26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

29 Temmuz 2011 Cuma 369 09 Tenten Kavaklıdere’de IŞIK KANSU ızılay’dan Kavaklıdere’ye yürünürdü. Yavaş yavaş. Tadını çıkara çıkara. Akay yokuşunun başındaki Orman Bakanlığı’nın (Şimdi TBMM ek binası oldu) dibindeki meşenin gölgesinde soluk alırdı, babalar. Anneler, Ankara Oteli’ne omuz dayamış Milka Pastanesi’nin (Şimdi TV 8 binası) serin bahçesinde dondurma yerdiler. Ankara Oteli, Recep Bey’in yakını Fettah Bey’in olmamıştı daha. Önüne gelen kamu kuruluşu, bir toplantı bahanesiyle para akıtmıyordu oraya. Memurların biricik sosyal güvenlik kuruluşu, Emekli Sandığı’nın malıydı Ankara Oteli. Gazetecilerin dayanışma baloları onun salonunda düzenlenirdi. Ankara’nın en acar gazetecilerinden biri olan Örsan Öymen, Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı ak saçlı genç Rafet Genç, Ankara Oteli’nin barında Meclis kulislerini derlerlerdi. Sovyet Ticaret Elçiliği tam karşı K daydı. Kozmonotların öykülerini, eskimoların resimlerini görürdük camlı vitrininde. Çoğu zaman AP’nin borazanı olsa da gazetecilikten gelen Doğan Kasaroğlu, Muammer Bostancı yönetirdi haberciliğini, hemen yandaki TRT’nin. Arkada Begüm Restoran vardı, mini golf oynardı gençler, soğuk biraları yuvarlarken. Onun arkasında Meclis bahçesindeki bayrak direğine Cumhurbaşkanlığı forsu çekildiğinde anla mıştık 12 Mart faşizminin sonunun geldiğini: Zorbalık yapmak isteyen, 9 Mart’ta bambaşka bir harekata girişecek arkadaşlarını arkadan vurmuş, gammazlamış olan Orgeneral Faruk Gürler değil de, sakinliği ve beyefendiliği ile tanınan emekli Amiral Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçilmişti çünkü. Karşıda, az ileride Atatürk’ün Türk Dil Kurumu vardı. Kenan Evren ve de Nurettin Ersin buldozeri geçmemişti henüz üzerinden. Bir şair, Cahit Külebi Genel Yazman’dı. Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Ceyhun Atuf Kansu, Mustafa Şerif Onaran, Tahsin Saraç yazı kurulundaydı kurumun. Bahçedeki ıhlamur, bağımsızlık çiçekleri ile donanırdı. Ankara’nın en eskilerinden And’ların evini geçtikten sonra ak kuğular ve Kuğulu Park. Kareli masa örtülerine demli çaylar koyan garsonlar, şakırtılar içinde dolaşırlardı. Parkın zemini kırılmış taştandı... Kuğulu Park’a olan küskünlük ta o günden beri galiba. Fakültenin koridorundaydık. Bir sınıf arkadaşımızın öldüğü duyuldu. Ömür’ün öldüğü. Küçücük bir kızdı. 18’nde ya vardı, ya yoktu. Güleryüzlüydü, her anlatılana gülerdi. Bizden büyük bir oğlana tutulmuş, devrimci olmuştu. Ömür’ün eline bomba vermişlerdi. Ne bilsin bombayı, Ömür daha çocuk. Elinde patlatmıştı kör olası nesneyi. Yitip gitmişti. Onu oraya sürükleyen arkadaşlarını yıllar boyu izliyoruz. Keskin sirkeydiler, çoğu döndü, liboş bile değil, hoşaf oldular. Ömür, öldüğü ile kaldı. Ömür, ölmese, bir soluk ilerlese, Pembe Köşk’e varmadan âşıkların takıldığı o gizli bahçeyi, Gül Parkı’nı görebilirdi belki. Gençliği ile öpüşebilirdi belki.... Yorulmuştuk. Geçmişin koluna girdik, Cinnah Yokuşu’nu tırmandık ve o sessiz meyhaneye sığındık: Hollywood. Rüzgârlı Sokak’taki gazetecilik ustalarımızdan biri, Bekir Çiftçi öğretmişti bu mezesi güzel, demi gamsız uğrağı. İki tek attık, iyi geldi...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear