Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
23 NİSAN 2006 / SAYI 1048 5 İstanbul’un yeni sahipleri... M İslamofobiyi kırmak! P rof. Faruk Şen, merkezi Essen’de bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin başkanı. İstanbul’un seçilmesinde yoğun çaba harcayan bir isim. Ona göre bu seçimde oryantalizmi aşan bir sonuç var, Avrupa artık İstanbul’u İslamın en büyük kenti görüyor. Bunda elbette ki politik tercihler büyük rol oynuyor. Şen’in tanımıyla Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği’nin “ciddi istek”leri bunun göstergesi. “Essen ve İstanbul’u karşılaştırma olanağımız yok” diyen Şen, iki kenti birbirine kültürel açıdan bağlayan unsurun İslam olduğunu düşünüyor. Essen ve çevresinin son dönemde Avrupa’da yükselen İslamofobiden etkilenen Müslümanlar için önemli bir merkez olduğunu vurguluyor. İslamofobiyi kırmak için üç başkent arasında bir köprü projesinden söz ediyor. “Essen’de 30 bin Müslüman yaşıyor, Pekş’te ise 280 bin nüfuslu küçük bir kent olamasına karşın iki cami var ve Zigetvar’ın çok yakınında yer alıyor. İstanbul da dinleri birleştiren bir kent” diyor Şen, “bu açıdan Türkiye Araştırmalar Merkezi olarak kültürlerin birleşimi Avrupa Kültür Başkentleri çerçevesinde İslam’ı ön plana çıkaran bir projeyi belki İslamofobinin bir miktar azalmasını sağlayacak”. Şen’in 2010 İstanbul’una ilişkin panoramasında kültür adamlarının yanı sıra politikacılar da var. Avrupalı elitin de uzun süreli hafta sonu tatillerini geçirmek üzere İstanbul’a geleceğini düşünüyor. Bir de örneği var: “2005’te Barselona’da tatil yapan Almanların sayısı 6 milyonu geçerken İstanbul’a sadece 290 bin Alman geldi.” imarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu’ya göre, İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi kültürel zenginliklerin restore edilmesi, sağlıklaştırılması için pek çok olanağı, kaynağı birlikte getiriyor. Dikkat edilmesi gereken nokta ise, bu kaynakların doğru kullanımı. Aksi halde bir yıkım süreciyle karşı karşıya kalınabilir. Muhçu, tarihi yarımadayı kapsayan müzekent İstanbul için şimdiye kadar yapılan çalışmalardan pek umutlu değil. Neden mi? "Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan 1/5000 koruma amaçlı plan ve 1/1000 uygulama imar planları tarihi yarımadanın korunmasında önemli engel teşkil edebilecek kararlar içeriyor. Bununla ilgili bir dava açtık. Bu kararlar kaldırılmadan doğru bir çalışma yapılması mümkün değil. Ayrıca tescilli binaların restorasyonu Büyükşehir Belediyesi'nin konut yapımı için kurulmuş KİPTAŞ şirketi aracılığıyla sürdürülüyor. Şirket bu çalışmaları yapabilecek teknik donanıma sahip değil” diye yanıtlıyor. 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne hazırlık adı altında gündeme getirilen projelerden biri de, kentsel dönüşüm. Galataport, Haydarpaşaport, Zeyport, Dubai şirketlerinin yapması öngörülen Küçükçekmece ve Kartal kıyı alanı kentsel dönüşüm projeleri, Levent İETT Garajı’nda gündeme getirilen burgulu kuleler, Karayolları 17. bölge müdürlüğünde öngörülen kentsel dönüşüm projeleri... Muhçu, bunların dünya mirası İstanbul’un siluetine zarar vereceğini söylüyor. Olayın diğer bir boyutu ise, İstanbul’un kentsel donatılarına getireceği yükler ve ulaşım kaosu. Bu çalışmalar kentin ekonomik, sosyal, demografik yapısını da değiştirecek, “Kent merkezine beş milyona yakın nüfus davet edilecek. Kentin doğusunda Küçükçekme, Eyüp Muhçu batısında Kartal’da oluşturulacak cazibe merkezlerinin getirdiği nüfus yoğunluğunu da katarsak 10 milyona yakın bir nüfus, İstanbul nüfusuna ilave edilecek. Yani İstanbul nüfusu 25 milyona çıkartılacak. Nüfus 13 milyonken yaşanan sorunlar ortada” diyor. Projeler, kente eklenecek nüfusun sosyoekonomik düzeyi hakkında da ipucu veriyor. Çünkü dönüştürülen alanlarda kiralar ve daire bedelleri yüksek olacağından yerli halkın yaşama olanağı ortadan kalkacak. Muhçu için bu durum, geçmişte var olan dinsel ve etnik kökenli gettolaşmanın, bu kez ayrıcalıklı yaşam alanları ile gerçekleştirilmesi demek, “Kentin olanaklarının toplum tarafından paylaşılması artık mümkün olamayacak. Geleneklerinin, toplumsal İstanbul’da neler olacak? belleklerinin, sosyal yaşamlarının oluşturduğu alanlardan hiçbir plan, organizasyon yapılmadan uzaklaştırılacak, kentin çeperlerine savrulacaklar. Bu bölgeler yoksul, dar ya da orta gelirli insanların elinden zorla alınarak, uluslararası ve yerli şirketlere veriliyor. Burada çok büyük bir ranttan bahsediyoruz. Gecekondulaşma dönemindeki mafyalaşmanın rolünü bu projelerle, devlet üstleniyor” diyor. Muhçu'nun belirttiği bir şey var ki, o daha da düşündürücü: “Avrupa Kültür Başkenti yaklaşımı bir pazarlama mantığı içerebiliyor. Yatırımlarla ilgili kararları kamu yetkilileri değil, yatırımları gerçekleştirmek isteyen şirketler veriyor. Karar süreci böyle olunca da, bilimsel plan anlayışı bir tarafa itiliyor. İnsan odaklı değil, neoliberal anlayışlara bağlı, ticari rant amaçlı çalışmalar gerçekleştiriliyor. Bunun simgeleri de süreç içerisinde oluşturuluyor, kimi zaman dini, kimi zaman kapitalizmin kültür anlayışını ortaya koyan eğlence merkezleri oluyor. Bu çalışmalar, insanı yaşadığı çevreye yabancılaştırıyor. Bu en gelişmiş Avrupa ülkelerinde de böyle”. Avrupa Kültür Başkenti olabilmek için hazırlanan projelerden bazıları şunlar: Tarihi yarımada, Beyoğlu, Boğaziçi yeniden ele alınacak. Üsküdar’dan başlanarak Anadolu yakası yeniden yapılandırılacak. Silahtarağa Elektrik Santralı, kültür sanat müzesine dönüştürülecek. Tekfur Sarayı klasik müzik inceleme merkezi haline getirilecek. “Analar, Tanrıçalar ve Sultanlar” sergisi ile Anadolu’da kadının dokuz bin yıllık tarihi anlatılacak. İstanbul’dan esinlenerek bestelenmiş üç opera İstanbul’daki tarihi mekânlarda sahnelenecek. Topkapı Sarayı’nın sanal müzesi açılacak. Aya İrini Kilisesi’nin Atrium bölümünde Aya Sofya Müzesi’nin bodrum katındaki ikonalar ve kutsal emanetler müzesi açılacak. “İslamiyet ve İnsaniyet” adlı büyük bir sempozyum düzenlenecek. “40 Gece 40 Konser” başlığı altındaki etkinliklerde, TIR üzerinde dolaşacak sahne ile konserler düzenlenecek. “Tango: Üç Kent, Üç Kültür ve Bir Tutku” gösterisi yapılacak. Sokak tiyatroları şenliği olacak. On yönetmen onar dakikalık İstanbul belgeselleri çekecek. İstanbul’un resimlerini yapmış ünlü ressamların resimleri toplanıp büyük bir Boğaz resimleri sergisi açılacak. Osmanlı’dan kalma 40 hamamın öyküsü anlatılacak. İstanbul’un ulaşım sistemi tek bir merkeze bağlanacak. Bütün vapurlar, trenler, otobüsler, dolmuşlar tek merkezden yönetilecek. Büyükada’daki Rum Yetimhanesi “Avrupa Yazarlar Evi” haline getirilecek. Şan Tiyatrosu yeniden inşa edilecek. Tarlabaşı’nın belirli bir bölümü konaklama ve alış verişmerkezi haline getirilecek. Bu bir ‘mutenalaştırma’dır... M imar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinan Güler: 2010 Avrupa Kültür Başkenti ve Kentsel Dönüşüm projeleri düşünüldüğünde, İstanbul’un içinde olduğu yapılanma süreci bizi nereye taşıyacak? Yanıt, kime yararlı olacağına, kimin yararına kullanılacağına göre değişiyor. Projelerde yapılacak iki çalışma var, biri kentsel dönüşüm, diğeri de “gentrification” yani “soylulaştırma” ya da “mutenalaştırma” denilebilir. Bu yolla, ekonomik değeri yüksek kent parçasında Güler’e göre, kentte mülkiyet hakkı ile kullanma hakkı farklı kişilerde... varlığını sürdüren ahali, orada yaşamayı hak etmediği düşünüldüğünden, yerinden alınıp başka bir yere taşınır. Oysa tarihsel yerleşmeye en az zarar veren, orada yaşayan insandır, çünkü o tarih onun evidir. Peki kimin nerede yaşamayı hak ettiğine kim Yrd. Doç. Dr. Sinan Güler karar veriyor? İstanbul'u muhtelif insan topluluklarının bloklar halinde yaşadığı bir şehir olarak görmek mümkün; Üsküdar’da muhafazakârlar, Tarlabaşı’nda bekârlar, Süleymaniye’de yoksul, ama eski İstanbullular, Cihangir’de entelektüel ya da öyle olduğu varsayılanlar... Bir kültür kurumumuzun yetkilisi kentle ilgili çalışmaların, “kent kültürünün kanaat önderleri”nce belirlendiğini söyledi. Bu, hiç unutmadığım ve unutamayacağım bir kavram. Bana “Kent kültürünün kanaat önderleri kimler?” diye sorsan yanıt veremem. Doğrusu bütün bu kavramsal çapraşıklığın içinde bir de özelleştirilen Yeni Rakı’nın sponsorluğundaki Müslüm GürsesMurathan Mungan projesi var ve bu bana bir tezahür gibi geliyor. Bunlar enterasan gelişmeler. Belki kanaat önderleri zihniyet yapılanması olarak, Murathan Mungan, Sinan Çetin’dir, ancak beş yıl önce Müslüm Gürses’in konserinde Gülhane Parkı’nı dolduranlar olmadığı kesin. Daha önceden entelijans böyle işlere girmezdi, şimdi entelijansiya olarak “Gelecek olan nakdi nasıl bölüşebiliriz”in heyecanı içindeyiz sanki... Burada da İstanbul’un sahipleri kimler, sorusu ortaya çıkıyor sanırım... Kentin kanaat önderleri! Mülkiyet hakkı ile kullanma hakkı farklı kişilerde. Mülkiyet hakkı İstanbulluların ama kullanma hakkı onların değil. Avrupa Kültür Başkenti projesinde “kentin belli bir parçasının modernleştirilmesi”nden söz ediliyor. Modernleştirmekten kastımız ne, tam olarak ortaya koymuş değiliz. Kesin olan, Cezayir Sokağı’nın Fransız Sokağı yapılması modernleştirme olamaz. Dikkat ettiyseniz, Avrupa Kültür Başkenti listesinde Roma yok, hiçbir zaman da olmayacak. Roma’da şehrin tanıtılması, çekim merkezi olması diye bir dert yok. 2.5 milyon nüfusu ile dünyanın en iyi korunan tarihsel kentlerinden biri olarak, kendi zamanında, kendi insanlarıyla yaşamayı tercih ediyor ve turist sayısı İstanbul’un birkaç katıdır. İstanbul’un başından beri yapması gereken buydu. Tekrar gentrification çalışmalarına dönersek, bu çalışmalar Türkiye’nin gündeminde yeni ortaya çıkmadı aslında. Örneğin Cihangir’de de bu çalışmalar yapıldı. Evet, ama orada bir devlet müdahalesi olmadı. Oradaki evleri sanatçı, aydın, çizer, yazar takımı satın alıp, kendi kullanımı için onardı. Şimdi Zeyrek’te benzer bir süreç hız kazanıyor, Sulukule'de gentrification süreci başlıyor. Onlar zaten müzisyen oldukları sürece baş tacı ettiğimiz bir popülasyon! Kibariye’yi alkışlıyoruz, Cennet Mahallesi’ni seviyoruz. Onun dışında İstanbul çingenelerinin varlığı bizi pek fazla ilgilendirmiyor, halbuki orası tarihi bir çingene mahallesi. Oysa bu projeler “ötekileştirme” eğilimini körükleyecek. CUMHURİYET 05 CMYK