Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 8 TEMMUZ 2012 / SAYI 1372 AYŞE YILDIRIM Hititler iyi ki bunu görmedi BİR anıt itit tabletleri tanrı listeleriyle doludur. Dile kolay bin tanrıdan bahsedilir. Çünkü onlar işgal ettikleri ülkelerin tanrılarını da yok saymamış, kendi tanrılarına eklemişler. Ansiklopedik bilgiye boğmayacağım sizi. Ama yazının konusunu içeren birkaç şeyden bahsetmem gerekiyor. Hititlilerin hemen bütün anıtlarında iki figür göze batar. Biri Gök ya da Fırtına Tanrısı olarak bilinen baş tanrı Teşup’tur. Baş tanrının sembolü boğadır. Metinlerde ve sanat eserlerinde dağlar üzerinde durur. Çünkü Hititler dağları kutsal sayarlardı. İkinci figür Güneş Tanrıçası yani baş tanrıça Arinna. Adaletin koruyucusudur. Konya Beyşehir’e 15 kilometre uzaklıkta bulunan Eflatunpınar Anıtı’nın üzerinde de bu iki tanrının olduğu sanılıyor. Bu kaya kabartma anıtının M.Ö. 13001200 yıllarından kalma. Her birinin üzerinde bir figür olan 14 taş blok bir havuzu çevreliyor. Dağlardan gelen su taşlardaki oluklardan havuza akıyor. Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu ilk kez W. J. Hamilton 1849 yılında görmüş. Hitit sanatında kaya üzerine işlenen ilk örneklerden biri olduğu söyleniyor. Konya Müze Müdürlüğü 1996 yılında anıtın çevresinde kazı çalışmaları yapmış. Bu çalışmalar H anıtın 3.34x3 metre ölçüsünde dikdörtgen planlı bir havuzun bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koymuş. Müzenin 1998 yılında yaptığı çalışmalarda anıtın alt kısmında 5 kabartma daha olduğu tespit edilmiş. 2002 yılında ise anıtın çevresinde yer alan 25 ton ağırlığındaki taş bloğa oyulmuş boğa kabartmaları ayağa kaldırılmış. Tam bir açık hava müzesi Eflatunpınar. İşte bu anıt birkaç yıl önce Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın serzenişiyle restorasyona alındı. Ama son halini görenler alınmasaydı daha iyi diyorlar. Anıtın çevresinin daha iyi gezilmesi için su kaynağının üstüne iki taraflı küçük köprüler yapılmış ama yıkılan taşların yerine konulan taşlar tam bir restorasyon rezaleti. Peynir dilimi gibi kesilmiş düz taşlar rengi ve görüntüsüyle “yanlışlıkla mı buraya konuldu” dedirtiyor. Bahçe duvarı ören ustalara mı yaptırılmış restorasyon bilemem ama herhalde bu taşlar da zamanla aşınır ve orjinaliyle kaynaşır diye düşünmüşler! İşin daha vahimi, bakanın bu restorasyon rezaletini bildiren arkeologlara “Benim bilgim dahilinde” diye yanıt vermesi. Bakanın bilgisi dahilinde de iyi ki Hititler’in bilgisi dahilinde değil. ayse@cumhuriyet.com.tr Kendine has bir ülke Demiryolistan ESRA AÇIKGÖZ eçmiş ve şimdi arasındaki yaşama bakmak için en uygun zaman onda yakalanır. Onunla zaman başka bir anlam kazanır. İnsanlarla kurulan ilişkiler de kolaylaşır; sohbet akar rayların üstünden. Varmak değil yolda olmaktır önemli olan, lafı en çok ona yakışır. Çünkü tren bir ulaşım aracından fazlasıdır. İletişim Yayınları’ndan çıkan “Tren Bir Hayattır” tam bunu anlatıyor; Türkiye’nin demiryolu politikasından tren romantizmine, demiryolcu futbol takımlarına, sanattaki yerine kadar trenin farklı yönlerini gösteriyor. Alper Araz, Tolga Arvas, Mehmet Atlı, Yüsri Atlı, Suavi Aydın, Orhan Berent, Aksu Bora, Zafer Boyar, Faruk Duman, Yonca Kösebay Erkan, Kıvanç Koçak, Murat Meriç, Tuğrul Paşaoğlu, Ali Can Sekmeç, Yavuz Yıldırım’ın katkılarıyla yazılan kitabın editörü Tanıl Bora anlatıyor... Tren Bir Hayattır, çünkü...? Bunun, modernliğin eski zamanlarında kalmış basit bir cevabı, şu olurdu: Çünkü demiryolu canlılık getirir, alışverişi ve insan ilişkilerini canlandırır, “yabancılar” arasında karşılaşmalar artar. Türkiye’de erken Cumhuriyet döneminin meşhur sloganıyla: “Demiryolları refah ve umran tevlit eder”. Tren, uzun zaman boyunca, geldiği yerlere “bir hayat” verdi... Ama demiryolları, modernliğin sürat ve yayılmacılığını temsil eden öncü simgesel konumunu uzun zaman önce kaybetti. Dahası, Türkiye’de biliyorsunuz fazlasıyla ihmal edildi hatta “geride kalmış” nostaljik bir alet muamelesi gördü. Derlememizdeki yazarların esas kastı, demiryollarının bu eski ve basit anlamıyla “hayat veren” etkisi değil, daha çok, bizzat tren etrafında kurulan hayat: Tren yolculuğu, tren vesilesiyle gerçekleşen buluşmalar gar lokantaları mesela, trenin zaman ve mekânla ilişkimize etkileri, tren hatıraları... Kısacası, tren muhabbeti. Sunuşta, kitabın “Memleket Kitapları” dizisi içinde de özel bir yeri olduğunu söylüyorsunuz. Evet, “Tren bir ülkedir” de olabilirdi aslında kitabın adı! Memleket Kitapları dizimizin amacı, milliyetçi olmayan bir yeryurtcoğrafya sevgisini geliştirmek. Trenin bu bakımdan ayrı bir imkân olduğunu düşünüyorum. Memlekete, coğrafyaya, dünyaya bakmanın geniş bir penceresi… Teknoloji tarihçisi Carl Schmeidler ta 1871’de “Demiryolları halkları birleştirir” demiş. Çünkü demiryolu ağı, her ülkeden insanların işbirliğini zorunlu kılar ona göre, seyahatler insanların bir araya gelmesini sağlar. Ayrıca, buranın altını çiziyorum: Tren yolculuğunun “farklı halkların zihin ve ruh hallerini kaynaştıran” etkisinden söz etmiş Schmeidler. Altını daha da kalın çiziyorum: “ahbaplık tarzlarını kaynaştırmasından” söz etmiş! Trenin politik kozmopolitanizmi teşvik eden bir etken olduğunu düşünmüş. Yine modernliğin eski zamanlarına ait, bugün bize naif, aşırı iyimser gelen bir görüş kuşkusuz. Ama tren yolcularının hâlâ, uçak ve otobüs yolcularından daha çabuk, candan ahbap olduklarını da kimse inkâr edemez! Trenin G Tren sadece bir ulaşım aracı değil, çok daha ötesi, bir tutku, yaşam şekli, zamanla kurulan başka bir ilişkinin kapısı... İletişim Yayınları’ndan çıkan “Tren Bir Hayattır” bunu ve dahasını anlatıyor. Demiryolu politikasından tren romantizmine kadar her şey var kitapta... BİR sektör Bütün saatler 10’u 10 geçiyor aat reklamlarındaki bir ayrıntıyı fark ettiniz mi? Dikkatle bakın, hepsinin sözleşmişçesine 10’u 10 geçtiğini göreceksiniz. Akrep ve yelkovan'ın duruşu nedeniyle bir saati en iyi gösteren açının bu olduğunu söylüyor Günsal Saat Yönetim Kurulu Başkanı Güneş Hüner. İşte bu küçük reklam numarası perakende mağazacılığında da bir marka yaratmış durumda. Günsal Saat, ikisi distribütör, ikisi perakendeci olan Aydın Saat, LPI, Özgür Saat ve Uğur Saat ortaklığıyla “10u10” adıyla 2011 yılının sonunda mağazalaşma sürecini başlamış. “Amacımız tüketiciye daha kolay ulaşabileceği yeni kanallar yaratmak, haksız rekabeti ortadan kaldırmak ve esnafı korumak” diyor Güneş Hüner. Şu anda 5 mağazaları var, 3 yıl içinde ise Türkiye genelinde 20 mağazayı hedefliyorlar. Kıbrıs Merit Hotel’de düzenlediği koleksiyon tanıtımında saat sektörüne ilişkin ilginç bilgiler verdi Güneş Hüner. Örneğin ekonomik krizlerde ilk tepkiyi veren sektörlerden birisi saat sektörüymüş. Ekonomi düzeldiğinde de kendisini düzelten son sektör. Çünkü birinci derecede ihtiyaç değil. Hele de bugün herkesin elinde saati gösteren cep telefonları varken. Oysa saatin bir insanın görünmeyen kartviziti olduğunu söylüyor Güneş Hüner. Tabii Hüner’in S sözünü ettiği lüks saat sektörü. Ancak dünyadaki ekonomik kriz sektörü sarsmış. “İsviçre Saat Federasyonu’nun verilerine göre 2012’nin ilk dört ayında Türkiye’ye ithal edilen saatlerde ciro bazında bir önceki yıla kıyasla yüzde 26.6’lık bir düşüş var” diyor Hüner. Raymond Weil ve Lacoste markalarının Türkiye distribütörü olarak kendilerinin de bu düşüşten etkilendiklerini anlatıyor. Ancak ciro bazından ziyade satış sayısıyla. Yine de gelecekten umutlu Hüner, o nedenle de 2012’yi önceki yılla paralel kapatmayı hedeflediklerini söylüyor. Ekonomik krizin yanında sektörün en önemli sıkıntısı ise imitasyon yani taklit saatler. Lüks saat sektörünün hedef kitlesi ile sahte saatlerin hedef kitlelerinin ürüne erişebilme gücü birbirinden çok farklı. Bu nedenle sahteciliğin marka imajına zarar verdiğini söylüyor Hüner ama sahteciliğe talebin ilgili markanın başarısını gösteren bir olgu olduğu gerçeğini de yadsımıyor. “Lokal pazarlarda asıl sorun, sahtecilikle marka distribütörü olarak savaşmanın yasal olarak oldukça zor olması. Önlemler global marka sahipleri tarafından alınmakta, maalesef oldukça uzun soluklu süreçlerle gerçekleşmekte” diyor Hüner. Günümüzde kontrolsüz yapılan online satışların da sahteciliği artırdığını belirtiyor. Çünkü tüketicinin teması yok, bu durum da zaten çok zayıf olan orijinalinden ayırma ihtimali de iyice düşüyor. Dokunarak almaya meraklı bir milletiz ama yine de ucuz olunca internetten alışverişi sevdiğimiz de gerçek. en konforlu yolculuk türü olduğunu düşünüyorum. Kitaba katkım da eşimle yazdığımız küçük “Ankara Ekspresi” yazısı. Haydarpaşa tren dendiğinde akla gelen ilk simgelerdendi, ancak hayatımızdan çıkarılıyor. Tren de eski gücünü kaybetti. Hepten yok olur mu sizce, yoksa?.. Kentsel dönüşüm ve rant projelerinin demiryollarının anıtsal binalarını, hatıra mekânlarını yok eden saldırısına en vahim enternasyonalist örnek Haydarpaşa’dır. Haydarpaşa, bir ruhu vardır. Demiryolu ağı, kendine Haydarpaşa’dan iskeleye çıkış, modern mahsus bir ülkedir. Mehmet Atlı, kitaptaki Türkiye tarihinin ikonografilerinden biri. O yazısında “Demiryolistan” diyor! sahneyi, o hatırayı tarumar etmek, bana Nereden çıktı bu “kendine mahsus barbarca geliyor. Trenin tasfiye olacağını ülke”ye dair bir kitap yazma fikri? düşünmüyorum, ama “uçaklaşmasından” Son yıllarda Türkiye’de bir Yüksek Hızlı endişe ederim. Yüksek Hızlı Tren, iyi güzel Tren heyecanı var. Yüksek Hızlı Trenler bir ama hem bir uçak estetiği ve folkloru yandan treni “popülerleştirdi”, diğer yandan geliştirip trenin kendine mahsus “mekânondan önce Türkiye’de “trencilik” hiç yokmuş zaman” kültürünü bozuyor hem de tekelci bir gibi bir hava yarattı. Demiryolculuğun anıtsal tren, başka tren seçeneklerini tasfiye etme mekânlarını tehdit eden istidadı taşıyor. Kitabın editörlüğünü kentsel dönüşüm projeleri yaparken okuduklarınız de cabası. Yani bir yandan arasında size en çarpıcı bir “demiryolu inkılabı” gelen noktalar nelerdi? havası, diğer yandan trenseverlerin tüylerini Suavi Aydın’ın kitabın ürperten hoyratlıklar. Tipik üçte birini tutan makalesi, “AKP olayı”! Bu ortamda, çarpıcı: Türkiye’de Türkiye’de tren olayına demiryollarının ekonomienine boyuna bakmanın politiğine ve tarihine dair, gerekli olduğunu geniş bir bakış açısı Tanıl Bora. Fotoğraf: düşündük. sunuyor. Demiryolculuk Muhsin Akgün Önceki sene Sel üzerinden, bir kısa Türkiye Yayınları’ndan tarihi! Kitaptaki bütün “Demiryolları Öyküleri” derlemesini çıkaran yazılara yansıyan tren sevgisi ve tren ilgisi de Kemal Varol’la tasarladık kitabı. Fakat garlarla çarpıcı, bence. Sinema, siyaset, futbol, yemeiçme ilgili yazılar büyük bir demet oluşturunca, kültürü... Trenden bahsederken bunların “Memleket Garları” adıyla ayrı bir kitap hepsini bulmak mümkün. Nedir treni böyle yayımlandı, Kemal’in editörlüğünde. Diğer özel kılan, diğer ulaşım araçlarının aksine? yazılar da bu kitabı oluşturdu. Sizin için trenin tanımı, önemi nedir? Faruk Duman kitaptaki “Trenle bir buçuk Tren seçeneği varsa, ilke olarak onu saat, uçakla Foucault sarkacı!” adlı yazısında tercih etmeye çalışırım. Ankaraİstanbul bunu çok güzel anlatıyor. Tren, hem modern arasında, bütün trenleri iki yıllığına kaldıran şu hem de insanın elininaklının eriminden fazla korkunç düzenlemeye kadar, kesin tercihim uzaklaşmamış bir teknoloji. Hem süratli, hem trendi. Ankara’dan Adana’ya, İzmir’e de çok de manzarayla ilişki kesecek kadar da süratli defa trenle gitmişimdir, yarım gün sürmesine değil, görece “sakin”. Tren insana dostça aldırmadan. Yataklı trenin, insanlığın ulaştığı davranır, sözün kısası. C M Y B C MY B