23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 23 TEMMUZ 2006 / SAYI 1061 Başarıyı kim, neyle ölçebilir? Aynur Bektaş, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı. Onu bankacılıktan tekstile taşıyan hırsın arkasında babasının bir çift sözü var: “Sen çirkin bir kızsın, okumalısın.” Ailesinin bugün de çalışan tek kadını olan Bektaş’ın kadınlara önerisi “ekonomi”ye de sahip çıkmaları. Tekstilin çıkışını pahalı, ama marka ürünlerde görüyor, Çin’i ise her ülke kadar tehditkâr sayıyor. İlkesi iş, hizmet, para! Ben kadın gibi kadınım, diyorum ve öyle davranıyorum, herkes de beni böyle kabul ediyor. Kalabalık bir erkek grubunun olduğu toplantıya açık oranj rengi bir takım giyer, takıp takıştır, süslenir giderim. Çünkü ben kadınım, onların içerisine giriyorum diye kendimi değiştiremem. Giyim dışında, tekstil dünyasında kadın olmanın bir zorluğunu yaşadınız mı? Hayır. Erkekleri ne kendime rakip ne de ayrı bir cins olarak gördüm. Kadın çalışma hayatı içerisinde erkeği iş arkadaşı olarak görürse erkeği de öyle biçimlendirebilir. İşi özel hayatla karıştırmamak lazım. Dışarıda istediğinizi yaşayabilirsiniz, ama içeride birbirinize iş arkadaşı saygısıyla davranmalısınız. Bunu yapabilenler çok başarılı oluyor... ÇİN BÜYÜK BİR TEHDİT DEĞİL... Son dönemde tekstil dünyasında bir “Çin” tehdidi var, sizce bu ne kadar büyük bir tehlike? Açıkçası Çin’i kendi sektörüm için bir tehlike olarak görmüyorum. Tekstilde dünya genelinde bir ucuzlama var, bu zamanla bütün ürünlerde olacak. Rekabet nedeniyle en çok üretilen ürünlerinin ucuzlaması kaçınılmaz. O nedenle, Çin gibi ucuz ürünlere yönelmememiz lazım. Artık akıllı şirketler var. Kimisi bölgesel markalar, kimisi global markalaşma yolunda ilerliyor. İtalya’ya baktığımız zaman Gucci, Prada gibi ünlü markalar, İtalyan hazır giyim sanayiinin sadece yüzde onuna sahip, geri kalan yüzde 90, onların küçük markaları. Hani markalaşma deyince hemen herkesin aklına bir Gucci olmak gelir ya, böyle bir şey yok. Bu kadar büyük paralar harcayamayız. Bölgesel markalarımızı çıkartmak ki çok var şu anda, yavaş yavaş bir marka haline geliyorlar daha önemli, ayrıca mağazalaşma konusunda da çok başarılıyız. Yurtdışında ofisler açıp tasarım satıyoruz. Adidas, Espirit, Marks and Spencer... Artık müşteri “bunu kaça yaparsın” diye gelmiyor, “sende neler var, onları kaça verirsin” diye soruyor. O yüzden Çin dünya hazır giyimi için ne kadar tehditse bizim için de o kadar tehdit. Çözüm; onların ürettiklerini değil, daha küçük adetli, daha moda, daha özel, daha pahalı mallar yapmakta... TGSD başkanlığında neleri değiştirmek istediniz ve değiştirdiniz? Başkan seçildiğimde gördüm ki, tekstil firmalarında çalışanların yüzde 70’i kadın. Üretimin başında da onlar var, ama ortalıkta hep eşleri görünüyor. Sektör bir erkek toplumu haline gelmiş. Kadınlar işte çok iyi de olsalar, ekonomiyle çok fazla ilgilenmiyorlar. Sanırım bunu biraz değiştirdim. Kadınların hem iş yapıp hem de bu işin ekonomisini götürebileceklerini kabul ettirdim. Bir de ev kadınlarını istihdama katma projesi yürütüyorum. Bu projeye hükümet de sahip çıkıyor, ev kadınlarını esnaf yapacağız. Bunun sektöre de faydası olacak. Politikaya atılmayı düşünüyor musunuz? Hayır. Başarı tanımınız nedir? Başarı, insanların “ne kadar başarılı oldum”larıyla değil, kendileri kadar şanslı olmayan insanlara neler götürdükleriyle ölçülebilir. Kendi hayatımda bunu başardığıma inanıyorum. Anadolu’da üç bin kişi çalıştırıyorum ve doğduğum yeri kurtardım. Kasabamda işsiz kalmadı. İçki tüketim oranı azaldı, suç oranı sıfır. Eğitim çok önemli, ama iş de çok önemli. Şimdi eşimin memleketi Hacıbektaş’a da yatırım yapıyoruz. Bu sektörden kazanıp yine sektöre veriyoruz. Son sorum, bir işkadını olarak ilkeniz nedir? Bir işkadını, sanayici olarak; önce iş sonra para, önce hizmet sonra para, önce çalışmak sonra para gibi bir önem sıralamam var. Herkes yaptığı işi sahiplenirse, ucunu bırakmazsa, başarılı olur diye düşünüyorum. esrabasibuyuk@hotmail.com T abiri caizse “Çirkin ördek yavrusu”nun, “Çelikten Leydi”liğe uzanan öyküsü Aynur Bektaş’ın hayatı. Çankırı’nın Çerkeş ilçesinde, henüz büyüme yaşlarında “Sen çirkinsin, o yüzden okumalısın” diyen babasının aklına işleyen sözleri çizmiş yolunu. Okumuş, önüne çıkan fırsatlarla yetinmemiş, hep daha fazlasını istemiş... Şimdi kendisiyle barışık bir işkadını. Yanlış anlamayın, mal varlığı da aileden kalma değil. Şimdilerde Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanlığı’nı yürüten Bektaş nereden geldiğini hiç unutmamış. Bektaş’la, eşi Süreyya Bektaş’la kurdukları Hey Tekstil binasında konuştuk: Finans dünyasında başlayan başarı grafiğinizi tekstil dünyasına da taşımışsınız. Ailenizde çalışan tek kadınmışsınız, öyle mi? Evet öyleydi, sanırım hâlâ öyle. Babam okumamı çok istedi. “Sen çirkin bir kızsın, başka çaren yok, oku” derdi (kahkahalar). Hakikaten üniversiteye kadar kendimi çok çirkin hissettim, koşullandım, aklımda hep okumak vardı. Ama hiç de çirkin bir kadın yok karşımda... Teşekkür ederim. Yanlış bir eğitim, ama işe yaradı (kahkahalar). Bu korkuyla, gerçekten çok zor koşullarda, kalabalık bir ailede, odasız, sobasız ama, iyi okudum. Çirkin olduğumu düşündüğüm için hiç erkek arkadaşım da olmadı. Koşullardan bunalıp her an kaçabilirdim, kaçmadım. Şöyle düşünüyordum “Çirkin bir kızım, kimse almaz, ya evde kalacağım ya da en kötü kocayla evleneceğim”. Okuyabildiğim kadar okudum, okudum. 74 yılında hem okulum bitti, hem ilk evliliğimden olan oğlum doğdu. Esra Başıbüyük EVDE İKİNCİ PLANDAYIM, AMA... Kaç yaşında evlendiniz? Üniversitenin üçüncü yılında evlendim. Bir yandan da bankada çalışmaya başladım. 85’te, banka batma tehlikesi yaşadı ve genel müdürlük İstanbul’a taşındı. Ben krediler servisindeydim, İstanbul’u tanımıyordum, ama Teşvikiye şubesinin müdürlüğünü istedim, orada hayatımın en güzel üç yılını geçirdim. Sokak arasında, sadece mevduat toplamaya uygun küçük bir şubeydi, biz orada kambiyo, kredi işlemleri yaptık. Sonra Şişli şubesine atandım, ama orada mutlu olamadım ve kendi işimi kurmaya karar verdim... İş yaşamında başarılı oldum ve kendimi, kendime ispatladım... Özel hayatınızda başarısız mı olduğunuzu düşünüyorsunuz? Evde çok başarılı olduğumu düşünmüyorum. Evde ikinci planda kalıyorum, ama işte asla. Sizi işinizi kurmaya yönelten de bu mu? Bankadan ayrıldıktan sonra önce otomotiv sektörüne girmek istedim, ama param yetmedi. O dönemde moda tekstildi. Çok araştırdım, soruşturdum, 500 metrekarelik bir yerde işe başladım. Daha ilk ay sipariş aldık ve çok iyi para kazandık. Matematiği çok iyi biliyordum ve işe bir bankacı mentalitesi ile yaklaştım, bu yüzden kayıplarım çok az oldu. 15 senedir bu sektördeyiz, yıllardır ilk 500 sanayi kuruluşu listesinin 200. sırasındayız. Evet, büyük başarı. Bu arada dikkatimi çekmemesi imkânsız, çok şık bir kadınsınız. Her zaman böyle misinizdir? Çocukluğumdan beri giyinmeyi çok severim. Annemin söylediği ayak işlerini yaparken alınacak verilecekler koyduğum tek şart eteğini bozup bana elbise yapmasıydı! Hayatım boyunca hep şık oldum. Kendiniz de diker miydiniz? Ticari İlimler’e gitmeden önce, bir boşlukta Çerkeş’te Akşam Sanat’a gitmiştim. Orada kalıp, dikiş öğrendim. Bankada yüksek bir para vermiyorlardı... Ben de biraz dikip, biraz alıp eşleştiriyordum. Yaz tatillerinde Çerkeş’e gideceğim zamana kadar para biriktirir, orada kumaş alır, teyzemin kızına diktirirdim. Modelleri o zamanın popüler filmlerinden, yıldızlarından belirlerdik; Filiz Akın’dan, Türkan Şoray’dan... Çok şık giyinirlerdi, ama benim de genç kızlığımdan beri “Aynur şık giyinir” diye bir isim yapmışlığım vardır. Erkeklerin baskın olduğu bir dünyada, kıyafet seçerken bir kısıtlama yapıyor musunuz, nelere dikkat ediyorsunuz? Tüketici duygusalsa, üreten akıllı olmalı! Şule Uslutekin U zun süre reklamcılık deneyimi ve pazarlama iletişimi birikimini marka konusuna yöneltti Muhterem İlgüner. 2001’den itibaren bu konuya kafa yoran İlgüner’in bir de kitabı var: “Türkiye’de Marka Yaratma ve Yaşatmanın Altın Kuralları”. Biz de marka olmanın altın kurallarını İlgüner ile konuştuk. Türkiye için 01.01.2005 tarihini bir milad olarak görüyorsunuz. Kim ki çok kolay kazanır, çok kolay harcar; burada akıl o kadar fazla egemen değildir, hesap kitap yapmaz kimse, günübirlik yaşarsınız, dolayısıyla strateji de kurmanıza gerek yoktur ki tüm bunlar markaya da tam ters şeyler. Son 3035 yılı Türkiye için ciddi bir kayıp yıllar demeti olarak görüyorum. Yüksek faiz artı yüksek enflasyon altında yaşadığımız bu yıllar boyunca edindiğimiz alışkanlıklar sonucu tabii ki marka için teşvik edici ortamlar oluşmadı. Söz konusu tarihten itibaren Türkiye, kararlı bir şekilde, Batı standartlarında bir ülke olmak için harekete geçti. Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamak zaten bu kararlılığın tescil edilmesi. O tarihten itibaren Türkiye, yeni bir Türkiye’dir. Marka ancak bu yeni Türkiye’de yeşerebilir. Sizin “markating” adını verdiğiniz öğretinin temeli nedir? Marka yolunda atılması gereken adımların sırası ile atılmasından oluşan bir öğretidir. Bu öğreti ile; önce, kimin için ne anlam ifade etmesi gereken ne üretileceğinin kararı verilmesi öğretiliyor. Daha sonra bu ürün ya da hizmete isim aranıyor. Bu hedef kitleye hangi yollarla erişip, nasıl kalbini kaza nıp, zihnine yerleşileceği öğretiliyor ve marka yolculuğunun adımları belirtiliyor ve her adımın sırası ile atılması sağlanıyor. Tüketiciler artık satın almıyor, seçiyor; sizce akılcı mı, duygusal mı davranılıyor? Araştırmalar ile kanıtlanıyor ki tüketiciler yüzde 99.5 duyguları ile hareket ediyor, ürün ve hizmetleri böyle seçiyor. Zaten birbirine tıpa tıp benzeyen iki üründen birini daha yüksek bedel ödeyerek almasını başka şekilde izah edemeyiz. İşte, marka bu noktada önem kazanıyor. Ben modern tüketici diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Bundan yüz yıl önce de insanlar duyguları ile seçiyordu. Ancak seçenekleri çok değildi. Şimdi her ürün için önlerinde onlarca, yüzlerce seçenek var. Bu seçenekler artınca aslında sorun üreticinin sorunu oldu, tüketicinin değil. Gittikçe tüketicinin karar mekanizmasını etkilemek önemli olmaya başladı. Marka da se Reklamcı Muhterem İlgüner şimdilerde markayla ilgili. “Türkiye’de Marka Yaratma ve Yaşatmanın Altın Kuralları” kitabını yazan İlgüner’e göre “Deniz, kum, güneş” efsanesi her an yıkılabilir. Gözü artık diğer değerlere çevirmeli... çen tarafta yüzde 99.5 duygu hâkim, ama üreten tarafın yüzde yüz akıl olması lazım. Biz Türkiye’de ikisinin yerini çok sık değiştiriyoruz. Marka sahibi duygusal davrandıkça tüketici akılcı davranıyor ve markadan beklenen sonuç elde edilemiyor. Marka için olmazsa olmazlar neler? Bir markanın stratejisi ne olmalı? Marka; ihtiyaçların izlenmesi, gözlemlenmesi, o güne kadar ortaya serilmemiş, yeni bir sorunun giderilmesi temeline dayanmalı. Dolayısıyla hedef seçtiğiniz insanı çok iyi tanımanız gerekiyor. Sizin başarılı bulduğunuz markalar nelerdir? Faik Sönmez. Çünkü birileri için bir şey söylüyor; “Büyük beden bayan giysisi.” Hatta şunu da ekliyor, “Bu sezon da benden küçükleri beklemeyin” diyor. Modayı takip eden büyük beden kadınlar terziye giderdi ama bu marka onların bu sorununu çözdü. Bir Türkiye markasıdır gidiyor, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Birçok ulus için bir simge söylenebiliyor. Tahta takunya ve lale Hollanda, desenli etek İskoçya ama Türkiye için bir şey söyleyemiyorsunuz. Çünkü 10 bin yıldır çok farklı etnik köklerin, kültürlerin olduğu bir ülke; belirgin bir şeyimiz yok. Türkiye markası yapmak çok zor ve üstelik yanlışlıklar da yapılıyor. Havayolumuz uçakların üstüne lale koyuyor. Dünya laleyi kimle eş değer biliyor, Hollanda ile. İşte bu, yeldeğirmeniyle mücadele etmek. Biz, “Deniz, kum, güneş”te kaldıysak, bunlar yarın öbür gün yapay olarak da karşımıza çıkabilir, ama bizim taklit edilemeyecek, hiç kimseye nasip olmayan değerlerimizi marka elemanı olarak kullanmanız lazım ki bu ülkede bu çok fazla var. CUMHURİYET 10 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear