Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ö Y K Ü Nedim Görsel R A S G E L E Raif Erteı Evler arda tek başına oturuyordu. Işık içinde yüzen içkilerin karşısında. Yan yana dizilmiş viski, votka cin konyak, kııantro >işcleri nasıl da yakındılar! Elini ıızatsa her birine ayrı ayrı dokunabilirdi. Rafların içinden vuran ışıkta büyük bir orkestranın çalgıları gibiydiler. Yulnızca renklcriyle değil, biçimleri, tadlarıyla da. Hele tadlarıyla. Bir buzlu viski daha söylcdi. Barmen gecenin geç saatlerinde içkinin hızını arttıran bu tip müşteriyi iyi tanırdı. "Tabıi", dcdi lngilizce, atna hiç oralı olmadı. Bir sürc kasetçalardan duyulan ezginin ritminc uydurmaya çalıştığı parnıaklarıyla tezgâha vurdu. Sonra, acele etmedeıı buzluğun kapağını aralayıp bir bardağa iki kocaman buz koydu, Uzerlerine de bir parnıak viski. Bardağı müşterinin önüne surdu. "Buyrun bayım!" Kendi dilinde konuşsaydı "Parakalo Kiryos!" diyecekti, barmenin ona böyle demcsıni isterdi, ama deniz kıyısında lüks bir otelin barında olacak şey miydi bu! Barmen elbette lngilizce "Buyrun bayım!" diyecekti ona, dün gece yaptığı gibi pek fazla ilgilenmeden. . • , Anaç karga! ilişkilerine, oradan da elbet kendi ilişkilerine getiren Yunanlı sevgilisinin ağız boşluğundan limanda demirlemiş yatların yelken direklerine doğru kayıp gidiyordu sözcükler. Çoğunu, istese de yakalayamıyordu. Her şey, günışığı gibi saydamlaşıvermişti birden. Deniz, yaz güneşi, sevgilisinin anlattıkları. "Iştc böyle turkakimu, hem dövüşmüş, hem sevişmişiz yüzyıllardır. Bizim aşkımız bu cvlerle yaşıt. Hatta onlardan da eski. Sizin Fatih Peloponez'i aldığında, oranın halkı adalara sığınmış. Buraya gelenlerse gördüğün evleri yapmışlar önce, sonra da korsanlığa başlamışlar." Ona evler hakkında pek bir şey bilmediğini söylemişti. Şimdi, Vulyakmeni Ajtir Palas'ın barında, Hydra'nın dağ manastırları kadar uzakta kalmış bir yazın anısıyla başbaşa. Ve nedense, beyaz badanalı, mavi kapıh bir ev düşüyor aklına. "Bu evler seni pek ilgilendirmiyor anlaşılan. Doğru, ben de çok sevmem kale gibi evleri. Bizim evimiz küçücük olmalı. Beyaz badanalı, mavi kapıh bir ev, bahçesinde nar çiçekleri açan. Kuyudan da su çekebilmeliyiz. Akşam, çiçekleri sulamak için. Kıamızın gözleri sana, aklı bana benzeıneli." Bir evde, bir yastıkta kocayıp çoluk çocuğakarışmak. Bahçedeki nar ağacı gibi kök salmak toprağa. Olürken gerçekte kendi hayatını yaşamadığını dUşünUp kahrolmak. Felçli ve özlediklerinden uzakta... Dcrin bir içsıkıntısı duymuştu. Her şeyi yüzüstü bırakıp gitmeye karar vermiş, sonra bu kararından caymıştı. Ama, cvlerle ilgili o konuşmadan, daha doğrusu monologdan sonra da iflah olmamıştı ilişkileri. Oysa adaya geldtklerinde nasıl da güzeldi her şey. Nasıl yalın, ne kadar saydamdı beraberlikleri. Geleceğe yönelik hiçbir tasanları yoktu. Denize bakan bir otel odası. Aşağıda yemeklerini yedıkleri küçük lokanta. Ve yaz güneşi. Astır Palas'ın havuzunda hâlâ teninı yakan o eski guneş. Şimdi, çok şükür, evlerin önemındcn söz eden bir kadın yok yanında. Barda tek başına içkisini içiyor. Yarın da çekip gidecek iştc. Hepsi bu. Evet, yarından tezi yok defolup gitmeli. Astir Palas onun bu dünyadakı geçici varlığının simgesi sanki. Yalnız bu dünyada mı bu ülkedeki serüveninin de. "Astir Palas!, diye tekrarlıyor kendi kendine, hastir pilavı gibi bir şey..." Ve kahkahalarla gülmeye başlıyor. Sonra ciddileşiyor birden. "Ena viski parakalo!" Barmen gecenin bu geç saatinde viskinin dozunu giderek arttıran yabancı müşteriden nasıl kurtulacağını düşünerek iç geçirdi. Sonra kararlı bir sesle: "Artık kapatıyoruz bayım!" dedi tngilizce. Müşteri duymazdan geldi. "Ena viski parakalo!" Bamıen kasetçaları susturup radyoyu açtı. Ağır, huzunlü bir gece müziği doldurdu boş salonu. Sonra, viski bardağını müşterinin önüne hesapla birlikte sürdü. Hesabı görünce: "Endaksi, diye mırıldandı müşteri, to logariyazmo, endaksi..." Radyoda gece müziği kesildi birden, haberler başladı. Müşteri, sözcükleri soluk bile almadan birbırinin peşi sıra söyleyen, söylerken de dinleyenlcri kurşuna dizen kadın spikerin sesine kaptırdı kendini. öğle uykusundan yeni kalkmışlardı. Gövdeleri dinç, zihinleri açıktı. Evlerin gölgesi vuruyordu denize. Yanındaki kadın konuşuyor, durmadan bir şeyler anlatıyordu ona. Dışarda güneş batıyordu. Gemiler limandaydılar. Barmen radyoyu kapatınca ses kesildi birden. Gemileri açık denizde yol alırken gördü. Radyoyu açmasını işaret etti barmene. "Artık kapatıyoruz bayım. Siz de odanıza çıksanız iyi olur!" Oturduğu tabureden kalkınca dengesini yitirdi bir an, yere yuvarlanır gibi oldu. Hemcn toparlandı sonra, barmene: "Kalinikhta!" diye seslendi. Barmenin karşılığı dun gecekinden daha yumuşak, daha içtendi. "Kalinikhta Kiryos!" D B şürken bardağının boşaldığını görüyor. Bir viski daha söylüyor barmene. "Parakalo! Ena viski!". lçkiden bir yudum alınca yatışır gibi oldu. Birden kapıhverdiği nedensiz öfkenin durulduğunu, çekip gitme isteğinin azaldığını fark ctmcdi önce. Hiçbir şcy olmamış gibi, dün sabah erkenden kalkıp havuzun kenarıııa indiğinde gözüne çarpan ada vapurlannı anımsadı. Günışığında bembeyazdılar. Pire'den havalanıp dcnizc konmuş martı kuşları gibi. Hiçbir yere gitmiyorlardı ama. ö y l e devinimsiz, sabah güneşinde parıldayıp duruyorlardı. Koyu Ickeler vardı yuvarlak, beyaz kannlannda. Ve bacalarından tılien dııman bulutsuz gökyüzünde bir ince tüldü. O, bu otel odasını, darmadağın yatağın yalnızlığını bı rakıp yaşadığı kente gittiğınde de denizin ortasında böyle oyuncak gemiler örneği duracaklardı, hiçbir limana erişmeden. Manzaranın bir parçasıydılar çünkü. Sabah onlarla güzeldi, ışık onlar için. Onlarla vardı denizin mavisi, yolculuktaki hcyecan. Hydra'da geçen yazı düşündU. Gemilerin biri gidip biri geliyor, fotoğraf çekmekten O rmanlı Deresi'ndeyiz. Yumuşak bir hava. Ortalık küf kokuyor. Insan yağmur yağacakmı; duygusuna kapılıyor. Çulluk arıyoruz. Kuş seyrek. Yürüdükçe ağırlaşıyoruz. Bıkkınlık çöktü. Timur'la yan yana düştük. Konuşuyoruz, yürüyoruz, dalmışız... Çığlık çığlığa! trkildik. Orman yankılanıyor. Korkan, kavga eden bir ses! Yöneldik. Karga! Yuvasının üstünden bir karış havalanmış, ne ayrılabiliyor, ne konabiliyor. Tüylerini kabartmış. Sanki iki kat büyümüş. Ya da öyle görünmek istiyor. Bağırıyor, çırpınıyor, gergin. Saldıracak! Bir yere, bir şeye saldıracak! Biz de şaşırdık. Izliyoruz. Az sonra anlaşıldı Kartal!.. Kanatlarının ucunu karnına bükmüş, ayaklarını salmış, boynunu uzatmış, yuvaya doğru süzülüyor. Yavrular başlarını çıkarmışlar, birbirlerine sokulmuşlar bakıyorlar. Annelerine bakıyorlar, kartala bakıyorlar. Korku onlara da geçmiş. Ağızlarını açıp kapıyorlar... Kartal iyice yaklaştı. Bir dal aralığı kaldı. Kanatlarını geriye attı. Tırnaklarını saldı. Uzandı, yakalayacak! Yavrular büzüldüler. Yuvanın içinde yittiler. Karga! O kara karga! Bir fırladı. Biı çaldtrdı. ölünıüne saldırdı. Göğüs göğuse geldiler. Yukarıya doğru dikildiler. Karga daha kıvrak. Kartalın ustune geçti. Sırtına bindi. ffeynine gagasını indirdi. Bir daha, bir daha... Kartal beklcmiyordu sanırım. Geriledi. Yavrularını bıraktı. Bir kanat vurdu. Bukuldu, kargaya saldırdı. Karga bekliyordu. Bıraktı kaçtı. Kartal arkasına düştü. Dalların arasında savruluyorlar. Kartalı kendisine çekiyor. Uzaklaşamıyor da. Gozleri arkada! yuvada!... Tlmıır tüfeğine davrandı. "Dur" dedim; "Hangisine alacaksın? Kartala alsan^. korumada! Suç Işlemiş olursun! Yasalara karşı gelmlş olıırsun! \t kaldılar. Soyları kayholacak!" "Karga\a ataına/sın. Gerçi muzır havvan sayıhyor. Her zaman öldürülebilir. Kısıtluması yok. Ama zayıf, savunmııda. Klin varır mı?" Timur durakladı. Yanı.t vermedi. Tüfeğini indirdi. Bakıyoruz. "Yakaladı" dedik. Karga dönüverdi. Kartal geldı geçti. Hemen kanatlarını geriye attı. Ayaklarını uzattı, frenledi... Karga dikilmeye başladı. Kartal da arkasından yöneldi. Yetişti... Karga salıverdi kendini aşağıya. Karta! havada asıldı kaldı. Bir an... Hışımla döndü yuvaya doğru. Yıne kargayla kucaklaştılar. Birlikte düştüler. Yuvarlandılar. Karga kurtuldu, kaçtı. Kartal yinc arkasında. Kovalamaca oldukça uzun sürdü. Karga ne kendini veriyor, ne de yavrularını. Yorgun düştükleri kanat vuruşlarından belli. Gururuna yedırebilse, gidecek kartal. Umudunu kesti. Bu sefer karga peşinde. Kovalıyor. Arkasından gagalamak istiyor. Kartal dönünce duruyor. Gücü kalmamış kartalın. Salıverdi kcndisini dere boyu. Arkasına bakmıyor. Karga bir süre daha izledı, döndü. Yuvaya yerleşti. Yavrularını kanatlarının altına aklı. Birbirlerine sokuldular. Hiç de 'bir kahraman' havası yoktu... Yavrular! Kaç gün daha birlikte olacaklar. Yarın uçacaklar. Belki analarını bir daha hiç görmeyecekler. Yaşamlarını ayrı yerlerde surdürecekler. Ana karganın hiçbir beklentisi yok. "Yarın elden ayaktan düscrsem, yavrularım bana bakarlar" duşuncesini taşımıyor karga... Düşundüm yalnızca... Rasgele!.. D Atina'nın limanı Pire'de küçük bir koy. Bir toplantıya katılmak için geldiği bu otelin adını daha önceden de duymuştu. Atina'nın kıyı semtlerinden Vulyagmeni'de Astir Palas. Ne tuhaf, bu adın kendi dilinde "Defol git!" in argosu olabileceğini fark etmenıişti ilkın. Üç gün boyunca dunyanın dört bir yanından gcicn ya/arlarla Ingilizce, çoğunlukla da Fransızca konuşmuş, bildiği bkkaç Yunanca sözcüğü dc yeri geldikçe kullanmaktan çekinmemişti. Bu, ne de olsa özguıı bir yer suğlıyordu ona. Hcm Yunanlıların nezdınde sevıınlılcşıyor, hem de istemeden beninıscdiği sürgündcki Türk yazarı imajını pekişiiriyoıdıı. Komşu ülkenin en a/ kendi ülkesi kadar konuksevcr olduğuııu yazmalıydı bir gun. Ne var ki >imdı birdcn, kuşku»uz biraz fazla kaçııdığı viskinin dc etkısiyle, kaldığı otelin adı beklenmedik çağrışımlara yol açıyor belleğinde. Doğru, gitmeli. Defolup gitmeli buradan, bir daha gelmcmek u/cre. Yarııı sabah, karga bokunu yemcden çekip gitmeli bu oteldcn, bu kentten. Doğru, tası tatağı toplayıp gitmeli. Ncysc ki otel ıtıerkeze oldukça uzak. Denize girilmcsc de günboyu havuzun kcnarında güneşlcnilebiliyor. Birbirini dikey kesen ceddcler boyunca akıp giden taşıtların uğultıısu kahve teraslarında, ağaçsız alanlarda durup dinlenmeden konuşan, süreklı çene çalar. geveze kalabalığın gıırultusune karışıp buraya dek gelmiyor. Havuzun kena'ıı sakin. Guncş dc her zamankinden yakıcı. Ama yarın mutlaka gitmeli. Oysa kente düzenleneu geziye katılmayıp son günu havuz kenarında geçirmeyi kurmuştu. Ne kadar da safmış! Bir gün değil bir saat bıle kalınmaz burada, bu lânct yerde. Flemen çekip gıtmck, dcfolmak, evet "defolnıak" duşüncesi gıderck bir saplantıya, barda oturdukca zihnine takılan, tüm anı ve çağrışımian sileıı biı zorunluluğa dönubaşka kaygıları olmayaıı gürültücü, ncredeyse görgusüz bir gezgin kalabalığını adamn güngörmüş sokaklarına boşaltıyorlardı. Limana bakan odalarından görebiliyordu gemileri. Balkonun heınen ucundaki dalgakıranı dönııp uzaklaşıyorlardı. Zatcn o yaz devinim halindeydi her şey. Birlikte olduğu yanık tenli, beyaz kadının kanatlı sözleri bile o sustukça odada uçuşuyor, açık pencereden çıkıp denizin üzerinde dağılıyorlardı. "lşte Hydra'nın evleri agapimu. Bak kale gibi her bırı. Ne büyük, ne güzel evler!" I imanın kuytusuna bakan taş evlerin çoğu sırtlarını adanın kayalık yamacına dayamışlardı. Dört beş katlı, demir pencereliydiler. Avluları jüksek duvarlarla çevriliydi. Duvardan çok sura bcnzeyen ön cepheleri, liman boyunca sıralanan kahvelerle lokantaların mavibeyaz tentelerine düşen gölgeleri, gölgelerinin gizlediği dar kapılarıyla kendini savıınmaya hazır ortaçağ kalclerini andırıyorlardı. Doğrusu bıraz ürkütücüydüler. Kimbilir, belki de paslanmış topları, mazgallan, karanlık dehlızleri vardı dışarıdan görünmeyen. Mahzenlerinde erzak yığılıydı. Herhangi bir kuşatmada aylarca yetecek kadar buğday, tuzlanmış et, kocaman küplerde zeytinyağı... "Bunlar Hydra'nın köklü ailelerinin evleri. Bak şu amiral Kunduryotis'in. Beriki Tombazis'in. Yunan devletini kuran ticaret burjuvazisinin adasındayız agapimu! Size karşı savaşanların adasında." Evler akşam güneşinde olduklarından daha büyük, daha görkemli görünüyorlardı. ö ğ l e uykusundan kalkıp otelin balkonunda denize karşı viskilerini yudumlamaya başladıklarından beri durmadan konuşan, konuştukça da sözü önce Ulkesinin tarihıne sonra ilişkilerine, (ılkelerinin ikili 18