23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 OCAK 2009 / SAYI 1189 SÜLEYMAN AKDI Bir jokeyin hayatı Süleyman Akdı artık emekli bir jokey, ama hâlâ pistlerden uzak değil... Fotoğraf: Uğur Demir Hayatını at yarışlarında geçiren, bu dünyaya uzaktan bakan, geçimini jokeylikten, seyislikten sağlayan, at yarışlarıyla ilgilenen herkesin duymuş olabileceği bir isim; Süleyman Akdı. Hâlâ ilk günkü heyecanını korusa da at sahiplerinin artık kendisini tercih etmemesi jokeylik kariyerinin bitmesine sebep oldu. Şimdiki hedefi ise antrenörlük. Süleyman Akdı 35 yıl öncesinde... “Antrenörlükte de jokeylikte olduğu gibi en iyi olmak istiyorum” diyor... kendimiz gideremeyiz, yurtdışından jokeyler gelir. Britanya’dan Philips, Çek Horvath, Macar Şandor dönemin gözde binicileridir. Yine de Davut Bey ilerleyen yıllarda isminin yanına şampiyon unvanını ekler. Süleyman Akdı da henüz yedi yaşındayken babasıyla birlikte antremanlara gitmektedir. Ancak bir gün babasının atlarından biri Süleyman Akdı sırtındayken kontrolden çıkar, tam kaçmak üzereyken zor zaptedilr. “O gün çok korktum ve ağladım” diyor Akdı olayı hatırlayarak. Tam iki yıl ata binemez. Bir gün babası “senden jokey filan olmaz, sen korkaksın” diye oğlunu yoklar. Süleyman Akdı düşünür, taşınır “tamam” der, “getir atı”. küçücük bir çocuğu görünce kimse inanamamış, “bu çocuk nasıl at koşturur” sesleri arasında başlama noktasına yönelmiş. O sırada hipodrom müdürü olan eski Galatasaraylı futbolcu Reha Eken çiçekle yanına gelip “sen şampiyon jokey olacaksın” deyince bir kez daha gözyaşlarını tutamamış. Evet, Akdı şampiyon jokey olacaktır ama hemen değil. İstanbul’da istediği sonuçları elde edemez. Sezon bitince Ankara’ya gider, bu sefer de anne baba özlemi başlar. Başkent’teki ilk yarışında yine Salihlili olan Ekrem Abisiyle çekişir. Abi dediğine bakmayın, yarış dünyasında 12 birincilikle Gazi Koşusu’nu en çok kazanan jokey olan Ekrem Kurt, yani bir başka efsane, onun en esaslı rakibidir. Ankara Hipodromu’nun son düzlüğünde kafa kafaya giderlerken Ekrem Kurt devamlı “hadi hadi” der. Süleyman Akdı, Ekrem Abi’sinin yarışı kendisine bırakacağını sanarak heyecanlanır. İki at aynı anda bitiş çizgisini geçer. Foto finişle kazanan Ekrem Kurt’tur. “Meğerse Ekrem Abi atına hadi diyormuş, stili öyleymiş. Ben de niye kazanmadım diye üzülmüştüm” sözleriyle hatırlıyor o günü. Yarışı kazanamaz ama yükselişi başlamıştır. 1967’de Ekrem Kurt’un ardından en çok yarış kazanan ikinci jokey olur, ertesi yıl ise şampiyon jokey unvanını eline geçirir. Artık yarışseverler yarış listelerinde yer alan bu isme dikkat etmek zorundadır... Kariyerindeki tek eksik olan Gazi Koşusu birinciliğine 1978’de ulaşır. O yılki antrenörü ise duyulduğunda şaşılacak bir isim, spor ve sağlıklı yaşam uzmanı Turgay Renklikurt’tur. Süleyman Akdı “Turgay Hoca gerek telkinleri, gerek fiziki yöntemleriyle beni yarışa o kadar iyi hazırladı ki hiç heyecanlanmadım” diyor. Yine de son 300 metreye kadar Ekrem Kurt’un arkasında kalır, ama Veliefendi’nin son düzlüğünde rakibini geçer, Gazi Koşusu’nu kazanır. Kariyerinde bunun gibi yüzlerce yarış var. 12 bin 800 kez yarış koşmuş ve 4 bin 500’ünü kazanmış bir jokeyden bahsediyorum. Elbette bir jokeyin hayatı at sırtında yarış koşmakla sınırlı değil. Sezon aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Urfa ve Adana arası yolculuklar, beş ayı başka bir kentte geçirmek de bu işin bir parçası. Akdı’nın benzetmesi de ilginç “mevsimlik işçi gibiydik” diyor. Ankara’ya ilk gidişinden sonra uzun süre babasıyla birlikte seyahat etmiş. Ablalarından biri de onlarla birlikte, anneleri ve okuyan kardeşlerini İstanbul’da bırakarak. Sırf yurtiçiyle de sınırlı değil seyahatleri, Avusturalya’da, Japonya’da, Almanya’da da at binmiş, yarışlar kazanmış. Almanya’ya gittiğinde oradaki antrenörler “Bu ancak deveye binmeyi bilir” diyerek dalga geçmişler. Sonra mı? 96 yarışta 22 birincilik. Akdı’yla dalga geçenler her yarıştan sonra gelip özür dilemişler. Yarış dünyası böyle bir şey. Pistler rekabetin son sürat yaşandığı, çoğu zaman tadın kaçıp sertleştiği yerler… Akdı “Hiçbir jokey birbiriyle arkadaş değildir” derken belki de bunu anlatmak istiyor. Yine de en büyük rakibi Halis Karataş’ın jübilesinde kendisine hediye ettiği yüzük çok değerli. Çünkü o yüzük bir saygının ifadesi. G Deniz Ülkütekin mparator lakaplı jokey Süleyman Akdı 24 Aralık’ta yaptığı jübileyle pistlere veda etti. 58 yaşında ve “eğer at sahiplerinden talep gelse hâlâ bırakmazdım” diyebiliyor. Akdı için seveni kadar sevmeyeni de var denilir. Yarış dünyasında mesafeli, sert ve huysuz biri olarak tanınıyor. Birçok yarışsever yarıştan önce ya da sonra seyircilerle girdiği atışmalara şahit. Ancak karşımdaki deyim yerindeyse şeker gibi bir adamdı. Dediğine göre iki yüzü var. İlki yarış dünyasında tanınanı diğer ise benim şahit olduğum, çevresindeki herkese yardıma koşan Süleyman Akdı. Bunun sebebi de aslında büyük paralar dönen âlemde kendini koruma çabası. Elbette tüm jokeyler için olduğu gibi onun için de türlü söylentiler çıktı. Ancak mesafeli tavrı sayesinde bugüne kadar kimse karşısına çıkıp “bu yarışı kaybedeceksin” diyemedi. Süleyman Akdı’nın hikâyesi aslında doğumundan çok önce başlıyor. Afrika’dan köle olarak getirilen kabileler Ege’deki ailelerin yanına dağılır. İçlerinden bir aile de Salihli’de kendisine yer bulur. O, Süleyman Akdı’nın ailesidir, babası Davut Akdı da çok iyi bir binicidir. Bir süre sonra binicilikte çevredeki herkesten daha iyi olduğunu fark eder. Akdı ailesi kölelikten azledilir, Davut Bey de kendini jokey olarak bulur. Cumhuriyet’in ilk yılları ve at yarışları Atatürk’ün dediği gibi modern toplumlar için sosyal bir ihtiyaç. Ancak ihtiyacımızı İ ŞAMPİYON JOKEY... Süleyman Akdı yaşının küçüklüğüne karşın birkaç ay içinde yeteneğiyle hemen dikkat çeker. Ancak henüz 12 yaşındadır, lisans alamaz. Ertesi yıl, bu kez sınava bile girmeden jokeylik sertifikasına sahip olacaktır. Babasının da patronu olan Burhan Karamehmet tarafından ahırda işe alınır. Maaşı 250 liradır. “Duyunca çok sevinmiştim, o sırada ev kiramız 150 liraydı, babamın da içki sorunları vardı ve maddi durumu pek iyi değildi” diyor Süleyman Akdı. Ve beklenen gün gelir, Arap Mehmet’in forması boyuna uydurulur, İzmir’den çizmeci Hikmet ustaya sipariş verilir, terziden külot yaptırılır. “Bu hafta sen çıkacaksın” der Karamehmet. İlk yarışını 7 Nisan 1963’te koşar Akdı. Yarış öncesinde yaşadığı heyecanı daha dün gibi hatırlıyor. Pistte Vicdani zekâ cüretkâr, ama samimi... Ali Deniz Uslu Q, “Intelligence Quotient” anlayabilme, öğrenebilme ve problem çözebilme kabiliyeti olarak tanımlanıyor. IQ, 1900’lerin başında Amerika’da yaratılan bir kavram. Genelde de yapılan testlerle ölçüldüğüne inanılan zekâya göre, sisteme çalışan ikamesi yapılmak için kullanıldı. Yani 180 IQ’lu biri 170 IQ’lu birinin yaptığı işi yapmamalıydı, bunun tam tersi de olmamalıydı. Amaç zekânın atıl kullanılmaması ya da “yetersiz” zekânın fazla zorlanmamasıydı. Sonradan anlaşıldı ki “IQ” ne yönetim kademeleri ne de insani tavırlar açısından yeterliydi. İşte duygusal zekâ EQ da o günlerde gündeme geldi. Yeni bir açılımdı ve zekânın farklı kullanım alanlarını açıklıyordu. Zamanla onu da tükettik. Young Guru Academy’nin kurucusu Sinan Yaman’a göre ise artık yeni bir kavrama ihtiyaç var. Onun adı da “Conscience Quotientvicdani zekâ”. Şimdi onun üstünde çalışıyor. Yaman, “IQ ve EQ işleri yoluna sokmaya, iyi bir şeyler yapmaya yetmiyor. Hep bir şeyler yarım kalıyor. Çünkü etik düşünceden yoksunlar. Şu an bir gerçek var ki yöneticiler, iktidarlar ve herkes insanlıklarını kaybetti” diyor, “Her şey zekâ ile çözülmüyor. Vicdanlarından uzak, sonuca odaklı, her şeyi mubah sayan stratejilerle hayata bakıyoruz. Gözümüz döndü. Ben de çokuluslu bir firmada 20 ülkeden sorumluydum, bu çarkı iyi tanıdım ve değişmesi gerektiğine inanıyorum”. Yaman, vicdani zekâyı ciddi bir ihtiyaç olarak görüyor, zaten toplumunda bunu talep ettiğini, I ama kimsenin bunun adını koymadığını söylüyor. Farkındalığın artması, duyarlılığın hissedilir olması etik yöneticilere ihtiyacı hissettiriyor. İnsanların vicdanlarını kullandıkları oranda insan olduklarını hatırlatıyor. Referansları vicdan olanların artık dünyada söz sahibi olması gerektiğine inanıyor. Elbette Yaman lider derken herkesi anlatıyor. Bu söyledikleri CEO’lara söylenmiş gibi gelse de onun derdi insanlar. Çünkü herkesin kendi hayatının lideri olduğunu düşünüyor. Yaman, Harvard, Stanford, Duke, Berkeley, Georgia Tech, UCLA başta olmak üzere dünyanın 50 farklı üniversitesinde, 40 binin üzerinde öğrenci ve öğretim üyesine konferanslar verdi. Şimdi de çokuluslu ve uluslararası firmaların üst Young Guru Academy’nin kurucusu Sinan Yaman’a göre IQ ve EQ artık miladını doldurdu. Şimdi sıra CQ’da yani “vicdani zekâ”da. Yaman, vicdani zekâyı sonuca odaklı, her şeyi mubah sayan stratejilerle uzak, anlayışa ve iç sese yönelik, az politik, ama cüretkâr bir kavram olarak tanımlıyor. yönetiminlerinin danışmanı. İç’ten Lider, Lider ve Hayal Ortakları isimli iki kitabı yayımlandı. Kurucusu olduğu Young Guru Academy Vakfı’yla da Türk guruların yetişmesi için çalışıyor. Kendilerini dünyanın en yaratıcı sosyal sorumluluk projelerini üreten, en hızlı hayata geçiren ve en çok hatayı yapan sivil toplum örgütü olarak tanımlıyor. “Biz hata yaparak öğreniyoruz. Hayatla yüzleşip önlerine bakabilsinler diye insanlara insiyatif ve özgürlük veriyoruz. Hatalarımızdan ders almayı biliyoruz ve unutmuyoruz” diyor. “Oku Düşün Paylaş”, “Anadolu’ya Beyin Göçü Projesi”, “Kör Liderler” Yaman’ın hayata geçirdiği sosyal sorumluluk projelerinden yalnızca birkaçı. Yaman, günümüzdeki sosyal sorumluluk projelerini eleştiriyor. “Sosyal sorumlu” ve “sosyal sorunlu” projelerin birbirinden ayrılması gerektiğini düşünüyor. Bu tarz projeleri yaşını başını almış insanların prestij için yapmasından rahatsız.“Sosyal sorumluluk genç işidir” diyor “Değişime, yeniliğe, hoşgörüye kapalı lider ve yöneticiler artık gitmeli”. Gençlerin artık “iyi bir şeylerin parçası olmak” istediğini anlatıyor, “Bu bir yakarış gibi. Anlamlı bir şeylerin parçası olmak isteyen o kadar insan var ki. On yıl önce insanlar iyi bir iş, iyi bir araba, iyi bir ev istiyorlardı. Şimdi ise hayata bir şeyler vermek gibi dertleri var” diyor. Yeri gelmişken guru kavramını da tanımlıyor, “Guru, bir putu deviren, yeni bir kavram yaratan, farklı bir bakış açısı getiren kişi demek” diyor; “Onun ürettiğini, yaşıyor ve yaşatıyor olması gerekiyor”. Bu yüzden de temellendirmeye çalıştığı vicdani zekâya güveniyor. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear