Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 8 11 ŞUBAT 2018, PAZAR Güncel Emre Tansu Keten Özgür bir ruh, maceracı bir kişilik ve sıra dışı bir yaşam kurgusu Yeni moda: Doğu Ekspresi Onyıllardır olduğu yerde duran ekspres geçen sene adından söz ettirmeye başlasa da, asıl patlamayı bu kış yaptı. Biletleri aylar öncesinden tükendi. Instagram’da da tren seyahati fotoğraflarından geçilmiyor. İktidarın, kültürel alanda hâkim olamayışının acısını, bu alanı devletin güç aygıtlarıyla şekillendirmeye çalışarak çıkartması muhalif cenahta çeşitli şekillerde karşılık buluyor. Örneğin, Anadolu Grup’un da hedef aldığı, evde bira yapma pratiği hazzedilmeyen bir yaşam tarzını zamlarla yok etme çabasına verilen bir karşılık. Bir yandan da hiçbir şeyin zorbalıkla yok edilemeyeceğinin, her yaşam formunun kendine bir akış bulacağının kanıtı. Diğer bir karşılık ise sürekli değişen bir kültürel nesne üzerinden bir arada durma, kimlik kazanma ve kendini iyi hissetme pratikleri. Kadıköy’e sıkışıp kalmaktan, üçüncü dalga kahvecilere, Kabak Koyu’ndan, bisiklet cemaatlerine kadar birçok örnek, “normal” zamanlarda belki de çekmeyeceği ilgiyi bu dönem çekebiliyor. Politikaya en uzak insanların dahi baskı altında nefes alma ihtiyacı hissettiği böyle dönemlerde, bu tür olgular hak ettiklerinden ve taşıyabileceklerinden fazla anlamı yüklenebiliyor. Ancak bu kültürel nesnelerin bu kadar kısa ömürlü olmasının ve ilginin odağının sürekli değişmesinin, modanın kendine özgü dinamikleriyle de alakası çok. Özellikle sosyal medya çağında. Sosyal medya çağında moda Son dönemin modası Doğu Ekspresi. Onyıllardır olduğu yerde duran bu ekspres geçen sene adından söz ettirmeye başlasa da, asıl patlamayı bu kış yaptı. Hakkında yüzlerce yazı yazıldı, videolar çekildi. Biletleri aylar öncesinden tükendi. Instagram’da da tren seyahati fotoğraflarından geçilmiyor. Bu fotoğrafların büyük bir çoğunluğunda kuşet camları ışıklarla süslenmiş ve yolcular çoraplarını sergiliyor. Sanki hepsi bir elden çekilmiş gibi, kurgular hep aynı. Doğu Ekspresi’nin (ve benzer birçok güncel modanın) böyle bir anda keşfedilmesinin yaşadığımız döneme özgü nedenle ri var. Öncelikle, bu seyahat bir tatilden ya da yolculuktan daha fazla şeyi ifade ediyor. Bu yolculuğa katılanlara bir kimlik, bir anlam vaat ediyor. Sosyolog Georg Simmel’in dediği gibi “moda hem belli bir toplumsal çevreyi bir arada tutar, hem de o çevreyi diğerlerine kapalı hale getirir”. Siyaseti ve gündelik hayatı kimlik çatışmalarının belirler hale geldiği günümüz Türkiye’sinde, bu tür basit kültürel olgular bir ifade alanı/aracı olarak öne çıkıyor. Çevrenin ötekine kapatılması ise hem bu alanı, hem de alanın ifadesini güçlendiriyor. Simmel’in geçtiğimiz yüzyılın başında yazdığı gibi, modern insan toplumla eşitlenmek ile varoluşunu bireyselleştirmek arasındaki çelişkiyle meşgul olmuştu. “Görünüyorum o halde varım” çağında ise bu çelişki çok daha keskinleşti ve meşguliyet günün her saatine yayıldı. Artık her an görünen insan, sosyal medyadaki benlik inşasına uygun içerikleri de sürekli üretmek zorunda. Salt kendi çabalarıyla varoluşunu bireyselleştirme yeteneği ya da zamanı olmayan kişinin yardımına ise moda koşuyor. Doğu Ekspresi örneğinde gördüğümüz gibi moda, “kişiyi, sadece modayla karakterize olan, farklılık kazanan, kamusal bilinç nezdinde şu veya bu biçimde bir aidiyeti ifade eden bir çevrenin mensubu kılar”ken, diğer yandan da sosyal medyadaki benlik inşası mücadelesinde kişiyi “özgün kılan”, sanal varlığı “bireyselleştiren” bir içerik sunuyor. Çerçevesi sıkı bir şekilde çatıl mış böylesi bir seyahat deneyimi, gerek içerik, gerekse beklenmedik tehlikeler konusunda bir risk de barındırmıyor. Kültür üreticileri Cazibesini yaygınlığının yanında gelip geçiciliğinden alan moda, aslında ürünlerden türemiyor, bizzat kendisi üretiliyor. Ekspres deneyimi başta olmak üzere sosyal medyada yaygınlaşan modalara baktığımızda da, blogger ve vloggerların bu tür kültürel nesnelerin hem içeriğini, hem şeklini şemailini ürettiğini söyleyebiliriz. Birtakım sosyal medya öncüleri, camlara asılan ışıklardan, kuşette geçirilecek zamana, çekilecek fotoğraflardan, Kars’ta yapılacaklara kadar bir paket olarak kurguluyor Doğu Ekspresi’ni. Bir yanda belli bir yaşam tarzına yönelik kültürel saldırganlık, diğer yanda sizden daha fazla görünmeyi talep eden yeni medya dünyası ve bu dünyanın yeniden şekillendirdiği gündelik yaşamımız, bugünkü kültürel pratikleri büyük oranda etkiliyor. Doğu Ekspresi tartışmalarında da sıkça sözü edilen Hipster’ların, kapitalizmin getirdiği yabancılaşmayı aşmak; hız yerine yavaşlığı, ticaret yerine takası, büyük işletmeler yerine yerel işletmeleri koymak iddialarıyla ortaya çıkıp, kısa sürede kapitalizmin içerdiği bir tüketim kalıbına dönüşmesi gibi, böyle bir dönemde ortaya çıkan kültürel pratiklerin, iddialarının çok uzağına düşme tehlikesi var. Bu iddia, özgür bir ruh, maceracı bir kişilik, sıradışı bir yaşam imgesi iddiası olsa dahi. Süreyya SU Karanlık yönlerimizin, zihnimizdeki kuruntular olduğunu görmeye çağıran bir sergi Kaf Dağı’nın ardında İzlenim Canan, hem performanslarında hem kendi çıplak bedenini kullandığı fotoğraf ve video işlerinde, ayrıca yakın zamanlarda masal, mitoloji, minyatür veya nakış gibi geleneksel sanatlara ait anlatım araçlarından yararlanarak ürettiği yapıtlarında güçlü bir feminist söylemin Türkiye güncel sanatında gelişmesine önemli katkılar yapan genç kuşaktan bir sanatçı. Türkiye’de özellikle 2000’li yılların başladığı bir dönemde pek çok kadın sanatçı kendi bedenini bir mecra olarak kullanarak cinselliğe, cinsiyete ve kadın bedenine ilişkin toplumsal denetim ve normları sorgulayan eleştirel işler ürettiler. Canan’ın yapıtları da bu bağlamda öncü ve önemlidir. 18 Şubat’a kadar Arter’de yer alan “Kaf Dağı’nın Ardında” adlı sergisinde Canan, Dante’nin İlahi Komedya’sına benzer bir kurguyla ve sembolik bir dille, benliğimizin karanlık dehlizlerinden kurtulmanın ve hem bedenimizi hem ruhumuzu özgürleştirmenin olanak ve olasılıkları üzerine düşünmeye çağıran mistik bir hikâye anlatıyor. Cehennem başkasıdır Canan, serginin fikrini Jung’un gölge arketipinden esinlenerek geliştirmiş. Jung’a göre gölge, kişinin hoşlanmadığı ve bilinçaltında bastırdığı karanlık yönünü temsil eder. Canan, kendimiz ve başkalarıyla barışık insanlar olmamız için karanlık yönlerimiz ile yüzleşmemiz gerektiğini ve böylece bunların aslında zihnimizde ürettiğimiz kuruntulardan ibaret olduğunu göreceğimizi söylüyor. İşte Kaf Dağı, mitolojide ulaşılmaz bir dağ olsa da, kendi gerçekliğimizi keşfetmemiz için yola çıktığımız bir süreci imliyor. Korkularımızla yüzleştiğimizde göreceğiz ki, içindeki tüm garip yaratıklar, zebaniler, canavarlar, şeytanlarla cehennem kendimizdeki kötülüğü başkalarına gönderdiğimiz bir yer. Sartre’ın “Cehennem, başkasıdır” sözü de bu anlama geliyor. Canan, cehennem temalı işlerini 2. kata yerleştirmiş, ama sergide aslında cehennem olmadığını belirtiyor. 2. katın tamamına yayılan “Garaib’ül Canan’ın 18 Şubat’a kadar yer alan sergisi, benliğimizin karanlık dehlizlerinden kurtulmanın imkânları üzerine düşünmeye çağıran mistik bir hikâye anlatıyor. mevcudat” adlı yerleştirme, karanlıkta ürkütücü cinler gibi görünen parlak gölgelerin, ortam kısa süreli aydınlandığında sadece birer desen olduğu ortaya çıkınca, aslında korkularımızın ne kadar yersiz olduğunu bize farkettiriyor. O yüzden burası cehennem değil, zihnimizdeki kötü kurgularla yüzleştiğimiz bir yer. Araf katında ise, bir arınma ve şifalanma, oluş süreçlerini anlatan işler yer alıyor. Nitekim teolojide Araf, günah ve sevapların eşit olduğu durumda, cennete girmek için beklenen bir arınma yeridir. Kuş Kadın adlı yerleştirmede Canan, kuştan kadına evrilme sürecini Simurg efsanesine gönderme yaparak anlatıyor. Simurg efsanesi biliyorsunuz, kendilerine bir kurtarıcı aramaya çıkan kuşların serüvenini anlatıyor. Kaf Dağı’nın ardındaki Si murg adlı kurtarıcılarını bulmak için giderlerken yolda kimisi aşk, kimisi hırs, kimisi kıskançlık dehlizlerinde kaybolurlar. Yola devam eden otuz kuş ne Kaf Dağı’nı ne de Simurg’u bulurlar; ama Simurg’un anlamını keşfederler. Simurg Farsçada otuz kuş anlamına gelir, yani kuşların kurtarıcıları kendilerinden başkası değildir. Canan da kuştan kadına bir dönüşüm süreciyle, kuş gibi özgürlüğün sembolü olan bir başkasına öykünerek özgürleşmeyi değil, kendine dönmeyi, kendi olmayı, gizil güçlerini keşfetmeyi öneriyor. Göreceğiniz, kendi gerçeğinizdir Şeffaf Karakol adlı işinde de, Spinoza’nın “Kimlik bedenin hapishanesidir” şiarına uygun olarak, Canan’ın çıplak bedeninin dışarıya, topluma dönük kimliğiyle mücadelesini görüyoruz. Canan, cenneti giriş katında kurgulamış; böylece cenneti gökyüzünden yeryüzüne, öte dünyadan bu dünyaya getirmeyi öneriyor. Canan, hayata karşı çileci bir tavırla cennete yatırım yapmanın hınçtan başka bir şey üretmeyeceğini, ancak hayata neşeyle bakarsak dünyayı güzelleştirebileceğimizi ve cenneti burada kurabileceğini söylüyor. Cennet adlı işinde Canan, farklı cinsel yönelimi olan insanları bir arada resmetmiş. Gerçekten, cennet genellikle bu dünyada dinler tarafından günah sayılan her şeyin öte dünyada ödül olarak verildiği bir yerse, cinsellik neden sadece heteroseksüel sınırlar içinde hayal edilsin ki? Ay Işığında Yıkanan Kadınlar adlı video işinde, önce bir tepede şamanlara benzeyen kadınlar yeni doğan aya karşı uluyorlar, sonra karanlıkta neşeli kahkahalar eşliğinde kıyıya iniyorlar ve sahilde soyunup denize giriyorlar. Bu işinde de Canan, kadının sadece bedenine değil, sesine, gülüşüne, davranışlarına uygulanan baskıya karşı bir tavır ortaya koyuyor. Bir itirafta bulunayım, ki Canan’ın işleri önceleri bana oldukça agresif geliyordu. Ama sonraları, özellikle bu sergi vesilesiyle yaşadığım bir tür inisiyasyon süreci bunun eril görme biçiminden olduğunu düşünmemi sağladı. Nitekim “Kaf Dağı’nın Ardında” göreceğiniz kendi gerçeğinizdir. C MY B