25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 OCAK 2009 / SAYI 1189 7 Yedi yaşındaki Deniz’in 68’i... Deniz Yünem yedi yaşında, henüz ilkokul birinci sınıfta. Ressam olmak istiyor, hatta ressam! Bini aşkın resmi var, çoğu soyut. 9 Ocak’ta Ankara’da, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ilk karma sergisine katılıyor. 68 Kuşağı’nın 40. yılı için düzenlenen “Bir Rüzgârın Arkeolojik Kazısı” sergisi bu. O yaşamadığı bir 68’i anlatıyor… Deniz Yavaşoğulları D eniz Yünem 7 yaşında, ilkokul birinci sınıf öğrencisi. Resim yapmaya üç yaşında, kendi kendine başlamış. Ailesinin anlattığına göre sürekli resim yapıyor, elinden kalem düşmüyormuş. Babası Ahmet Yünem, Yünem’in not alma ve liste yapma alışkanlığı olduğunu, özellikle yuva zamanlarında, çözümü yapılacak veya alınacak şeylerin bile resimlerini yaptığını anlatıyor. “Mesela Ataköy hobi bahçelerindeki tavşanlara götürülmek üzere almamız gerekenlerin listesini havuç resmi, salatalık resmi ve lahana resmi olarak not ediyor, sonra da bana veriyordu” diyor. Annesi Gamze Yünem de, o zamanlar Deniz’deki yeteneği fark etmediklerine üzülüyor; “her çocuk yapar ya, biz de üstünde durmadık, resimleri herhalde bize güzel geliyor diye düşündük” diyor. Deniz’in resimleri eve gelen konukların da dikkatini çekmeye başlıyor. Deniz’in resim tutkusunun devam etmesi, yaptıklarının beğenilmesi Gamze ve Ahmet Yünem’i çocuklarının yetenekli olup olmadığını öğrenmek için yola koyulmaya itmiş. Babası, Deniz Yünem’in tarzının Bedri Baykam’ınkine yakın bulduğundan ona danışmaya karar verdiğini anlatıyor; “Deniz’in birkaç resminin renkli fotokopisini çektirip yolladım” diye anımsıyor, “Sonra Baykam’ın asistanı beni aradı ve Deniz’in gerçekten çok yetenekli olduğunu söyledi”. Ardından o dönem yeni açılan Piramid Sanat Galerisi’ne götürüyorlar Deniz’i, burada Bedri Baykam’dan ders alıyor önce, sonra Safiye Mine’den. Deniz resim yapmayı gerçekten çok seviyor, resim yapmadan bir gün geçirmiyor. Elbette evdeki ortamı da buna uygun, yere muşamba serip üstünde istediği gibi resim yapabiliyor. Odasına, hatta salon hariç her yere resim yapmasına izin var. Ahmet Yünem sadece resim konusunda değil, genel olarak her konuda Deniz’i özgür Deniz Yünem (üstte) ve Safiye Mine’nin sergi için yaptığı çalışmalar (solda). Fotoğraflar: Uğur Demir yetiştirmeye çalıştıklarını ve ona bir yetişkinmiş gibi davrandıklarını söylüyor. Ressam olmak isteyen Deniz’e destek verip vermediklerini soruyoruz... Gamze Yünem resmin Deniz’in hobisi olduğunu, ileride bu hobiden hayatını kazanabilecekse, çok mutlu olacağını, en çok istediği şeyin onun mutluluğu olduğunu söylüyor, Ahmet Yünem de aynı kanıda “Çok zengin olması gerekmez, kendini idare edecek ölçüde kazansın, yeter” diyor. Deniz Yünem’in yaptığı resimlerin sayısı binden fazla. Aile bu resimlerin her birini saklamaya çalışıyor. Resimleri soyut, renkleri kullanmayı seviyor, en sevdiği renk de turuncu. Soyut çalışmanın daha zevkli olduğunu düşünüyor, görsel olarak da soyut resimleri daha çok beğeniyor. Öğretmeni Safiye Mine, Deniz’in yaptığı resimlerin bir yetişkinin yaptığı resimler kadar dengeli olduğunu, bir tarzı taşıdığını ve renk bilincine sahip olduğunu söylüyor. Eğer bu tutkuları ilerde de devam ederse, eğitimini de sanat alanında yaparsa başarılı olacağını vurguluyor. 9 Ocak’ta Ankara’da, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açılacak olan 68 Kuşağının 40. yılı için düzenlenen “Bir Rüzgârın Arkeolojik Kazısı” sergisine öğretmenleriyle beraber katılıyor Deniz. Enstalasyonları birbirinden farklı, Mine büyük, Yünem ise küçük bir mankenle çalışmış. Deniz’in çalışmasında ilginç ayrıntılar var. Annesi ve babası bunun istemsizce bu şekilde ortaya çıktığını söylüyorlar ama onlar da şaşkın. Bedri Baykam ise Deniz’in bu çalışmasını çok sevdiğini söylüyor. Ayrıntılar mı? Deniz’in mankeninin ön yüzü cıvıl cıvıl, renkli simlerle kaplı. Üzerinde bilyeler, oyuncaklar, çiçekler, bir de rengarenk güneş gözlüğü var. Bu, dünyada 68 olarak yorumlanıyor. Mankenin arka yüzünde ise sadece iki renk kullanmış Deniz, kırmızı ve beyaz. Üstelik, arka yüzün malzemeleri çiviler ve zincirler. Bu da Türkiye’deki 68! G Çamaşır makinesi olan bir kız arıyorum! “Çamaşır Makinesi Olan Bir Kız Arıyorum” diye bir şarkının meşhur olma ihtimali ne kadarsa Stefan Schwerdtfeger’in müzik kariyeri ve hikâyesi de o kadar sıra dışı görünüyor. Almanya’da doğup ABD’de büyüyen, büyürken müziğe tutulan Schwerdtfeger şimdi Yunanistan’da yaşayan bir rock yıldızı. Deniz Ülkütekin yaşıyor muyum?” Cümlesine noktayı “Bir yandan hâlâ çok sıkı çalışıyorum, yurtdışında çok fazla konser verdiğimi söyleyemem. Öte yandan başka bir işle birlikte müziği idare etmek zorunda kalmadım, istediğim gibi şarkı yazıyorum. Başarısız olup hiçbir şey elde edemeden yaşlanabilirdim” diyerek koyuyor. Yine de daha başarılı olabileceğini o da kabul ediyor. Ancak her şey iyi müzisyen olmakla, insanların tutacağı dörtlükler yazmakla sınırlı değil. İyi bir işadamı olup birkaç K onserden önce kendisine ayrılan küçük kulisinde bana bir sır verdi; “Ben bir rock yıldızı değilim ama kimseye söyleme” dedi Stefan Schwerdtfeger. Zaten böyle bir soyadla ne kadar istese de olamaz diye düşündüm. Oysa sahneye çıktığında gördüm ki beni kandırmaya çalışıyor. Sahnedeki duruşu, seyirciyi iplememesi ve sadece akustik gitarla çıkardığı gürültü… Belki farkında değil ama Stefan Schwerdtfeger bir rock yıldızı, hikâyesi de bir yıldızın hikâyesi. Yalnız nasıl desem, mekânlar biraz farklı ama klişeler aynı... Almanya’da doğan Stefan’ı ailesiyle Cenova’ya yerleştikten kısa bir süre sonra uzun bir gemi seyahati bekliyordu. Yeni dünyaya, Amerika’ya gidecek, müzik ateşi de Schwerdtfeger’e burada bulaşacaktı. Pink Floyd, Rolling Stones her zaman gündemdeydi ama asıl merakı şarkı sözü yazarlarıydı. Bob Dylan, Leonard Cohen, belki Bruce Springsteen… Stefan ergenlik çağında ülkesine döner, müziği de onunla birliktedir. Almanya pek rock’n roll ile haşır neşir değildir o zamanlar. Yine de Big Sleep isimli grubuyla ilk albümünü çıkarır. Listelere bomba gibi düşmez albüm. Fakat bir şarkı “Çamaşır Makinesi Olan Bir Kız Arıyorum”, kısa bir sürede herkesin diline dolanır. Ancak şarkıyı bu kadar benimseyen ülke Almanya, ABD ya da İngiltere değil Yunanistan’dır. Şarkı klasikler arasına girince Yunanistan’dan konser teklifleri de alır. Bir kez gider sonra bir daha. En sonunda Selanik’teki konserinden sonra “burası çok güzelmiş; bir iki yıl burada yaşayabilirim” der. Ancak Yunanistan macerası tahmin ettiğinden çok daha uzun sürecektir. Schwerdtfeger Selanik’e yerleşmesi hakkında “Almanya’dan ayrılmak istiyordum. Çünkü dünya çok büyüktü ve keşfedilecek çok yer vardı. Muhtemelen Paris’e taşınacaktım çünkü Fransa’yı çok seviyordum. Sonra Selanik’te gerçek dostlar edindim ve oradan ayrılamayacağıma karar verdim” diyor. Şimdi Selanik’te ama sık sık farklı ülkelerde konserler veriyor. Almanya’yla da bağını koparmamış. Her yaz şarap dükkânı olan bir arkadaşı tatile çıkınca onun yerine geçmiş, dükkânı işletmiş, yani bir yanı bu kadar Almanya’da… HAYALİNİ YAŞAMAK Müzik dünyasında her zaman iki yükseliş yolu var. Biri hızla listelere birinci sıradan giriş, diğeri ise yavaş yavaş uzun yıllar boyunca yapılan şarkılar ve edinilen hayran kitlesi. Hani “Sen de mi onu dinliyorsun?” diyenlerin oluşturduğu. Stefan Schwerdtfeger kesinlikle ikinci yoldan ilerliyor. İnsanın yıllar içinde kendi ismi etrafında bir efsane yarattığı görüşüne katılıyor. Tabii ki bu çok çalışmayla alakalı. “Rock’n roll hayalinizi nasıl gerçekleştirdiniz?” soruma ise şüpheyle yaklaşıyor. Bir soruyla karşılık veriyor, “gerçekten hayalimi Fotoğraf: Vedat Arık NEDRET SEKBAN SERGİSİ ülkede bağlantı kurabilecek bir yapıda olmak da lazım. Oysa Schwerdtfeger’de bu özellikler yok. İçine kapanık biri değil, aksine son derece cana yakın ve müzisyenlerde pek rastlanmayacak kadar cana yakın ancak samimi ilişkiler kurmayı iş konuşmalarına tercih ediyor. Üzerindeki kıyafet için bile “Bunları sadece sahnede giyiyorum, günlük hayatta sadece bir kot ve tişört yeterli. Yine de sahnede bu taktikler işe yarıyor, ben de bu ceketi aldım” diyor. G Desen olsam ölü diri N edret Sekban resimde sosyal gerçekçiliğin güçlü isimlerinden. Sanatçı “Desen Olsam Ölü Diri” başlıklı on beşinci kişisel sergisiyle, 10 Ocak’a kadar Evin Sanat Galerisi’nde yer alacak. Sergi, sanatçının ölüm konulu desen ve boya malzemelerinden oluşan büyük boy çalışmalarını kapsıyor. Sekban’ın en büyük özelliği, resimdeki gerçekliği yorum zenginliğiyle sosyal gerçekliğe dönüştürebilmesi. Bu sergide de “ölüm” olgusu, sanatçı duyarlılığı ve ifade bütünlüğü içinde karşımıza çıkıyor. Anlaşılan Nedret Sekban’ın resimlerindeki dinamizm yerini farklı bir coşku ve sadeliğe bırakmış. Yarım bırakma kaygısı ve yokluğu fark ediş, ölümle gelen ifade yitimi, hareket yokluğu ve çıplaklıkla betimleniyor. Sosyal gerçeklik teması içinde Sekban’ın üzerinde önemle durduğu konulardan biri de mülteciler. Umudu başka bir yere taşıma serüvenindeki mülteci gruplarını, bu uğurda verilen kayıpları, hayatta kalabilme çabasını ve özgürlük arayışını resmediyor. Ölümün başka bir yüzüyle karşılaşan farklı sosyal sınıflardan kadın ve çocuklara da kayıtsız kalmıyor. Grilerin hâkim olduğu kompozisyonlar simgesel anlatımlarla destekleniyor. Sekban, bu sergisini, gerçeği ifade etme yolunda sanatın temeli, resmin başlangıcı, üslubun kaynağı olarak tanımlanan desenlerle tanımlıyor. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear