Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Ankara 305/7 Mayıs 2010 ANKARA ANKARA Talât HALMAN AKKARA AB=Avrupa Badireleri tırken, kusurlarını ve bozuk işlerini görmezlikten gelmiştir. Kendimizden ne zaman şikâyetçi olsak, ilk söylediğimiz şu: “Böyle bir şey Batı’da asla olmaz!” Oysa, onların hepsi Batı’da da vardı, durmadan oluyordu. Bazıları Batı’da bize göre daha iyiydi, bizden çok daha kötü olanları da az değildi. Ama, biz inatla, 1940’lardan 1990’lara kadar “ABD” idik, yani “Amerika Birleşik Devletleri delisi”, sonra “Özalizmin” de itelemesiyle “AB” olduk – yani “Avrupa Birliği Budalası.” Dilimize geçmiş olan en acayip (hem A B’de kıvranmalar var. Bunlar, iki üç yıldır bütün dünyayı sarsan, vahşi ve çılgın kapitalizmin fahiş hatalarının sonucu olmaktan ziyade, geri kalmışlıktan çıkıp ileri şımarıklığa kapılan bazı üyelerin “ne oldum delisi” davranışları yüzünden gerçekleşti. Önce Yunanistan ekonomisi çöktü, şimdi Portekiz yaman bir bocalamada. İspanya da bir bunalıma doğru adımlar atıyor – bunun ilk işareti, işsizliğin yüzde 20’yi aşmış olması. Türkiyemiz, Tanzimat’tan bu yana, yani 150 yıldır, özellikle Batı ülkelerini gözünde büyütmüş, onların başarılarını abar de utanç verici) sözlerden birisi şudur: “Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl!” Kaç nesil boyunca insanlarımız Avrupa’ya özendi. Batı’yı taklit etmeyi sadece marifet değil, meziyet sandık. “Avrupa görmüş adam”, bizim için değerli kişi demekti, hatta bir “üstün insan”dı. 1940’lı, 1950’li yıllarda gazetelerde şöyle reklamlar çıkardı: “Doktor FalanFeşmekân, Avrupa’da iki hafta süren tıbbî tetkiklerini tamamlayarak yurda dönmüş, hastalarını muayenehanesinde kabul etmeye başlamıştır.” Halbuki Sayın Dr., Paris’te, Roma’da fink atmış, karısıyla bol bol alışveriş yapmış, belki bir iki yerde kumar oynamış – o derin tıbbî tetkikten mucizevî bir bilimsel kazanım sağlayarak hastalarını kurtarmak üzere yurda dönmüştür! 2025 yıldır, kimisi haklı, kimisi yanlış nedenlerle AB üyesi olmaya can atıyor. AB’lilerin çoğu istemiyor, kıyasıya eleştirerek dışlamak istiyor bizi. Biz dil döktük, rica ettik, yalvardık yakardık. Adeta resmî dilencilik yaptık. AB, bize karşı çıktı – Müslümanız diye, kültürümüz farklı diye, Osmanlının devamıyız, işsizliğimiz yüksek diye. Biz yılmadan, usanmadan, yüksünmeden AB hevesimizi, açlığımızı sürdürdük. Bu zor süreçten büyük yarar sağladık aslında. Pek çok yasamız düzeltildi, bazı yasaklarımız kalktı. Kurumlarımızda ıslahat, demokrasimizde ayarlamalar gerçekleşti. İnsan hakları alanında biraz ilerledik.“Mucize kabilinden” AB üyesi olursak belki iktisadi yönden hayırlı olur. Üyeliğe alınmazsak hayıflanmayalım. Son yıllardaki reformlarımız yanımıza kâr kalacak. Biz kendi başımıza da kalkınır, ilerleriz. Üye olmamak da hayırlıdır belki. Ya AB üyeleri Yunanistan’ın ve Portekiz’in durumuna düşersek? Hiç değilse şunu öğrendik ki AB üyesi olmak, bazı ülkeleri cennete çevirmiyor, AB üyesi olarak da iflas mümkündür. AB’ye pek özenmesek de olur. Sıkıntıdan ölmek içten değil İ BİSİKLET BAŞKENTİ nkaramız, gitgide artan bir heves ve adeta heyecanla “otomobil hegemonyası”na teslim olduğu için ne kadar üzülsek haklıyız. Bu, artık “otomatik” bir başkent. Yazık doğrusu. En iyi modern kentler “yaya yaşamı” ile “taşıt tasası” arasında denge kurabilenlerdir. Bizim başkentimizde o kadar az sayıda bisiklet görülüyor ki içler acısı... Bisikletlilerin böyle seyrek olduğu kentler, yanlış bir yaşama mahkum olmuştur denebilir. Ankara’da bisikletsizliğin vebali, hemşehrilerin boynuna diyemeyiz. Bu üzücü durumun sorumluları, başkentin sorumlularıdır. Belediye yetkilileri, dört tekerleklileri, iki tekerleklilere tercih ediyor. Uygar kentlerde, otomobillere tahsis edilen cadde ve yolların yanı sıra, yeteri kadar geniş ve düzgün bisiklet yolları vardır. Bu yavru yollarda, bisiklet kafileleri görürsünüz. İnsanlar, haysiyetli ifadelerle işe gidip dönerken, ailecek gezerken, birbirlerine trafik saygısı göstererek pedal çevirirken, uyumlu ama dinamik toplum ya A şantısının simgeleri olurlar. Güzel bir kent manzarasıdır bu. Bisiklete kendini adamış başkentlerde –Kopenhag’da, Beijing’de, Amsterdam’da izlersiniz o güzelim bisikletlerin gürültüsüz, tertemiz, çevreyi kirletmeye ve bozmaya izin vermeyen akışını. Bizim başkentimiz niçin yoksun kaldı ve kalıyor bisikletlerden? Ben eminim, Atatürk Ankara’nın otomobil canavarına tutsak düştüğü bu dönemde, halka ör nek olmak için, bisikletle dolaşırdı. Uygar ülkelerde, devlet adamları, sık sık, bazıları her gün, hemşerilerle yan yana, pedal çevirerek işe giderler, gezmeye çıkarlar. Bizde hiçbir cumhurbaşkanımızın, başbakanımızın, bakanımızın, simsiyah resmî arabalarına sıkışıp kalmak yerine, bisiklete bindiğini gördünüz mü? İsteseler de bisiklete binemezler ki! Ankara caddelerindeki, sokaklarındaki taşıt araçları ezebilir onları. Aslında, başkentimiz bisikletler için oldukça elverişli bir kenttir. Büyük ölçüde düzayaktır. Birçok kesimlerinde fazla inişli çıkışlı değildir. Rahatça pedal çevrilebilir. Şimdi, başta Büyükşehir Belediyesi, çeşitli Ankara belediyeleri Ankaramızı “Bisiklet Başkenti” hâline getirmek uğrunda canla başla çalışmalıdır. Bunu gerçekleştirmek, pek az bir yatırım ve harcama gerektirir. Yararları büyüktür: Gürültüsüzlük, hava temizliği, yollarda güvenlik, bisiklet kullananların sağlığı. Ankaramız niçin “Bisiklet Başkenti” olamıyor? ngilizlerin işi gücü yokmuş gibi bir araştırma yaparak sıkıntının fiziksel hastalıklara yol açabileceğini saptamışlar. Londra Üniversitesi’ne göre, bu yüzden ölüm bile olabiliyormuş. Herhalde geçim sıkıntısından dünyada sayısız ölüm var. Bunu saptamak için üniversite araştırmalarına gerek yok. Hepimiz görüyoruz, açık seçik biliyoruz. Ama can sıkıntısı? “Bu yüzden ölüm olur mu?” diye kuşkuyla soranlar var. University College London’daki uzman Martin Shipley diyor ki: “Yaşamlarında çokça can sıkıntısı çekenlerde kalp krizi ya da felçten ölme riski, yaşamdan zevk alanlara kıyasla daha yüksektir.” Özellikle memurlarda, ev kadınlarında, sıradan işlerde çalışanlarda bu risk yüzde 40 kadar yüksek olabiliyormuş. Bizim dilimiz, ne kadar yerinde bir söz bulmuştur: Sıkıntıdan patlamak. Can sıkıntısından eriyip bitmek de olabilir, patlayarak can vermek de. Hayatınızı uzatmak istiyorsanız kendinizi can sıkıntısına kurban etmeyin. Çalışmak, canla başla çalışmak, faal olmak, üretmek, hizmet etmek, boş vakitleri güzelliklerle ve olumlu işlerle doldurmak, sevap işlemek cana can katar. Âtıl ve aylak kalanların, pinekleyenlerin, işsiz güçsüz oturanların, tembellerle hımbılların akıbeti, bazen (erken) bunama, bazen bitkisel yaşamdır. Kopartılan çiçek nasıl çürümeye mahkumsa, hareketten ve heyecandan kopan insan da kendini ecele teslim etmiş gibidir. “Alzheimer olmak istemiyorsanız bulmacaya merak sarın” tavsiyesinde bulunanlar var. Bulmaca, elbette hiç yoktan iyi. Ama bol bol kitap okumak, müzik dinlemek, hobi sahibi olmak, sanatla uğraşmak, bir şeyler üretmek veya yaratmak daha sağlıklı ve yararlı değil mi? Kahvelerde, cansız evlerde, pineklemekte karar kılarak beynini çürüten yüzbinlerce insanımız var. Bunların bazıları gençtir, eğitimlidir, deneyimlidir. Topluma hizmette bulunmak amacıyla gönüllü çalışsalar, daha zevkli ve daha uzun yaşarlar. Can sıkıntısının hiçbir yararı yok, ama zararı çok. Emekliyseniz, işsizseniz, boş vaktiniz varsa hayatınızı hizmet aşkıyla, hayırseverlikle, öğrenerek ve öğreterek, değerli meşgalelere yönelerek, güzellikler ve iyilikler üzerinde yoğunlaşarak doldurun. Can sıkıntısını yok etmek, canınıza can katar. 19