Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 Şeker mi ramazan mı? Selçuk Erez aşbakanımız, ramazanı izleyen bayrama “Şeker Bayramı” diyenlere kızıyor. Harran’da, “Ne oldu bu bayramın adı” diye sordu, sonra da ekledi: “Tatil! Olmaz. Adını bir başka türlü değiştirmişler şimdi: Şeker bayramı! Bu dört dörtlük bir Ramazan bayramı! Ne Şeker bayramı? Yani buna bir kültürel erozyon denir.” Çok haklıdır! Kaç zamandır yüzümüzün gülmemesi, aslında bayram sayımızın az olması, sahip olduğumuz bir avuç bayramın da böyle kültürümüzle çelişen erozyonlu adlarla anılmasındandır. Yoksa dünyanın en gelişmiş demokrasisinde yaşarken ve ekonomimiz bu kadar sağlamken, en kalantor devletleri titreten durgunluktan bile iktidar yetkilileri “sağlam temeller üstündeyiz ;bize bir şey olmaz” deyip korkmazlarken niçin öyle somurtalım? Tüm bayram ve günlerimizin adlarını, aşıntıya uğramamış, yosun tutmamış adlarla değiştirmenin sırası gelmiştir. “Bir Nisan” ile başlamalı! “Bir Nisan” ne demek? Bu da maalesef erozyonlu bir addır. Bunu “Vahidül Nisan” gibi dört dörtlük bir adla değiştirmek ya da İngilizcesinden yani, “April Fool’s Day” (Nisan Deliler Günü) nden B Bunca boş zaman nasıl geçer? Emeklilik kimilerini bunalıma soksa da, kimileri için “ikinci bir bahar”. Maddi durumu iyi, sağlığı yerinde ve geniş bir sosyal yaşantısı olanlar emekliliklerini yapamadıklarını gerçekleştirecekleri bir fırsat olarak görüyor. Esra Açıkgöz İNCİ PERİHAN USLU Ziraat Bankası’ndan emekliyim. Emeklilik uzun yıllardır beklediğim bir şeydi, o yüzden ilk başlarda kendimi esaretten kurtulmuş gibi hissettim. Özgürlüğün tadını çıkarırken özellikle çalışma hayatı boyunca yapmak isteyip de yapamadığım bazı isteklerimi, uğraşlarımı değerlendirmek istedim. İlk aktivitem ahşap boyama kurslarına gitmek oldu, oyalasa da kursta umduğumu bulamadım. Bu sefer, daha önceleri sadece işim için kullandığım bilgisayarı yeniden keşfettim; msn’le tanıştım. Bilgisayara ve kitaba olan düşkünlüğüm arttı. Yıllardır, ailece ve arkadaş gruplarıyla yurtiçi ve yurtdışı turlara katılmayı istiyordum, bunu gerçekleştirme fırsatı buldum. İnsanlara yararlı olmak için bazı derneklere üye oldum, onların faaliyetlerine katılıyorum, kimi zaman otobüslere doluşup başka bir şehirdeki etkinliklere bile gidiyoruz. Emekli olmam ailemle ilişkilerimde büyük değişikliklere yol açmadı, çünkü çalıştığım günlerdeki gibi planlıyım. Çalıştığımdan yıllarca çocuklarıma istediğim kadar vakit ayıramadım, şimdi emekliyim ama çocuklarım yanımda yok. Ancak emeklilik bana her an onların yanına gidebilme lüksü verdi! Her ne kadar çalışmayı sevsem de, bugünkü şartlarımı göz önüne aldığımda genç bir emekli olarak emekliliği bir şans diye değerlendiriyorum. G REFAH AYYILDIZ Beden eğitimi öğretmeni olarak 25 yıl çalıştıktan sonra, 95’te eşimle birlikte isteyerek emekli olduk. Amacımız iki ikramiyeyi birleştirip bir ev alabilmekti. Emeklilikten önce tenisle uğraşıyordum, bunu sonra da sürdürdüm. Böylece farklı meslek gruplarından yeni yeni arkadaşlar edindim. Kendimi boşlukta hiç hissetmedim. Emeklilikte hayatıma yeni olarak mutfak uğraşları ve dağcılık girdi. Eşim emekli olduktan sonra dershanede ve özel okullarda çalışmaya başladı. Çok yoğun tempolu bir iş yaşamıydı bu. Hayatın mutfak tarafını da paylaşmam gerekiyordu. Aradan zaman geçince mutfakta, özellikle tatlılarda ve reçellerde C M Y B C MY B Arapçaya çevirip “Nisan el yevm Ahmak” olarak anmak gerekir. “Bir Nisan”da birbirimizi kandırdığımız için buna “Takıyye Günü” de denebileceğini savunanlar var. Hangi ismin daha az erozyonlu olduğunu AKP’den ve CHP’den birer temsilciyi ekran önünde ve Uğur Dündar’ın moderatörlüğünde tartıştırarak bir sonuca varmalıyız. “Cadılar Bayramı” ya da “Halloween” de Avrupa’da çok eskiden yaşamış putperestlerin kutladıkları bir bayramın kalıntısıdır. Bize de ulaşmıştır. Çocukların cadı kıyafetiyle dolaşıp konu komşuyu korkuttukları bu bayramı bundan böyle “Iyd’ul Gulyabani” olarak anmak uygun olur. Anneler Günü, Babalar Günü, Çeşitli Liselerin Pilav Günleri ve Âşıklar Günü için de daha soylu ve kültürümüze uygun adlar bulmalıyız. Ardından, Yozgat Soğan Kültür Sanat Gününü, KadirliOsmaniye Turp Festivali’ni, Cüzzam Haftası’nı, Çıldır Kaz Festivali’ni, Kuşköy Kuş Dili Festivalini ve daha birçok önemli günleri tüm ülkede kutlanan bayramlar haline dönüştürmek ve her birini en az dört günlük tatillerle kutlamak ve bunlara da yıpranmamış adlar bulmak halkımızın yüzünü güldürecektir. Her yeni bayram aynı zamanda Başbakanımıza bize daha sık hitap etmek için vesileler, bize de onun nezih konuşmalarından daha fazla yararlanmak için fırsatlar sağlayacak, tüm yaşamımız bayramlar içinde geçecektir. Yetmezse? İmgemizi çalıştırır yeni yeni bayramlar üretiriz. Sizden de ufak bir ricamız olur o zaman: Lütfen gideceğiniz günün, başka bir bayramımızla çakışmaması konusunda özel bir itina gösteriniz! G erezs@superonline.com başarılı olduğum(!) söylenmeye başlandı. Dağcılığa gelince o ayrı bir tutku. Emekli öğretmenlerin oluşturduğu “Başıbozuk” adıyla anılan bir dağcılık grubuna katıldım. İki oğlumuz Ozan ve Emrah İstanbul’da çalışıyorlar. Arada onların yanına gidiyoruz. Yazları Yeni FoçaGencelli’de hem termik santrallara karşı durup hem evin bahçesinde uğraşmak hayatımızın bir başka yönü. Emeklilikte kendinizi boşlukta hissetmemeniz için aitlik duygusu da çok önemli. Bu yüzden bir kulübe, sivil toplum örgütüne üye olmayı hem kendi ruh sağlığımız hem de toplumumuzun ruh sağlığı açısından çok önemli buluyorum. G Çalışmaktan yorulduğum dönemlerden biriydi, oturdum emekliliğimi hesapladım: 2041! Önümde daha koşturmacayla geçecek 33 yıl olmasının yıkıklığıyla, emeklilere gıptayla bakıyordum. Daha dikkatle ve merakla bakınca çoğunun bu durumdan o kadar da hoşnut olmadıklarını gördüm… Hayatlarının üçte ikisini çalışarak geçiren bu insanlar, emekli olduklarında sahip oldukları boş zamanla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kimi televizyon programlarında seyirci koltuğunda yerini alarak kalabalıklara karışmaya çalışıyor, kimi tiyatrolarda, kimi de kurslarda şansını deniyor. Yani zamanla başları dertte… Elbette sözlerimiz, çalışmaya devam etmek zorunda kalıp, emekliliğini “statüsü” daha düşük ve çoğu zaman yaşını aşan işlerde çalışanlara değil! Emekliliği, yapamadıklarını gerçekleştirme fırsatı olarak gören şanslı bir azınlık da yok değil. Komşularla geliştirilen ilişkiler, çiçek yetiştirmek, bahçe gibi küçük tarım işleri ile uğraşmak, dernek faaliyetlerine katılmak, koleksiyon yapmak, konser, tiyatro etkinliklerini takip etmek... Seçenekler cinsiyete ve maddi olanaklara göre değişiyor. Mesela kadınlar ev işleri ile daha fazla uğraşıyor ya da torunlarına bakıyor. Her dört kadından biri gönüllü kuruluşlarda çalışıyor. Maddi durumu iyi olanların önceliği yurtiçi ya da yurtdışına seyahat etmek... Madalyonun öteki yüzüne gelince; maddi durumu iyi olmayanlar için emekliliğin getirdiği boşluk onları büyük bir bunalıma sürükleyebiliyor. ABD gibi ülkeler “emekliliğe hazırlanma programları”yla bu bunalımı engellemeyi amaçlıyor. Türkiye için böyle programlar bir lüks gibi dursa da, yaşlı nüfusunun 50 yıl sonra dört kat artacağını düşününce önemli bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Üstelik yaşam süresi devamlı uzuyor, 2050’de 76’ya ulaşacak. Bu da, 2000’de 600 milyon olan 60 yaş üzeri nüfusun, 2050’de 2 milyara varacağı anlamına geliyor. Uzun lafın kısası, bundan sonra etrafımızda daha çok emekli göreceğiz ve eğer bu konuda bir strateji gerçekleştirilmezse daha mutsuz, yalnız emekliler çoğalacak… Sosyalhizmetler.org ve bianet yazarı, sosyal hizmet uzmanı Şadiye Dönümcü’nün çalışmaları da bunun için. Dönümcü, emekliliğin orta yaştan yaşlılığa geçişi belirleyen bir dönüm noktası olduğunu; bu dönemde fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik değişimler yaşandığını söylüyor. “Emeklilik” diyor Dönümcü, “başlangıçta çekici gelir. Sonra sorgulama başlar. Bireyin sosyal ilişkilerini, fiziksel aktivitesini, gelirini ve yaşam doyumunu azaltan, kendisine ilişkin algı ve tutumları olumsuzlaştıran, dış görünüşe özen göstermemesine, asabileşmesine ve aile yaşamında krize yol açan emeklilik dönemi; bireyin toplumsal statü, rol ve fonksiyon kaybına yol açar. Geçmişi ile hesaplaşmaya kalkıştığında pişmanlık duygusuna kapılır. Bu olumsuz duygulara eksik ve yetersiz sosyal güvenlik hizmetleri de eklendiğinde yaşam doyumunun azalması kaçınılmazdır. Akşam vali olarak yatan kişi, sabah emekli olarak kalktığında otorite ve saygınlığından, üretkenliğinden çok şey yitirdiğini düşünmekte haksız mı?” Dönümcü’ye göre, bunlardan kurtulmanın yolu, Türkiye’de de emekliliğe hazırlık programlarının uygulanması, kişilerin emeklilik öncesinde bu döneme psikolojik olarak hazırlanmaları. Emeklilikteki yaşam doyumunu yaş, cinsiyet, sağlık durumu, ekonomik koşullar, faaliyet ve kendini gerçekleştirme düzeyi gibi faktörler etkiliyor. Mesela, gelir düzeyi ve sağlık durumunun iyi olması, boş zamanın değerlendirilmesi, arkadaşlarla ilişkinin sürdürülebilmesi yaşam doyumunu arttırıyor. İşte üç emeklinin, İnci Perihan Uslu, Gülten Ökten ve Refah Ayyıldız’ın anlattıkları... G GÜLER ÖKTEN Emekli koca sendromu Emeklilik sadece emeklileri değil, etrafındaki herkesi etkiliyor, eşlerini de. Bu tıp literatürüne geçmiş bir sorun, “Emekli Koca Sendromu”. Japonya’da ileri yaştaki kadınların yüzde 60’ı bu sorunu yaşıyor. Bu, yıllardır belli yaştaki kadınları tedavi eden doktor Nobuo Kurokawa’nın bulduğu sendrom. Kurokawa, “Erkekler emekli olup, kadınlar artık neredeyse yabancılaştıkları bir erkekle dip dibe yaşamak zorunda kalınca depresyon ve fiziksel rahatsızlıklara yakalanıyor” diyor. Her ne kadar bu teşhisin konduğu bir vaka olmasa da, Türkiye’de de kadınlar aynı dertten yakınıyor. G Üniversiteden 1973’te mezun oldum, iki gün sonra da işe başladım. 27 yıl çalıştıktan sonra, 2001’de İstanbul trafiğinde işe gidip gelmeye artık dayanamadım. Emeklilik günlerimde aileme ve hobilerime daha çok zaman kalmasını tercih ettim, bu yüzden sıkıntı ya da boşluk yaşamadım. Ertelediğim o kadar iş vardı ki yapmaya zaman kalmıyordu... Köy Enstitüsü mezunu bir babanın kızıydım, bir profesör eşiydim, o yüzden de eğitimin içinde olmalıydım. İlk üç yıl Ümraniye’de bir okulda gönüllü öğretmenlik yaptım. Yoksul aile çocuklarını Darüşşafaka sınavına hazırladım. Bu arada hep yapmak istediğim Türk işi nakış dersleri aldım. 6 yıldır kurslara katılıyorum. Lise ve üniversite arkadaşlarımla toplantılar, seyahatler ve doğa gezileri yapıyoruz. Çanakkale’deki evimin bahçesinde organik sebze yetiştiriyorum. Dostlarımı ve ailemi konuk edip güzellikleri onlarla paylaşıyorum. Bol bol reçel yapıp, turşu kuruyorum. Bunlar işin keyifli yanları, ancak hayat hep tatlı değil. Akrabalarımdan rahatsızlananlar oldu, onların bakımı, hastane işleri, doktor kontrolleri epey zaman alıyor. Ne kadar sağlıklı kalabileceğimizin bilinmediği bir düzende, emeklilik için zorunlu yaş sınırının sonuna kadar kullanılmasına anlam veremiyorum. G