25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 8 TEMMUZ 2012 / SAYI 1372 Kamera Liz Taylor’u çok sevmişti Baştarafı 1. sayfada “Hayatımda gördüğüm en komik bebekti!.. Kulakları kalın siyah tüylerle kaplıydı ve kafasına gömülmüştü” diyerek anlatıyor o günü Sara. İlk çocukluk dönemi alkolik ve eşcinsel babasıyla onu aldatan annesinin kavgaları arasında Amerika’da geçti, ta ki 1939’da Hitler sahneye çıkana kadar. İngiltere’ye yol aldıkları gemide yedi yaşındaki Elizabeht hedefini keşfetti: Gözlerini kırpmadan Küçük Prenses’i izledikten sonra annesine “Yıldız olmak istemiyorum. Ben aktris olacağım” dedi. Babası istemese de, Hollywood oyuncularının müşterisi olduğu galerisi ona bu kapıyı açtı. Galeriye gelenlerin akıllarında tablolardan ziyade Elizabeth kaldı, özellikle de Lolita havasıyla... Şarkı söyleyebilen bir çocuk yıldız aradıklarını duyduğunda Sara, MetroGoldwynMayer’in (MGM) kapısını çaldı. Elizabeth, rahatsız edici tiz sesiyle elemelerden geçemedi. Universal Pictures’ın değerlendirmesiyse şöyle: “Bu çocukta hiçbir şey yok. Gözleri çok yaşlı bakıyor. Bir çocuk yüzüne ESRA sahip değil.” Yine de arkadaşlık AÇIKGÖZ ilişkileriyle, 1941’de Universal Elizabeth’le bir sözleşme imzalasa da feshetti, ama bunun sinema tarihinin en yanlış kararlarından olduğunu zaman gösterdi. Babasının arkadaşı, MGM’nin öykü editörü ve film yapımcısı Samuel Marx sayesinde ve tamamen şans eseri Elizabeth, MGM’den içeri tekrar girdi, Yuvaya Dönüş filmi için. Öyle güzel görünüyordu ki hiç çekim yapılmadan sözleşme hazırlandı 15 Ekim 1942’de. Haftada 100 dolar kazanıyordu Liz, Lassie’yi oynayan köpekse 250. Bu filmde ilk iş kazasını da yaşadı, at basınca ayağı kırıldı. Oyunculuk hayatı boyunca omurgası beş kez kırılacak, iki kalça kemiği değiştirilecek, pek çok deri kanseri ameliyatı geçirecek, ur aldıracak, iki kez yaşamını tehdit eden zatürreeden kurtulacak... Ama bunlara daha var... O şimdi, yapımcı Berman’ın peşinde, çünkü National Velvet romanı çekilecek. Artık oyuncu aramamasını, Velvet'i onun oynayacağını söyleyince, Carroll ona rol için fiziğinin yeterince gelişmediğini söyledi. 11’indeki Elizabeth, 90 gün sonra ekoseli eteği, dar kazağıyla geldiğinde göğüsleri şekillenmişti; hızlı büyüme kremleri, rejimler ve egzersizler sayesinde. George Cukor’ın dediği gibi “yıldızı seçen kameraydı” ve Liz’in kamerayla arasında büyülü bir ilişki vardı. Bu yıllarca da sürdü. MGM, Taylor’ın alametifarikası haline gelecek yanağındaki beni aldırmak istese de, neyse ki babası kabul etmedi. Elizabeth, 15’indeyken olgun erkekler ilgisini çekiyordu. Yıllar sonra bir dostu ona “baba kompleksi” olduğunu söyleyecekti. Liz ise, hem bir yetişkin vücuduna hem de çocuk aklına sahip olduğu için kendini kapana kısılmış hissettiğini itiraf edecekti... İlk ciddi buluşması 19’undaki Marshall Thomson’laydı. İlk tutkusuysa şarkıcı Vic Damone ve aktör Peter Lawford. Edepsiz Julia’da Lawford’la oynadığında tüm set aşkını biliyordu, Lawford hiç yüz vermedi... İlk aşkını, ünlü Amerikan futbolcusu Glenn Davis’le yaşadı. Davis, Kore’ye gittiğinde yerini işadamı William Pawley aldı. Liz’e 3.5 karatlık elmas nişan yüzüğü sundu. Kişisel koleksiyonunun sergilendiği bir kitapta, “Kocalar gelir gider ama elmaslar ebedidir,” diyecek kadar çok seviyordu onları. Buna rağmen, Howard Hughes, önüne bir çanta dolusu elmas, zümrüt, yakut döküp evlenmek istediğinde yüzüne bile bakmadı. 1949’da Philippe Halsman’a poz verirken bir şeyi keşfetti: Kadınlığını. O günü, “Birdenbire bedenimin farkına varmıştım,” diye anlattı, “Yüzümle ilgili tartışmalar ne olursa olsun Halsman vücudumun çocukça görünmesini istemiyordu... Bir günde ateşli, kışkırtıcı pozlar vermeyi öğrendim... Ama içimdeki çocuk henüz tam büyümemişti. Bu çekimin en önemli sonucu, kamera karşısında kendime duyduğum güveni artırmasıydı.” Elizabeth, James Dean’le Devlerin Aşkı filminin setinde çocuklar gibi eğlenirken... Elizabeth Taylor’ın seveni çoktu, düşmanı da. Mezarına “Yaşadı” yazılsın istiyordu, ama zaten hep dolu dolu yaşadı; aşkı da, acıyı da... Onunki film gibi bir hayat. biriyle niye evlendi hiç anlamadı: Larry Fortensky... Nicky’den çok içtiği ve şiddet uyguladığı için boşandı. Annesiyle tartışmaları, boşanma depresyonu, Nicky’nin gazetelerden gördüğü yeni sevgilileri... Setlerdeki histeri krizlerinin ilkini bu günlerde geçirdi. İçkiye başladı. İkinci eşi Wilding babası olabilecek yaştaydı, iki çocukları oldu; Michael Howard ve Christopher Edward. Hayvanat bahçesine benzeyen evlerine bebekler de eklendi. Poz verirken kıymık batınca Liz neredeyse gözünden oluyordu. Hastalıklar Annesi Sara ve abisi Howard’la. devam etti; grip, kalp zarı iltihabı. Kocasının ihtimamıyla iyileşti, ancak kavgaları da başladı. Sebep alkoldü, “çünkü yapacak başka işim yoktu” Bu güven erkeklere bağımlılığını önleyemedi. diyor Wilding. Doğumdan sonra Liz haftalarca “İnsanlık Suçu”nda oynadığı Montgomery Clift’e buzlu su ve meyve suyu içerek 16 kilo verdi. Sebep eşcinsel olduğu halde defalarca evlenme teklifi etti. güzellikten ziyade Rock Hudson ve James Dean’le Annesi hep sette, işaretlerle ona üzül, gül talimatı Devlerin Aşkı’nda oynayabilmekti. HudsonTaylor veriyordu. Liz boğuluyordu. Lise bitince uluslararası aşkı böyle başladı. Kocasına “Elimde değil, başrol otel zincirinin vârisi Nicky Hilton’la evlendi. arkadaşlarıma hep biraz da olsa âşık oluyorum. Elizabeth’in hayatını anlatmak için aşkı takip Sanırım bu hiç değişmeyecek” diyecekti. Üstelik etmek şart. Hayatına onlarca erkek girse de, Dean'le de arasında aşk dedikoduları çıkmıştı. Her yedisiyle evlendi: Nicky Hilton (1 Mayıs 195030 akşam birlikte ortadan kayboluyorlardı. Dean, kaza Ocak 1951), Michael Wilding (21 Şubat 195231 yapıp öldüğünde 24’ündeydi. Taylor yıkıldı. Aralık 1956), Mike Todd (2 Şubat 1957Todd ölene Hastaneye yattı; idrar kesesi iltihabı, bağırsak kadar sürdü), Eddie Fisher (12 Mayıs 1959 – 6 tıkanması, akciğerlerin su toplaması, migren... Mart 1964), Richard Burton (15 Mart 1964 26 Wilding’i aldatmaya başlamıştı; Frank Sinatra, Haziran 1974 ikincisi 10 Ekim 1975 1 Ağustos sinemacı Kevin McClory ve McClory’ye evli bir 1976), politikacı John Warner (4 Aralık 1976 21 kadınla görüşmesinin uygun olmadığını söyleyen Aralık 1981) ve inşaat işçisi Larry Fortensky (6 patronu Mike Todd’la. Todd, evlenme teklif Ekim 199131 Ekim 1996). ettiğinde Liz, onu başından savdı. Ancak gittiği her İlkini evden kaçış bileti sandı. İkisine her yere telgraf, çiçek, mücevherler yolladı Todd. istediğini yaptırdı ama “pısırıklıkları” yüzünden “Mike’ın kur yapması kasırgaya yakalanmışsın hissi nefret etmeye başladı: Michael Wilding ve Eddie doğuruyordu. Kaptığı gibi götürüyordu” Fisher. İkisine çok âşıktı: Todd ve diyerek anlattı o anları. Todd, Liz’den Burton. Biriyle siyaseti keşfetti: habersiz sevişmelerini kaydetmiş, ses John Warner. Ama kaydını dostlarına dağıtıyordu... Elizabeth’e 350 bin dolarlık bir çift yakut ve elmas küpe, Chicago’da sinema salonu aldı. Ama herkesin içinde onu aşağılıyordu: “Hadi gel şişko, koca kıçını kaldır”! Kızları Elizabeth (“Liza”) 1957’de doğdu. Bir yaşına girmeden de babasız kaldı. 21 Mart 58’de Todd, özel Taylor, filmleri uçağıyla kaza yaptığında, kadar aşklarıyla Taylor bu yolculuğa da konuşuldu. ağır soğuk algınlığı Vizonlu Venüs’le Oscar’ı aldığında... Kızgın Damdaki Kedi filminde. yüzünden gitmemişti. 26 yaşındaki aktris ilaç ve alkole daha da gömüldü. Sonunda Todd’un yakın arkadaşı Eddie Fisher, “Mike Todd böyle bir davranışı asla hoş görmezdi... Kendine acımayı da bırak artık,” dedi. Liz setlere döndü. Kızgın Damdaki Kedi’yle ikinci Oscar adaylığını kazandı. Bir de yeni bir aşkı, evli Eddie Fisher’ı. Eddie arkadaşı Ken McKnight’a sevişirken Elizabeth’in ne kadar “ateşli olduğunu”, seksi bir kedi gibi mırıltılar çıkardığını anlattı... Taylor yine “şımarık, maddiyatçı, acımasız kadın; bencil istekleri ve hedonistik cinsel dürtüleriyle sınır tanımayan, yuva yıkandı”. Tartışmalara 27 Mart 1959’da Musevi olması da eklendi. Eddie’ye Truman Capote “komi”, Richard Burton “garson”, basınsa “Bay Elizabeth Taylor” diyordu. Çünkü kısa sürede Liz’in çocukları, hayvanları, yardımcıları, çalışanları ve bavullarıyla çevrili, tam bir otel çalışanı ve dadı oluvermişti. Liz, Bir Yaz Tatili’yle üçüncü Oscar adaylığını kazandı. 1959’da Walter Wanger Kleopatra rolünü ikinci kez teklif edince bir milyon dolara anlaştı. Bu beyazperdede o güne kadar alınan en yüksek rakamdı. Öyle ki Marilyn Monroe, aynı dönemde 100 bin dolar alıyordu. Metro’yla anlaşmasına göre son bir film yapması şarttı. İstemeye istemeye ona Oscar kazandıracak Vizonlu Venüs’ü yaptı. 1961’de bir kız bebeği evlat edindi; Maria. Kleopatra’nın çekimleri başladığında rol arkadaşı daha önce dört kez karşılaştıkları evli Richard Burton’dı. Onda Todd’un birçok özelliğini gördü: Güç, kudret, zekâ ve kırılganlık. Vatikan’ın “düşük ahlaklı bir kadın” suçlamasına rağmen, 15 Mart’ta evlendi... Kim Korkar Hain Kurttan? Taylor’a ikinci Oscarı getirdi. Burton, Liz’in mücevher koleksiyonuna 33,19 karatlık zümrüt kesimli “dünyanın en kusursuz” elması Krupp’u ve 69,42 karatlık armut biçimli dünyanın en pahalı, en büyük elması “TaylorBurton elması”nı kattı... Burton çok içiyor, Taylor’ınsa sağlık sorunları artıyordu, kısmen rahmi alındı. Babası Francis 22 Kasım 1968’de ölünce derin bir depresyona girdi. Üç ay sonra ilk kocası öldü. Burton da çapkınlıklara başlamıştı, Sophia Loren’e ilgi duyuyordu. Boşandılar ancak 1975’te ikinci kez evlendiler, bir yıl sonra boşanana kadar. Burton, 4 Ağustos 1984’te 58'indeyken öldü. Ölmeden önceki son günlerde karısı Sally’yi Elizabeth diye çağırıyordu. Öğlenden önce kalkmaya alışkın olmayan Taylor şafaktan önce Burton’ın mezarının başındaydı... 4 Aralık 1976’da evlendiği senatör John Warner’la evliliği bitmişti. Anlatılan o ki, düğününe geç kalmıştı. Zaten geç kalmasıyla ünlüydü. İkaz edildiğinde “İngiltere Kraliçesi’ni yirmi dakika, Prenses Margaret’i yarım saat ve başkan Tito’yu bir saat beklettim. Anlamsız bir ziyafet için beni birkaç dakika bekleyebilirler” diyordu. İçki ve ilaçlardan kurtulmak için 51’inde kliniğe yattı. O günleri, “...Buradaki hiç kimse paylaşmak ve yardım etmekten başka bir şey düşünmüyor. Dokuz yaşımdan beri sanırım ilk kez kimse beni sömürmek istemiyor” diyerek anlatıyor. Bir yıl sonra yeniden ağrı kesicilere başladı. Aynı yıl Rock Hudson’a AIDS tanısı konunca tıp dünyası virüsün henüz temasla geçip geçmediğinden emin olmasa da ona sarılıp öptü. Liz, Amerikan AIDS Araştırmaları Vakfı’nı kurdu. Elizabeth yeniden kliniğe dönünce son kocası Larry Fortensky’le tanıştı. O da tedavi görüyordu. “Birlikte çocuklaşmaktan hoşlandığı yakın dostu Michael Jackson”ın bir Taylor köşesi yaptığı Neverland Çiftliği’nde evlendiler. Larry Fortensky iyi bir anlaşmayla boşandı. Liz’i 2003’te işten atılan bahçıvanı dava etti. Ondan bir erkek çalışanıyla sevişmesini istediğini ve diğer çalışanın da Taylor’la sekse zorlandığını iddia ediyordu. Dava anlaşmayla sonuçlandı. Jackson, 2009’da öldüğünde, “Michael’ı bütün yüreğimle sevdim ve onsuz bir hayatı düşünemiyorum... Hayatım bomboş kaldı... Bildiğim en saf, en özverili sevgiydi bizimkisi” dedi. Elizabeth Taylor, kalp yetmezliğinden 23 Mart 2011’de yaşamını yitirdiğinde 79’undaydı. Serveti 600 milyon dolardı. “Mezar taşımda ‘Yaşadı’ yazsın istiyorum,” demişti. Kitabın yazarı Heyymann, “Nil Kraliçesi Kleopatra dışında, yaşamı perdede yansıttığı karakterlerin hepsinden daha olaylı ve dramatiktir” diyor onun için. Gerçekten de öyle... Kleopatra filminden bir kare... A ADNAN BİNYAZAR C M Y B C MY B Yakıştırma olsa da... ltına Mevlana’nın, Ömer Hayyam’ın, Shakespeare’in; bir başka yazar, sanatçı ya da düşünürün adı yazılarak kimi sözlere rastlanıyor internette. Bunların kaynağını bir solukta saptamak kolay değil. İki yıl kadar önce Shakespeare’in sonelerine benzetilerek yazılan bir metnin, ayrıntılı bir karşılaştırmadan sonra onunla ilgisi olmadığını saptamıştım. O sıralarda Ataol Behramoğlu’nun, kimi uydurma şiirlerin altına adının konmasından yakındığını anımsıyorum. Elbette bunlar dürüstçe uygulamalar değil. Ama her çağda bu tür yakıştırmalar olmuştur. Edebiyat tarihlerinde on beş Yunus’un adı geçer. Karacaoğlan yakıştırmaları da az değildir. Çağdaş şairlerin, yüzyıllarca önce yaşamış olanlara öykünerek yazdığı düzeyli şiirler de vardır. Bizde kimi ünlü romancıların, Batılı romancılardan sahne aktarıp romanına yerleştirdiği bile savunulmuştur. Şu sıralarda internette dolaşan sözler, 16. yüzyılda engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılarak öldürülen Giordano Bruno’ya mal ediliyor. Gerçekleri yansıttığına göre, Bruno da söylemiş olsa, sıradan bir insanın yakıştırması da olsa; adaletin yerini adaletsizliğin, ahlakın yerini ahlaksızlığın, dürüstlerin yerini dalaverecilerin, çağdaşlığın yerini çağ dışılığın aldığı bir ortamda şu saptamaların yerini bulduğuna kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Sözler, hele de şu günlerde kimi adamların yüzlerindeki kara maskeleri düşürüp gözlerindeki ihanet ışığını görmemizi sağlıyorsa... Bunlardan birkaçını sıralayalım: İki şey; yakınma ve dedikodu, niteliksiz insanın özelliğidir. İki şey; bakış açısını değiştirmek ve karşıdakinin yerine kendini koyabilmek, çözümsüz görünen sorunları çözmekte bile etkilidir. İki şey; boş laf etmek ve kendini ağır satmak, kişiyi gözden düşürür. İki şey; kararsızlık ve cesurca karar verememek gelişimi önler. İki şey; irade egemenliği ve uyum gösterme yeteneği, insanı nitelikli kılar. İki şey; ustalığı ustalardan öğrenmek ve kendini günün gelişimlerine uydurmak, başarının sırrıdır. İki şey; sorunların değil, çözümlerin parçası olmak ve olaylara gelişimleri kavrayıcı bir bakış açısıyla yaklaşmak, kişiye milyonlarca insan arasında ayrıcalık kazandırır. İki şey; kimi zaman gülümseyip geçmek ve susmak, her şeye çözüm getirir. İki şey; geçen zaman ve ağızdan çıkan söz, geri alınmaz. İki şey; sevgi ve bilgi, ulaşmak için her şeye katlanmaya değer. İki şey; soluk alabilmek ve verebilmek, hayat kaynağıdır. Kişi ancak okuyup okuduklarını sindirerek toplumsal ya da bireysel olayları bilinçle yaşar. Bilgelik, düşünceleri damıtıp aklı uyarıcı kılma erdeminden doğar. Bruno’ya bu düşünceleri yaşamın kim bilir hangi sıkıntıları, hangi çıkmazları, hangi adaletsizlikleri, hangi haksızlıkları söyletti? Düşünce tarihi, yazarların, sanatçıların, düşünürlerin acı kavruğu hayatlarının öyküsüdür. Bruno’nun dile getirdiği dedikodu, boş lafla doldurdukları beyinlerini aldatma aracına dönüştürmek, hiçbir şey olmadığı halde kendini bir şey yerine koyarak baskı yaratmak, beceriksizlikleriyle topluma kan kusturmak, karar verme cesareti gösterememek, kendi çıkarını önde tutmak, irade yoksunluğu, çapsızlık, sanat ve bilgi düşmanlığı, hoşgörüsüzlük, güvensizlik; günümüzün de en önemli sorunudur. Bilgisizlik zırhına bürünerek ülkeyi yönetmeye kalkanlar, nice düşünürün ahlaka, vicdana, adalete, kişilik haklarına, sözün özüne, insan varlığına yönelik erdemli sözlerini bir yana bırakın; yakıştırmalardan bile kendilerine pay çıkarma bilincine ermiş olsalardı, halklar onların her eylemiyle mutsuzluğun batağına saplanmazdı. binyazar@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear