25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 ARALIK 2009 / SAYI 1237 9 İlk albümü “Hayata Dokun”u çıkaran Temas, müziği bir para kazanma aracı olarak görmüyor. Gündüzleri para kazanmak için takım elbiselerle işlerinde, geceleriyse onlar için hayatı çekilir kılan tek şey olan müzikle uğraşabilmek için stüdyodalar... Müzikle hayata dokunuyoruz ŞİRİN GÜVEN emas müzik dünyasına adımını ilk albümü “Hayata Dokun” ile attı. Onlara göre hayatı çekilir kılan tek şey “müzik”, ancak müzik yaparak para kazanamayacaklarının farkındalar. Hatta çok sevdikleri müzikle uğraşabilmek için başka bir yerden para kazanmalarının gerekliliğinin de... Bu yüzden gündüz takım elbiselerle kendi işlerinde, gece ise gitarlarıyla stüdyodalar. Onlarınki bir nevi Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın öyküsü... Amaçları yaptıkları müzikle insanların hayatlarına dokunmak, onların duygularına tercüman olmak. Çünkü her şeyin sanal yaşandığı hayatlarda duyguların bile sanal yollardan dile getirilmesinden, dokunmanın git gide unutulmasından şikâyetçiler. Ve tüm bunları unutturmamaya kararlılar... Grubunuzun adını Temas, albümünüzünkini ise “Hayata Dokun” koymaya nasıl karar verdiniz? Savaş: Herkes bilir gruba ad koymak beste yapmaktan çok daha zor bir iştir. Bir gün gruba isim ararken Murat, “Temas” ismi ile geldi. Bu fikri hemen sevdik. Daha sonra Temas’ın aynı zamanda grup üyelerinin başharflerinden oluştuğunu görünce bunun bize şans getireceğine inanarak grup ismine daha çok bağlandık. Albüm ismi de Temas isminden etkilenerek oluştu. Altuğ: “Hayata Dokun” aynı zamanda myspace sitesine koyduğumuz bir mottoydu. Zamanla bunu dinleyiciler de beğenip farklı internet sitesinde çıkacak albüm ismi olarak kullanılınca bu ismi albüme uygun gördük. Ayrıca müziğimizle dinleyicilerimizin hayatına dokunmak onların duygularına tercüman olma isteğimizi de anlatıyor albümün ismi. Günümüzde her şeyin sanal yaşandığı hayatımızda duygularımızı bile sanal yollardan dile getiriyoruz, dokunmak gitgide unuttuğumuz bir duyumuz oldu. Bu yüzden “Hayata Dokun” ismini verdik. Türk rock müziğine aranılan taze kanı getireceğimize inanıyoruz diyorsunuz. Neyiniz yeni ve farklı sizce? Engin: Müziği bir para kazanma amacı olarak görmüyoruz, sadece sevdiğimiz için yapıyoruz. Zaten eski zamanlardan farklı olarak para kazanmak için müzik yapmak değil, müzik yapmak için para kazanmak zorundasınız. Gündüz Pink Martini yeni albümünde yine çokkültürlü T Müzik arkeologları hız kesmiyor ALİ DENİZ USLU ink Martini’nin İstanbul’da ve Türkiye’de ciddi bir hayran kitlesi var. Onlar kendilerini müzik arkeologları olarak tanımlıyor. Müzikleri huzurlu ve melankolik. Piyanist Thomas M. Lauderdale tarafından sivil toplum örgütlerinin gösterilerine destek vermek için 1994’te Portland Oregon’da kurulan grubun derdi, unutulan hikâyeleri canlandırmak. Çünkü onlar geçmişin daha saf ve temiz olduğunu düşünüyor. Müziklerini geçmişte arasalar da elbette günden kopuk değiller. Dünya dertlerine tepkilerini gösteriyorlar. Amerikan dış politikalarına eleştirileri sert. Bir önceki albümlerinde, Ortadoğu efsanesi Abdül Hamid Hafız’ın “Bukra wba’doyarın ve sonraki gün” şarkısını söyleyerek, yanlış politikaları ve düşmanlıkları reddediyorlardı. Pink Martini kalabalık bir ekip. Sahnede bir tiyatro ruhu ile performans sergiliyor. Müzisyenler şarkıların öykülerini paylaşmayı da seviyor. Tiyatral anlatımlarının sırrı da burada. Pek çok dilde şarkılar söylüyorlar; Fransızca, İtalyanca, Japonca, Hırvatça, İspanyolca... Farklı dillerin benzer öykülerini ve duygularını bulup çıkarıyorlar. Evet, Amerikalı bir grup Pink Martini ama olabildikleri kadar dünyalılar. P takım elbiseler ile kendi işlerimizde, gece ise gitarlarımızla stüdyodayız. Bir nevi Dr. Jekyll ve Mr. Hyde öyküsü gibi. Ancak bizce bu hayatı çekilir kılan tek şey müziği paylaşmak. Tek bir şarkımız bile dinleyicilerimizin hayatına dokunup duygularına tercüman olmuşsa misyonumuzu tamamlamışız demektir. Şarkılarımızın gücüne inanmamız ve samimi olmamızın bizi farklı bir yere getireceğine inanıyoruz. FARKLI HİKÂYELER Grubunuzun da İstanbul gibi kozmopolit bir yapısı varmış... Bunu açabilir misiniz? Tolga: İstanbul bizim en büyük ilham kaynağımız. Bazen bir köşeyi dönünce bir darbuka sesi duyup neşeleniyor, bir minibüste çalan arabesk müzikle hüzünleniyor veya Beyoğlu’nda yürürken nerden çıktığı belli olmayan bir caz solosu ile farklı yerlere gidebiliyorsunuz. Grubumuzdaki herkesin farklı müzikal zevki ve geçmişi var. Ancak biz bunu bir çatışmaya dönüştürmek yerine bu farklı tarzları aynı potada eritmeye özen gösteriyoruz. Yüzyıllarca farklı kültürde insanın beraber yaşadığı ve sentez yarattığı İstanbul gibi... Şarkılarınızda kendi tarzını yansıtmaktan taviz vermiyorsunuz... Murat: Tarz olarak müziğimize bir ad koymak gibi bir kaygımız olmadı hiç, bir kalıba girmek zorunda olduğumuzu düşünmedik. Şarkılarımızda “alternatif rock”tan “reggea”ye, “pop”tan “hardcore”a kadar farklı sesler ve öğeler kullanmaya çalıştık. Tarzımıza dinleyicilerin karar vermesini tercih ederiz. Ancak tüm şarkılarımızın akılda kalıcı ve sade olmasına dikkat ettik diyebilirim. Sadelikteki güzelliğe ve şarkılarımızın gücüne inanıyoruz. Albümü kimseden yardım almadan kendimiz yaptığımız için şarkıları oluştururken ticari bir baskıyla karşılaşmadık. Dolayısıyla tüm şarkılar içimizden geldiği gibi oldu. Şarkılarınız ne anlatıyor? Parçalarınızla ne anlatmayı hedefliyorsunuz? Altuğ: Bizi etkileyen ve bir anlamda hayatımıza dokunan hususları şarkılarımıza konu yapıyor, bu şarkılarla dinleyicilerimizin hayatına dokunmak istiyoruz. Albümdeki tüm şarkıların farklı hikâyeleri var. Mesela “Düşler, Gülüşler, Sözcükler” şarkımızda bir erkeğin gözünden toplumda yalnızlaştırılmış, mutsuz bir kadını anlatıyoruz. “İnsanlar” şarkımızda ise Yalova depreminden sonra psikolojisi bozulmuş, yerinden yurdundan olmuş ve sevdiklerini kaybetmiş insanları anlatıyoruz. “Yalnızsın”da da, bu toplumun sosyal yarası olan ve yok sayılan sokak çocuklarına değiniyoruz. Klibini çektiğimiz “Uyan Dostum” şarkısı da bağımlılık ve intihar eğiliminin yıkıma sürüklediği insanlara bir sesleniş. G Dedik ya Pink Martini sıkça Türkiye’ye geliyor. Bu yıl olmazsa önümüzdeki yıl onları seyretmeniz kaçınılmaz. Gerçekten de çok izlenebilir ve keyifli bir ekip Pink Martini. Şimdi ise yeni albümleri “Splendor in the Grass” yayımlandı. CD+DVD olarak yayımlanan “Limited Edition”; yeni albümle birlikte grubun Oregon konserini de içeriyor. “Splendor in the Grass” grubun dördüncü albümü. Dokuz yeni parça ve unutulmaz dört uyarlama var bu çalışmada. Elbette grup yeni albümünde de farklı diller ve kültürden beslenmiş. İtalyan pop’undan, Meksika ranchera’sına, Amerikan klasiklerinden, Napoliten’e kadar her şey var. Yani yine müzikal bir dünya turu vaat ediyorlar. Bu albümün özel şarkılarından biri ve belki de en özeli Meksika’nın efsane isimlerinden Frida Kahlo’ya aşkıyla tanınan Chavela Vargas ile kaydedilen, Vargas ile Agustin Lara’nın klasiği “Piensa En Mi.” Diğer şaşırtıcı parçalardan öne çıkanlar ise; grubun müziğine ruhunu veren vokalist China Forbes yeni albümde, Joe Raposo’nun Sing’ini farklı dillerde seslendirmiş. Ayrıca Dandy Warhols gitaristi Courtney Taylor da bu albümde. Onu yetmişli yıllardan hatırlamak mümkün, hatta hatırlamamak mümkün değil. Uzun sözün kısasa Pink Martini yine bildiğiniz gibi melankolik, sıcak ve huzurlu. Elbette dünyaya karşı da söyleyecekleri var. G PAZARIN PENCERESİNDEN Genetiği mıncıklanmışlar SELÇUK EREZ enetiği ile oynanmış (GDO) tohumların ülkemize yavaş yavaş aktarıldığını fark ettik. Şimdi de bunun bize çok eskiden yutturulduğunu anlıyoruz. 19 yy’da Macar folklorbilimci Kunos’un, Türkiye’de dolaşırken bulduğu bir halk şarkısı o zamanlarda bile alışılmıştan farklı bitkiler oluşturan tohumların kullanılmakta olduğunu yansıtmaktaydı: Arpa ektim darı çıktı... Şinanay! Bu şarkı, aynı zamanda halkımızın olumsuzluklara daima etkin tepkiler G C M Y B C MY B gösteremediğini, sadece “Şinanay” demekle yetindiğini de gösterir. Başka ipuçları da var: Eski bir halk tekerlemesi, “Sümüklüböcek, suya düşecek, adam olacak / Seni dövecek” der. Bugüne dek sümüklüböceğin hangi sıvıya batırıldığında genlerinin allak bullak olup onu bir insana dönüştürdüğünü düşünmemiştik. Bugün aramızda kuşkusuz etnik kökeni sümüklüböcek olan çok kimse dolaşmaktadır. Suya düşüp adam olan sümüklüböceğin genetik dönüşümden sonra ilk işi “birini dövmek” olduğuna göre bunları daha çok karılarının ağzını burnunu dağıtanlar ve hak arayan sendika ve meslek kuruluşu yürüyüşlerine katılanları sopalayanlar arasında aramalıyız. Çocukken okuduğumuz “Fasulye ağacına tırmanan çocuk” da aslında bir GDO öyküsüdür: Tarımın canına okuyan politikalar sonucu aç kalan bir köylü, çocuğu Hasan’a, “Al şu ineği pazara götür sat da biraz tohum alalım!” der. Pazarda biri, ona, “Bunu satıp tohum mu alacaksın? Ben sana para yerine bol tohum vereyim... Kârlı çık!” der. Hasan’ın para yerine fasulye taneleri getirdiğini gören babası çok kızar, oğlunu döver, fasulye tanelerini pencereden fırlatır atar. Bunlar, GDO fasulyelerdir. Sabah bunlardan çıkan fasulye ağacının bulutlara vardığı görülür. Hasan bu ağaca tırmanmaya başlar. Az gider, uz gider karşısına tuhaf bir bina önünde çömelmiş acayip bir Mahluk çıkar. Orasını YÖK sanır ve “Beni de okulunuza alır mısınız?” diye sorar. Mahluk, “Senin katsayın nedir ki alayım?” diye yanıtlar. Hasan, “Fasulye dallarına basa basa tam iki yüz kat çıktım da geldim” deyince Mahluk, “Ne imamsın ne hatip; bana yaramazsın!” diye onu kovalamaya başlar. Mahluk, aslında genetiğiyle oynanarak elde edilmiş bu ağacın ucundan çıkmış bir zararlıdır. Hasan, kaçarken genetiği mıncıklanmış nesnelerin doğayla ve anayasayla çelişen sonuçlar verdiğini ve burası daha önemlidir bunlardan kurtulmak için “Şinanay!” demek yerine, doğru dürüst tepki göstermenin şart olduğunu anlar ve anasına “Nerede bizim balta?” diye sorar... Hasan eninde sonunda bu tuhaf ağaçtan da Mahluktan da kurtulacaktır. G erezs@superonline.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear