Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 8 2/8/07 16:13 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 Bir muhtar, bir mahalle ve şiddet... Hilal Köse aşamı boyunca şiddetten kaçtı, ama şiddet gelip onu buldu. Gümüşsuyu Mahallesi Muhtarı Çiğdem Nalbantoğlu, bugün, yaklaşık bir yıl önce kendisine saldıran polislerin yargı önüne çıkarılmasını bekliyor. Dahası, o da bir sanık, kendisini döven polislerin hazırladığı tutanakla memura hakaret ve mukavemetle suçlanıyor. İnsan hakları savunucusu, Mor Çatı gönüllüsü ve iki çocuk annesine bu şiddet ilk değil… Öncesi de var, ama o, o zaman da boyun eğmemiş, zoru başarmış. Nasıl mı? Bursa’da 1966’da doğan Nalbantoğlu, dört kız kardeşin içinde en aykırısıydı. Babası onu “normalleştirmek” için bir hayli uğraştı, yöntemi dayaktı. Baba evindeki dayaktan koca evine geçerken derin bir soluk almayı düşünüyordu, ama Çiğdem Nalbantoğlu önce babasından, sonra da kocasından şiddet gördü. Kendine ve çocuklarına şiddetten uzak bir yaşam kurmak için çok uğraştı. Mor Çatı’nın yardımıyla kaçtı, Gümüşsuyu Mahallesi’ne muhtar oldu. Sonra bir gün Taksim’de polislerce durduruldu ve şiddet yeniden yaşamına girdi... Maddi zorlukları yenince, babalarının varlığını hissetsinler, diye eski eşinin çocukları görmesine izin verdi. Bu bahaneyle gelen baba, Çiğdem’i sırtından bıçakladı. Eski eş, ölümle tehdit suçundan 1.5 yıl hapse mahkum edildi. Cezası affa uğradı. Nalbantoğlu, bu kez, Mor Çatı’nın yeni açılan sığınma evine, İstanbul’a kaçtı. Sekiz ay bu sığınakta kaldıktan sonra Gümüşsuyu muhtarının yanında çalışmaya başladı, muhtarın görevinden ayrıldığı 1999’da o aday oldu ve seçildi. Çiğdem Nalbantoğlu, biri ilköğretim, biri de lise öğrencisi iki oğluyla bugün Gümüşsuyu’nda yaşıyor, muhtarlığı da sürdürüyor. Nalbantoğlu en çok korkak ve kendini sevmeyen insanlardan Y olmadı. Astsubay eşi, hayatını paylaştığı “o kibar adam”, evliliğin birinci yılından sonra değişti. Psikolojik şiddet uygulamaya, “âşık olduğu” kadını beğenmemeye başladı. Her seferinde bağışlayan Nalbantoğlu, ikinci çocuğuna hamileyken, ev hapsi, silahla tehdit, çocuklarından uzaklaştırılma gibi eziyetin akla gelen her türlüsünü yaşadı. Eşi, bebeklerini emzirmesine bile izin vermiyordu. Yaşadıklarına eşinin işyerindeki herkes tanıktı, ama kimse sesini çıkarmıyordu. Kimi zaman polise başvuruyor, ama şiddetin görünür izlerine rağmen evine geri gönderiliyordu. Kan revan içinde hastanelik oluyor, askeriyenin revirinden dövüldüğüne dair rapor alamıyordu. Şiddet artıp da hayatını tehdit eder hale gelince eşinden kurtulma yolları aramaya başladı. Kaçma planları yaptığı sırada doğum yaptı, bebek milyarda bir görülen bir hastalıkla, karın zarı gelişmeden dünyaya geldi. MOR ÇATI... Telefonla ulaştığı Bursa’daki doktoru anlattıklarını dinleyip ona bir kapı araladı. İstanbul’da Mor Çatı diye bir dernek vardı ve şiddete uğrayan kadınlara destek oluyordu. 118’den numarayı bulup aradığında karşısına Siper çıktı. Durumu acildi, bir iki gün içinde Kadıköy İskelesi’nde buluştular. “Siper beni koruyacak ya, ben de heybetli birisini görmeyi bekliyorum. Karşıma minicik bir kadın çıktı, nasıl yardım edecek, diye düşündüm. Üstelik adını da kod isim sanmıştım, şimdi bu hikâyeye çok gülüyoruz” diyor. Siper ve Çiğdem avukat Canan Arın’la buluştular sonra. “O kadar çaresizdim ki” diye anımsıyor o günü “Silahlı bir adamın elindeydim. Bebeklerimi de bırakamazdım. Canan’a boşanma işlemleri için vekalet verdim. Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Güven duydum, inanılmaz güç, kuvvet buldum, kendimde...” Fotoğraf: Vedat Arık korkuyor. “Evlenmeseydim Çağrı ve Çağatay olmazdı. Her şey birbirine bağlı. Çok istediğinde bir sürü kapı açılıyor. Sonra insanlar saygı duyuyor. Korkmamak lazım” diyor. Oğulları Çağrı ve Çağatay’dan söz ederken yüzü gülüyor. Muhtarlığı çok sevdiğini, mahallelinin en zor günlerinde yanında olduğunu söylüyor. “Mahalleli beni iyi tanıyor. Hiçbir şeyimi saklamıyorum. Bara da gidiyorum biramı da içiyorum. Kendim gibiyim. Çocuklarımla güzel güzel yaşıyoruz. Kimse bizim için ‘bana yaslandılar’ diyemez. Her şeyle mutlu olabiliyoruz. Tabii ki sıkıntılarım var, ama bunlar bana ait. Başkalarının yarattığı saçma salak şeylere tahammül edemiyorum” diyor. Muhtar mısın, yoksa... Çiğdem Nalbantoğlu ve arkadaşı İbrahim Yalçın, 11 Ağustos 2006’da saat 23.30 sıralarında İstiklal Caddesi, Sadri Alışık Sokak’ta polislerce durduruldu. “Uygulama yapıyoruz” diyerek kimlik soran iki kadın polis, Nalbantoğlu’nun çantasını aradı. Nedenini soran Nalbantoğlu, “Yeni İlçe Emniyet Müdürümüz ne kadar travesti, i.ne, orospu varsa hepsinden iğrendiği için biz de defterlerini düreceğiz” yanıtını aldı. “Siz hanımsınız nasıl böyle konuşabilirsiniz” deyince, kadın polisler, “Senin ne mal olduğunu göreceğiz. GBT’ni çekeceğiz” diye sürüklemeye başladılar. Yaklaşık 10 erkek polis, ayağına, dirseklerine, sırtına, göğüslerine bacaklarına yumruk ve tekme attılar. Saldırı Cihan Haber Ajansı’nca kameraya kaydedildi. Şikâyete gittiği Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü, “Sen orospu musun, muhtar mısın?” derken, ifadesini alan polisler de “Görürsün şimdi sen ifade vermek nasılmış, bizde kazayla dövülen de olur, ölen de” diye tehdit ettiler. Zorla elleri kelepçelendi. Savcıdan habersiz, yasadışı bir şekilde, alkol raporu için önce Cerrahpaşa’ya sonra da Taksim İlkyardım Hastanesi’ne götürüldü. Bu sırada yaşadığı işkenceye de İstanbul Barosu avukatlarından Ali Faik Aydın tanık oldu. Vücudundaki darp izleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nca rapor edildi. Kabahatler Yasası’na aykırı davrandığı gerekçesiyle, 50 YTL idari para cezasına çarptırılan Nalbantoğlu, Beyoğlu 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor. Nalbantoğlu’nun Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü ve kendisine saldıran polisler hakkında, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı suç duyurusu ise hâlâ sonuçlanmadı. Polislerin “işkence”, “hakaret” ve “görevi kötüye kullanmak” suçlarından yargılanmasını isteyen Nalbantoğlu'nun yaşadığı bu şiddetle başlayan uykusuzluk, gerginlik, nefes darlığı, kâbuslarla uyanma, korku, panik hali, tedirginlik, çarpıntı gibi sorunları devam ediyor. Nalbantoğlu, “Hayatımda defalarca çaresiz hissettim kendimi. Ama artık hissetmemeliydim. Kocaman bir kadın oldum. Kimseyi kötülük etmedim. İki çocuk büyütüyorum. Düzgün çocuklar, ahlaklı insanlar yetiştiriyorum. Kadına, erkeğe, çocuğa hayvana bir sürü katkım oluyor. Niye kalkıp devletin memuru, bana orospu diyebiliyor, vurabiliyor” diye soruyor. EVDEN KAÇIŞ... Nalbantoğlu, hasta bebeği 45 gün sonra hastaneden taburcu olunca filmleri aratmayacak bir planla eşyalarını bir kamyona yükleyip evinden ayrıldı. İki çocuğu da yanındaydı. Bursa’da bir depoya sığındılar bir süre, ailesi boşanmasına karşıydı, bu yüzden destek de olmadılar. Gazete ilanıyla bir reklam ajansında iş buldu. 1995’te boşandı.