordu ama sakatlar özellikle savunmanın belkemiği Servet’in durumu, Emre Belözoğlu ve Gökhan Gönül’ün herkesten gizlediği sakatlığı, Terim ve ekibini daha ilk adımda sıkıntıya sokacaktı. Ne olur ne olmaz diye kadroya çağırılan genç G.Saraylı Emre Güngör’ün de katılımıyla 27’ye çıkan futbolcu ordusu, Almanya’daki hazırlık maçlarında ne denli doğru seçim olduklarını gösteriyordu. Finlandiya ve Slovakya karşısında alınan galibiyetler ve Uruguay yenilgisi aslında Türkiye’nin A Grubu’nda ne yapacağının sinyallerini vermişti. İsviçre Çek Cumhuriyeti galibiyeti, Portekiz yenilgisi... Gerçekten de Uruguay’la benzer futbol oynayan Portekiz’e mağlup olmuş, Çeklerin kardeşi Slovakları ve İsviçre’ye benzer futbol oynayan Finlandiya’ya galip gelmiştik. EURO 2008’DEN ? Grupta büyük önem taşıyan isviçre karşılaşmasına yağmur damgasını vurdu. Hırvatistan maçında ise zaferimiz sonrası hakem Rosetti’nin rakip oyunculara sarılması dikkat çekiciydi. Semih’in son dakika golleri bize büyük heyecan yaşattı. Yarı finaldeki Almanya mücadelesinde Lahm’ın attığı gol hayallerimizi yıkmıştı. 3 VİYANA’DA ZAFER BAŞKADIR İ sviçre’nin yağmurlu havasından Viyana’nın 30 derecesine gelindiğinde Hırvatlar favoriydi. Ne var ki Ay Yıldızlılarda bu kez Servet hastanelik olmuş, Volkan kırmızı karta takılmış; Emre, Tümer gibi oyuncular da sakatlık nedeniyle tribüne çıkmıştı. Türkiye yine bir favori karşısındaydı ama futbolcuların yüz ifadelerinden ‘bu maç kaybedilmeyecek’ okunuyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve milletvekilleriyle bakanlar da Viyana’daydı. Erdoğan’ın maç girişinde Cumhuriyet yazarı Arif Kızılyalın’ın, “Sayın Başbakan maçla ilgili tahmininiz nedir” sorusuna verdiği yanıt, “Senin gönlünden ne geçiyor?” olunca bu satırların yazarı da “Her Türk gibi elbette Türkiye...” karşılığını gururla söyledi. Gerçekten de o gün herkes Ay Yıldız altında birleşmişti. Ayrı görüşler, zıt kutuplar herkes Tuna nehri kıyısında kol kolaydı. Kimler yoktu ki? Fikret Ünlü’sü, Celal Kolot’u, kulüp başkanları, Ayhan Bermek’i, Adnan Polat’ı, Yıldırım Demirören’i, Ergin Taman’ı, Alara Uzan’ı, Atıl Kutoğlu’su... Maçı anımsamaya gerek var mı bilemiyorum ama Türkiye, o gün yine tarih yazıyordu. 119. dakikada yenen gol, 120. dakikada atılan beraberlik golü ve penaltılarla gelen yarı final, Türk futbol tarihinin en büyük başarılarından biriydi. Ne var ki sakatlara yenilerinin eklenişi, gol kralı adayı Nihat’ın soyunma odasından hastaneye gidişi, Arda ve Tuncay’ın cezaları, Türkiye’nin Almanya’yla oynayacağı yarı final öncesi gerçek birer handikaptı. Öyle ki Fatih Terim’in, “3. kaleci Tolga’yı forvet oynatabilirim” şakası bile yüksek satışlı gazetelerce ‘mantıklı’ bulunmuştu. Türk marşını hep bir ağızdan ritimlendirdiğimiz Viyana’dan yeniden Basel’e dönüyorduk. Rakibimiz de tüm zamanların favori takımı Almanya’ydı. Yine herkes eksik Türklerin kolay lokma olacağını düşünüp Jakob Park Stadı’nın yolunu tuttu. Ama ilk düdük sonrası bizleri tribünde heyecanlandıran bir Türkiye vardı sahada. O koskoca Alman panzerleri durmuş; Kâzım’ı, Sabri’si, Semih’i, Uğur’u, Hamit’i rakip kale önünde cirit atar hale gelmişti. Bir de öne geçmez miyiz ama sonra başlayan yorgunluk, nicelik açısından olmasa da nitelikli son vuruşta bir Nihat’ın, bir Arda’nın aranışı maçın yazgısını belirleyecekti. Türkiye oynuyor, Almanya golleri atıyordu. Son 5 dakikaya yine Türkiye yenik girmişti. Ama Sabri’nin sağdan inişi, Semih’in dokunuşu gerçekten inanılmazdı. Mucize değil, çalışılmış işlerdi bunlar ve Türkiye maçı uzatmalara götürüyordu ki Almanya, Ay Yıldız’ı kendi taktiğiyle yani son dakika golüyle yenebilecekti. Sakatlığını gizleyen Rüştü’nün son iki goldeki hatası daha doğrusu kulağındaki sorun nedeniyle arkadaşlarını duymayışı rol oynuyordu.. Maç sona erdiğinde gözyaşlarımı bir Çinli meslektaşım sildi. Hem de nasıl biliyor musunuz? Yarım Türkçesiyle ‘Almanları’ gösterip, “Bunlar oldu dünya şampiyonu sanki... Türkiye’yi yenmek bu kadar önemli...” Gerçekten o andan itibaren Avrupa üçüncülüğünün keyfini yaşıyorduk tüm Türkiye gibi. Ama içimizden de “Buraya kadar gelmişken dönülmezdi” demekten de kendimizi alamıyorduk. Ne bileyim, bir Volkan olsa o golleri yer miydi? Ya da Servet olsa Klose’ye vurdurur muydu? Bu sorulara çok yanıt arayacağız daha... Yine de bir gerçek var ki hâlâ tüm dünya basını Türkiye’nin sıradışı futbolunu, eksildikçe çoğalan felsefesini ve ‘Çılgın Türkler’ imajını konuşuyor... VAKİT AYRILIK VAKTİ Almanya kampı sona ererken artık 27 kişilik kadronun 23’e ineceği gün gelip çatmıştı. Gökhan Gönül doğal olarak kadro dışıydı. Emre Güngör, Ayhan, Kâzım, Mevlüt, Tümer ve İbrahim Kaş’tan üçünün gitmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Ne var ki Terim, Gökhan’la birlikte Halil Altıntop, Yıldıray Baştürk ve İbrahim Kaş’ı liste dışı bırakacaktı. Bu karar çok tartışıldı. Özellikle futbolu diklemesine oynayan Stuttgartlı Yıldıray’la Schalke 04’lü Halil bu kadroda olmalıydı çoğu kesime göre. Ama son karar da Terim’indi. Yıldıray bu seçimden sonra ipleri tamamen kopartan açıklamalar yaptı. Halil duygusal, İbrahim Kaş ise sessizce ayrılmıştı Almanya’dan... 8 SON 9