Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Amit Madheshiyo 8 MAYIS 2011 / SAYI 1311 8 MAYIS 2011 / SAYI 1311 ugün anneler günü, yine ellerinde hediyeleriyle, çiçekleriyle kadınların karşısına geçecek erkekler ve çocuklar. Onları bir kez daha hatırlayacaklar. Muhtemel ellerinde en çok ev hediyesi tutacaklar, ne de olsa iyi “anne” olmak eve kapanmakla eşdeğer! Annelik adıyla kadını “kutsal”laştıran; cinselliğini, arzularını, isteklerini soyup alan toplum, çocuğun bakımından, ahlakına kadar bütün gelişimlerinin hesabını sadece anneden soruyor. Ancak başka alternatifler de var. Biz de, Makbul Anneler, Müstakbel Vatandaşlar kitabının yazarı sosyolog Sevi Bayraktar, psikolog Ebru Sorgun ve yönetmen Derya Türkan Güven ile “anne”lik üzerine konuştuk. Söz önce Sevi Bayraktar’da... · Kadınlar anne sıfatını aldığında nasıl bir değişim yaşanıyor, ne değişiyor? Kadına “anne” dediğinizde onu bir yığın anlamla yüklüyorsunuz. Bugün toplumda kabul gören annelik başarısız addedilmekten normlarına göre hareket ve yeterince gayret sarf etmesi bekleniyor “doğru” bir etmemiş görünmekten ESRA anneden. Hani hep tekerleme kaçınır. Bu, kadın için AÇIKGÖZ gibi söyleniveren bir annelik inanılmaz bir yük. Erkeğin kıstası vardır ya, yemeyip zaten sorgulamak işine yediren, giymeyip giydiren, ailesi uğruna gelmiyor, çünkü bu çatlak ona özgürlük saçını süpürge eden; kendinden alanı tanır; istediğinde hücreye girip vazgeçmiş bir kadın gibi kurgulanıyor çıkabilme özgürlüğü. Oysa kadın onun anne. Üstelik anne olduğunda kendi içinde kalıp hayat boyu bir yerlerini kadınlığından, arzularından, hayata dair sıvayacaktır. mücadele alanlarından vazgeçişi de · Makbul anneler de bu sıvayı en iyi gayet normal karşılanıyor. Büyük şekilde yapanlar oluyor... kadınlardan yeni evlenmiş veya evlilik Evet, bu sıvayı en iyi yapıp, “elâleme” arifesinde olan genç kadınlara doğru açık vermemeyi “başaran”, hem de akan bir bilgi bu. mükemmel bir aile · Aile sistemin en yaratmanın sadece kendi küçük çekirdeği, ellerinde olduğu inancıyla iktidar dili bunun canla başla çalışanlar, bu üzerinden üretiliyor, anneler. Vitamin ve besin öğretiliyor. Bu değerlerini dikkate alarak anlamıyla anne sağlıklı yemekler pişiren, eğitimleri nerede hijyen konusunda bilgili, duruyor? mikroplarla savaşta ailesine Bugün başbakan nefer olan, kocayı iş besmeleyle başlar dünyasının stresinden gibi aile diyor her uzaklaştırıp ertesi günün lafına başlarken. rekabet ortamı için yeniden Bunun üzerine hazırlarken, çocukların düşünmeliyiz. Okul kitaplarından derslerine yardımcı olup onlara huzurlu başlayarak iktidar dilinin yeniden aile ve ev ortamı vaat eden, evde iyi bir üretildiği hemen her alanda karşımıza eş, doktor, öğretmen olan kadın, daha sık çıkan bir söz var: “Devletler da doğrusu, tüm bu kadınların toplamı, toplumlardan, toplumlar ailelerden “anne”. Ancak burada, bu “anne” ile oluşur”. Ya da “aile toplumun en küçük “öteki anneler” arasında da bir fark yapı taşıdır”. Diyelim ki, annebabaoluşuyor; çünkü takdir gören annelik, çocuktan oluşan bir hücre bu aile. O bunları yapabilecek hayat koşullarına hücrenin içine girip çıkma özgürlüğü sahip orta sınıf kadınınkinden başkası olan bir baba var, üreyip yeni hücreler değil. Dolayısıyla orta sınıf beyaz kadının yaratmaya aday çocuklar, bir de onları anneliği, bilinen, hayali kurulan ve teşvik gelecekte oluşturacakları benzer edilen, makbul annelik olarak karşımıza hücrelerde yaşamaya hazırlayacak bir çıkıyor. anne. şte eğitimlerin durduğu yer, bana Gündelik hayat koşulları bunlara kalırsa, bu devamlılığı sağlamak. uymayan kadınlar da var; Gazi Mahallesi Sorgulanmayan çatlak derinleşse de gibi, hiçbir zaman mükemmel kadın onu tüm hayatı boyunca bir gayret olamayacak, etnik, ekonomik ve kültürel sıvar, etrafa göstermez, anneliğiyle yönden “öteki” addedilen kadınlar... 7 ZÜLAL KALKANDELEN Bombalar ve kitaplar... lk kez adımımı attığım bir kentte ilk yaptığım iş, oradaki en iyi kütüphaneye gitmek oluyor. Artık bir gelenek halini alan bu tercihimden çok memnunum. Bu sayede unutulmaz binalar, kitaplar ve sergilerle karşılaşıyorum. Geçen hafta ilk kez ziyaret ettiğim Manchester’da da böyle oldu. Daha önce bazı kitaplarda dünyanın en güzel kütüphanelerinden biri olarak gösterilen John Rylands Kütüphanesi’ne gitmek üzere yola düştüm. 1890’larda Manchester’ın en büyük pamuk fabrikasının sahibi John Rylands’ın anısına eşi Enriqueta tarafından yaptırılmış bu kütüphane. Bugün içinde çok sayıda etkinlik düzenlenen, sergiler açılan ve aktif olarak kullanılan bir bina. En güzel yeri de, Tarihi Okuma Odası denilen büyüleyici salon. Yüzyıllık kitapların zarar görmemesi için belli bir ısı ve ışık sistemi ile korunan odaya girdiğim anda, mekanın güzelliği karşısında adeta donup kaldım. “Zaman nerede dursun?” diye sorulacak olsa, orayı söyleyebilirdim. Bir süre öylece tavanı, duvarları, kitapları seyrettikten sonra kafamı bir de aşağıya indirdim ki ne göreyim? “Books Not Bombs” yazılı bir tipo baskı, bir camekanın içinde sergileniyor. Yan yana duran camekanların içindeki baskıları okudum sırayla: “Kitapların yakıldığı yerde sonunda insanları da yakarlar”; “Kitap, cepte taşınan bir bahçe gibidir” (Irak atasözü); “Kitaplar Yakıldı, Sözcükler ve Hayatlar Kayboldu Ama Düşüncelerimiz Asla Yok Edilemeyecek” ve bunlar gibi daha birçok önemli mesaj veren baskılar gördüm. Bunların hepsi, Bağdat’ın merkezindeki AlMutanabbi Sokağı’nda dört yıl önce yaşanan faciayı anmak amacıyla düzenlenen sergi için yapılmış. 10. yüzyılda yaşamış ünlü Arap şairi Abu’Tayib alMutanabbi’nin adını taşıyan o sokak, 5 Mart 2007’de bir arabaya konan bomba ile yerle bir edildi. nsanların bir araya geldiği, yan yana duran kitapçılardan kitap satın aldığı ve sonrasında AlShahbander adlı kafede bir kahve içip fikirlerini paylaştığı AlMutanabbi Sokağı’nın yok edilişi, Irak’ın kültür dünyasına çok ağır bir darbe indirdi. O gün bombalar yalnızca 38 insanı öldürüp yüzlercesini yaralamakla kalmadı; aynı zamanda o sokağın temsil ettiği “düşünce ve ifade özgürlüğü” anlayışı da yıkıldı. Bu facia, dünyanın farklı yerlerindeki insanları da derinden etkiledi. Onlardan biri de Kaliforniya’da yaşayan şair Beau Beausoleil’di. O gün John Rylands Kütüphanesi’nde gördüğüm sergi, onun çabalarıyla gerçekleşmiş. Bu saldırıda ölenleri anmak ve düşünce üzerindeki baskılara dikkat çekmek için konuyla ilgilenebilecek şair, yazar ve yayıncılara ulaşmış. Beausoleil’in çağrısına sanatçıların verdiği tepkiler sergideki tipo baskılarda yerini almış. Vermek istedikleri mesaj şu: “Bu defa saldırı Bağdat’ta oldu, ama herhangi bir yerde herhangi bir sokak da olabilirdi.” Şimdi bu eserler, dünyanın çeşitli kentlerini dolaşıyor. “Books Not Bombs” yazılı baskının da bulunduğu sergi bir gün Türkiye’ye gelirse, bomba ile kitabı aynı kefeye koyan bir başbakan tarafından yönetilen bu ülkede yaratacağı ironiyi siz düşünün... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com Hem anneyim, hem kadın B Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri, Londra’da sahiplerini buldu. Alejandro Chaskielberg ve Chan Kwok Hung gecenin yıldızı olurken, usta fotoğrafçı Bruce Davidson ise Fotoğrafçılığa Üstün Katkı Ödülü’nü kazandı. Sony, ödüllerini Londra’da dağıttı AL DEN Z USLU arışmanın ötesine geçerek bir fotoğraf festivaline dönüşen prestijli L’Iris D’Or Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri’nde, Yılın Fotoğrafçısı 2011 ödülünün sahibi Arjantinli fotoğrafçı Alejandro Chaskielberg oldu. Açık kategoride yılın fotoğrafçısı ödülünü ise Chan Kwok Hung aldı. Bruce Davidson ise Fotoğrafçılığa Üstün Katkı Ödülü’nü kazandı. 2011 yarışmasına, 162 ülkeden 105 bini aşkın fotoğraf katıldı. Chaskielberg ödülünü, Odeon Leicester Square’de gerçekleştirilen Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri gala töreninde aldı. Daha önce Cannes’daki prestijli Festival Sarayı’nda (Palais des Festivals) düzenlenen ödül töreni, bu sene ilk defa Londra’da gerçekleştirildi. Peki kim bu Alejandro Chaskielberg? Kariyerine 18 yaşında, yerel bir gazete için foto muhabirliği yaparak başlayan, Buenos Aires doğumlu 34 yaşındaki Chaskielberg, geride kalan 16 yılı son derece başarılı bir fotoğrafçılık kariyeri oluşturmakla geçirdi. Yarışmada kendisine ödülü getiren fotoğrafları, Parana Nehri Deltası’nda yaşayan bir adalı topluluğun yaşamlarına nadir ve güçlü bir bakış sunuyor. Kendisini tamamıyla ‘Met Zamanı’ projesine adayan Chaskielberg, hayatlarını ve çalışma biçimlerini belgelendirmek amacıyla iki yıl boyunca ada sakinlerinin arasında yaşadı. Chaskielberg çarpıcı gece fotoğraf serisi hakkında şunları söyledi: “Fotoğrafı kullanarak, bunca yılda fotoğrafçılık açısından göz ardı edilmiş olan Parana Nehri Deltası’nı ve burada yaşayan topluluğu farklı bir açıdan sunabildim.” Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri Açık Kategoride Yılın Fotoğrafçısı ödülünün sahibi ise dramatik çalışması ‘Bufalo Yarışı’ ile Chan Kwok Hung oldu. lk SLR fotoğraf makinesini 2006 yılında satın alan Chan, kitaplar ve interneti kullanarak kendi başına temel fotoğrafçılık becerileri edindi. Gelişmemiş bölgelere gerçekleştirdiği seyahatleri bir tutku haline getiren Chan, bufalo yarışını duymasının ardından harikulade görüntüyü yakalayabilmek için Endonezya’ya özel bir seyahat yaptı. Sabahtan akşama saatler süren bekleyişin ardından sabrının karşılığını alan Chan, kendi tabiriyle bu unutulmaz yolculuk sonucunda ödül kazanan fotoğrafı çekmeyi başardı. Gecede, güncel gelişmelerden ticariye, seyahatten güzel sanat portrelerine kadar geniş bir alanı kapsayan profesyonel kategoride kazanan isimler de açıklandı. Kazananlar arasında, dört kategoride birden kısa listeye kaldıktan sonra Güncel Gelişmeler ve Çağdaş Meseleler kategorilerinde ödül alan spanya’dan Javier Arcenillas ile fotoğrafçılık kariyerine, babasının kendisine aldığı SLR fotoğraf makinesi ile 12 yaşında başlayan, Ticari Kampanya kategorisinin birincisi Birleşik Krallık’tan Adam Hinton da bulunuyor. Gala töreninin bir diğer önemli bölümü ise çalışmalarıyla yeni bir çığır açan fotoğrafçı Bruce Davidson’un Fotoğrafçılığa Üstün Katkı Ödülü’nü alması oldu. Yarım yüzyılı aşkın bir kariyere sahip olan 77 yaşındaki Davidson, Amerika Birleşik Devletleri’nin en saygın fotoğrafçılarından biri. Londra’daki Leicester Meydanı’nda gerçekleştirilen etkinlikte, Fransız École Nationale Supérieure Louis Lumiere’den fotoğraf öğrencisi Louis Boulet, Öğrenci Odağı ödülünü kazanan isim oldu. Louis Boulet de çektiği fotoğraflar ile ilgili olarak şunları söyledi: “Bugün artık sözler ile eylem arasındaki ilişkinin hiç olmadığı kadar sorunlu olduğu, karmakarışık bir toplum içinde yaşıyoruz. Düşünmeden hareket edebilir miyiz? Her zaman hareket etmeden önce düşünmeli miyiz? Hiçbir şey yapmama riskine girmek pahasına mı? Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözü doğru mu? Ne var ki, çözüm, şayet gerçekten varsa, ardı arkası gelmeyen tartışmalarda değil, tek başına söz ya da eylem olmayan, aslında içinde her ikisinden de bir şeyler barındıran bir hareket; fotoğrafçılık içinde gerçekliğin gözlemlenmesi ve analiz edilmesi ile başlıyor.” G www.sony.com.tr www.worldphoto.org Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri 2011’in izniyle. Y Onların da makbul anneliğe, orta sınıf annelik normlarının gerektirdiklerine soyunmaları bekleniyor. Gazi Mahallesi özelinde bir marjinalleştirme de var; sürekli yeniden yapılan yollar, bir türlü gelmeyen toplu taşıma araçları, yakılır gerekçesiyle mahalleye gitmeyen kıymetli “yeşil otobüsler”… · Bu annelerin çocuklarını nasıl bir gelecek bekliyor? Çocuk anneye yapışık bir varlık gibi kabul edildiğinden anne nasılsa ve ne yaparsa çocuğun da aynısını yapacağı farz ediliyor, bugün olmasa yarın. Tembel annesinin tembel kızı gibi... Tabii ki bir model alma söz konusu olabilir, fakat bu modelde annenin kişilik özelliklerinden ziyade toplumsal süreç işliyor bence. Sonuçta kızlara anneleri, oğlanlara babaları gibi olmaları öğretiliyor toplumda. Bir erkek çocuğu bebekle oynamaya kalksa buna bir anormallik atfediliyor, en nihayetinde yine Ayşe bebeğiyle, Ali silahıyla oynamaya teşvik ediliyor. Dolayısıyla bu annelerin çocukları değil, bir toplumun çocukları bu hale geliyor. Yakın gelecektede bu durum değişeceğe benzemiyor. Ya terbiyeli kız çocuğu, hanım hanımcık genç kız, uysal bir eş ve iyi bir anne olamayanlar, onları neler bekliyor? Gülten Akın’ın şiirinde dediği gibi, “kentlerdeki yadırgı pabuçlu yalnızlık”... Elbette bu bir süreç, yadırganacak, dışlanacak, alışılacak, kabul görecek… var olan ve halihazırda erkek egemenliğini besleyen tüm bu kadına ve kadınlığa atfedilmiş davranış kodlarının çözülmesi için önce, nasıl annelik edeceğimi ben bilirim, diyebilmek gerekiyor. Aile hücresinin kusurunu, çatlağını örtbas etmek yerine açığa çıkarmak için çabalamadıkça kadın kentte yadırganmıyor belki, ama hücresinde yalnızlaşıyor. G Kadın doğulmaz, olunur/ EBRU SORGUN Psikolog A Annelik mi? Hâlâ öğreniyorum... Chan Kwok Hung Saja Seus ürkan Derya, annelikle tanışalı yedi yıl geçmiş. Hala oğlu Ali Ateş’ten çok şey öğreniyor. Ne mi mesela? Bırakalım anlatsın: Annelik aslında ne tam olarak karar verdiğim, ne de sürpriz olmuş bir serüven. Biraz uzun ve karışık bir hikâyesi var, ama bu haberi aldığımda uzun saatler yağmur altında tek başıma dolaştığımı hatırlıyorum. Hem heyecanlıydım, hem de ağlıyordum. Daha henüz hayatım için yeni bir dönemin başladığından da haberim yoktu, ağlarken! O yürüyüş sırasında, fotoğraf kareleri geliyordu gözümün önüne; eğlenceli, mutlu, kahkahalı fotoğraflar. Biz onu yıkarken gülüyoruz, birlikte dans ediyoruz, üçümüz yatakta güreşe tutuşmuşuz. Tam da hissettiğim gibi bir serüven oldu, Ali Ateş’in gelişi... Annelik beni değiştirdi mi? Bunun yanıtını gerçekten bilmiyorum. Daha sabırlı biri oldum, gibi klişe laflar edemeyeceğim. Hâlâ sabırsız ve tezcanlıyım, ama farkındalığım arttı. Kendi çocukluğumla, oğlumun geçirdiği dönemi gözlemliyorum. Kendimle ilgili bir çok şeyi öğrenmeme sebep oldu oğlum, olumlu ve olumsuz. Adeta bir rehber gibi. Hayvanlar dünyasına dair, akla gelmeyecek şeyler öğrendim onun sayesinde. Mesela okçu balığının havada uçan böcekleri önce diliyle ok gibi avlayıp, sonra ağzına düşürüp afiyetle yediğini… Onların dünyasının düz ve doğrudan olduğunu, çocukların dürüst, mert ve açık olduğunu da Ali Ateş’den öğrendim. Boğazımda bir yumrukla dolaşmayı öğrendim en çok anne olduktan sonra, bir de bitmek bilmez bir vicdan azabının yakamı hiç bırakmayacağını. Kafama gelen toplara, bangır bangır bağıran çizgi film sesine rağmen senaryo yazmayı ise hâlâ öğrenmeye çalışıyorum. T Anneliğin kutsallığı meselesine gelince; bana pek öyle gelmedi. Yani bir çocuğum olduğu için kutsanmış hissetmedim kendimi. Dünyadaki milyonlarca kadın gibi ben de anne olmuştum, işte o kadar. Doğumdan bir süre sonra işime, gücüme, hayatıma döndüm. Tek fark vardı, artık evde bir Bir süre sonra iş saatlerinin yoğunluğu, dengesizliği, yönetmenin sette, montajda, stüdyoda, her yerde olma zorunluluğu, annelik mesaisinin sonsuzluğu, ev kadınlığının bitmez temposu bana biyonik bir kadın olmadığımı hatırlattı. Her şeye yetişmeye çalışırken hiçbir şeye hakkınca yetişemediğimi fark edince dizi çekmemeye karar verdim. Beş yıl sadece Ali Ateş’le ilgilendim. Çok keyifli, verimli bir dönemdi Andiyan Lutfi Alejondro Chaskielberg C MY B C MY B bebek bekliyordu. Ben hayatımı çocuğa göre değil, çocuğu hayatıma göre şekillendirdim. Evde oturup çocuğuma bakmam yönünde babası dahil kimse telkinde bulunmadı. Zaman zaman ondan ayrı kaldığım için duygusal zorluklar tabii ki yaşadım, ama işimi yapmak beni mutlu ediyordu. Yani beni mutlu bir anne yapıyordu. Gerisi de boştu. benim için; gezdik, yedik, içtik, öğrendik, dans ettik, büyüdük oğlumla... Şimdi süresi daha kısa olan bir dizi çekmeye başladım. Yapımcıya sunduğum tek koşul “Oğluma ayrılacak zaman” oldu. O da bunu kabul etti. Şu anda hem sevdiği işi heyecanla yapan, hem de oğluyla olabilen şanslı annelerdenim... G nnelik çok geniş bir kavram. Çünkü her kadının kendi kadınlığıyla, yaşadığı çevreyle, çocukluğuyla, kendi anne babasıyla kurduğu ilişkiyle çok iç içe. Hamilelik çatışmaların en çok canlandığı dönemdir; kaygıları, korkuları, hazırda bekleyen suçlulukları harekete geçirir… Annenin iç dünyasında çocuğa kendini adapte etme ritmi varsa daha rahat geçiyor süreç. Bu anne, çocuğun özerkleşmesine, büyümesine, kendisinden ayrılmasına da izin veriyor. Eğer kendi korkularını, kaygılarını yaşıyorsa, kendi özgürleşme sürecinde sorun varsa, bu çocuğa da yansıyor. Ancak anneyi birey olarak ele alıp, ataerkillikten, sistemden kopuk düşünmek yanlış. Kadının geçmişinden, travmalarından, toplumun travmalarından, toplumun kadına verdiği değerden bağımsız değil annelik. Çocuğun her türlü bakımından, ahlaki gelişiminden tek sorumlu olarak kadını gösterirseniz kadını büyük bir baskının, çatışmanın içine sokarsınız. Bu ne anne, ne çocuk, ne aile, ne de toplum için sağlıklıdır. Çocuğun sorumluluğunun paylaşılması çok önemli; sosyal destekler, yeterli doğum izni, emzirme süresi, eşin orada olması, kadının kendine ayıracağı zamanın olması, kreşlerle toplumsal yaşamdan kopmaması... Anne ve çocuk sağlığına yönelik devlet politikası gerekiyor. Kadın sadece fizyolojik değil, psikolojik olarak da anneliğe hazırlanmalı. Bu kadının yalnızlaştırılmasını, kapatılmasını engelleyecektir. Kadın dünyayla alışverişteyse çocuğuyla ilişkisinde de yeterlilik hisseder. Geleneksel rol modellerinde kalmış kadınlar bu tür şeyleri çok düşünmüyor, bunu bir kadınlık kaderi olarak görüyor. Ancak bu onların sorun yaşamadıkları anlamına gelmiyor. Çoğu psikosomatik sorunlar yaşıyor. Çaresizlik, bu çocukla ne yapacağını, çocuğa ne vereceğini bilememek, onu dünyaya getirdiği için suçluluk hissetmek, çocuğa büyük öfke duymak, işgal edildiğini hissetmek... Bazı kadınlarda da takıntılar oluşuyor; çocuğa zarar verme korkusu, mikrop bulaştırmak, aşırı güvenlik kaygısı... Bunlara “yeteri” kadar iyi olamamak kaygısı neden oluyor. Psikoz gibi ağır bir durumda, kadın kendini de, çocuğunu da öldürebiliyor. Hani, “cani anne” diye yazıyor ya gazeteler, onun nedeni psikoz, o kadınların gerçekle bağı kopuyor... Diğer yandan, okumuş, kariyer yapmış, beyaz yakalı anneler de sıkışmışlık içinde. Kadın işten geliyor, adam gazetesini okurken o yemeği yapıyor, çocukla ilgileniyor. Oradaki erkekle muhafazakâr erkek arasında oy verdikleri parti dışında bir fark yok. Toplum kadını ikiye ayırıyor; hiçbir cinselliği olmayan kutsal anne ve bir türlü kadın demeyi başaramayıp, “hanım”, “bayan” gibi kelimelerle tarif edilen kişi. Kadın, aslında sadece çocuğu için aseksüel olmalı, ancak kadın cinselliğinin, arzularının bastırıldığı bir kuşatma altında. Birçok erkek karısı hamile kalınca cinsel ilgisini kaybediyor. Karısını bir anne olarak algılıyor, kendi çocukluğu, annesiyle özdeşleştiriyor. Herkes eşini seçerken, annesinibabasını biraz arar, ancak bu doğumdan sonra çok artıyor ve cinsel ilişkiye girildiğinde suçluluk duygusu yaşanabiliyor. Cinsel isteksizlikte şişirilmiş estetik kalıpların da etkisi var. Ataerkil öğreti iki tarafta da bazı algıları harekete geçiriyor. Bazı kadınlar hamile olduklarını öğrendikleri anda cinselliğe hayır, diyor. Sanki cinsellik sadece çocuk yapmak için gerekliymiş gibi. Çocuğunu emzirdiği memesini kocasına dokundurmak istemiyor. Sevişirken süt gelebiliyor. Eğer ilişkide başka çatışmalar yoksa, bunlar bir süre sonra halloluyor, ancak varsa ilişki daha da bozuluyor. “Yeterli anne” diye bir şey yok aslında. dealize bir annenin peşinden koşmamalı. Çünkü peşinden koştuğunuzda elinizdekinin değerini göremiyorsunuz. Simone de Beauvoir’un bir sözü vardır; “Kadın doğulmaz, olunur”. Kadın olmak bir sürü süreçten geçmeyi, düşünmeyi getiriyor. Eğer bunu başarmışsanız, anneliği de sorunsuz yaşıyorsunuz. Ancak bunla ilgili sorunlarız varsa onları çocuğunuza da aktarırsınız, bu kuşaktan kuşağa gider. G