23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

30 NİSAN 2006 / SAYI 1049 9 ÖZGÜRLÜĞE KOŞAN ATLAR Zingaro Tiyatrosu, “Battuta” adlı gösterisinin dünya prömiyerini Tiyatro Festivali kapsamında İstanbul’da yapıyor. Dev bir çadırda yapılacak gösteride 36 at, 15 müzisyen ve 16 dansçı yer alıyor. Yönetmen Bartabas, özgürlük duygusunu anlattığı gösteri için Bartabas “En uygun kent İstanbul’du” diyor. Leman Yılmaz G österinin adı “Battuta”. 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin bu yılki bu özel gösterisi, insan ve at arasındaki büyüleyici ilişkiyi teatral bir şölene çeviren Zingaro Tiyatrosu’na ait. Zingaro, 1984’ten beri dünyayı dolaşan, neredeyse atlarıyla aynı ritimde yaşayan tiyatrocu ve binici Bartabas’ın kurduğu bir tiyatro. Zingaro 36 atın yanı sıra 15 müzisyen, 16 dansçı, teknik ekibi, binicileri, seyisleri, kostüm sorumluları ve yöneticileriyle 60 kişilik bir ekip... Topluluk, gösteri için ahırlar da dahil tüm malzemeyi kendileri getirdi. Sadece 20 kamyon malzemeleri taşıdı. S Binicilik Merkezi’nin orta alanındaki büyük gösteri çadırının yanı sıra atların ahırları, ısınma çadırları, antrenman çadırları ve kulisler derken dokuz bin metrekarelik mekâna, 11 çadır kuruldu. İstanbullular şanslılar, çünkü bu Battuta’nın dünya prömiyeri. 5 Mayıs’ta itibaren 12 kez (pazartesi ve perşembe hariç her gün) S Binicilik Merkezi’nde sahnelenecek oyunu ve Zingaro’nun yolculuğunu yönetmeni Bartabas anlatıyor. Bu gösteriyle İstanbul’da ilk kez seyirci karşısına çıkacaksınız... Evet, ama aynı zamanda İstanbul’a da ilk kez geliyorum. Bu kentin zengin kültürü, Doğu ile Batı’nın evliliği beni çok etkiliyor. Balkan müziklerinin kökeninin de buralarda yattığını düşünüyorum. Bu son gösterimiz de Balkan kültürünü sahneye taşıyor. Tam anlamıyla neden olduğunu söyleyemeyeceğim, ama içgüdüsel olarak İstanbul’un bu gösterinin dünya prömiyeri için ilginç bir kent olacağı duygusundayım... Bu yeni gösterinin adı Battuta... Bir anlamı var mı? “Battre” Fransızcada vurmak, vuruş anlamına geliyor. Bu gösterinin ritmi ve müziği de çok hızlı. Gösteri adını müzikteki bu hızlı vuruşlardan alıyor. Battuta’da sizi harekete geçiren ne oldu? Hemen her gösterinin başlangıç noktası duygudur. Bu gösteri için ise özgürlük duygusunu temel aldım. Özgürlük göçebelikle, Çingenelerle ilişkili bir tema. Korkunun olmadığı bir özgürlükten bahsedemeyiz. İnsanlar özgür olmaktan korkarlar, çünkü özgür olma arzusu tehlikeyi de beraberinde getirir. Bu özgürlük düşüncesini sahneye atların dörtnala koşmasıyla taşıyabileceğimi düşündüm. Gösterinin ritmi bu nedenle oldukça hızlı. Dolayısıyla aynı zamanda tehlike ve beceri de gösteride önemli yer tutuyor. Çingene müziğinin müzikal yapısıyla da bu temaları en iyi şekilde yansıttığımızı düşünüyorum. Böylece tehlikeyi müzikal açıdan da sahneye taşıyabiliyoruz. Bunlar benim için de bir sembol. Çünkü topluluğun adı “Zingaro”, İspanyolca Çingene anla mına geliyor, yani göçebeliği, yolculuğu vurguluyor. Göçebelik de tüm medeniyetlerin kökeni. Zaten Zingaro da kurulduğundan bu yana dünyanın farklı kültürlerinden etkilenerek var oluyor. Yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz? Tanımlaması oldukça zor. Çünkü bu, daha önceden var olmayan bir sahneleme biçimi. Gösterilerde tiyatroyu, şüphesiz müziği, koreografiyi ve özellikle de biniciliği bir araya getiriyoruz. Yarattığımız bu farklı tarzı, bir sirk ya da spor gösterisi olarak tanımlamak çok yanlış olur. Biraz tiyatro, biraz dans, fiziğe, harekete dayalı her türün bir karışımı aslında... Biraz da topluluğunuzdan söz eder misiniz? 1984’te kurulmuş... Evet. Aslına bakarsanız, 22 yıl önce Zingaro’nun böyle bir yere geleceğini düşünmemiştim. Başlangıçta binici arkadaşlarımla atların çalışmasını müzikle daha görünür kılma düşüncesiyle yola çıkmıştım. Görüntüler ve müziğin oluşturduğu sahneler, gösteride metnin olmaması çalışmayı daha da evrensel kılıyor. Bu yüzden her yerde çok rahat izlenebilecek, dil engeli olmayan gösteriler. Ayrıca atlar dünyanın pek çok ülkesinde günlük yaşamda yer almasalar da kolektif bilincimizin bir parçası. Koreografi dansçılarla duyguları ortaya koymaya yarar. Ben de atlarla çalışırken aynı düşünceden yararlanıyorum. Yani atlar duyguları sahneye taşıyor. Atlar ve insanlar arasındaki ilişki gösterinin temeli bu durumda... Daha doğrusu çalışmanın temeli. Zingaro’daki biniciler atlarıyla tıpkı bir müzisyenin enstrümanıyla çalıştığı gibi uzun saatler çalışır. Ardından da bir koreografi çevresinde çalışmaya başlarız. Atlar sizin için ne ifade ediyor? Tümüyle kendimi ifade tarzım diyebilirim. Çalışmalarımdaysa at üstünde erkek imajını kırmaya çalışırım ve bunun için de gösteriler sırasında uzun elbiselerle ata binerim. Atın üzerindeki kişi benim için kadın ya da erkek değil, sadece binicidir. (0212) 323 21 03 Ariel Dorfman’dan Ölüm ve Bâkire, Oyuncu ve Dullar Direniş Üçlemesi Murat Karagöz rjantinli şair, oyun ve roman yazarı, gazeteci Ariel Dorfman’nın, “Başka Bir Dünya İçin Manifesto”nun ardından “Direniş Üçlemesi” adlı bir başka oyunu da kitaplaştırıldı. Agora Kitaplığı tarafından yayımlanan kitapta Dorfman, Dullar’da kayıpları, Ölüm ve Bâkire’de işkenceyi, Okuyucu’da ise sansür uygulamasını işliyor. Diktatör General A Augusto Pinochet, CIA’nın desteğiyle iktidarı ele geçirdikten sonra,1973 yılında Şili’yi terk etmeye zorlanan Dorfman, 1976 yılında Hollanda’ya yerleşti. Kitabın ilk oyunu olan Dullar’ı sürgünde kaleme aldı. Dullar, gizli ajanlar tarafından bir gece vakti, sorgusuz sualsiz hayattan koparılıp götürülen ve bir daha kendilerinden haber alınamayan, sanki daha önce hiç var olmamış gibi yok sayılan kayıp bir grup insanın hikâyesini anlatıyor. Oyunda erkeklerini yitiren 36 dul kadın, babalarının, eşlerinin, erkek kardeşlerinin ve oğullarının dönmesini bekler. Gidenler de bekler, dönmek için, adalet için; kendilerini öldürenleri suçlayarak, adaletin yerine gelmesini bekleyerek ve kendilerini unutmaya çoktan hazır bir toplumun kendilerini hatırlamasını talep ederek. İSYAN EDEN KADINLAR... Ölüm ve Bâkire’nin kahramanı Paulina siyasi bir mahkum. İşkencenin ağır sonuçlarıyla sessizce geçirdiği yılların ardından, hayatta güçlü olan iki adamın aracılığıyla, toplumu; kendi acısını ve aslında kendi varlığını tanımaya zorlar. Kendisine yapılanları unutmayacak ve toplumun bunu unutmasına izin vermeyecektir. Oyun, insanlığın olağandışı değişimler yaşadığı bir dönem Tiyatro Pera’nın sahneye koyduğu “Ölüm ve Bâkire” oyunundan... de, gelecek hakkında büyük umutların beslendiği ve geleceğin getirebileceklerinin kafaları karıştırdığı bir zamanda yayımlanır ve birçok kez sahnelenir. Okuyucu’da ise Dorfman, diğer iki oyundan farklı bir konuya odaklanır. Bir terör mağduru yerine, dikta yönetimine kurban yaratan, başkalarının sözünü yasaklayan, ezen, yok sayan, sözcüklere tecavüz eden iktidar makinesinin pek çok dişlisinden birini ele alır ve bir sansürcü yaratır. Bu san sürcüyü, kendi iç dünyasında oluşan çatlak ve yarıklarla yüzleştirir: Bir insanı yok ederseniz, kendinizi de yok etmiş olursunuz. Üç oyunu birbirine bağlayan ortak özellikler var. Oyunlarda, isyancı karakterlerin kadın olması tesadüf değil, bilinçli bir seçimin sonucu. Dorfman, “Kadınlar” diyor, “çoğunlukla toplumun en güçsüz, en marjinal üyeleridir; ama isyan ederlerse bunu dünyanın çatlayıp yarılmasını sağlayan bir kararlılık, öfke ve onurla yaparlar, bu da otoriteyi, bütün keyfi çirkinliğini ortaya dökmeye zorlar”. Ancak oyunlarda, asi karakterleriyle sadece tarihi baş aşağı çeviren kadınların hikâyesi anlatılmıyor. Aynı zamanda kişisel tarihlerine doğrudan meydan okuyan erkeklerin hikâyeleri de var. Başkalarına baskı yapmayı umarsızca bırakmak isteyen erkekler, baskı uygulamayı durdururlarsa kendi kimliklerini oluşturup pekiştiren şiddeti yitireceklerini biliyorlar. Oyunların ortak bir diğer özelliği ise finallerindeki gizemler. Her oyunun finalinde, çözümün belirsiz bırakılması, okuyucularının ve seyircisinin deneyim yoluyla elde etmesini istediği özgürlükle doğrudan ilişkili olduğunu, sonunun nasıl biteceğini gerçek hayatlarımızda neler yapacağımıza bağlı olmasından kaynaklandığını söylüyor Dorfman. Oyunların merkezinde yer alan ve kaynaklık eden, onları hayata getiren ülke ise Şili. İşkence, ortadan kaybetme, sansür; onlara karşı isyan ve direniş Dorfman’a uzak deneyimler değil. Bir dönemde yaşamış olmanın ne anlama geldiğini ifade etmek için yazdığını belirten Dorfman, sürgünde, ülkesinde yaşanan acıları izlerken; “Bu kadar acının ancak bizim onu bir başka şeye dönüştürmemizle bağışlanabileceğine kanaat getirdim. Acıdan öğrenmek değil, daha ziyade onunla birlikte büyümek ve ondan daha büyük hale gelmek, onu anlamlı kılmak, yenilgiden yükselmek... Boşa acı çekmediğimizi kanıtlamak gerekiyordu” diyor. CUMHURİYET 09 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear