15 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

şemde tek başıma otururken gulduğum olur du. Ba/cn bu beklcnmcdık olayın scnaryoya yaraılı oiabileceğını hi.ssedecek olursam gerıye döncr, olayları olabildiğince iyı bir şekilde dıızene koymaya ve başıboş duşuncelerime bır yon vermeye çalışırdım. New York'taki kadınlara yasak bir buluşma yeri olan Plaza Oteli'nin barında geçen çok guze 1 anılanm vaı. Aıkadaşlanma çoğu kez: "New York'a gider de, urada olup olmadıgımı oğrenmek isterseni/, ögle saatlerinde Plaza'nın barına gidin. New York'la.vsaın ınullaka oradayımdır" derdim. Bu olağanustu bardan Central Park görulürdu. Ne ya/ık kı, bugun lokanta halinc getırilmiş. Şimdı bardan kalan şey sadece iki masa. Çok sık gittiğiın Mcksika'daki barlar için de bir şey söylemek gerekirse: Meksiko kentindeki Vi Panador barını çok sevdiğinıi belirtmeliyim. Ama oıaya Chicute'ta olduğu gıbi arkadaşlarla gitmek daha iyidır. San Jose Purua Oteli'nin barında kcndimi öyle rahat hissederdim ki.. Bir de otuz yılı aşkın suredir senaryolarımı yazmak ıçın gıttığim Michoacan'da . Otel, yarı tropik bııyuk bu kanyonun yamacında yer alıyordu. Barın pencerclcrınden aslında benım ıçın sakıncalıydı çok guzel bir rnan/aıa görulürdu. Raslantı olacak, bir çeşit tropik ağaç olan Zirıındu, tam peneerenin önunde yukseliyoı ve düğüm olmuş kocaman yılanlar gibı bırbırine gcçmiş esnek dallarıyla o yemyeşil goıunluyu kısmen ortuyordu. Bakışlaıım bu dalların o bıtcviye kıvnmlarına dalargiderdı. Bunları birbırinden değişik birçok öykunun konusıı gibi duşunerek seyrederdim. Dalların u/erinde ba/en bir baykuş, bazen vıplak bir kadın ve buııuıı gıbi daha bir suru şeyler gorür gıbi olurdum. Ne ya/ık ki, bu bar, geıçek bir nedene dayaıınıaksızm kapalıldı. Bıı otelde 1980 yılıııda Sılberman ve Jean C'laııde'la biılikte uygun bir koşe bulmak için dolaıııp duıduğumu/u hâlâ gorııı gıbıyiııı. Buııın ıcııı çok kötü bır unıdıı bu. Her >eyı yakıp yıkan çağımız, barlan olsıın korumayı beceremiyor! doğrusu. Başka bir oneıi de su: Kullanılan buz çok soğuk, çok sert olınaiı ve suyunu bırakmamalı. Sulandınlınış martını kadar berbat bir şey olamaz cünku. Bir de kendi tarıfirni vermeliyim. Uaın bir deneyimin ürünü olan ve her zaman da kesin bir başarı elde ettığim larilımı... Gereklı her şeyı bardakları, cini, kokteyl karısiırıcısını konukların gelmesinden bir gun önce bıi7dolabına koyarım. Içinde, buzun asağı yukarı 20 derece olduğunu anlamamı sağlayacak bir de termometre vardır. Ertesi gün, dosllarım geldığinde, bana gereken her seyi onume koyarım. Çok serl bır buzun ustune, önce birkaç damla NoillyPrat, ardından da yarım kahve kaşığı angustura koyarım. Hepsini çalkalar, sonra da boşaltnıın. Sadece buzu bırakıııın. Bu karı^ınıın hafif bır izi kalmı^lır buzda. Sonra da buzun üstünc sat cin ilave ederim. Yine biraz çalkalar, sonra bardaklara koyarım. Hepsi bu, ama bundan baska bir şey de yoktur zaten.. New York Modern Sanat Muzesi Muduru 4O'lı yıllarda bana biraz değişik bir karışım oğretti. Angustura yerıne biraz pernod ekleniyordu. Bu bana bıra/ ler.s geldi. Ama zaten modası da geçti. Sek martıniden sonra en sevdiğim budurBunucloni adını verdiğim kokteylin de naçizane yaratıcısıyım. Aslında bu, unlu Negroniden "aşırma"dan başka bir sey değil. Ama ufak bir değişiklik yapaıak, tatlı cin/.aııoya, campari yerıne, carpano karısürıyorum. Bu kokteylı ozeliıkle aksamları, yemeğe oturmadan önce içerim. Diğer iki karışıma göre miktaıı daha t'a/la olan cin, o anlarda irtıgeleme gucumun daha lyi çalısmasını sağlar. Neden? Hıç bılmıyorum. Ama böyle işte . Sanıldığının tersine, alkolik değilim. Kıışkusıi7 bazı durumlarda.sonunda yerlere duşecek kadar içtiğım oldu. Aııcak çoğu kez, bu gerçek anlamda bır sarhoşluktan ziyade, bır çeşit çakırkeyıflik ya da rahatlama.Benim yaşamamı ve çalısmamı sağlıyor. Hayatında bir gün olsun mutsuziuğu tattın mı, içkilerinden birinden yoksun kaldın mı? diye sorsalar, "hiçbir zaman" derdim. Her zaman icecek bir şeylerim olmuştur. Çünkü önlcmini almışımdır hep... Orneğin, 1930'da, Ameıika'da içki yasagının olduğu donemde be> ay kalmıştım. Ve sanırım hiç o zamankı kadar çok ıçmemistım hayatımda. lx)s Angeles'te içki kaçakçı.sı bır dostum vardı hiç unuimam, bir elinde ııç parnıağı noksandı. Bana, gerçek cini sahte cinden nasıl ayırt cdeceğimi öğretmisti. Şişeyi belli bir şekilde çalkalanıak yetiyordu bu iş için: Gerçek cinde kabarcıklar oluşuyordu. Eczaneleıde reçete karşılığı viski bulmak da mumkundu. Bazı lokantalarda şarap, kahve fincanlarında verilirdi New York'ta içki satılan gizli bir yer bilıyordum. Kuçuk biı kapıya belli bir biçimde vurunca, bir diki/ delığı açılır, bi/. de hcmen içeri dalardık. İçerisı ısc diğcrlerinden l'aıksı/ bir bardı. Istenen her şeyi bulmak mümkundü orada. İçki yasağı yüzyılın en akıl almaz düşuncelerinden biriydi. Ama Amerikalıların o dönenıde ölçüsuzce sarhoş Olduklarını da unutmamalı. Sanıyorum o yıllardan bu yana nasıl içki içileceğini öğrendıler. Fıansız aperatitierine de cok duşkünum; picon, bira, nar suyu karışımı gibi (ressam Tanguy'ün en scvdiği içkidir). O/ellikle de tuıuııç likörlu bira benı çok çabuk çaıpardı. Sek martiniden de seıt bir şekilde. Bu harika karıvnılar ne yazık kı yıtıp gıtmeye yü/ tutmuşlardır. Aperatiralışkanlığmın giderek yok oluşuna tanık olmakiayı/.. Bu, diğer birçok uzucu şeyler gibi, bir yenisınin daha habercisi sanki... Elbette ara sıra, havyarla votka, isli sombalığı ile de aquavit içtiğim de olmuştur. Meksika içkilerini tekila, mecza severim. Ama bunlar, diğer içkiler olmadığı zaman, onların yerini doldurmak içindir. Viskiyegelince, hiçbir zaman ilgımi çckmedi. Bır türlü anlayamadığım bir içki D O S2 0) N Her kentin bir yüzü vardır. Berlin'in yüzü de, benim özel coğrafyamda, yıllardır orada yaşayan Türk yazarlarmın, sanatçılarının yüzlerinden izler taşıyor. Berlin fabrika bacaları, geniş caddeler, parklar... Ve büyük oteller, büytlk lokantalarla, kitapçı vitrinleri. Batı Berlin'e dönüşte Türklerin yaşadığı Kreuzeberg mahailesinde dolaşırken gerçek duvann, aşılmaz engelin çevremizde olduğunu düşündüm. Köhne yapıları, domuz eti satılmayan kasaplan, lokantalan, kitapçı ve kasetçileriyle bir Anadolu kentinden farkı olmayan bol camili Kreuzberg'de görünmez duvarlarla çevriliydi Türklerin yaşamı. Almanlar tarafından dışlanıyor, horlanıyorlardı. Batı Avrupa, Türk getosunu barındıran Nauny Sokağı'nı çoktan kendi haline bırakmıştı. Yıllardır Berlin'de oturan şair dostum Aras Ören'in bir şiirini anımsadım. "Niyazi'nin Nauny Sokağı'nda işi ne?" diye soruyordu ören. Oysa "Kuruluş devri mimarisi"nin tüm özelliklerini taşıyan bu sokağın sakinleri bizım yurttaşlarımız. Doğu Berlin, duvann varlığım doğrulayacak denli değişik bir kent. erlin'e geldiğim gün Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın ziyaretinden sö zediyordu herkes. Mitterrand kentin bölunmüşlUğünü, yani şimdiki statüsünü savunan bir konuşma yapmış, beraberinde Kohl'u getirmesine karşın "olay" peşindeki gazetecilerin umutlarını boşa çıkarmıştı. Bu yüzden olacak, Plantu'nun Le Monde gazetesinde yayımlanan karikatüründe, bir duvarla ikiye bölünmuş insanlann sağ ellerini sıkıyordu. Demokratik Almanya Cumhuriyetinin sınırları içinde bir kent düşünün. Ortasından ikiye bölünmuş, sonra da dört muttefik Ulke tarafından paylaşılmış. Denizin ortasında bir ada gibi. Bir başka ülkenin toprakları, bir başka toplumsal sistemin ideolojisiyle çevrili. Kimilerinin, Başkan Kennedy'nin unlu konuşmasından bu yana "utanç duvarı" diye adlandırdıkları Doğu ile Batıyı ayıran duvarı gördüğümde Marcel Aymei nin "Duvargeçen" adlı romanını anımsadım. Roman kahramanı dilediği gibi evlere girip çıkabiliyor, duvarların ardında olan bitenleri görebiliyordu. Berlin'i bölen duvar insanın hayal gücünü çalıştırıyor. Ister istemez duvann öte yanını merak ediyorsunuz. Ama iki yüzü vardır her duvann. Berlin'de, tek yönlü de olsa, bir süredir duvar geçenler çoğalmış. Burokratik engeller azalmış çünkü, soğuk savaş dönemi de unutulmuş. Ne var ki Doğu Berlin, duvann varlığım doğrulayacak denli değişik bir kent, bir başka dünya. Gerçi Brandenbourg Kapısı'ndan başlayarak kentin doğu yakasını bir uçtan ötekine kateden ünlü Unter den Linden Caddesi eski günlerin anısını sürdurüyor. Ama savaştan sonşa, yıkım günlerinin ardından bir başka kent kurulmuş. Alcxanderplatz alanından göğe yükselen 361 metre ytiksekliğindeki televizyon kulesi bu yeni kentin, yeni dunyanın simgesi gibi. Onarılan Langhans Sarayı da öyle. Imparator Guillaume'un ölünceye dek oturduftu bu sarayda Humboldt Üniversitesinin pedagoji bölümünde okuyan öğrenciler kalıyor şimdi. öte yandan, kentin eski mahallelerinde dolaşırken bazı yapıların ünlü adlan çağrıştırdığına tanık oluyorsunuz: Feüx Mcnddasohn, Paganini, Uszt, Brecht.. Sonra köprüler, B imdı bıraz da ıçkılcr den soz etmem geıek. Içki ustune anlatacaklarım o kadar çoktur ki > dı ya/nıakla bitmez. Yapımcı Serge Silbermaııla bu konuda bır soyleşi, saatlerce surebilir. Munıkun olduğunca sozu uzatmamaya çalışacağım. İlgilenmeyenler ne ya?ık ki var birkaç sayfayı atlayabılırler. Benim için şarap, her şeyden once gelir; ozellikle de kıınıı/ı şaıap. Fıansa'da en iyisini de bulabilirsını/, en kötüsunu dc Parıs kafclerinin o ' kalitesı/ şaıabı" kadar beıbat bir şey olaınaz Ispanyul içkısı Valdepenas'a ve Toledo yörcsının beya/ şarabı Yepes'e buyük bır /aat'ını vardır. Bunlardan ılkı, kcçi derisınden bir tulumda saklanır ve soğuk olarak içilir. Italyan şarapları ise hıleli gibi geliyor baııa. ABD'de de iyı kalılomıya şarapları bıılunur. Örncğin, Cabernel vc diğerleri... Bazen Şili ya da Meksika şarabı da ıçerim. Hemen hepsi bu kadar. Tabii ki barda hiç şarap içmem. Asla düş gücu uyandırmayan bir içkidir şarap. Sadece fizikscl biı tat veıir. Duş gucunun uyanması ve bunun surmesi için İngilİ7 cinı gereklidir barda. En sevdiğim içki ise sek maıtinidiı. Anlatnuıkta olduğum bu yaşamda en önemli rolu oynamış olduğundan, buna bir ikı sayfa ayırmalıyım. Her kokteyl gibi sek maıtini de bııyuk bir olasılıkla Ameıikan buluşuduı. tsas olarak, cın ile bırkaç damla vermutun özellikle NoillyPrafı yeğlcrım karısınıından oluşur. Sek martıniyi çok scrt seven meraklıları, ciııi bardağa koymadan önce, NoillyPral şişesiııin biraz güneş ısığı görmesi gerektiğinı ileri suınıeye dek vardırırlar işi. lyi bir sek martininin Meryem Ana kavramıyla ozdeş tutulması gerektiği söylenırdı Amerika'da bir zamanlar. Gerçckten dc bilindiği gibi Aquınolu Aziz Thomas'ya göre, Kutsal Ruh'un yaratıcı gucu bir guneş ışını nasıl bir camdan, onu kırmadan geçiyorsa Meryem Ana'nın kızlık zarını da o şekilde geçmıstı. Aynı şey NoillyPrat için de öyle oltnalı deniyordu. Ama bu bana biraz aşırı geliyordu ş Batı Berlinin Kreuzberg bölgesindeki btnalann en genci 120 yılhk. Kreuzberg de Türkiye Cumhuriyeti'nin bir eyaleti gibi. Bir Batı Alman şairi de "Nauny Sokağı'nda Hans'ın işi ne?" diye sorsa ne cevap verebiliriz? Berlin duvarı, gerçek duvarların içimizde olduğunu bir kez daha anımsattı bana. Her kentin bir yüzü vardır. Berlin'in yüzü de, benim öznel coğrafyamda, yıllardır orada yaşayan Türk yazarlarının, sanatçılarının yüzlerinden izler taşıyor. Aras Ören'in, Hanefi Yeter'in, Gültekin Emre ile Erden Kıral'ın, Güney Dalın anılanm, gurbetçiliğimizi, asıl önemlisi de bölünmüşlüğümüzü çağrıştırıyor. Berlin duvarı, gerçekte, Türkiye'den uzakta ama Türkiy ile yaşayan bizlerin bölünmüşluğünü, bir kentten ötekine, bir ülkeden bir başkasına savrulurken Türkçeyi azık torbalannda taşıyanların sürgününü simgeliyor. Bizler duvar geçen yeniçağ abdallarıyız. D Berlin'de gece. Arka pUmda radyo
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear