Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 OCAK 2018, PAZAR SAYFA 7 Hayal hayattır AYŞE KULİN Atatürk’ten Adonis’e, öykü tadında Prag notları... Bundan Sonrası Ateş The Fire Next Time Yıllar var ki 10 Kasım’larda ben sabah dokuz sularında sokakta olmayı yeğlerim. Etrafımdakiler ister yürüsün ister koşsunlar, ben bana önce bir vatan sonra da çağdaş bir hayat tarzı armağan etmiş olan Ata’ma saygımı ve sevgimi belirtmek için, siren sesini duyduğum an, araba kullanıyorsam, aracımdan iner, yolda yürüyorsam zınk diye durur, saygı duruşuna geçerim. Evimdeysem siren sesi sona erene kadar hazırol’da dikilir, bana bir kadın ve bir Türk olarak kazandırdıkları için teşekkür eder, ruhuna Fatiha okurum. Atatürk’e sataşmaların başladığı yıllardan itibaren 10 Kasım’larda bu iş aynen böyledir bende! 2017’nin 10 Kasımı’nda, uçaktaydım. Çek diline çevrilen Nefes Nefese adlı romanımı okumak için 27. Prag Yazarlar Festivali’ne gidiyordum, Avrupa’nın bu en romantik şehrine. Kalkıştan hemen önceydi, Kaptan Pilotun sesi duyuldu. Yolculuk hakkındaki malum bilgileri vereceğini zannederek kitabımı okumayı sürdürdüm ki, aa, o da ne, Kaptan Pilot, yetmiş dokuz yıl önce Hakk’a yürüyen Atatürk’ümüzü saygı, sevgi ve rahmetle anıyor ve ebediyen izinde olduğumuzu söylüyordu. Ben doğru mu duydum? Yanımda oturan yolcuya döndüm, gözlerinin içine baktım, İskandinav görünüşlü genç adam artık ne zannettiyse, gözlerini kaçırdı benden. Bazen bu ülkede uzun yaşadılarsa yabancıların aralarından Türkçe bilenleri çıkıyor ya, benim sadece siz de aynı şeyi mi duydunuz diye sorasım vardı ama, o ne bilsin yanındaki yaşlı kadının niyetini! Başımı öte yana çevirirken, Kaptan bu kez aynı cümleyi İngilizce söylemeye başlamaz mı! Kulak kesildim. Doğru duymuşum. AKP’yi iktidara taşıyan ilk genel seçimin kazanılmasından bu yana Atamızın kurduğu Cumhuriyeti bir ‘reklam arası’ ya da ‘kapatılacak bir parantez’ olarak görenler hâlâ iktidarda olduklarına göre, Kaptan Pilotun, birden kafayı sıyırdığını düşündüm. Kim bilir ne sıkıntısı vardı zavallının! Karısıyla mı kavga etmişti, oğlu sınavını mı verememişti, kredi kartını mı ödeyemiyordu? Kesin canına bir şey tak etmiş olmalıydı! Yoksa içinde bulunduğumuz şu ortamda, insan durup dururken... hem de bu işsizlikte?.. Ben Kaptan Pilotun başına gelebilecekleri esefle tahmine çalışırken, düşüncelerim hostesin sesiyle bölündü. O da, herhangi bir kaza anında yapılması gerekenleri anlattığı rutin konuşmasını şöyle bitirdi: “Bu gün 10 Kasım, kurtarıcımız, kurucumuz, Büyük Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının 79. yılında onu rahmet sevgi ve saygıyla anıyoruz!” Tanrım! Bir şey oldu! Pilot ve Hostes, eğer birlikte bir ‘istifa uçuşu’ planlamadılarsa, beni uçağıma götürecek olan araca bindiğim an ile Kaptan Pilotun konuşmaya başladığı an arasında ülkemde bir şey oldu... da ne? Ne olursa olsun, aman darbe olmasın! Sakın darbe olmasın! Ayağımıza dolaşmayan, hayrını gördüğümüz tek bir darbe yok çünkü, Cumhuriyet tarihimizin içinde. Panik içinde düşünüyordum; Fetö’cüler bir darbe daha yapmaya kalkışmış olsalar, Atatürk’ün adını ağızlarına almazlardı çünkü Atatürk onların kabusu! E, peki ne oldu? Ufo’lar mı indi gökten? Pencereden dışarı da bakamıyorum ki, pistte şıklar saçan gök araçları filan var mı diye kontrol edeyim, koridor koltuğundayım her zaman ki gibi! Yanımdaki İskandinav, benim tüm bu endişelerimden habersiz, kitabını okurken benim dizlerim titriyor, kalbim çarpıyordu ki.... arka koltukta oturanların konuşmalarını duydum. Dikildim oturduğum yerde, antenlerim uzadı, arkamdaki sohbete kulak kesildim ve çözdüm bilmeceyi! Kaptan Pilotlu ve hostesli çifte Atatürk konuşmaları, besbelli ki talimat üzerine, muhtemel bir erken seçim için Atatürkçüleri kazanmak adına yapılmış! Neyse, içime su serpildi. Darbe yok! Ufo gelmemiş! Pilotla hostes de işlerini filan kaybetmeyecekler! Basit bir ‘seçim öncesi algı yaratma’ operasyonuymuş... Rahatlayınca elimdeki festival dosyasına göz attım. Festivalin bu yılki temasına, James Baldwin’in THE FIRE NEXT TIME adlı eseri adını vermiş. Bu kitap 1963 yılında, Amerika’nın Siyahlarını ezen, dışlayan, eşit vatandaş kabul etmeyenlerine karşı verilen mücadelenin arkasına çok güçlü bir rüzgâr koymuştu. Şu işe bakın, benim okuyacağım kitap da, tuhaf bir tesadüfle, Hitler mezaliminin ezdiği, dışladığı, yok etmeye çalıştığı Yahudileri anlatıyordu. Bu kadar mı örtüşür bir kitabın konusu, katıldığı festivalin temasıyla! Kesinlikle hayırlı bir tesadüftü ama tek tesadüf değildi. Bir tesadüf daha vardı ki, hostesin o anda ikram etmekte olduğu güllü lokum tadındaydı! Yeni kitabım Kördüğüm’ün satışa çıkacağı hafta İstanbul’da olmayacağım için yakınıp duran yayıncıma, “Bakın” demiştim, “Adonis’le tanışma durumu olmasa, vallahi gitmezdim. Ama bir şiir tutkunu olarak, bu fırsatı kaçırmam mümkün değil.” Yayıncım bana, Adonis de kim? diye soracağına, “Aaa, biz de tam şu ara onun bir şiir kitabını basıyoruz” demez mi! Doğru yayınevindeyim, arkadaşlar. Gözlerimi kısarak süzdüm yayıncımı ve hemen, “Kitabı ben gidene kadar yetiştirebilir misiniz” diye sordum. Baskıyı hızlandıracağına söz verdi ve tuttu sözünü. Ben Prag’a havaalanına elimde Adonis’in baskıdan taze çıkmış BELLİ BELİRSİZ ŞEYLER ANISINA adlı kitabının üç adet Türkçesiyle indim uçaktan ve yine şu tesadüfe (üçüncü tesadüf!) bakın ki, havaalanından ta otelimize kadar Adonis’le aynı araçta gelmez miyiz!!! Yanımda oturan kişinin Adonis olduğunu fark ettiğim an hiç üşenmedim, oturduğum koltuktan aracın arka da koyu dindar tek bir büyük şair bulamazsınız sına tıkıştırılmış valizlere doğru tepetaklak düş çünkü şair olabilmenin birinci kuralı özgür ruh, meyi göze alarak uzandım, valizimin fermuarını ikincisi özgür düşüncedir! açıp, içinden Mehmet Hakkı Suçin’in Türkçeleş Sakin geçen edebiyat okumalarına karşın, si tirdiği kitabı çıkarttım ve Adonis’e uzattım. yasi tartışmalara girdiğimizde biz konuşmacılar, Önce şaşırdı, sonra dizlerinin üzerinde duran sükunetimizi hemen kaybediyorduk çünkü, sıkı çantasından, apaynı kapakla basılmış Çekçesini durun, siyasi alanda dünyanın başka bölgelerin aldı, mukayese etti ve bana ne dedi, biliyor mu de olduğu gibi, Avrupa’da da kafalar fena hal sunuz? de karışık! “Türkçe baskısı çok daha başarılı!” dedi! Avusturya’dan gelen Robert Menase, bir otu İşte benim adamım! O beni, ben ona böyle bir rumda ‘Milliyetçiliğin’ dünya yüzünden silinme sürpriz yaptığım için sevdi, ben onu Türk baskı si gerektiğini nerdeyse emredici bir tonla haykı sını beğendiği için daha da çok sevdim! Yanım rırken, aynı platformda Çek konuşmacı Lubomir da getirdiğim üç kitaptan birini ona verdim, di Zaorâlek, boyun damarlarını şişirerek, bunun ğerini kendi adıma, bir diğerini de İstanbullu şa mümkün olmayacağını haykırıyordu. Evet, yan ir arkadaşım Tekin Gönenç için imzalattım. Her lış okumadınız, konuşmacılar, birbirlerine res ikimizin kitabını da Arap harfleriyle yazdı ve men haykırıp duruyorlardı. Ben lafa girmek iste imzaladı. dikçe parmağını burnuma sallayarak sözümü ke Hayatımın ‘Hayırlı Tesadüfler’ sürecine gir sen oturum yöneticisinin gücü, sürekli içtiği şa diğine inancım yükselmeye başladı da, sorma rabın da etkisiyle sözlerine ara sıra küfürler de dan edemiyordum, bu süreç niye böyle geç kal karıştıran Avusturyalı konuşmacıyı dizginleme dı? Elli, otuz, yirmi, hatta on yıl önce gelemez ye bir türlü yetmedi. Kısacası, siyasi tartışma miydi! larda kendi ülkemin meclisindeymiş gibi hisse Sonraki beş gün boyunca Adonis’in dı dip hiç yabancılık çekmedim ve Avrupalıların şında, Hindistan, Fas, Avusturya, Rus da huzur içinde olmadıklarını gözlerimle görmüş ya ve Türkiye’den birer, ABD’den üç, Çek oldum. Oh be, karşıt fikir beyan edenlere haka Cumhuriyeti’nden ise iki, toplam on bir ya rete varan sözler sarf etmek sadece bize özgü de zar, Vltava Nehri’nin iki yakaya ayırdığı bu eş ğilmiş! Bu bana bir teselli olmasa da içimi rahat siz Orta Avrupa şehrinde, Orta Çağda inşa edil lattı. Ayrıca, İngiltere’nin ayrılmasıyla geçirdiği miş muhteşem sarayların ve sıvasız taş duvar sarsıntıyı henüz hazmedememiş olan beş kuru larıyla bana Aya İrini’yi anımsatan Saint Ag cu devlete güvenemeyen ve haklarının çiğnendi nes Kilisesi’nin konfe ğini düşünen Orta ve Do rans alanlarına dönüştürülmüş salonlarında, oturumlara katıldık. Eserlerimizden pasajlar okuduk, tartıştık ve birbiri Adonis’ten seçmeler ğu Avrupa devletlerinin kendi aralarında takımlar oluşturmaya başladıklarını da tespit ettim. İspanya’daki Katalanların, Bel mizi tanıdık. Zaten festi bir mürekkeptir duman çika’daki Flamanların ay valin maksadı değişik ülkelerden değişik görüş ve sesleri duyurmaktı. Fes vakti yazan l bir sokak: rışma istekleri, ayrıca diğer Avrupa devletlerindeki etnik gruplarının heves tivalin yıldızı ise elbet mabettir kendi dualarına yaslanan. lerinin kabarması, bu kı te Suriyeli Adonis’ti. Yıl l lardan beri Paris’te yaşı pencerelerden sarkıyor hayaletler tada huzursuzluğa tavan yaptırmış. yordu ama sadece anadi ne beden ne de giyisi olan. Beşinci günün sonunda linde yazıyordu. Pek çok sessiz ayine sorun Prag Festivalinden yurdu dile çevrilmiş şiirlerini enkazların üstünde bulutlanan. Festival’de yine anadilin ma dünyanın en ünlü şairi Adonis’in şiirlerini ken de okuduğu gibi. The Question of Islam/ İslam Sorunsalı adlı konuşmasını da Arapça yap ilerliyorum onlara doğru aralarında sevdiğim bir kadın var ölen aralarında bir çocuk bana benzeyen di sesinden dinleyebilmiş, ABD’nin genç şairlerinden bir bahar dalını anıran Affinity Konar’ın mısra tı. Tüm konuşmalar, si larıyla, Çek yazar Martin multane çevirmenler ta bununla birlikte Reiner’in öyküleri ile ta rafından anında Çekçe tek bir gül görmüyorum yaralarında nışmış, edebiyata yepye ye, İngilizce ve Fransız ve üzerlerindeki yıldızlar beyaz hâlâ ni bir pencereden bakabil caya çevrildi. Çek Cum miş olmanın sevinci için huriyetinde Türkçe ve de dönerken bir de küçük Hintçe bilen çevirmen bulunamadığından, Hint teselli mükafatım vardı. li Badhwar ve ben, konuşmalarımızı anadilimiz Avrupa Birliği’nden ve Batı değerlerinden gi de değil, İngilizce yapmak zorunda kaldık. Be derek uzaklaştığımızı, otoriter bir rejime kay ni her zaman kendi ana kültürüme yakın kültür makta olduğumuzu hele de OHAL yüzünden, lerin insanları mıknatıs gibi çeker. Yine öyle ol geliştirmeye çalıştığımız demokrasiyi iyice as du. Hintli çift Inderjit ve Shama Badhvar ile, da kıya aldığımızı gördükçe, bizi zamanında arala mak tadımız mı, dünya görüşümüz mü, her neyi rına almayan AB devletlerine yıllardır çok kız miz uyuştuysa, birinci günün sonunda ayrılmaz makta idim. bir üçlü olduk. Oturumlarda hep yan yana otur Bizden ekonomik bakımdan çok daha geride duk, yemeklere birlikte çıktık ve diğer yazarla olan Doğu Avrupa ülkelerini aralarına kabul et rın fikirleri üzerine aramızda geyik çevirdik. Üç mişler, yüzleri hiç kızarmadan kendi koyduk gün sonra Avusturyalı Robert Menase, Avrupa ları bir kuralı açıkça çiğneyerek, Yunanistan’ı Birliği konusunda konuşmak için çıktığı sahne dahi AB’ye alıp, bizi dışarda bırakmışlardı. de, Milliyetçilik dünya yüzünden silinmelidir di Türkiye’yi de aralarına katmış olsalardı, şim ye bağırırken, biz birbirimize göz kırpıyorduk, di ürkerek baktıkları ülkemizde, kurumlarımızı kimselere çaktırmadan. çoktan şeffaflaştırmış, demokratikleştirmiş, Av Festivalin beni en etkileyen konuş rupalılara da tüketim gücü büyük bir pazar ve di masını İslam üzerine söyledikleriy namizm sunmuş olacaktık, diye düşünüyordum. le Adonis yaptı. İslama musallat olan Avrupalıların hallerini görünce onlara kızmak şiddet için Batı dünyasını ve ABD’yi tan vazgeçtim. suçlayan çarpıcı konuşmasını ise, şu Öyle görünüyor ki, Avrupa’yı büyük sorunlar cümleyle bitirdi: Arap dünyasın bekliyor. Biz kendi ülkemizde gırtlağımıza ka dar soruna batmışken, ayrıca bir de Batı’dan ese cek rüzgârlara maruz kalacaktık diye, fikir de ğiştirdim. Madem her şerde hayır vardır, AB’ye bir türlü girememiş olmamızdan doğacak hayrı bütün kalbimle diliyor ve bekliyorum. Çünkü eğer beklediğim hayır çok gecikecek olursa, James Baldwin’e selam olsun, “Önce Nuh Tufanı’yla ıslandık doğana dek gü neş/ Bundan sonraki sınav, Ateş!” C MY B