28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 4 Ağustos 2019 Bursa’nın saklı cenneti Tirilye, mavinin ve yeşilin koynunda Zeytin aşkına... Zeytin Reçeli T irilye’den ayrılmadan önce, şenlikte, burada doğan 57 yaşındaki Naciye Tetik’in zeytin reçeli yapımı atölyesine katılıyoruz. Tarif alıyoruz. Malzemeler: 250 gr yeşil zeytin 250 gr şeker 3 su bardağı portakal suyu, limon suyu karışık. Oranı şöyle: yüzde 75 portakal suyu, yüzde 25 limon suyu 1 yemek kaşığı limon suyu Hazırlanışı: Yeşil zeytinleri şekere basın. Portakal ve limon suyuna da biraz şeker ilave edin. Şekere basılmış zeytini karamelize olana kadar ocakta tutun. Sonra üzerine hazırladığınız şerbeti ilave edin. Karıştırın. 20 dakika sonra içine limon tozu ya da suyu ekleyin. Bir taşım kaynadıktan sonra ocaktan alın. Asla pişirdiğiniz tencerede tutmayın. Cam bir kaba alın ve 1 gün bekletin. Sonra şişeleyin. Reçeliniz hazır. Tirilye sakin şehir oluyor Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, Tirilye için Cittaslow (sakin şehir) başvurusunda bulunduklarını söylüyor: “Bizi de çok heyecanlandırıyor. Türkiye ve yurtdışı ayağında olumlu karşılık verildi, onaylandı. Önümüzdeki günlerde Cittaslow olma yolunda yapmamız gereken ödevlerimizi bize bildirecekler. Biz de o ödevleri bütün Tirilyeli hemşerilerimizle birlikte seve seve yerine getirmek için canla başla çalışacağız.” Türkyılmaz Tirilye zeytininin güzelliğini de şöyle anlatıyor: “Burası dağlık bölge olduğu için arazi su tutmuyor. Kurakta olgunlaşan zeytine bir de iyot zenginliği ekleniyor. Bu tat başka bir yerde yok, bu tadı dünyanın neresinde olursa olsun tanırız...” Adnan Özkan, zeytincilikle uğraşıyor. Tirilye’yi Türkiye’nin cennetlerinden biri olarak tarif ediyor. HAZAL OCAK Şehrin kalabalığından bunalan herkesin kolaylıkla kaçabileceği saklı bir cennet Mudanya’nın incisi Tirilye. Eski Rum balıkçı köyünde, sizi sonsuz mavilik ve zeytin ağaçları karşılıyor. Deniz, kum, tarihi meânlar, güzel yemekler ve daha nicesi… Kent, tarih boyunca Misyalılar, Traklar, Antik Romalılar, Bizanslılar ve 132030 itibarıyla da Osmanlılar’a ev sahipliği yapmış. Mübadele Anlaşmasıyla burada yaşayan Rumlar Yunanistan’a gitmiş.Girit, Selanik, Kavala, Drama gibi yerlerden Türkler de bu köye yerleşmiş. Zeytini ile ünlü bir vadinin iki yamacında kurulmuş. Bursa’ya 40, Mudanya’ya 11 kilometre uzaklıkta. İstanbul’dan Mudanya’ya yaklaşık 2 saatlik deniz yolculuğunun ardından 20 dakikalık da bir karayolu var. Bir yanı sonsuz mavilik bir yanı dağlık virajlı yolun sonu, şirin mi şirin sokaklara çıkıyor. Mahallenin tarihi dokusu korunmuş. Her sokakta eski Rum evleri tüm tanıklığıyla sizi selamlıyor. Mahalleli ağırlıklı olarak turizm ve zeytincilikle uğraşıyor. Her köşe başında bir zeytinci var. Taş Mektep Sokakları gezerken ilk olarak karşımıza tarihi 4 katlı Taş Mektep çıkıyor. 1909 yılında yapılan bu tarihi bina mübadele sonrası öksüzler evi olarak kullanılmış. 1928’de yeniden ilkokul olmuş, 1988’de çatısındaki ve cephesindeki sorunlar nede niyle tamamen boşaltılmış. Mudanya Belediyesi restore ediyor binayı. İleride 1902’de postane olarak yapılan ilk katı taş, iki katı ise ahşap binaya rastlıyoruz. Binanın alt katını kiralayan 61 yaşındaki Adnan Özkan zeytinci. 26 yıldır Trilye’de yaşıyor. Aynı zamanda devlet memuru. Özkan’ın dükkânında çoğunlukla zeytin ve zeytinyağı satılsa da reçel gibi ürünleri de bulmak mümkün. Özkan turistler için küçük notlar hazırlamış ve bir de harita çizmiş. Tirilye zeytininin Türkiye’deki tek sofralık tür olduğunu söylüyor üstüne basa basa: “Zeytinimiz yağ oranı yüksek, kabuğu en ince türdür. Çekirdeği ufaktır. Tesbih yaparken kullanırız. Hemen hemen bebekliğimden itibaren zeytinin dibinde geçirdim hayatımı. Türkiye’nin her tarafı cennet, en güzel cennetlerden biri Tirilye.” Fatih Camisi Özkan’ın çizdiği haritadaki rotaya uyarak Dündar Evi olarak da bilinen Yuannes Kilisesi’ne varıyoruz. Burada her sokağın sonu denize çıkıyor. Çamlı Kahve’nin altında denize girenler var. Ağustosböcekleri ötüyor, zaman yavaşlıyor. 19. yüzyıldan kalma bu kilise şu an kullanılmıyor ancak görülmeye değer. 13. yüzyıldan kalma yapılardan Kemerli Kilise ise yolun sonunda. Eski Rum evleriyle dolu sokaklarda kaybolurken karşımıza, eski adı Hagios Stephanos olan Bizans’tan kalma eski bir kilise daha çıkıyor. 1560’ta kiliseye minare ve mihrap ekleniyor ve ismi de Fatih Camisi oluyor. Yapı geçen yıllara rağmen tüm heybetini koruyor. Fatih Camisi yanında, Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış olan Avlulu Hamam yer alıyor. Hamamda bizi 22 yaşındaki Doğukan Gencer karşılıyor. Doğa fotoğrafçılığıyla ilgilenen Gencer, uzun pozlama tekniğiyle çektiği fotoğraflarını bir sergide toplamış. Tirilye Zeytin Şenliği kapsamında da ilk sergisini bu hamamda açmış. Sahil boyu balıkçılar Geze geze sahile iniyoruz. Sahil boyunca çay bahçeleri, kafeler ve balığıyla ünlü restoranlar var. Bölge sakinleri el emeği ürünlerini, üreticilerse zeytinlerini, zeytinyağlarını kapıp. sahilde süren şenliğe gelmiş. Eşi Gönül Ocak’la birlikte stant açan Alaaddin Ocak doğma büyüme Tirilyeli. Zeytincilikle uğraşıyor. Ocak, “Kendimi bildim bileli zeytini içindeyim” diyor. Tirilye zeytinin aromasının başka hiçbir zeytinde olmadığını vurguluyor. Eşini göstererek “Her şeyi beraber yapıyoruz” diye konuşuyor. Eşi Gönül Ocak da zeytin yapımının inceliklerini şöyle anlatıyor: “Dalında pişiyor, ama mahzenlerde ama tuzda kuruyoruz. Hiçbir katkı maddesi olmadan insanlara sunuyoruz.” Perili ev Taş Mektep’in hemen yanında Perili ev yer alıyor. Terk edilmiş evin camında “1890 yılında yapıldığı sanılan bu ev konumu sebebiyle Tirilye mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. 2. ve 3. katları deniz görüyor. Her ne kadar perili ev dense de bu sadece söylentiden ibarettir. Keşke olsa” yazılı kâğıtlar asılı. Bu kâğıtlardan da anlaşılacağı üzere Tirilye sakinleri samimi ve yardımsever. Her sokakta turistleri karşılayan şirin notlara rastlıyorsunuz. Silindir şapkanın önemi 1 D aniil Harms’ın “Bugün Hiçbir Şey Yazmadım” adlı kitabı rastlantısal olarak elime geçti. Başarılı bir seriyi incelerken, birkaç başka kitap arasından bu başlığı çekip aldım aklıma. Hemen edindim kitabı. Kitap kapaklarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha kavradım. Gerçi kapak mı demek doğru bilemedim, yazarın fotoğrafıydı dikkattimi çeken. Deli, keskin bakışlı, karşısındakini suçlayan ifadesiyle tedirginlik veriyordu Harms. 2 “ Harms’ın Bavulu” adlı önsözü okudum. Yazarın SSCB’de doğduğu, dalgalı yaşamında farklı ürünler verdiği ve akıl hastanesinde öldüğü yazıyordu. Leningrad Kuşatması sırasında hastanede kalıyor ve orada, anlaşılan ağır koşullar altında ölüyor. Bir de uydurma haberler yapılmış yazar hakkında, bir dönem Nazi işbirlikçisi olduğu yönünde. Türlü kehanetleri varmış Harms’ın, yıllar sonra karısının eline geçen notlarda, başından çıkarmadığı silindir şapkasının “kafasında uçuşan düşüncelerin uçup gitmemesini sağladığı” yazıyormuş. Bu cümle yeterli aslında karşılaşmanın gerekçesini anlamak için. 3 Yorgun bir gece aldım elime kitabı, seçki olunca “bırakırım nasılsa” diye avuttum kendimi. Uyku galip gelinceye dek okudum inatla. Bölük pörçük, iletisi belirsiz, “saçma” metinlerin nasıl bir zihinden çıktığını kavramaya çalıştım. Belli ki yaşam canını sıkıyor yazarın, tanı konuyor ve tedavi oluyor sonra! Bi lerek, isteyerek yaşamın kıyısında duran ya zardan söz ediyoruz. O haklı soru düştü ak lıma, hangi hekim yazarlık hastalığının te davisini bilir? Şiileri var, oyunları –oynanması olanak sız, öyküleri… ya da hiçbiri yok Beni o doğruluyor; “Dün akşam masada oturup bir sürü sigara içtim. Önüm de bir şeyler yazmak için duran bir kâğıt vardı. Ama ne yazmam gerektiğini bilmiyordum. Daha bunun bir şiir mi, bir öykü mü, yoksa bir yorum mu dahi ola cağını bilmiyordum. Hiçbir şey yazmayıp yattım. Ama uzun sü re uyku tutmadı. Ne yazmam gerektiğini bilmek istedim. Ede biyat sanatının tüm türlerini ak Daniil lımdan geçirdim, ama kafam Harms dakini bir türlü bulamadım. Bu belki bir kelimeydi, belki de be nim enikonu bir kitap yazmamı gerektire cek bir şeydi. Tanrı’dan ne yazmam gerek tiğini bulmamı sağlayacak bir mucize dile dim. Canım sigara çekmeye başladı. Hepi topu dört sigaram kaldı. İkisini, yok, üçünü sabaha bırakmak iyi olurdu.” 4 Bu satırlar neyin nesi? Adı “Sabah” olan bir öykü mü, günce mi, uçuşan düşüncelerin rastlantıyla bir araya geldiği sıradan satırlar mı yoksa… Devam edelim; “Zaten odamdaki hiçbir şeyin değişmesine de gerek yoktu. İçimde bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Saate baktım. Üçü yedi geçiyor. Demek ki, en geç on bir buçuğa kadar uyuyabilirim. Hemen yatmak lazım! Lambayı söndürüp yattım. Hayır, sol tarafıma yatmalıyım. Sol tarafıma yattım ve uyumaya çalıştım. Pencereye bakıyorum ve çöpçünün soka ğı süpürdüğünü görüyorum. Çöpçünün yanında durup ona bir şeyler yazmadan önce yazman gereken kelimeli bilmelisin diyorum” 5 K elimeler dar geliyor, türler ve belki ne anlatacağını bilmek zorunda olmak da yük oluyor Harms’a. Herhangi bir metni kurmaya başlarken ilk maddenin “içtenlik” olması gerektiğini anlıyor insan, ikinci madde “yalınlık” olsa gerek. (Yer değiştirebilirler, hiyerarşi söz konusu değil.) Yazarı ikna etmeyen, o yalancı cümleler gelip üşüşür masa başına, tam bir felakettir bu. Darmadağın zihin, aklımda ya da cebimde Beckett “tutarlılık” ve “anlam” aradığımı fark ettim. Üstelik bu dayatmaya başkaldırma arzum her dakika artarken. Şöyle bir adamdan söz ediyoruz, diyor ki: “Adamın biri inançlı biri olarak yatağa yatmış, inançsız olarak uyanmış. Şans eseri bu adamın odasında her sabah ve akşam kullanmayı âdet edindiği tıbbi tartılardan varmış. Yatmadan önce bu adam tartılmış ve 72 kilo 400 gram çıkmış. Ertesi sabah ise artık inançsız biri olarak tartılmış ve 69 kilo 200 grama düştüğünü görmüş. “Demek ki” demiş adam, “inancım aşağı yukarı 3 kilo 200 gram geliyor.” 6 Delilik sınırında dolaşan çok yazar biliyoruz; kaldı ki bu bir tercih olabilir, “dil” yetersiz kalır, “anlam” silinir gider. İfade özgürlüğü tartışmaları düşüyor aklıma. Birinin bu türden gereksinimi olması için, ilkin ifade etmeye değer düşünceleri, kaygıları, sorunları, rahatsızlıkları ve evet hastalıkları, takıntıları olmalıdır. Yoksa, tüm bunların ayırdında olmayan, gülünesi halini kavramaktan uzak biri için özgürlük olsa olsa yüktür! Harms şöyle diyor mesela; “Çiçek nedir yahu? Kadınların bacak aralarında çok daha güzelleri açıyor. O da, bu doğadan işte, bu yüzden kimse sözlerimden utanmayı aklından bile geçirmesin.” Bu satırların edepsizce olduğunu kim iddia edebilir? Doğa üstüne yalın ifade, bana kalırsa şiire dahil! 7 Aklın Gözü, şahane bir sosyal medya hesabı, şöyle bir alıntı paylaşmış Thomas Szasz’tan; “Eğer siz Tanrı’yla konuşuyorsanız dua ediyorsunuz demektir ama Tanrı sizle konuşuyorsa şizofrensiniz.” Harms’ın yazdıklarını okurken her iki durumu da görür insan. Hadi bahsi kapamadan şunu da ekleyelim; zaman zaman Tanrılaşır, kendine dua etmeye de başlar yazar. Gerçi bu salt Harms için mi geçerlidir, yazarlar hallerini bilir de, kolay kolay kimseyle paylaşmazlar.. Bilerek, isteyerek yaşamın kıyısında duran yazardan söz ediyoruz. O haklı soru düştü aklıma, hangi hekim yazarlık hastalığının tedavisini bilir?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear