Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 OCAK 2009 / SAYI 1189 İşte gerçek aydın! Adnan Binyazar ürkiye’yi parçalama planları yapan emperyalistler; onların, halkları birbirine düşüren “aydın” kılıklı işbirlikçileri her dönemde Anadolu topraklarının düşmanı olmuştur. Halklar arasında çatışmalar doğabilir. Gerçek “aydın”, onları kışkırtmaz, sorunların onarımcısı olur. Avrupa ne kanlı çatışmalar yaşadı! Hiçbirinin üstüne sünger çekilmemiş, aydınlanma çağı, geçmişi doğru yorumlayıp onu tarihin malı kılmayı bilmiştir. Şu gerçeği artık ilkokul çocukları bile biliyor: Ermeni ya da Türk, ortada öldürmeöldürülme varsa, bundan iki taraf da sorumludur. Bu, halkları kışkırtmakla değil; tarihin dediğiyle, sağduyu ile, insanlık sevgisiyle çözülür. Özür imzaları kışkırtıcılıktır; ancak düşmanlığı körükler. Sorarlar adama; Irak’ta koca bir uygarlık çökertilip her gün yüzlerce cana kıyılırken, bu “aydınlar” (!), hangi karanlık perdelerin kıvrımlarında gizleniyorlardı?.. Düşmanlık duygularının yerini insanca duygular almadıkça, daha ne uygarlıklar çökertilecek; Ortadoğu’da daha ne canlara kıyılacaktır!.. İnsanlık sevgisi, insana değer vermekle gelişir. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 41 yıl çalıştıktan sonra emekli olan Prof. Dr. Agop Kotogyan’ın öyküsü, aynı topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşayan Türklerle Ermeniler arasında nasıl bir sevgi bağı olduğunun göstergesidir. Agop Anadolu’dan gelip İstanbul’a yerleşen bir ailenin çocuğudur. Yoksulluk içinde büyümüştür. İlkokul çağlarında bir Prof. Dr. Agop Kotogyan. gümüş atölyesinde çalışırken kolunu prese kaptırmış, ondan sonra “Kolsuz Agop” diye nam salmıştır. Yılmamış. Sakat koluna karşın yaz aylarında işportacılık yaparak, ilik makinelerinde çalışarak öğrenimini sürdürmüş, Tıp Fakültesi’ni okul birincisi olarak bitirmiştir. Cilt hastalıkları uzmanı oluyor. Daha sonra, bitirdiği üniversitede profesörlük; Almanya, Fransa, Kanada ve Amerika’dan iş önerileri... Sözü Prof. Dr. Kotogyan’a bırakalım: “Ülkemde sefaletin dibinde yaşadım. Çocukluğumu, kolumu kaybettim, ama yolumu kaybetmedim. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim belledim. Ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. Yurt sevgisi, iyi günde, kötü günde vatanında kalmak demektir. Boş başak dik, dolu başak ise eğiktir; ben hep eğik gezdim. Kibirden nefret ettim, boş başaklar gibi diklenmedim. Her şeyi biliyorum demedim. Burnumun dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım.” Gel de, insan sevgisini sanatının potasında evrenselliğe erdiren Sait Faik’in, “Bir insanı sevmekle başlar her şey” sözünü anımsama!.. Bir kez daha soralım; Türkiye’nin bölünmesine çanak tutan işbirlikçiler mi gerçek aydın, tek koluyla bir emek dinamosu gibi çalışan Agop Kotogyan mı?.. Şimdi de, oğlunun emekliliğini hasta yatağında kutlayan ananın sözlerine kulak verelim: “Ciğerim Agop. Baban da okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun, can parçam! Biz fukaraydık, sana yeterince destek olamadık, ama sen bizim yüzümüzü hiç kara çıkarmadın.” Türk, Kürt, Ermeni... Konuşan, yaşamın bin bir çilesine katlanarak erdemli bir oğul yetiştirmiş Anadolu anasıdır... G binyazar@gmail.com Eski bir filmden kareler.... S antralİstanbul, Almanya’nın 60’lı yıllarını anlatan fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor. Ünlü fotoğrafçılar Erika SulzerKleinemeier ve Michael Ruetz’ün kareleri 15 Şubat’a kadar Santralİstanbul’da sergilenecek. “68 Kuşağı: Almanya” ve “Huzursuz Bahar” adları altında ziyaretçilere kapılarını açan iki fotoğraf sergisi Almanya tarihinde derin izler bırakan 60’ların öğrenci hareketlerini anlatıyor. 1935 doğumlu, iki çocuk annesi Erika SulzerKleinemeier fotoğrafçılığı aslında çocuk yuvalarını belgelemek için öğreniyor, ancak şahit olduğu eylemlere, ev kuşatmalarına ve polisli çatışmalara seyirci kalamıyor. Kısa zamanda basın kuruluşlarının en çok aranan foto muhabirlerinden biri oluyor. Birçok kez polis şiddetine maruz kalmasına rağmen yılmayan SulzerKleinemeier hâlâ tutkuyla serbest fotoğrafçı olarak çalışıyor. Michael Ruetz ise 1940 doğumlu, Almanya’nın en önemli siyasi dergilerinde çalışmış, dünyaca tanınan bir fotoğrafçı ve yazar. O da tıpkı SulzerKleinemeier gibi bu köklü değişim döneminde çektiği fotoğraflarla meşhur olmuş. Ruetz sadece Almanya’da değil, bulunduğu birçok ülkede dönemin olaylarına tanık olarak yaşananları resim kareleriyle günbegün ortaya koymuş. Gelelim sergiye... Sergi, Almanya’nın 68’e geliş süreci hakkında pek çok ipucu veriyor. 60’lı yıllarda Almanya’da ağır bir ekonomik çöküş yaşanıyor. Üretim artarken ani bir krizle hızlı düşüş yaşıyor. Kısa sürede, 600 bin insan işini kaymbediyor, bu sayıya sürekli yenileri ekleniyor. Gençler geleceğe ümitsizlikle bakıp, sisteme baş kaldırıyor. Bu isyanlar sadece Almanya’da yaşanmıyor, dünyanın her yanında değişim rüzgârları esiyor. Süren soğuk savaş da cabası... Küba’daki sosyalistlerin 1959’da hükümeti ele geçirmesi ile 1962’de yaşanan Küba Almanya’nın 68’i Santralİstanbul’da sergileniyor, öğrenci ayaklanmaları, eylemler, polisle çatışmalar ve siyasi gerilimler… Bu bir fotoğraf sergisi, sanatçılar ise o yıllara yakından tanıklık etmiş, döneminin ünlü fotoğrafçıları Erika SulzerKleinemeier ve Michael Ruetz. Erika SulzerKleinemeier’in objektifinden. T Asuman Çetiner Michael Ruetz’in objektifinden. krizi, 1961’de Berlin duvarının inşası kutuplaşmayı kızıştırıyor. Çin’de 1966’da başlayan Kültür Devrimi’nden ve 1965’te ABD’nin Vietnam Savaşı’na katılmasıyla yansıyan vahşet görüntüleri, iyinin ve kötünün ayırt edilebilmesini zorlaştırıyor. Afrika’da sömürgecilik bitiyor. Amerika’daki siyahların eşitliği için savaşan Martin Luther King sayesinde dünya da insan haklarını gündemine alıyor... Bu gelişmelerden etkilenen solcu gençlik dünyaya farklı gözlerle bakıyor, eşit hakları destekliyor, emperyalizm ve savaş karşıtı eylemler düzenliyor. Bu gelişmelere ek olarak Nazi rejiminden kurtulan Almanya’da gençlerin geçmişle hesaplaşmaya girmesi, eskileri sorgulaması, ülkedeki gerilimi de arttırıyor. Nazi rejiminde, kimin, nerede görev aldığına dair bilgi isteyen gençler, henüz yüzleşmeye hazır olmayan bir toplumla karşı karşıya geliyor. Her an patlayabilecek bir kazan misali toplumun değerlerini sorguluyor, geleneksel otorite anlayışını kırmak için tartışma platformları yaratıyorlar. Kadın haklarını savunuyor, toplumun o güne kadar var olan cinsel tabularını zorluyor, eşcinsellik hareketini başlatıyorlar... Kıyameti koparansa Batı Berlin’de 26 yaşındaki üniversite öğrencisi Benno Ohnesorg’un 2 Haziran 1967’de polis tarafından öldürülmesi oluyor. İran şahının Berlin ziyaretini protesto eden eyleme karısıyla katılan Ohnesorg, sivil polislerin birini bir binaya soktuklarını görüyor, adama yardım etmek için koşuyor. Binanın arka bahçesine geldiğinde, başkomiser elleri havada olan Ohnesorg’a ateş ediyor. Bu cinayet, öğrenciler için bardağı taşıran son damla oluyor. Giderek radikalleşen protestolar ülkeyi birbirine katıyor, dönemin gençleri ise 68 kuşağı olarak Almanların belleklerine yerleşiyor. Santralistanbul’daki sergiler, ziyaretçileri işte bu gençliğin tarihinde bir yolculuğa çıkarıyor. G Obama ne yapacak? Zülal Kalkandelen H arvard International Review dergisinin internet baskısında, kısa bir süre önce Dr. Steven Kull imzalı bir makale yayımlandı. Makalenin başlığı ilginç: “Obama, Amerika’nın Ortadoğu’daki İmajını Düzeltebilir mi?” Steven Kull, Maryland Üniversitesi Uluslararası Politika Davranışları Programı’nın (PIPA) direktörü. Yazısı, araştırma verilerine dayandığı için oldukça önemli. Altı çizilmesi gereken noktaları aktarmaya çalışacağım. TemmuzAğustos 2008 döneminde BBC/ GolobeScan/PIPA için 22 ülkede yapılan bir araştırmaya göre, Obama’nın yarattığı heyecan en az Ortadoğu’da hissediliyor. Bu bölgede Obama’ya verilen destek, dünyanın diğer bölgelerine göre düşük. Mısır ve Türkiye’de yüzde 26, Lübnan’da yüzde 39, Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) yüzde 46. “Obama’nın başkanlığı, Amerika’nın dünya ile ilişkilerinde ne gibi etkiler yapar?” sorusuna, “Daha olumlu” şeklinde yanıt verenlerin oranı şöyle: Mısır yüzde 29, Türkiye yüzde 11, Lübnan yüzde 30, BAE yüzde 40. Bu konuda dünya ortalaması yüzde 46; Avrupa ve Afrika’daki oranlar ise, çok daha üst düzeylerde. Araştırma kuruluşu PEW için yapılan bir çalışmada ise, uluslararası ilişkilerde doğru olanı yapacağı konusunda Obama’ya ne kadar güven duyulduğu soruluyor. Sonuçlar şu şekilde: Pakistan ve Türkiye’de yüzde 7, Mısır’da yüzde 23, Ürdün’de yüzde 20, Lübnan’da yüzde 22. Dr. Kull, bu sonuçlar üzerine, “Amerika’nın Ortadoğu ile ilişkilerini değiştirmek için ‘Bush olmamak’ yeterli değilse, ne gerekiyor?” sorusunun yanıtını araştırmış. Aldığı yanıtları değerlendirince de, Ortadoğu halklarının özellikle üç temel konuda Obama yönetiminin ne yapacağına bakacağı ortaya çıkmış. 1. Amerika, bölgede baskın bir askeri güç bulundurmaya devam edecek mi? 2. Amerika, İsrailFilistin çatışmasında tarafsız bir rol üstlenecek mi? 3. Amerika, bölgede demokratikleşmeyi destekleyecek mi? *** Peki, Amerika Obama’nın önerdiği gibi 16 aylık bir sürede Irak’tan askerlerini çekerse, birinci sorudaki endişeler azalır mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü Amerika’nın strateji ve enerji politikalarını bir yana bırakıp, bölgeden tümüyle elini çekeceği hayaline kapılmak için çok saf olmak lazım... İsrailFilistin konusunda Amerika’dan tarafsızlık beklemek içinse, Amerikan politikasını hiç bilmemek gerekir. Amerikan dış politikası, Ortadoğu’da İsrail’in korunup desteklenmesi üzerine kuruludur. Obama da, kampanyası boyunca bu konuda İsrail’e büyük destek verdi. İsrail lobisini arkasına almadan başkan seçilmesi olanaklı da değildi. Amerika, İsrailFilistin barış antlaşmasının sağlanmasına aracılık etme çabalarını sürdürse bile, Gazze’yi yine kana bulayan İsrail’in 1967 sınırlarına geri dönmesini sağlayabilir mi? Gelelim bizi de yakından ilgilendiren üçüncü endişeye... Amerika, Ortadoğu’da demokratikleşmeyi destekler mi? Irak’a kitle imha silahları olduğu yalanını uydurarak girdiler; ama olmadığı ortaya çıkınca Saddam gibi bir diktatörü devirdiklerini, Irak’a demokrasi ihraç edeceklerini söylediler. Edebildiler mi? Hayır. Irak, bugün hâlâ Amerika’nın güdümünde ve işgali altındadır. Amerika’nın bu demokrasi havariliğinin inandırıcı olması için Obama’nın yapması gereken çok şey var. Bakalım Müslüman coğrafyadaki tek laik Cumhuriyet Türkiye’ye ılımlı İslamı dayatmaktan vazgeçecek mi? İşine geldiği için Mısır ve Suudi Arabistan’daki baskıcı rejimleri desteklemeye son verecek mi? Emperyalist politikaları terk edecek mi? Sadece kendi ülkesinin vatandaşları için değil, herkes için barışı, demokrasiyi ve insan haklarını savunabilecek mi? Cheney’in bile övgü yağdırdığı şahinlerle dolu yeni kabinesiyle bunları yapabilecek mi? G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B