Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 3 14/6/07 15:24 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 17 HAZİRAN 2007 / SAYI 1108 3 EDİTÖR’DEN Robert McKee senaryo yazarlığı konusunda dünyanın en ünlü ismi . Öğrencilerinin 18 Oscar’ı, 109 Emmy’si var. Dünyanın hikâyesiz kaldığından yakınıyor, üslubun içeriğin önüne geçmesinden. Amerika ve Avrupa sinemasını insandan uzak, Asya sinemasını ise yakın buluyor. Eğer bir Türk sinemasından söz edilecekse, McKee’ye göre bunun örneği Eşkıya... B “2046” filminden... Fotoğraf: Uğur Demir “Aşk Zamanı” filminden... Hikâyenizi unutmayın Kitabınıza bakınca daha çok Hollywood’dan örnek vereceğinizi düşünmüştüm. Hollywood’dan da beğendiklerim var, ama genelleme yaparsak Amerika’da finansal başarı Avrupa’da da eleştirmen beğenisi saplantısı güçlü. Asya’da bu ikisi de yok. Filmleri hakkında düşünüyorlar ve kitleler filme bayılıyor. Seyirciyle iletişim kuruyorlar. Belki bir gün onlar da saçma sapan şeyler yapabilir. Volkan Aran R obert McKee dünyanın en ünlü ve popüler senaryo yazarlığı hocalarından. Pek çok film yapımcısı, çalışanları için zorunlu tuttuğu derslerinde Ezop masallarından Casablanca’ya kadar (en beğendiği film) analizlere yer veriyor, senaryo yapısını anlatıyor. Geçen hafta İstanbul’da verdiği üç günlük seminerin daha önceki mezunları 18 Oscar, 109 Emmy ödülü kazandı. McKee’nin ünlü kitabı Story, bu ay içinde Plato yayınlarından çıkacak. Kendisiyle filmler ve senaryo öğretisi üzerine konuştuk. Kariyerinize tiyatroda başlamış ve yönetmen olarak önemli başarılar kazanmışken 30’lu yaşların sonunda film endüstrisine geçmenizin nedeni neydi? New York’ta yaşayan birisi olarak fark ettim ki tiyatro bir müze haline gelmişti, geçmişi tekrar edip duruyordu ve kaliteli çok az oyun yazılıyordu. En orijinal işler sinemada yapılıyordu ve film stüdyolarında büyümüş bir genç olarak sinema beni cezbetti. Tiyatronun müze haline gelişi genel bir saptama mı yoksa o dönemki Amerika için mi geçerli? Yoo, her yerde durum böyle. Tabii ki bu, günün birinde tiyatronun tekrar patlama yapmayacağı anlamına gelmez, ama tiyatronun düşüşü evrensel bir durum. Kitabınızda hikâyenin de düşüş içinde olduğunu söylüyorsunuz. Üstelik “din, felsefe ve bilimden sonra sanat insanlığın tek esin kaynağı olarak kalmasına rağmen”. Bu düşüş hangi anlamda ve nedeni ne? Hikâyenin yapısı değil, içeriği düşüşte. Ben biçimi, yani öğretilebilir olanı öğretiyorum, ama içeriği öğretemezsiniz. Hikâye içerik olarak pek çok nedenden ötürü can çekişiyor. Yazarlar esastan çok üslupla ilgili, çünkü üslubunuz sayesinde ödüller alıp tanınıyorsunuz. İki tip kötü film vardır, ilkinde özel efektler hikâyenin boşluğunu doldurmaya çalışır, ikincisi insani içerik açısından boştur, durağan görüntüler, ustalıkla resmedilmiş dekoratif fotoğraflar, dalıp giden, tefekkürdeki insanlar... Hikâyenin bugünkü sorunu güzelliğin fiziğine takılmaktır. Bunu değerlerle, günümüzün kültürüyle ilişkilendiriyorsunuz sanırım. Evet, bugünün postmodern kültürüdür, asıl sorun. Farkında olmadan herkes bundan etkilendi. Bu bir sathilik, duyarsızlık ve görecelik kültürü. Derinlemesine tamamıyla insan olan bir sanat biçimi nerede? Bugün insan içeriğini ifade etmeye çabalayan tek kültür Asya kültürü ve en iyi filmleri de onlar, özellikle Koreliler yapıyor. İnsan doğasının ve ilişkilerinin derinlerine nüfuz etmeye çabalıyorlar, filmlerde derinlik var. Örnek verebilir misiniz? Son üç yılda benim gördüğüm en iyi film “Spring, Summer, Fall, Winter and Spring”. Büyüleyici bir filmdi. “2046”, “In The Mood For Love/Aşk Zamanı” da öyle. Jang Cheonho gibi ustaları ve pek çoklarını sayabiliriz Asya’dan. EŞKIYA, UZAK, İKLİMLER... Türk sinemacılardan izledikleriniz var mı? Son dönemde uluslararası ün kazanan pek çok genç sinemacı var. Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, Zeki Demirkubuz. Siz sinemacıların isimlerine takılıyorsunuz, bense filmleri isimleriyle bilirim. Yönetmenleriyle değil. Bu saydıklarınızdan biri Eşkıya’nın yönetmeni olabilir mi? Nuri Bilge Ceylan sanırım Uzak ve İklimler’in yönetmeni. İkisini de izledim. Minimalizm örnekleri olarak iyi olduklarını düşünüyorum. Belli bir noktaya kadar tatmin edici, ama başka filmlerin taklidi gibi geliyor, örneğin İran filmi “Kirazın Tadı”nı anımsatıyor. Varoluşsal bir kriz ve modern yaşamın banalliğinin eleştirisi. Bir kadının peşinden gitmek, yerine koyacak şeyler aramak, pornografik film seyretmeler, mekanik bir yaşantı... Bu filmleri elli yıldır fazlasıyla gördük. Fransızlardan, Japon Ozu’dan, Fransa’dan Robert Bresson’dan, Danimarka’dan Carl Dreyer’den, Amerikalı Jim Jarmusch’tan. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin arkasında büyük bir yetenek olduğunu da biliyorum, ama bu Batı’daki bir insan mı, yoksa film Türkiye’de mi geçiyor, nasıl bir hayatı ifade ediyor? Bir şeyi anlatmaktansa eleştirmenler ta Şener Şen “Eşkıya”da. rafından iyi algılanmayı daha fazla önemsediğinden şüphe duyuyorum. Benim bir izleyici olarak beklediğim bu kültürde insan olmanın nasıl bir şey olduğunu bana vermesi. Sinemaya her gittiğimde “Tanrım lütfen bu film bana hayatın bilmediğim bir tarafını anlatsın” derim, “Beni bilmediğim bir kültüre alıp götürsün”. Bu antropolojik bir hazdır. Eğer bu bir Türk filmiyse, “Uzak” neden bana Frankfurt’ta ya da Almanya’da, Marsilya’da olabilirmiş gibi gözüküyor. Fotoğrafçı ve kuzeni, bir Batı şehrinde bir araya gelmiş de olabilirdi. Bu beklentiniz üçüncü dünya ülkesi diye nitelenen ülkelerin sinemalarına yönelik mi yoksa bir Batı ülkesinden de bunu bekliyor musunuz? Siz İngiliz edebiyatı mezunusunuz, Frederic Jameson’ın “tüm üçüncü dünya ülkeleri romanları ulusal alegoridir” savını biliyorsunuz mutlaka, kastettiğiniz böyle bir sınıflama mı? Hayır Jameson çoğu tespitinde olduğu gibi bunda da hatalıydı. Bence üçüncü dünya ülkeleri romanlarının çoğu Batı romanlarının ucuz taklidi, kendi ülkelerinin kültürüne yönelik bir alegori olarak değil, Batı’nın kendi kültürlerinin bir alegorisiymiş gibi algılamasını amaçlayan kibar alegoriler. Booker ödülünü arzularlar. Bu ahlaki bir sorun. Oysa seyirci iki şey istiyor, bilmedikleri bir dünyaya girmek ve bu dünyada kendilerini keşfetmek, insanı keşfetmek. Uzak ve İklimler bir ölçüde veriyor bunu, ama örneğin İklimler’deki akademisyen dünyanın her yerindeki akademisyenle yer değiştirebilir. Daha derine inmeliyiz. Eşkiya’yı da bu yüzden mi sevdiniz? Bayıldım, çok zevk aldım. Türk stili bir mafyaydı. Gangster hikâyesini, eski dönem bir gangster sayesinde, 35 yılını hapishanede geçirmenin verdiği bir evhamlı hal içinde karşımıza çıkardı. İşte bahsettiğim antropolojik haz bu. Şener Şen tek kelimeyle harikaydı, Gönül Yarası’nda da öyleydi, ona âşık oldum. Diğer aktör de harikaydı, zaten Türk filmlerinde oyunculuklar genellikle çok iyi oluyor. Türkiye’den bir senaristin Hollywood’a senaryo göndermesi mümkün müdür? Tabii, neden olmasın. Bunun için süper bir İngilizce de şart değil. Hollywood’daki pek çok sinemacı İngilizce bilmiyor, ama sinematografiye hâkimler. Asyalı, Meksikalı çok önemli sinemacılar var. Hollywood şuna bakar: Bu işi yapabilecek misin? Yapabiliyorsan tüm dünya sana açıktır. Tabii bir senaristin senaryosunu bir ajansa göndermesi ve o ajansın senaryoyu beğenip yazarı temsil etmesi gerekir. Bu arada sizin de Brian Cox’un canlandırdığı bir karakter olarak yer aldığınız Adaptation filmini izledim. Filmin son bölümü size de biraz sorunlu gelmedi mi? Bu film bir şaka üzerine kurulu. Üçüncü sahnede problemi olan tek kişi siz değilsiniz. Şakayı kaçırdıysanız o bölüm anlamsız gelecektir. Birinci ve ikinci perdeleri Charlie yazdı. Üçüncü bölümü ise, benim kitabımı okuyan, derslerime giren Donald yazdı. Bu yüzden üslup değişti, film bir Hollywood stiline kavuştu. üyümek, anne ve babayı itelemektir biraz da, hatta öldürmek. Annenin gidişi kocaman bir boşluk yaratır, dolmaz bir türlü, ne tıkarsan tık içine hep bir hava kabarcığı belirir boşluğun üzerinde. Eksilmeyi anlatır bu kabarcık, parçalar halinde sonsuzluğa fırlatılmanın, bir daha asla bir bütün olunamayacağının hazin bilgisinin zihne yapışmış halidir. En kısa süreli yas babanın yokluğuna tutulur, nasıl olsa bir ayağı hep kapının eşiğindedir, uzaktadır, gitme ihtimali anneye göre hep daha yüksektir. Elleri kolları dolu dönse de taşıdığı neşe geçicidir, kalıcı olan saldığı korku kokusudur. Her yere siner bu koku, eve, sokağa, okula, işe… Bu koku ancak baba ölünce çıkar ve hiçbir baba eceliyle ölmez. En çok susan babalar korkutur. Cümlelerinden tasarrufları iktidarlarını muhafazaya yarar çünkü. Konuştuğu zamansa cümleleri bükülmez bir türlü, kesin ve keskindir. O bilgidir, o geçmiştir, o gelecektir, o zamanın kendisidir. Onun cümlelerinin altında başka bir türlü hayat tasavvuru ihtimal dışıdır. Dahası, böyle bir tasavvura niyetlenmek bile babaya ihanettir, babanın gözünde. İmgesine sığdırdığı dokunulmazlık halesi de bu ihaneti önlemek içindir. İrili ufaklı açtığı cephelerle gövdesini şefkatten arındırması kendi imgesinden duyduğu korkudandır, ama her türlü önlem alınmalı, bir çocuk bu korkuyu sezmemelidir. Korku babanın geleceğidir… Korkutmayı en iyi becerenler, en çok korkan babalardır! Babaya sadakati hayatla aralarına sıkıştıran çocukların güneşle aralarındaki mesafe büyüktür oysa. Bir yanı güvenlik, bir yanı ihmal olan o duvarın önünden kalkamazlar bir türlü. İhmallerinin gediğini, güvenlikten aldığı parçalarla kapatırken elleri yırtılır, gediğin kapanmayacağını görene kadar gölgelerinden de oluverirler… Nerede bir kendi olamayan çocuklar bataklığı varsa, o bataklığa giden yol babaların ayak izleriyle bezelidir. İzleri takip etmektense babalarının ayakkabılarını giyerek yürümeye çalışan çocukların ise yolları uzundur. Iskalanmış veda zamanları babaların en büyük günahlarıdır… En hazini bir türlü ölemeyen babalardır, onlar ölüme diklenirken çocuklarının kanları sızar dudaklarının kenarından. Baba, acı bize ve öl! Babalar Günü’nüz kutlu olsun! İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr