Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Ankara 323/10 EYLÜL 2010 ANKARA ANKARA Talât HALMAN GÜLBEŞEKER, dilimizin en sevimli sözcüklerinden biri... Hem bir çeşit gül reçeli, hem de sıcak bir sevginin ifadesi... Reşat Nuri Güntekin, “Çalıkuşu” romanında ne hoş kullanır bu deyimi. Şeker’in bizim yaşamımızda gerçekten tatlı bir yeri var. “Şeker adam”, “Şeker kadın”, “Şeker çocuk” olarak bildiklerimizi bağrımıza basarız, sevgiyle anarız. Eskiden de vardı “şeker insanlarımız”, şimdi de var. Yanlış bir nostaljiye düşmek istemem ama, galiba bugünkü yaşamımızda gerginlik fazla olduğu için, siyasal kavgalar televizyonlarda kafamızı şişirip durduğu için, AKKARA GÜLBEŞEKER şekerin yerini sirke aldı. Eski terbiye ile yetişmiş olan hanımefendiler, pis birş eyden söz etmek gerekince, önce “Yüzünüze güller” diyerek pisliğin olumsuz etkisini yumuşatmaya çalışırlardı. Nasıl ki kibar beyler, Seine Nehri’nden “Siz Nehri” diye bahsederlerdi. Çok nazik bir diplomatımız, Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur diyecekken “Affedersiniz” diye başlardı. “Gülbeşeker”i telaffuz etmek zor gelirdi zarif hanımefendilere. Bazıları, ayıp olmasın diye, “be”yi es geçerdi ya da kelimenin başına bir “Affedersiniz” koyarlardı. Oysa, son zamanlarda bakıyorum, meydan söylevlerinde en sık geçen sözlerden biri, ağız dolusu bir “be!” Koskoca devlet adamlarımız birbirlerine “be!” diye sesleniyorlar. “Beyefendi”nin kısası değil bu. Haşin, kaba bir sesleniş. “Belâ”yı mı anımsatıyor “berbat”ı mı? Liderlerimiz arasında bunca sataşma ve dalaşma olmasa halkımız için daha iyi olmaz mı? Çatık kaş yerine güleryüz? Acı laf yerine lâtif nükte? Hakaret yerine gülümserlik? Gülbeşeker! Gülbelider! Ramazan Bayramı’na uzun süre halkımız Şeker Bayramı da demişti, bugün de çok kullanılan bir terim. Şeker ikram edilir, şeker yenilir. Şeker Bayramı, barış, bağış, bağışlama bayramıdır da. İşte o ruhu yaşatmak, sürdürmek, derinleştirmek, hepimizin boynunun borcu. Kavgasız, gürültüsüz, sevecen bir çağa kavuşacak... Şeker gibi bir toplum olsak, şeker gibi bir geleceğe yönelsek. ŞEKER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN. NÜZULÜN 1400.YILI K ur’anı Kerim’in 1400. yıldönümündeyiz. İslam âlemi, “son din”in değişmez olduğu, her zaman her yerde, tüm değerleri, hükümleri ve vecibeleriyle geçerli olarak sürdüğü inancında. Yeryüzünün dört bucağında, 1,5 milyardan fazla Müslüman, kelimei şehadet, namaz, oruç, hac ve zekât görevlerini kutsal kabul ediyor. Her gün birkaç yüz milyon kişi namaz kılıyor. Ramazanda oruç tutanların sayısı belki bir milyara yakın. Her yıl hacca gidenler, kimbilir kaç milyon? Peki, varlıklı Müslümanların kaç tanesi, zekât farizasını yerine getiriyor? Muhtemeldir ki zekât, Tanrı buyruğu olduğu hâlde, Müslüman zenginlerin en az riayet ettiği dinî görevdir. Mümin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İslâm Devletleri Konferansı teşkilâtının İstanbul’da 5 Eylül 2010 Pazar günü yaptığı dikkate değer konuşmasında, İslâm âleminin, özellikle petrol zengini ülkelerin Pakistan’a yeterli yardım yapmadığına değinerek sitemde bulundu. Müslüman devletlere hiç toz kondurmayan Başbakan Erdoğan’ın Kadir Gecesi’nin sabahında böyle bir eleştiride bulunacağı akla gelmezdi. Pek çok İslâm ülkesinin toplantıya katılan temsilcileri ne düşündüler acaba? Kardeş Pakistanlılara daha fazla yardım yapmalarının gerektiğini anladılar mı? Yoksa kulak arkasına mı attılar? Bundan otuz yıl kadar önce Pakistan feci bir depremle perişan olmuştu. Tesadüf, o faciadan üç gün önce, olağanüstü zengin bir Müslüman ülkesinin bir prensi, İsviçre’de, bir gecede, kumarda 22 milyon dolar kaybettiydi. Bu haberi uluslararası basın çok geniş ölçüde vermişti. Depremden birkaç gün sonra o ülkenin başındakiler, Pakistanlı felâketzedelere ne kadar yardım gönderdilerdi, hatırlıyor musunuz? 25 milyon dolar! Müslümanlık adına, insanlık adına utanç vericiydi bu. Temel gerçek apaçık ortadadır: Dinimizin varlıklılarıyla zenginlerinin bir kesimi ya hiç zekât ödemiyor ya da pek az. Zekât farzdır. Namaz kılanlar, oruç tutanlar, hacca gidenler zekât görevlerini de yerine getirmek zorundadır. Gücü yeten her Müslüman, yıllık gelirinin kırkta birini, yüzde 2 buçuğunu muhtaçlara, yoksullara, yardım edilmesi gerekenlere vermelidir – Allah için, insanlık için... Kur’anı Kerim’in emridir bu. 1400. yıldönümünde başlasa farz olan zekât ödemelerimiz. ANKARA’YA AYDIN SİMGE A nkaramız, elbette, Atatürk Türkiyesi’nin cesur bir yaratısı... Ama, çok uzun bir tarihi var. Çok daha uzaklara gitmemiz gerekmez. En eski çağları yaşadıktan sonra Roma ve Bizans dönemlerinin, Selçukluların, Danişmendlerin, Osmanlıların da kenti olmuştu. Millî Mücadeleyi ve Cumhuriyeti doğurdu, Modern Türkiye de onu yeni baştan yarattı. Geçen on yıllarımız, başkente uygun bir sembol bulmakta bocaladı. Önce güçlü bir simge seçildi ve kabul gördü: Hitit Güneşi. Sonra, Belediye Ankara imajını iki minareli bir cami resminin içine yerleştirdi. Her iki simge, ideolojik tartışmalara yol açınca Büyükşehir Belediyesi, “Ankara kedisi”ni düşünerek mi, yoksa tutucularla yenilikçilerin siyasal kavgasıyla iki zümre arasından “kara kedi” geçtiğini göz önüne ala rak mı, nedendir, pek belli değil ama, hiç de cana yakın olmayan bir siyahi kedi önerdi. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önceki logolar yerine, “Ankara Kalesi” nin simge olmasını öneriyor. Haklı ve isabetli bir dü SERVER GANİYEV’E GANİ GANİ RAHMET eman Virtüözü Prof. ServerGaniyev,ebediyetegöçtü.73yaşındaydı. Bilkent Üniversitesi’nde 17 yıldır üstün başarılı bir hoca, Bilkent Senfoni Orkestrası’nın şeflerinden biri ve sürekli konsertmaysteri. Mükemmel bir aile babasıydı.Rahmetlieşidemüzisyendi, şünce... Kale, başkentin bir kadim ve yüce yapısı. Şehrin her yerinden başımızı kaldırınca gördüğümüz görkemli bir tarihî eser. Ankara’nın uzun yaşantılarının hemen hepsini özümsemiş olan ve vakar ile ele güne gösteren bir anıt. Kale, Ankara’ya çok yakışan bir simge. Keşke kara kedi yerine Ankara Kalesi resmen kabul edilse, yaygın ve sürekli olarak kullanılsa, yüzümüzü ağartsa. Kale aydınlık ve aydın bir simge. Uzun ömürlü olsun. K değerli oğlu, kızı, damadı, torunu müstesna müzik ustaları...Babacan,sevecenbirinsan olarak meslektaşlarının, öğrencilerinin saygısını ve sevgisinikazanmıştı.ÜlkesiAzerbaycan’da da çok ünlüydü: “DevletSanatçısı” ve “Halk Sanatçısı” gibi iki yüksek şeref payesi verilmişti kendi sine. ServerGaniyev’inkemanı kadar zengin ve incelikli ses pek az virtüöze nasip olmuştur. Bilkent Üniversitesi Konser Salonu’nda ve başka nice dünya salonlarında Ganiyev’den kalan hoş ve güçlü sesler, yıllarca hayranlarının kulaklarında yankılanacak. 19