23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 Gönül Dönmez Colin, “Öteki’nin Sinemaları” kitabında Ortadoğu ve Orta Asya sinemalarını inceliyor... 13 MAYIS 2012 / SAYI 1364 Beyaz perdenin “öteki”leri ESRA AÇIKGÖZ ohsen Makhmalbaf, Jafar Panahi, Yeşim Ustaoğlu, Atıf Yılmaz, Serik Aprimov, Gennadi Bazarov, Tachir Mukharovich Sabirov, Halhammet Kakabaev, Yusuf Razikov... Onlar beyaz perdeye “öteki” tarafın, Hollywood’dan, Batı’dan uzak olan tarafın hikâyelerini taşıyorlar. Avrupa merkezli bakış açısına göre, genelde egzotik, barbar hatta tehlikeli görülen bir coğrafyanın sorunlarını yansıtıyor filmleri. Peki dünya sineması içinde nasıl bir yer kaplıyor, ne kadar anlaşılıyor, ne şartlarda film yapıyorlar? Işte Gönül Dönmez Colin’in Agora Kitaplığı’ndan çıkan “Öteki’nin Sinemaları Ortadoğu ve Orta Asya Sinemalarında Kişisel Bir Yolculuk” kitabı bu sorulara yanıt veriyor. Öteki’nin Sinemaları kitabının çıkış hikâyesi nedir? Neden Ortadoğu ve Orta Asya sinemasını mercek altına almak istediniz? Asya kültürüne ve sinemasına ilgim Hong Kong’ta öğretim üyesi olduğum yıllarda başladı, Asya yolculuklarım sırasında gelişti. Zamanla kültürüme daha yakın coğrafyalara odaklandım. Rakhshan, Tahmineh, Abbas, Mohsen, Jafar gibi İran sinemasının önde gelen yönetmenleriyle dostluklar oluştu, evlerine konuk oldum, deneyimlerini, düşlerini paylaştılar. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Orta Asya’da özellikle Kazakistan sinemasında bir devinim yaşandı. Kazak “yeni dalga” akımını yerinde izledim. Batı sinemasından hiçbir eksiği olmayan bu sinemaların Avrupa merkezli bir M sinema bakışı içinde egzotizm dışında başka bir değerlendirmeye girmemesine baş kaldırma zamanı çoktan gelmişti. Türkiye ve İran, Ortadoğu’da Arap olmayan, sömürge olmamış iki Müslüman ülke. Sinemanın başlangıcında ve gelişiminde önemli benzerlikler var... Mesela neler bunlar? Bir “gavur” icadının Batılılaşma çabalarından geçen bir Doğu ülkesine yakın zamanda ulaşması, haremlik selamlık gösterimler, tecimsel sinema, düşmüş düşürülmüş kadınlar, fahişeler, vurdulu kırdılı filmler, Avrupa’daki yeni akımlara ayak uyduran yeni akımlar… Gerçi 1979’dan sonra yollarımız ayrılıyor. Orta Asya’nın Müslüman cumhuriyetleri de tarih, gelenek, görenek, dil ve din açısından benzer özellikler taşıyor bizlerle, her ne kadar Rus sinema kültürünün önemli etkileri ve ağabeylik baskıları gözlemlense de. “Kadın, İslam ve Sinema” kitabımda Asya’nın Arapların dışındaki Müslüman ülkelerinde sinema, din ve kadın arasındaki ilişkiyi irdelemiştim. Bu iki kitap birbirini tamamlıyor. Siz Fransa’da yaşıyorsunuz, dolayısıyla Batının Ortadoğu ve Orta Asya sinemasına bakışını da biliyorsunuz. Özellikle 11 Eylül’den sonra sertleşen bu bakış, sinemaya nasıl yansıyor? Önce Kanada, yirmi yıldır da Fransa’da yaşıyorum. Kuzey Amerika, Orta Asya sinemasını tanımaz. Avrupa’ysa ancak bir iki yönetmenden haberdardır. İran sineması bir ara parladı. Fakat bir süre sonra insanlar çocuklara odaklanmış filmlerden bıktı, Film şeridi yönünde: Yönetmen Jafar Panahi, Bulutları Beklerken, yönetmen Rakhsan BaniEtemad, Ayna, yönetmen Mohsen Makhmalbaf, Güneşe Yolculuk, Bir Ayrılık, Khoon Bazi, The Hunter. Kolaj: Derya Polat yönetmenler de bu yöntemden bıktı, ya da hepsi birer Kiarostami olamadığından birbirinden farksız örnekler çıktı ortaya. O sıra Türkiye sinemasının yıldızı parladı. Ama Batı’nın bizim ülkelerimizden köy filmleri dışında güncel ve modern konuları işleyen filmleri kabul etmesi zaman aldı. Bugün artık Farhadi’nin “Bir Ayrılık” gibi bir filmi egzotik olduğu için değil, herhangi bir dünya insanının dramını anlattığı için ilgi çekebiliyor. 11 Eylül’den sonra bakış açısı sertleşti ama aynı zamanda ilgi de arttı. Bu arada Ortadoğu da yeni bir kimlik arayışına soyunarak sinemaya daha çok önem vermeye başladı. Son yıllarda Arap ülkelerinde önemli festivaller başlatılması ve sinema tarihi olmayan Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin bile film yapımına soyunması bunun örneği. Kitapta, İran, Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan sinemaları, yönetmenleri yer alıyor. Bu “öteki”lerin ortaklaştığı noktalar neler, ortaklaştırıcı bir sinema dilinden söz edebilir miyiz? Ortak bir sinema dili bulmak güç ama ortak kaygılar var: Hollywood hegemonyası, açık pazar ekonomisi ve kapitalizmin getirdiği yozlaşma, aydınların toplumda gittikçe dışlanması. İran sineması yasaklarla gündemde. Sizse İran’dan iki kadın yönetmen; Rakhsan BaniEtemad ve Tahmineh Milani’yle de konuşmuşsunuz. Onların sinema dilinin ülke sinemasında nasıl bir yeri var? Bu iki kadın yönetmen öncü ve örnek oldular. Daha sonra Tahmineh yüzünü tecimsel sinemaya çevirmiş olsa bile. Bugün İran’da sinema yapan ve yapmak isteyen birçok genç kadın var. Mesela Milani’nin filmlerinden de tanıyacağımız İran’ın bir numaralı oyuncusu Niki Karimi üçüncü filmini Colin, Cengiz Aytmatov’la birlikte... Türkiye’de sinema Türkiye’de sinemanın gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz; kırılma noktaları sizce nedir? Son yıllarda olumlu gelişmeler var. Nuri Bilge Ceylan’ın her filmiyle daha da mükemmelleşen sineması ve Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Semih Kaplanoğlu, Zeki Demirkubuz gibi ustaların yanı sıra gençlerin politik filmlere yönelmesi, ülke içinde çok uzun süre “öteki” sayılanların seslerini özellikle kendi dillerindeduyurabilmeleri çok önemli. Öte yandan çok film yapılıyor ve bunların arasında kaliteli filmler az oluyor. Dijital olanaklar sayesinde bir meselesi olan da olmayan da film yapmaya soyunuyor. yaptı. Eğer Jafar Panahi dört duvar arasında “Bu Bir Film Değildir”i gerçekleştirebiliyorsa direniş durdurulamaz demektir. En çok hangi yönetmenden etkilendiniz? Rakhshan ve Tahmineh’nin azmi, Abbas’ın huzur veren varlığı, Mohsen’in enerjisi, Jafar’ın asla bastırılamayacak yaratıcı gücü, Ali’nin her daim güvenebileceğim dostluğu, Atıf Yılmaz’ın zamanı yakalayabilme sezgisi, Yeşim’in kendine olan güveni, Erden Kıral’ın yenileyici ruhu ve yeri geldiğinde keskin bir politikacı, yeri gelince bozkırlarda bir “aksakal” olabilen Cengiz Bey’le uzun sohbetlerimiz. Bu yolculuğa benimle katılan herkesin kitabımı ve entelektüel yaşamımı zenginleştirdiğine inanıyorum. Ayrıca İran kültüründe uzmanlaşmış akademisyen bir çevirmenin, Maral Jefroudi’nin de önemli katkısı var. Alper Saldıran “Sağ Salim” ve “Çehov Makinesi” ile karşımızda Tiyatro virgüldür, hiç nokta koymaz koruyamamışlar bunu!”. İşte bu komik diyalog beni epey motive etti. Bugünlerde bir de “Çehov Makinesi” ile tiyatro sahnesindesiniz. Üsküdar Tekel Sahnesi’nde üç gün yuncu Alper Saldıran 18 Mayıs’ta gösterime art arda oynayacak bu oyun sanırım. girecek dramkomedi “Sağ Salim”de Recai İçinde Çehov’un da karakter olarak yer aldığı bu karakteriyle beyazperdede. 18. İstanbul şiirsel oyun, büyük bir yazarın yaşam ve ölümü Tiyatro Festivali kapsamında da DT Üsküdar Tekel arasındaki döngüde oyunlarında yaratmış olduğu Sahnesi’nde Çehov Makinesi ile seyirci karşısında. kendi karakterleriyle buluşması biçiminde gelişiyor. Oyunu, bugün, yarın ve salı günü izleyebilirsiniz. Bu karakterler özünü taşımakla “Sağ Salim”e nasıl dahil birlikte, ait oldukları oyundan oldunuz, neydi hikâye? bağımsızlaşmış, sanki uzaydan Ersoy Güler yapımcı ve Çehov’un düşlerine düşmüş yönetmen. Onun ilk filmi, hayaller gibiler. Bu oyun, benim ise ikinci. Fulya Çehov’u merkezine alıp Zenginer, Burçin Bildik ve herkesin kendi bilmedikleri ile ben başrolleri paylaşıyoruz. yüzleşmesi için bir şans veriyor. Aslında ben konuk oyuncu Tiyatro ile ilişkiniz nasıl, bu olarak çağrıldım sonra işler arada malum tiyatro da köşeye değişti. sıkıştırıldı? “Recai” daha önceki Şaşkınlıkla ve üzülerek rollerinizden epey farklı bir izliyorum olanları. Anlam yerde. vermek kolay değil, belki de Recai hayatın sillesini anlam aramamak gerekli. yemiş, bu yüzden de Tiyatro ile ilişkime gelince, işi durulmuş. Hayatla çok er meydanı tiyatro mücadele etmiyor, sakin. Ama sahnesinin. Bu klişe gibi gelir belinde silahı var ve neden her söylediğinde ama başka taşıdığını o da bilmiyor. Kendini bir ifade şekli de yok. Sahne korumak ya da başkalarını bilinmezliktir, her şeye vurmak için değil de her an açıktır. Paylaştığınızı kendini öldürmek isteyebileceği hissedersiniz. Mesela ben için taşıyor onu. Benim bugüne her tiyatro oyununa kadar oynadığım roller ortada; başlarken bırakırım hem yaş olarak hem de kişilik raduman tiyatroyu. Hatta eskiden olarak bu başka bir yerde. Fotoğraf: Fethi Ka ustalarımız istifalarını Tekinsiz bir rol, tekinsiz bir cebinde taşırlarmış. Neden mi? Çünkü zordur, emek hikâye. Trajikomik ama derdi var. ister ve affetmez tiyatro. Bir de tiyatro hep virgüldür, Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz? hiç nokta koymaz ne kendine ne de size... Çok zamansızdım. Hızlıca senaryoyu okudum ve Hem sinema filmi hem de tiyatro var şu an, ya İstanbul’daki cehennemden Mersin yollarına düştüm. s o nra? Hatta havalimanında okuduğum senaryo üzerine Tiyatro bana çalışmayı öğretti, yetenek elbette gözlemler yaparken, “İyi, Kötü, Çirkin” dinleyip önemli. Farkına vardığım şey çalışmayı bilmediğimiz kendimi role vermeye çalışıyordum. Yüzümü ne ya da beceremediğimiz. İşte çalışmayı öğrendikten kadar buruşturup, dünyadan koptum bilemiyorum. sonra da geri dönüşü yok. Sürekli bir arayış Uçakta bir kadın kocasını dürtüp “melekler korusun sürüklüyor sizi. Ben de kendimi o girdaba bıraktım. bu adamı, kim bilir ne derdi var?” dedi, eşi ne dese Fırtına öncesi sessizlik ya da hep fırtına, kim bilir? beğenirsiniz “meleklerle işi olmaz bunun, ALİ DENİZ USLU O C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear