Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Santrayla üçlü çeken kadınlar Carly Lyes, Duygu Hatipoğlu ve Senem Gülkar birçok ortak özelliği olan üç kadın. Hepsi yirmili yaşlarında, hepsi futbolsever ve hepsi tuttukları takımları delicesine seviyorlar. Hikâyeleri birbirlerinden farklı ama hepsinde meşin yuvarlak önemli rol oynuyor. utbola hem oynayanlar, hem yönetenler, hem bu işe kafa yoranlar hem de izleyenler açısından baktığımızda erkek egemen bir kitleden rahatlıkla söz edebiliriz. Peki, kadınlar bu işin neresinde yer alır? Dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü kadın futbolcusu kimdir diye sorulsa çoğu futbolsever kolay cevap veremez. Kadınların bir futbol kurumunda görev alması da pek görülmüş şey değildir. Kadın spikerler, yorumcular son yıllarda artan bir eğilim ama henüz kayda değer bir denge sağlayabildiklerini söylemek zor. Ya taraftarlar? Futbolsever kadınlar denilince akla ilk gelen maçlarda kameralara yansıyan, bazen erkek arkadaşlarıyla romantik anlar yaşayan kadınlar oluyor. Ancak statta geçirdiği süre içinde romantizmi pek umursamayanlar da var. Bu yazı da onların hikâyesi. Onlar gerçekten taraftar ve statta duygularını depreştiren takımlarının attığı ya da yediği goller. F ONLAR ÇOK ŞEY KAÇIRIYOR Roma’da, evinden kilometrelerce uzakta polis coplarına maruz kalmak, bir sene sonra bu kez Napoli’de dilini bile bilmediği insanlarla birlikte içmek, şarkı söylemek; Bunlar Carly Lyes’ın futbol tarafından şekillendirilen hayatından satır başları. Bir yıldır, doğup büyüdüğü Manchester’dan, iyi günde kötü günde İngiltere’nin ve Avrupa’nın her yerinde takip ettiği Manchester United’dan uzak. En çok da United’ı özlüyor. Napoli takımını desteklemek biraz olsun bu özlemini gideriyor, ama hiçbir zaman aynı şey değil. United, uğrunda birçok şeyi göze aldığı takım. AS Roma ile birkaç yıl önce oynanan maçta da takım desteklemenin ne kadar ağır bedelleri olabileceğini gördü. Maç öncesinde başlayan olaylar, stat içine yansıyınca, sakinliği ve adaletiyle tanınmayan İtalyan polisi de copları çekip tribüne dalınca... Roma Olimpiyat Stadı’nda yaşadıkları hakkında çok da fazla konuşmak istemiyor. İngiltere’deki futbol atmosferi ise büyük farklar içeriyor. Lyes da 1989’daki Hillsborough faciasından sonra United maçlarına gitmeye başlamış, bu yüzden 80’lerin sonuna kadar dünya çapında birçok taraftara ilham kaynağı olan “teras kültürünü” yaşayamamış. “Benim gibi gerçekten ayakta maç izlenen tribünlerde yer almamış kişiler için zordu. Ancak biz de kendi taraftarlık tarihimizi yazıyoruz.” Kadın ya da erkek fark etmez; Gerçek bir taraftar için en büyük zorluklardan biri hayatı maç saatlerine uyarlamaktır. Lyes da bu yüzden geçici işleri tercih ediyor. Yine de zor; birçok defa maç saatinde izin istediği ya da önemli maçlardan sonra çok içtiği için işinden kovulmuş. Ancak kovulmalarının en ilginci Roma’da yaşadığı olaydan sonra televizyonlara röportaj verdiği gerekçesiyle olmuş. Çalıştığı en iyi iş ise Old Trafford’un karşısındaki bir otelde garsonluk yapmasıymış. Çünkü tutkunu olduğu takımdaki birçok oyuncuyla tanışma şansı yakalamış. Hatta George Best’le bile; ancak işler pek iyi gitmemiş. “Ona çok fazla şey söylemek istiyordum, ama o kadar heyecanlandım ki; sadece ’kahve alır mısınız’ diyebildim. Sanırım en büyük idollerinizden birine söyleyebileceğiniz en iyi şey değil.” Bu tip sorunlarla karşılarına çıktığında insanların, tüm futbol tutkunları gibi kendisine de biraz garip baktıklarını kabul ediyor ve ekliyor, “Büyük ihtimalle haklılar.” Carly Lyes’in bu tutkusu tahmin edebileceğiniz gibi kız arkadaşları arasında pek paylaşılan bir şey değil. Onlar da zaten Carly’nin deli olduğunu düşünüyormuş. Özellikle daha gençken bunu fazlasıyla garip karşılıyorlarmış. Yine de Carly kızların yaptığı olağan şeylerdense tutkusunun peşinden, belki başka şekilde hiçbir şekilde bir araya gelemeyeceği tiplerle birlikte oradan oraya seyahat etmeyi tercih ediyor. Genç kızlığa dair bir şey kaçırdığını düşünmüyor. Tam aksine hemcinsleri taraftar olmayarak çok şey kaçırıyor. “Bir sürü farklı yere gittim, farklı insanlarla tanıştım, taraftar olmayanların hayal bile edemeyeceği şeyler yaptım. Arkadaşlarım erkeklere karşı bir şeyler hissetmeye başladığı yaşlarda ben Nou Camp’ın tribünlerinde 80 bin kişiyle birlikte takımımın Avrupa Şampiyonu oluşunu izliyordum ve onların hiçbir zaman tadamayacakları duyguları yaşıyordum.” Deniz Ülkütekin Duygu Hatipoğlu. Senem Gülkar. Fotoğraf: Vedat Arık Duygu Hatipoğlu’nun hikâyesi Carly Lyes’inkinden biraz farklı. Çocukluğundan beri bir futbolsever olmasına karşın stada gitmesi ve Ankaragücü taraftarı olması 2004 yılına rastlıyor. İlk defa Sarı Lacivertli takımın gayri resmi tarihini anlatan “Bastır Ankaragücü” isimli kitabı birlikte yazdığı Berkay Aydın’la birlikte 19 Mayıs Stadı’na gitmiş. O günü “Çok heyecanlı olduğumu hatırlıyorum, benim için yeni bir şeydi. Gittiğim ilk maçtan sonra Ankaragüçlü oldum diyebilirim. Beni en çok etkileyen taraftarın coşkusuydu” sözleriyle hatırlıyor. Ancak devamı pek kolay gelmemiş. Ancak Türkiye’de kadın olmak zor deyip yerinde durmanın işin kolayı olduğunu bilen Hatipoğlu maçlara gitmeye devam etmiş. Düşünülenin aksine somut bir kötü olayla karşılaşmamış ama tabii ki belli sıkıntıları var. Riski yüksek birçok deplasman maçına gidememekten yakınıyor. Ankaragücü tribünleri de kelimenin her anlamıyla zor tribünler. Hiçbir zaman bilet kuyruğunda beklemek zorunda kalmamış, çünkü istisnasız herkes kendisine yerini vermiş. Her ne kadar kötü niyetli olmadığını bilse de Hatipoğlu bu kibarlığı ataerkil zihniyetin statlardaki uzantısı olarak görüyor. Ancak yaşananlar bir şeylerin değişmesine sebep olmuş. “Maça gidip geldikçe hem alışkanlıklar değişiyor, hem de insanlar farklı düşünmeye başlıyor. 2007’de oynanan bir maçtan sonra birçok taraftar ceza almıştı, ben de bir avukat olarak itiraz ettim, cezaların çoğu kalktı. Onlarla aynı şeyleri yaşayan bir kadın, avukatlıklarını yapıyordu. Bu olay hem tribün kültürü, hem hak arama bilinci hem de kadınlara bakış açısından birçok şeyi değiştirdi.” Kendi arkadaş çevresinin bakış açısı ise kolay değişmemiş. Hatipoğlu “futbol taraftarı olmanın erkeklik veya kadınlıkla ne alakası var?” diye soruyor. “Yani erkekler sever de kadınlar sevemez mi?” Kadınların tepkisi de erkeklerinkinden pek farklı olmamış. Bir garipseme ve ardından “ne işin var senin orada” serzenişleri. Duygu Hatipoğlu’na göre ise kadınlar kendilerine buyur edilen alanlarla yetinmek zorunda değiller. Şu sıralar 19 Mayıs’ta Maraton tribününde yer alan “Sokak” grubuyla birlikte maçları izliyor. Tribünlerin geneli aksine grup içinde aktif kadınların sayısı da hızla artıyor. Ankaragücü’nü tutmasının en önemli sebebi olarak yaşadığı kentin takımı olmasını gösteriyor. İnsanların hiç yaşamadıkları, emek vermedikleri bir kentin takımını tutmasını ise anlamsız buluyor. “Çok futbolsever bir halk olduğumuz söyleniyor. Ancak bu sevgi genelde başarı kriterleri üzerinden ilerliyor. Bu yüzden de yerel takımlar desteklenmiyor. Sonucunda da kimliksiz bir taraftarlık ortaya çıkıyor. Ankaragücü benim için aynı zamanda dostluk ve arkadaşlık demek. Hayatta her şeyi başarıya endekslerseniz birçok ayrıntıyı pas geçersiniz” diyor. KAPALIYA YÜRÜMEK Senem Gülkar’ın Beşiktaş aşkı tam da Duygu Hatipoğlu’nun bitirdiği yerde, İstanbul’dan kilometrelerce uzakta başlıyor. Ailesiyle İzmir’de oturduğu yıllarda; bir gün babası ve abisi KarşıyakaBeşiktaş maçına gitmek için hazırlanırken tutturuyor; ”ben de gelicem”. Babası kabul ediyor ama bir şartla “sen de Beşiktaşlı olursan”. O gün bugündür Beşiktaşlı. Ancak İstanbul’a yerleşip, İnönü Stadı’nın müdavimleri arasında yer almak için üniversite yıllarını beklemiş. Tuttuğu takımdan ayrı olmak, senede bir ya da birkaç kez kente gelmesini beklemek farklı bir durum. Yerel takım tutma konusunu açtığımda “O kutsal bir şeydir o yüzden bir şey diyemem. Belki o insan hiç maçına gitmemiştir. Ancak takımını delicesine takip ediyordur, bilemeyiz” diyor. Babası Beşiktaş’ın gelişi yaklaştığında para biriktirmesini ve biletini kendi almasını söylemiş. Çünkü istediği bir şeye ulaşmak için çaba göstermesi gerekiyormuş. Babasının sözleri Senem için futbolla hayat arasında kurulan bağlantılardan sadece bir tanesi. İnönü’de boğaz manzarası eşliğinde maç izlemenin güzelliği elbette başka, ama keyfi ve farkı sırf bununla sınırlı değil. “Yolda giderken sevindirici bir haber alsanız, gidip tanımadığınız birine sarılmazsınız değil mi?” diyor. Oysa, atılan herhangi bir golden sonra statta yaşanan aynen bu. Daha ilginci, şampiyonluğun kaçtığı bir maçın son anlarında boğazınız düğümlenmişken, birkaç sıra yukarıdan edilen yaratıcı bir küfür sonrası sinir boşalması yaşayıp kahkaha krizine girmeniz hayatın her alanında yaşayabileceğiniz bir tecrübe değil. İşte Senem tüm bu tecrübeleri futbol sayesinde yaşamış. Peki, daha ilginci var mı? “Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 43 yendiğimiz maça biletim vardı. Ancak tribün liderleri karar verdi. Büyük olay çıkma ihtimali var, kadınlar götürülmeyecek. Bütün kızlar ağlıyor, ‘Kadıköy’e gidemiyoruz’ diye. Maçı Çarşı’da beraber izledik. Kazandığımızda hepimiz sarmaş dolaş olduk. Gidenler akşam son vapurla Kadıköy’den döndüler. Biz de iskelede onları bekliyorduk, savaştan dönen erkeğini bekleyen kadınlar gibiydik. İndiklerinde hepimiz birbirimize sarıldık, birçoğumuz bu kez sevinçten ağlıyordu.” G Carly Lyes. Aslında Manchester’da hemcinsleri açısından o kadar da yalnız sayılmaz. Çünkü İngiltere’de tıpkı Carly gibi kadınların deplasmanlara gitmesi, içki içip tezahürat yapması alışıldık bir şey. Ancak İtalya için aynı durum söz konusu değil. Farklı bir deneyim yaşamak için altı aylığına gittiği Napoli’de bir yıldan fazladır yaşıyor. “Napoli kalbimi çaldı” diyor. Kent güzel de peki stattan içeri girdiğinizde neler oluyor? Dediğine göre Napoli’yi destekleyen “Ultras” grupları arasında neredeyse hiç kadın yok. Ancak kendini hiçbir zaman farklı ya da dışlanmış hissetmemiş. “Ultras” demişken İngiltere’de ve diğer ülkelerde İtalyan taraftarlar hakkında tamamen bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünüyor ve “Napoli’de San Paulo Stadı’nda ‘Curva A’ grubuyla birlikte maça gitmek şu ana kadar yaşadığım en çılgınca tecrübeydi” diyor. Oysa İngiltere’de yıllardır holigan olarak adlandırılan taraftarlara uygulanan baskının benzeri son yıllarda İtalya’da da yaşanmaya başladı. Carly’e göre İtalya’daki durum İngiltere’dekinden biraz farklı. “Burada stat içinde güvenlik güçleri ya da polis tarafından uygulanan büyük bir baskı yok. Asıl baskı ultraların gücünden korkan hükümet tarafından geliyor” diyor. Carly’nin tüm bu birikimi ve şu anda işsiz olması sebebiyle yeterince boş zamanının olması, “Terrace Bint” isimli fanzini çıkarmasına vesile olmuş. Terrace Bint onlarca yıllık geçmişi olan futbol fanzinleri içinde bir kadının çıkardığı ve onun bakış açısını taşıyan ilk örnek olma özelliğini taşıyor. C M Y B C MY B