Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Ünsal Ünlü ile medya ve habercilik: Hepimiz cesur olmak zorundayız 27 EYLÜL 2020 Beş yılı aşkın bir süredir hafta içi her sabah saat tam 9’da başlıyor Ünsal Ünlü’nün canlı yayını. Yaklaşık 30 dilde ‘merhaba’ dedikten sonra gündemi kendi üslubunca ele alarak konuşmaya başlıyor Ünlü ve 30 dakika boyunca hiçbir yazılı metne bağlı kalmadan, tek bir takılmadan, bırakın takılmayı bir ‘eee’ bile demeden son decerece akıcı bir şekilde alıp sürüklüyor yayını. Sonra da yaklaşık bir saatlik ikinci bir yayına başlıyor... Gazetelerin yazdıkları ve yazamadıkları hakkındaki bu yayında da günlük gazeteleri alıp önemli bulduğu (ya da çok saçma bulduğu, çoğunlukla burası daha ilginç zira günümüzde) haber ve yazıları alıntılar yaparak yorumlamaya başlıyor. Ünsal Ünlü konuşuyor, hem de çatır çatır. Biz de kapısını çaldık ve koyu bir sohbete daldık. u Yayınlar başlayalı 5 yılı geçti ve elbette ben öncesini de merak ediyorum... Anlatır mısın biraz? 1989 haberciliğe ilk başladığım yıl. Ondan sonra da bir daha zaten dikiş tutmadı, o öyle bir şey ki, içine girdikten sonra mafya gibi, çıkamıyorsun zaten (gülüyor). 89’dan 93’e kadar aralıklı olarak TRT’de devam ettim. 97’de Ankara’nın ilk özel televizyonu CTV’de (Ceylan Holding’in televizyonu) başladım. Daha sonra CNBCe kuruldu Ankara’da ve orada başladım. 2009’da attılar beni. Ama artık zaten kan uyuşmazlığı başlamıştı, bugünkü NTV’ye baktığında görüyorsun. Oradan atıldıktan yarım saat 45 dakika sonra Habertürk Ankara temsilcisi oldum. 2010 referandumundan sonra Ankara temsilciliği tıpkı bugün olduğu gibi teşrifatçılığa dönmüştü. Habercilik falan yapılmıyordu. Artık ben bu medyanın içinde olmak istemiyorum dedim ve temsilciyken bıraktım. EMRAH KOLUKISA Her sabah gündemi masaya yatıran ve binlerce, onbinlerce kişiye ulaşan Ünsal Ünlü muhtemelen bağımsız medyanın en etkili seslerinden biri. Ankara’da bir araya geldik. Medyadan, Türkiye’nin ekonomisinden ve korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğinden konuştuk. insanın canı yanacaktı... u Sonrası tarih zaten, değil mi? Aslında Gezi’de başlamış bir şeydi bu, sokaktan yayın yapmak... 2015’in 26 Ağustosu’nda ilk yayınımı yaptım, 37 kişiyle başladık, onların da çoğu eş dost tanıdık, beni radyodan tanıyanlar falan... Ama iş beşinci senenin sonunda bambaşka bir mecraya geldi artık. u Şuna yanıtın ne olur: Türkiye’de ne oldu da medya bu kadar dağıldı? Medyanın Türkiye’de her zaman güçle, iktidarla sorunu vardı, hep. Bundan sonra da olacak, çünkü yapısı sağlam değil bizdeki medyanın. Şimdi medyada artık medya geleneğinden gelen kimse de kalmadı, bitti artık. Şu anda herkesin başka işleri var, o işlerin yanında bu işi yapıyorlar; bir grup da var, onlar iktidar tarafından bu işi yapsın diye getirtilmiş insanlar. Onlar emir kulu. Yani haber yapmak üzere değil, haber yapmamak üzere getiriliyor. Ama hiç beklemedikleri bir şey oldu, bu sefer yarattıkları o dikensiz gül bahçesi izlenmemeye başladı, hiç planladıkları bir şey değil. Şu anda A Haber’i, A Haber için planlanan izleyici izlemiyor artık. Onlar bile ne kadar saçma bir şey olduğunu görüyorlar. Yıllardır mesela, anaakım dediğin gazetelerden birini eline aldığında şöyle doya doya okuduğun bir yazar bulabiliyor musun? Ben bulamıyorum. Hangi görüşten olduğunun önemi yok. u Türkiye’de bildiğin gibi bir gündem var, bir de sahte gündem... Benim şöyle bir iddiam var: Biz u Zor bir kararmış aslında... Çok dalga geçtiler benle, çünkü temsilcilik sana Ankara içinde büyük fors sağlayan bir iş. Devletle ilişkin çok rahat gidiyor, herkes seni tanıyor, işlerini yapıyorsun falan ama gazetecilik yapamıyorsun, benim derdim o. İstifa ettikten sonra 1,5 yıl kadar tekrar radyoculuk yaptım, özel bir türkü radyosunda... Gezi oldu ve ardından cemaatçiler orayı sıkıştırmaya başladılar, ‘Bu adamı atın’ diye net bir şekilde talimat verildi. Sonradan zaten hepsi içeri atıldı... Diyanet İşleri Başkanlığı benim çalıştığım radyonun da sahibi olan grubun stüdyolarını kiralıyormuş, açık açık tehdit ettiler. İstifa ettim. Çünkü eğer atılmayı bekleseydim çok var olan gündeme takılmayacağız, biz kendi gündemimizi yapıp önden gideceğiz derim hep. Son haftalarda hep bunu anlatıyorum, Erdoğan’ın ilk kez, 18 sene sonunda gündemi kaptırmasının gerekçesi de bu; artık gündem belirleyemiyor iktidar. Çünkü Türkiye’nin kendi gündemi var, o gündem ekonomi, açlık, işsizlik ve onun önüne geçme şansı yok kimsenin. Siz istediğinizi söyleyin... Fotoğraf: Necati Savaş Önümüzdeki sene seçim var Korkmak İlhan Selçuk ustaya ayıp olur u Türkiye’de gazeteciler hapse atılıyor, hele de muhalifse... Hiç korkmuyor musun? Elie Wiesel diye çok önemli bir gazeteci vardır, Nazizmin en zor zamanlarında toplama kamplarında bütün ailesini gözünün önünde kaybetmiş bir adamdır. Kolunda onların bastıkları sıra numarası damgasıyla ölmüş biridir. Bu adam aynı zamanda çok yakın dostu olan François Mitterrand ile bir nehir söyleşi yapmış, “İki Sesten Anılar” diye bir kitap... Herkese tavsiye ederim, başucu kitabımdır, zaman zaman bakarım. Orada bu soruyu Mitterrand’a soruyor Elie Wiesel. Mitterrand diyor ki, “Cesaret dediğin şey korkmamak değildir, korkuya egemen olmaktır”. Ben de bu toplumun içinde yayan bir insanım, bir eşim, bir oğlum var, elbette birtakım korkularım var. Ama biz hepimiz cesur olmak zorundayız. Çünkü cesaret bu işte aslında kendini tanımayı gerektiriyor. Halk kendi gücünü bildiği anda demokrasinin gerçek katılımcısı oluyor. Sen, bütün haklarını kullanmaya başlıyorsun o an. Ve konuşmaya başlıyorsun, konuşma tarzını da doğru tutturursan tehdit etmezsen savunacak çok şeyin oluyor. İnsanların gözünün içine bakıp hayır diyebiliyorsun. Ve kendi fikrini anlatmaya başlıyorsun. Böyle baktığımda da korkmuyorum, korkacak da bir şey görmüyorum, çünkü zaten birinin başına bir şey gelecekse gelir ve 85 yaşında İlhan Selçuk’u sabahın köründe alıp bir yere götürdülerse korkmanın bir manası yok zaten. Yani ustaya çok ayıp olur bu. “Erken okumaya başlayan bir adamım ve okumayı da çok sevdim, bana acayip dünyalar açtı. Üniversitede siyaset okumayı kendim seçtim, derdim siyaseti anlamaktı, siyaset yapmak değildi.” u Şu konudaki görüşünü merak ediyorum, Türkiye’de sadece medya değil, neredeyse tüm kurumların içi boşaltıldı ve doldurulamıyor. Sence buradan geri dönüş olacak mı? Yüzde yüz olacak. Geçen yıl 31 Mart belediye seçimleri öncesinde ben insanlara şunu anlatmaya başladım: Bu iktidar değişecek. İki ay boyunca sandığa gidin dedim. Beni en çok yoran ne oldu biliyor musun, “Ya gitsek de bir şey olmayacak” diyen izleyiciler... Ama bir şekilde ikna ettik... 31 Mart’ta bütün belediyelerin değiştiğini görünce şunu anladı ki insanlar siyasete katılımda bulunduğu zaman hayat değişebiliyor. Bak, 2001 krizi yaşandığında, ben CNBCe/NTV’de çalışıyordum, çok ağır bir ekonomik buhrandı gerçekten, 17 banka battı... Biz o krizden döndüğümüze göre bu ekonomik krizden de döneriz, hiç şüphem yok. Yeter ki hakikaten liyakatle iş yapan insanlar olsun. Yani bir kamu bankasının yönetim kurulu üyesi güreşçi olmasın, TÜBİTAK’ın başına hayvanat bahçesinden bir adam getirtip oturtulmasın. Biz önümüzdeki sene seçim göreceğiz. Ve o seçimde iktidar yüzde yüz değişecek. Benim bunu deme sebebim şu: Türkiye’de bugüne kadar ekonomik koşullar dışında seçim gerektiren hiçbir hal olmamış. Şu anda da aynı şey oluyor. Bu ekonominin yönetilecek hali yok. Değişecek. Demokrasi böyle bir şey, hiç alınacak gücenecek bir şey de yok. Geri dönüş olacak evet ama o kurumlar bir daha olur mu dersen, maalesef olmaz. Onlar gitti artık. J ullian Assange’ın başrolünde olduğu Wikileaks belgelerinin sızmasının ardındaki yıllarda, sızıntı haberciliğinin daha organize olduğunu söylemek mümkün. Panama Papers, Paradise Papers gibi, eskilerin tarifiyle “dosya haberciliği” küresel düzeyde ele alınıyor. Yolsuzluk ağları, malum, sadece Türkiye’de mevcut değil; paranın ve ticaretin küresel akışıyla beraber yolsuzluk, paravan şirketler, evrakta sahtecilik tüm dünyaya hâkim durumda. Ve şarkı sözünün dediği gibi, “yalnız değiliz, hiçbirimiz”. Geçen hafta OCCPR (Organized Crime and Corruption Reporting Project) bir rapor yayımladı. Adı: “Behind Trump’s Turkish ‘Bromance’: Oligarchs, Crooks, and a MultiMillionDollar Lobbying Deal”. Makale, Trump’ın lobi şirketleri üzerinden milyar dolarlık bir ilişki ağını yani Türkiye’de yaşayan üst düzey bürokratlarla kurduğu tabiri yerindeyse “kankalık” ilişTürkiye hakkındaki iddialar yenir yutulur değil FinCEN belgeleri kisini anlatıyor. Yazan gazetecilerden biri ise Halkbank Davası’nı takip eden muhabirlerden biri olan CourtHouse News’den Adam Klasfeld. Diğeri ise daha kapsamlı bir araştırma dizisi. Ancak ikisi de birbiriyle bağlı. ICIJ, BuzzFeed News ve medya ortakları, ABD Hazine Bakanlığı’nın bir parçası olan Mali Suçları Uygulama Ağı’na (FinCEN) sunulan 2 bin 100’den fazla şüpheli bildirimini araştırdı. Ekip ayrıca, raporlama süreci sırasında bilgi edinme talepleri ve diğer kaynaklar yoluyla elde ettiği, finansal kuAdam Klasfeld rumlara bağlantılar içeren 17 bin 600 kayda erişim sağladı. Teknik bilgi içeren bu raporların şimdiye kadar sızdırılan en ayrıntılı ABD Hazine kayıtları olduğu belirtiliyor. HSBC, Deutsche Bank, JPMorgan Chase ve Barclays dahil olmak üzere büyük bankalar tarafından işlenen ödemeleri açıklıyor. Türkiye’deki incelemeler Aktif Bank üzerine yoğunlaşıyor. TÜRKİYE’DEN 538 ŞÜPHELİ İŞLEM FinCEN Dosyaları üzerine 88 ülkeden dört yüz gazeteci sızdırılan kayıtları araştırıp, işlemleri araştırdı. Kaynaklardan ek belgeleri araştırmak, mahkeme ve arşiv kayıtlarını okumak, suç mağdurları ile görüşmek ve 1999 ile 2017 arasında gerçekleşen milyonlarca işlemle ilgili verileri incelemek için 16 ay harcandığı belirtiliyor. Yukarıda bahsettiğim habere benzer çok sayıda haberin çıkacağını öngörmek mümkün. FinCEN’e sunulan raporlara göre, ABD bankaları aracılığıyla döviz işlemleri yapan Türk bankaları da bulunuyor. ICIJ’ın analiz ettiği FinCEN kayıtlarında, Türkiye’deki banka hesaplarının gönderici ya da alıcı olduğu 538 işlem ‘şüpheli’ olarak işaretleniyor. Ve toplamda 70 milyon doları geSTATİK ENERJİ çen şüpheli fon Türkiye’deki banka hesaplarına geliyor. Türkiye’den yurtdışına ise yaklaşık 71 milyon dolarlık şüpheli havale yapılıyor. ICIJ, International Consortium on Investigative Journalism; yani Araştırmacı GazeteÖZGE MUMCU AYBARS cilik İçin Uluslararası Konsorsiyum anlamına geliyor. Kara para aklama uzmanı Graham Barrow, ICIJ’ye şunları söylüyor: “Parayı aklayan suçluların kendileri değil. Bu yüzden bankaların rolü gerçekten önemli çünkü onlar paranın ülkelerinden güzel ve güvenli bir yere taşınmasını sağlayan sistem. Sonuçta hepimiz bunun bedelini ödüyoruz. Çünkü bu para bizim vergilerimizden geliyor ve iyi ulaşım, iyi okullar ve iyi bir sağlık hizmeti sağlamak için harcanmalı. Toplum olarak bu konuda bir şeyler yapmamız gerekiyor.” FinCEN Belgeleri ve bahsettiğim araştırma haberleri yeni yayımlandı. Türkiye hakkındaki iddialar yenir yutulur değil. Ama çok geçmez bir iki haber yasağı konur, birkaç muhabire dava açılır, birkaç gazeteye tazminat davaları açılır falan; işleyiş böyle... Tüm bu baskıyla milyar dolarları, milyonluk rüşvet haberlerini yer yutar, yine yerimizde otururuz.